اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفاً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | يُرْسِلُ | gönderir |
|
4 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
5 | فَتُثِيرُ | kaldırır |
|
6 | سَحَابًا | bulutu |
|
7 | فَيَبْسُطُهُ | sonra onu yayar |
|
8 | فِي |
|
|
9 | السَّمَاءِ | gökte |
|
10 | كَيْفَ | nasıl |
|
11 | يَشَاءُ | diliyorsa |
|
12 | وَيَجْعَلُهُ | ve eder |
|
13 | كِسَفًا | parça parça |
|
14 | فَتَرَى | ve görürsün |
|
15 | الْوَدْقَ | yağmurun |
|
16 | يَخْرُجُ | çıktığını |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | خِلَالِهِ | arasından |
|
19 | فَإِذَا | derken |
|
20 | أَصَابَ | uğratınca |
|
21 | بِهِ | onu |
|
22 | مَنْ |
|
|
23 | يَشَاءُ | dilediğine |
|
24 | مِنْ | -ndan |
|
25 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
26 | إِذَا | hemen |
|
27 | هُمْ | onlar |
|
28 | يَسْتَبْشِرُونَ | sevinirler |
|
Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).
47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).
51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).
اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفاً
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُرْسِلُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُرْسِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. تُث۪يرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَحَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فَ atıf harfidir.
يَبْسُطُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru يَبْسُطُ fiiline müteallıktır.
كَيْفَ gayr-ı cazım şart ismi olup, amili يَشَٓاءُ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.
يَشَٓاءُ fiili, يَبْسُطُ fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَجْعَلُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. يَجْعَلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كِسَفاً ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.
يُرْسِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
تُث۪يرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ثور ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ
فَ atıf harfidir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْوَدْقَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette تَرَى fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ cümlesi الْوَدْقَ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ خِلَالِ car mecruru يَخْرُجُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
فَ atıf harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَصَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بِ sebebiyyedir. بِه۪ car mecruru اَصَابَ fiiline müteallıktır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ عِبَادِه۪ٓ car mecruru aid zamirin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا müfacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında müfacee harfi olur. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَسْتَبْشِرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَسْتَبْشِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَصَابَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, بشر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفاً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi olan اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ , sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Arkadan gelecek habere dikkat çekmek için müsnet ism-i mevsûlle gelmiştir. الَّذ۪ي ’nin sılası muhatabın yabancı olmadığı bir konudur. İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle sıla cümlesine ihtiyaç duyarlar.
Müsned konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ي ‘nin sılası olan يُرْسِلُ الرِّيَاحَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen فَتُث۪يرُ سَحَاباً ve فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
سَحَاباً ‘deki tenvin kesret ifade eder.
كَيْفَ burada istifham manasında değildir يَبْسُطُهُ fiilinden mef'ûlu mutlak konumundadır. Çünkü masdarın yerine geçmiştir. Yani “dilediği şekilde onu (bulutları) bir yayışla yayar” demektir. (Âşûr)
كَيْفَ gayrı cazim şart ismi, nasb mahallinde haldir. Amili şart fiili يَشَٓاءُ ’dur.
Hal konumunda müstenefe olan كَيْفَ يَشَٓاءُ cümlesi, öncesinin delaletiyle cevabı mahzuf şart cümlesidir. Takdiri; كيف يشاء يبسطه (Nasıl dilerse onu genişletir.) şeklindedir. (https://tafsir.app/30/42, Ahmed bin Muhammed Harrat, El Müctebâ min Müşkili’l Îrabi’l Kur’an)
Bu takdire göre cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَيَجْعَلُهُ كِسَفاً cümlesi, …فَيَبْسُطُهُ فِي cümlesine, فَتَرَى الْوَدْقَ cümlesi de makabline atfedilmiştir. Her iki cümlenin atıf sebebi de hükümde ortaklıktır.
كِسَفاً ‘deki tenvin kesret ifade eder.
يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ cümlesi, الْوَدْقَ ‘dan hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Cümlelerdeki fiillerin hepsi muzari sıygada gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
الْوَدْقَ - السَّمَٓاءِ - سَحَاباً - الرِّيَاحَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
إثَارَاتُ السَحاب ifadesinde istiare vardır. Rüzgârların bulutu kaldırması ile kastedilen, onların bulut parçalarını birleştirmesi, kesinti ve kopuklarını eklemesi onu gizliliklerinden çıkarmasıdır ki, az ve önemsiz vaziyetinden sonra onu belirgin halde ortaya çıkarması demektir. Bu ifadede rüzgâr avcıya benzetilmiş oluyor. Yani avcı avları gizlendiği yerlerinden kaldırır, gözünün görüp de onu avlamanın mümkün olması için, onu avlama fırsatı elde edebilmek için onu bulunduğu yerden açığa çıkarır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
فَ ile فَتَرَى الْوَدْقَ cümlesine atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
اِذَٓا ’nın muzafun ileyhi olan şart cümlesi اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَصَابَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَشَٓاءُ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِبَادِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
مِنْ عِبَادِه۪ٓ car mecruru يَشَٓاءُ fiiline mütealliktir.
Şartın cevabı olan اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ , müfacee harfi اِذَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye muzâf olan zaman zarfı اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde birden bire, aniden manasına gelir.
Bu cümlenin haberi olan يَسْتَبْشِرُونَ , muzari fiil olarak gelmiştir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil muhayyileyi harekete geçirerek muhatabı canlı tutar.
يَشَٓاءُ ve مِنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, مِنْ - مَنْ arasında cinas-ı nakıs sanatları vardır.
يَسْتَبْشِرُونَ fiilinin استفعال babında gelmesi anlama istemek manası katmıştır.
يُرْسِلُ، وتُثِيرُ، ويَبْسُطُهُ، ويَجْعَلُهُ fiillerinin muzari olarak gelmes, bu hayret verici fiil ve eylemlere ait sahnelerin muhatabın gözünde canlandırılabilmesi içindir. Böylelikle dinleyici bu eylemlerin oluşumunu ve deveranını gözleri önüne getirebilecektir. (Âşûr)