وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ne zaman ki |
|
2 | قِيلَ | dense |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | اتَّبِعُوا | uyun |
|
5 | مَا |
|
|
6 | أَنْزَلَ | indirdiğine |
|
7 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
8 | قَالُوا | derler |
|
9 | بَلْ | hayır |
|
10 | نَتَّبِعُ | biz uyarız |
|
11 | مَا | şeye |
|
12 | وَجَدْنَا | bulduğumuz |
|
13 | عَلَيْهِ | üzerinde |
|
14 | ابَاءَنَا | babalarımızı |
|
15 | أَوَلَوْ | şayet |
|
16 | كَانَ | olsa da mı? |
|
17 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
18 | يَدْعُوهُمْ | onları çağırmış |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | عَذَابِ | azabına |
|
21 | السَّعِيرِ | alevli ateşin |
|
Yukarıda (13. âyet), Lokmân’ın dilinden “Allah’a ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştu. İşte bu ve bundan sonraki âyetlerde Allah’ın varlık ve birliğine dair kanıtlar sıralanarak insanların bu büyük haksızlığa sapmaktan kurtarılması amaçlanmaktadır. Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan şeyleri insanların hizmetine vermesinden maksat, bu varlıkların, insanların yararlanabileceği şekilde yaratılmış, düzenlenmiş olmasıdır. Nitekim âyetin devamındaki “nimetlerini gizli ve açık olarak önünüze serdiğini...” şeklindeki ifade de bunu göstermektedir. Âyetin başındaki “görmez misiniz” sorusu, insanların varlık düzenini sağlıklı bir şekilde incelerlerse bu gerçeği kendi akıllarıyla da kavrayabileceklerine işaret etmektedir.
Tefsirlerde 20. âyet metnindeki “ilim” akla veya nakle dayanan bilgi, “hüdâ” akıl ve basîret, “kitâbün münîr” ise ilâhî vahiy olarak açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 352; Şevkânî, IV, 277; krş. Râzî, XXV, 152). Buna göre putperestlerin ve benzer inanç sahiplerinin atalarından devraldıkları bâtıl inançları, gelenekleri, hurafeleri yaşatmakta ısrar etmeleri ne doğru bilgiye ne akıl ve basîrete ne de ilâhî vahye dayanmaktadır; aksine sadece şeytanın bir aldatması olup 21. âyette ifade buyurulduğu üzere sonu da kaçınılmaz olarak cehennem azabıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 342
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir. اتَّبِعُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir.
اتَّبِعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl mahzuftur. Takdiri, لا نتّبع ما أنزل الله بل نتّبع (Allah’ın indirdiğine değil, ….a tabi oluruz.) şeklindedir.
بَلْ idrab ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ ; İdrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
نَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مَا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası وَجَدْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru amili وَجَدْنَا ’nın mahzuf ikinci mef'ûlü bihine mütealliktir.
اٰبَٓاءَنَا mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Hemze istifhâm harfidir. وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir.
كَانَ الشَّيْطَانُ önceki cümledeki اٰبَٓاءَنَا ’nın hali olarak mahallen mansubdur.
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. الشَّيْطَانُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
يَدْعُوهُمْ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَدْعُو fiili و üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى عَذَابِ car mecruru يَدْعُوهُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. السَّع۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı mahzuf olup makabli onu tefsir eder.وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا
وَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef'ûle dikkat çekilmiştir.
Aslı mekulü’l-kavl olan, ق۪يلَ fiilinin naib-i faili, اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اتَّبِعُوا fiilinin mef'ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vahyin, ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi قَالُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, takdiri لا نتّبع ما أنزل الله [Allah’ın indirdiğine tabi olmayız.] olan mahzuf cümledir.
بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İdrab harfi بَلْ , intikal içindir.
نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَتَّبِعُ fiilinin mef'ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلَيْهِ car mecruru, وَجَدْنَا fiilinin mahzuf ikinci mef'ûlune mütealliktir.
Ayetin ana konusu olan “tabi olmak” fiili önemine binaen tekrarlanmıştır.
اتَّبِعُوا - نَتَّبِعُ ve ق۪يلَ - قَالُوا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذَا ق۪يلَ لَهُمُ [Onlara ... denildiği zaman] buyurularak muayyen bir fail zikredilmemiştir. Çünkü burada amaç bu faili zikretmek değildir. Zira onların bu daveti reddetmelerinin sebebinin bu sözleri söyleyen kişi olduğu zannedilmesin istenmiştir. Sanki bu sözleri başkası söyleseydi cevapları böyle olmayacaktı. Hayır, bu sözleri kim söylerse söylesin onların cevabı aynı olacaktır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 453)
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Cümle اٰبَٓاءَنَا ’nın halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkâri istifhâm harfidir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve inkârî amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Hemze istifham, وَ hal ve لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪ي cümlesidir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, اتبعوه [Ona tabi oldular] olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
لَوۡ , şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
عَذَابِ için sıfat olan السَّع۪يرِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ [Şeytan onları çağırıyor idiyse de mi?] cümlesinde, hazif yapılarak kınama ve inkâr ifade edilmiştir. Yani [Şeytan onları, cehennem azabına çağırıyor idiyse de onlara uyacaklar mı?] demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ [Ya şeytan onları yalınlı (cehennem) azab(ın)a çağırıyor idiyse?] buyurulmuştur. Bu soru onların haline duyulan şaşkınlığı ifade eder. Her bağnaz, tutucu fikir, dava veya akide bu nedenle güzel bir sonuç ve akıbet arzular. Burada kaçınılması gereken iki durumdan her biri zikredilmiştir. Şeytanın onları buna davet ettiği zikredilmiştir. Ona tabi olan yalınlı (alevli) cehennem azabına uğrayacaktır. Nasıl oluyor da Allah'ın indirdiğini terkedip şeytana tabi oluyorlar? (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 453-454)
Ayette geçen هُمْ [onlar] zamiri, kendi nefislerini ifade etmez, fakat belirtildiği gibi babalarını ifade eder. Çünkü ayette inkâr ve reddin sebebi, onların uydukları babalarının şeytana uymuş olmalarıdır; yoksa kendi nefislerinin böyle olması değildir. Yani şeytan, onların içinde bulundukları şirk sebebiyle alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse de mi o babalarına uyacaklar? İşte onlar, şeytanın çağrısı gereğince alevli ateşin azabına yönelmiş bulunuyorlar. (Ebüssuûd)