وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَۜ اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟
Lokmân’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey –ne kadar saklanırsa saklansın– Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlâkî hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilmiştir. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in, “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.
İnsanın iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. âyetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddî ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belâları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır. Âyetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” ifadesi, bu müsbet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir. 18-19. âyetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunulması, Kur’an’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 338
Hamera حمر : حِمارٌ bildiğimiz bir hayvan olan eşektir. Çoğulu أحْمِرَة , حَمِر ve حُمُر şekillerinde gelir. Ayrıca cahil kişi de bununla ifade edilir.
حُمْرَةٌ renklerden biri olan kırmızıdır. Renklerinin geneli esas alınarak Acemlere ve Araplara Kızıllar ve Siyahlar anlamında ألأحْمَرُ وَ ألأسْوَدُ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim kalıbında 6 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hamra, muhammara, (hilal-i) ahmer ve Hümeyra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْصِدْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. ف۪ي مَشْيِكَ car mecruru اقْصِدْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اغْضُضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنْ صَوْتِكَ car mecruru اغْضُضْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَنْكَرَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. الْاَصْوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
صَوْتُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يرِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَنْكَرَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَۜ
Nidanın cevabına matuf ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupla gelen وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ cümlesi makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
غضّ الْصَوْتِ ifadesinde istiâre vardır. Çünkü غضّ kelimesinin asıl anlamı yüksek bir dereceden alçak indirmektir. Nitekim غضّ فلان من فلان (Falanca falancanın değerini düşürdü.) denir. Ona bu değer düşürmeyi sözlü ve fiili olarak yaptığı zaman böyle denir. Yine bakışını kırdı ve zayıflattı anlamında da غضّ طرفه denir. Buna göre Hz. Lokman, sanki Allah’a huşu ile itaat etmek, Allah’ın velilerine saygılı ve alçak gönüllü davranışta bulunmak için “Sesini yükseklik halinden alçalma haline indir” demiş oluyor. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)
وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ ifadesi, sesini alçalt, sesini kıs demektir. Burada اغضض صوتك buyurulmamıştır. Çünkü sesi tamamen kısmak istenmemiş, sadece dinleyicinin duyacağı kadar sesini çıkarması istenmiştir. Sesin daha yüksek olması rahatsız edici olacağı için daha alçak olması da duyulmayacağı için istenmemiştir.
Bu ifadede görüldüğü gibi itidale işaret vardır.
Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Allah Teâlâ “yeryüzünde şımarık yürüme” buyurmuştur. Bunun olmayışı da bazen, onun zıddının tahakkuk etmesiyle olur. Ki bunun zıddı, kendisine taban tabana zıt olan şey demek olup; bu da, kendisinde acizlik ve zayıflık hisseden ve zühd olsun diye adeta ölgün ölgün yürüyen kimsedir. Bu sebeple (birinci ifadeye karşılık), “Yürüyüşünde mutedil ol” buyurmuştur. Yani “İki aşırı uç arasında, orta bir yerde ol, o şekilde hareket et” demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 447)
اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ ve haberi olan لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟, veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْكَرَ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder.
صَوْتُ kelimesinin çoğul ve tekil olarak tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟ [Seslerin en çirkini, kuşkusuz eşeklerin sesidir.] cümlesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Seslerini yükseltenler eşeğe, sesleri ise eşek sesine benzetildi. Teşbih edatı söylenmedi. Aksine daha çok yerme ve sesini yükseltenleri nefretleme için istiare yoluyla ifade etti. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Bu cümlede teşbih-i beliğ vardır. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Müfessirimiz konuyla ilgili olarak tefsîrinde şunları kaydeder: Merkep, özellikle de onun sesi, yermenin timsalidir. Onun içindir ki adı kinâye yollu uzun kulaklı şeklinde kapalı bir biçimde söylenir. Yüksek sesi onun sesine benzetmede, sonra da onu istiâre kalıbı ile vermede aşırı mübalağa vardır.
Yani burada müşebbeh ve teşbîh edatı söylenmemiş, sesini yükselten kimseleri daha çok yermek ve ayıplamak, muhatabı sesini alçaltmaya teşvik etmek ve sesini yükseltmekten sakındırmak için sadece müşebbehün bihin zikriyle yetinilerek istiâre yapılmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Şayet eşeklerin sesi neden tekil söylendi de çoğul yapılmadı? Yani الْحَم۪يرِ۟ [eşek] الحمير [eşekler] diye çoğul getirildiği halde صوت neden الْاَصْوَاتِ şeklinde çoğul getirilmedi? dersen şöyle derim: Maksat, bu cinsin bireylerinden her birinin sesini söylemek değildir ki çoğul yapılsın. Maksat, ses çıkaran canlı cinslerinden her birinin kendine ait bir sesi olduğu; bu cinsler içinde sesi en çirkin olanın ise işbu cinsin [eşeğin] sesi olduğudur. Dolayısıyla tekil söylenmesi gerekmiştir. (Keşşâf)
اَنْكَرَ ism-i tafdîldir. “Ef'ale” kalıbı, şaz olanlar hariç, ne ism-i fâil, ne ism-i mef'ûl ne de ayıp ve kusur ifade eden şeyler manasına kullanılır. Bu durumda bu kelime, ism-i mef'ûl yani munker; yadırganan, yadırganmış olan, anlamındadır. Yahut bu kelime, “Bir şey yadırgandı, yadırganmış olan ve en çok yadırganan” tabirlerinden alınmıştır. Eğer bu kelime bu manada kullanılmışsa bu ifadenin şu şekilde bir ince tarafı var demektir: Her canlının sesinden, mesela deve vb. hayvanlar gibi onun, ya yükün ağırlığından ya da yorgunluktan dolayı bağırdığı anlaşılır. Ama eşek, yükün altında ölüp gitse veya öldürülse katiyen ses çıkarmaz. Ama hiç gerekli olmayan bir zamanda, bağırır ve anırır. (Fahreddin er-Râzî)