Lokman Sûresi 20. Ayet

اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ  ...

Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَوْا görmediniz mi? ر ا ي
3 أَنَّ elbette
4 اللَّهَ Allah
5 سَخَّرَ boyun eğdirdi س خ ر
6 لَكُمْ size
7 مَا bulunanları
8 فِي
9 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
10 وَمَا ve bulunanları
11 فِي
12 الْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
13 وَأَسْبَغَ ve bol bol verdi س ب غ
14 عَلَيْكُمْ size
15 نِعَمَهُ ni’metlerini ن ع م
16 ظَاهِرَةً görünür ظ ه ر
17 وَبَاطِنَةً ve gizli ب ط ن
18 وَمِنَ ve
19 النَّاسِ insanlardan ن و س
20 مَنْ kimi var ki
21 يُجَادِلُ tartışır (durur) ج د ل
22 فِي hakkında
23 اللَّهِ Allah
24 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
25 عِلْمٍ bilgisi ع ل م
26 وَلَا ve olmadan
27 هُدًى yol göstereni ه د ي
28 وَلَا ve olmadan
29 كِتَابٍ bir Kitabı ك ت ب
30 مُنِيرٍ aydınlatıcı ن و ر
 

Yukarıda (13. âyet), Lokmân’ın dilinden “Allah’a ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştu. İşte bu ve bundan sonraki âyetlerde Allah’ın varlık ve birliğine dair kanıtlar sıralanarak insanların bu büyük haksızlığa sapmaktan kurtarılması amaçlanmaktadır. Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan şeyleri insanların hizmetine vermesinden maksat, bu varlıkların, insanların yararlanabileceği şekilde yaratılmış, düzenlenmiş olmasıdır. Nitekim âyetin devamındaki “nimetlerini gizli ve açık olarak önünüze serdiğini...” şeklindeki ifade de bunu göstermektedir. Âyetin başındaki “görmez misiniz” sorusu, insanların varlık düzenini sağlıklı bir şekilde incelerlerse bu gerçeği kendi akıllarıyla da kavrayabileceklerine işaret etmektedir.

Tefsirlerde 20. âyet metnindeki “ilim” akla veya nakle dayanan bilgi, “hüdâ” akıl ve basîret, “kitâbün münîr” ise ilâhî vahiy olarak açık­lanmıştır (İbn Atıyye, IV, 352; Şevkânî, IV, 277; krş. Râzî, XXV, 152). Buna göre putperestlerin ve benzer inanç sahiplerinin atalarından devraldıkları bâtıl inançları, gelenekleri, hurafeleri yaşatmakta ısrar etmeleri ne doğru bilgiye ne akıl ve basîrete ne de ilâhî vahye dayan­maktadır; aksine sadece şeytanın bir aldatması olup 21. âyette ifade buyurulduğu üzere sonu da kaçınılmaz olarak cehennem azabıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 342
 

اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ 

 

Hemze istifhâm harfidir. Fiil cümlesidir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَوْا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  تَرَوْا  fiilinin mef'ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur.  

سَخَّرَ لَكُم  cümlesi  أَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اَسْبَغَ  atıf harfi وَ ’la سَخَّرَ ya matuftur.

اَسْبَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ  car mecruru اَسْبَغَ  fiiline mütealliktir. 

نِعَمَهُ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَاهِرَةً  hal olup fetha ile mansubdur. بَاطِنَةً  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 

Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَسْبَغَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سبغ ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُجَادِلُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُجَادِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. فِي اللّٰهِ  car mecruru  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في توحيده أو صفاته (tekliğinde veya sıfatlarında) şeklindedir. 

بِغَيْر  car mecruru  يُجَادِلُ deki failin mahzuf haline mütealliktir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harfdir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

هُدًى  ve  كِتَابٍ  atıf harfi وَ ’la  عِلْمٍ e matuftur. 

هُدًى  kelimesi maksur isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. Burada kesra takdir edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُن۪يرٍ  kelimesi  كِتَابٍ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُجَادِلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef'ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُن۪يرٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri veya inkâri istifhamdır. Muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur.

Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen takrir ve inkâr manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.

Muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  تَرَ  fiili iki mef'ûle müteaddi fiillerdendir.

اَلَمْ تَرَوْا  [görmediler mi] ifadesi, nimetleri hatırlatma manası içermesi hasebiyle mümin olsun müşrik olsun tüm insanlara hitaben kullanılmış olabilir.İstidlal (delil gösterme) olarak değerlendirildiğinde ise hitap müşriklere hastır denilebilir. (Âşûr)

ألم تري  [Görmedin mi] şeklinde tekil muhataba değil, ألم تروا [Görmediniz mi] şeklinde çoğul akıllı muhataba hitap edilmiştir.  سَخَّرَ لَكُمْ [Sizin için musahhar kıldığını] sözüyle de umumi olarak verdiği nimetler zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 450)

اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ifade Kur’an’ın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsîri, c. 1, s. 343)

أولم تر tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر  tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, masdar teviliyle,  تَرَ  fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki ikinci mevsûl ve sılası, aynı formdaki birinci mevsûle tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. 

تسخير : Bir şeyi kendine mahsus gayesi doğrultusunda zorla sevk etmek, ona boyun eğdirmektir. Gezegenlerin emre amade olması, Allah Teâlâ'nın onları yörüngelerinde döndürmesi sayesinde olmaktadır. Nitekim Allah, yıldızlar ve gezegenlerin her birine bir yörünge tayin etmiş, birtakım bağlar ve ilişkiler takdir etmiştir. Yine Allah onları zaman itibariyle kış, yaz, sonbahar, ilkbahar için: mekân itibariyle de maden, bitki, hayvan ve insan için yer âleminin organizatörleri kılmıştır. Yıldız ve gezegenlerin devamlı dönmesiyle çeşitli durumların ortaya çıkması, insanların yararları ve menfaatlerine yöneliktir. (Rûhu’l Beyan)

وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً  cümlesi, اَنَّ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  عَلَيْكُمْ, mef'ûl olan  نِعَمَهُ ’ya ihtimam için takdim edilmiştir.

نِعَمَهُ ’nin Allah’a ait zamire muzaf olması nimetler için tazim ve teşrif ifade eder.

وَبَاطِنَةًۜ  ve  ظَاهِرَةً  kelimeleri,  نِعَمَهُ ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

سَّمٰوَاتِ  - الْاَرْضِ  ve  ظَاهِرَةً  - بَاطِنَةًۜ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

Surenin başında Allah'ın rahmeti zikredilmiştir ve bu ayette de Allah’ın mahlukatının emrine verdiği semâvât ve arzda bulunan nimetler ve bu nimetlerin gizli veya açık olarak bol bol verilmesi zikredilmiştir ki bunlar onun rahmetinin eseridir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 450)

Nimetlerin verilişi  اسبغ  fiiliyle en kapsamlı anlamıyla ifade edilmiştir. Ayet-i kerimede çokluk çoğulu olan  نعمه  kelimesi gelmiştir. أنعمه  buyurulmamıştır. Bu da nimetlerin çokluğuna delalet eder.  ظَاهِرَةً - بَاطِنَةًۜ [gizli ve açık] sözü, bütün cinsleri ile nimetleri kapsadığına delalet eder. En geniş ve umumi kapsam budur. لَكُمْ  [Sizin için] sözüyle nimetlerin emrine verildiği mahlukat umumi olarak en kapsamlı şekilde ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 451)

Nimet, insanın haz duyduğu hoş hallerdir. Nimet, bu hoş hale götüren insanın tabiatına uygun lezzet veren işler için de kullanılır. Açık olan nimetler, şekil güzelliği, uzun boy, organların eksiksizliği; işitme görme, koku alma, tadına, dokunma ve konuşma gibi açık olan duyular; dilin zikri, rızık, mal, makam, hizmetçiler, evlatlar, sağlık, afiyet, güven ve şöhret gibi hissedilen, müşahade edilenler, gizli olanlar ise ruhun bedene üflenmesi, onun akıl ve idrak sayesinde aydınlanması, nefsin düşük şeylerden arındırılması ve kalbin faziletlerle süslenmesi gibi aydınlanan ve fakat hissedilmekle birlikte müşahade edilemeyenlerdir. (Rûhu’l Beyan)

 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan  يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfi  لَا , olumsuzluğu tekid için tekrarlanmış zaid harftir.

مِنَ النَّاسِ  sözündeki  مِنَ  teb’idiyyedir. (Âşûr)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  يُجَادِلُ  fiiline müteallık car mecrur  فِي اللّٰهِ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdir,  في توحيده أو صفاته  [Onun tekliğinde ve sıfatlarında] şeklindedir.

Muhatabı daha fazla etkilemek için tekrarlanan Allah lafzında tecrid sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ'dır. Lafza-i celâlin, لَا  ve  مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette gelen  لَا  harfi zaiddir, tekid için gelmiştir. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.

بِغَيْرِ عِلْمٍ  car-mecruru,  يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.

عِلْمٍ  , هُدًى  , كِتَابٍ  kelimelerindeki tenvin, kıllet içindir. Olumsuz siyakta tenkir, umum ifade eder.

وَلَا هُدًى  ve  وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ  lafızları  بِغَيْرِ عِلْمٍ ’e matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Birbirine matuf bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

كِتَابٍ  için sıfat olan  مُن۪يرٍۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ  [Tenvir edici hiçbir kitabı yokken] sözü onların yanında aydınlatıcı bir kitapları veya okudukları zahiri bir kitap olmadığını ifade eder. Onlarda ilmin ve hidayetin ister zahirî ister batınî hiçbir unsurunun olmadığı ifade edilmiştir. Batınî unsurlar zahirî unsurların içindedir. Kitabın vasfı münîr olarak gelmiştir. Çünkü bunlar Allah yolundan saptırmak için batıl sözü satın alarak münir olmayan kitaplara ya da dalalette olanı hidayete erdirmeyen tahrif edilmiş kitaplara yönelirlerdi. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 452)