Rûm Sûresi 49. Ayet

وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمُبْلِس۪ينَ  ...

Oysa onlar daha önce kendilerine yağmur yağdırılmadan evvel kesin bir ümitsizliğe kapılmışlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ halbuki
2 كَانُوا onlar idiler ك و ن
3 مِنْ -den
4 قَبْلِ daha önce- ق ب ل
5 أَنْ
6 يُنَزَّلَ (yağmurun) indirilmesinden ن ز ل
7 عَلَيْهِمْ kendilerine
8 مِنْ
9 قَبْلِهِ önce ق ب ل
10 لَمُبْلِسِينَ umutsuz(dular) ب ل س
 

Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).

47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).

51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).

 

وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمُبْلِس۪ينَ

 

وَ  haliyyedir.  كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ  hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنْ  ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  إنه  şeklindedir. 

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  مُبْلِس۪ينَ  ‘e müteallıktır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur veya naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يُنَزَّلَ  mansub meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يُنَزَّلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru öncekini tekid eder. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi,  اِنْ  ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

مُبْلِس۪ينَ  kelimesi  كَانُوا  ‘un haberi olarak mahallen mansub olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

يُنَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل  ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُبْلِس۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمُبْلِس۪ينَ

 

وَ  haliyedir.  اِنْ  ise muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان ’nin haberi olan  لَمُبْلِس۪ينَ ‘ye dahil olan lam,  اِنْ  harfinin şartiyye ve olumsuzluk için olmadığını, muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ قَبْلِ , amili olan  لَمُبْلِس۪ينَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ  cümlesi masdar teviliyle  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. Cümledeki ikinci  مِنْ قَبْلِ , birinciyi tekid içindir.

يُنَزَّلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Fiilin müstetir zamir olan naib-i faili önceki ayetteki  الْوَدْقَ  ‘ya aittir.

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Müsned olan  لَمُبْلِس۪ينَ ‘nin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

مِنْ قَبْلِه۪  [Bundan önce] Ahfeş'e göre tekid anlamı ifade eden bir tekrarlama (tekrir)dır. Nahivcilerin çoğunluğu da bu görüştedir. Bu açıklamayı Nehhâs yapmıştır. (Kurtubî)    

مِنْ قَبْلِ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وإنْ كانُوا  sözündeki  إنَّ ,  amelden düşürülmüş olan muhaffefe (hafifletilmiş) إنَّ ‘dir. لِمُبْلِسِينَ  kelimesindeki lâm ise: harfi muhaffef olan  إن  ile şart olan  إنْ  harfini birbirinden ayıran lâm-ı farikadır. (Âşûr)

مِن قَبْلِهِ  ifadesinin tekrarlaması, yağmur yağmadan önceki sürenin gerçekten uzun bir süre olduğuna işaret eder ve tekid ifade ederk gelen yağmurun kuvvetine işaret eder. (Âşûr)