بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَوْا | görmediniz mi? |
|
3 | أَنَّ | elbette |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | سَخَّرَ | boyun eğdirdi |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | مَا | bulunanları |
|
8 | فِي |
|
|
9 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
10 | وَمَا | ve bulunanları |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْأَرْضِ | ve yerde |
|
13 | وَأَسْبَغَ | ve bol bol verdi |
|
14 | عَلَيْكُمْ | size |
|
15 | نِعَمَهُ | ni’metlerini |
|
16 | ظَاهِرَةً | görünür |
|
17 | وَبَاطِنَةً | ve gizli |
|
18 | وَمِنَ | ve |
|
19 | النَّاسِ | insanlardan |
|
20 | مَنْ | kimi var ki |
|
21 | يُجَادِلُ | tartışır (durur) |
|
22 | فِي | hakkında |
|
23 | اللَّهِ | Allah |
|
24 | بِغَيْرِ | olmadan |
|
25 | عِلْمٍ | bilgisi |
|
26 | وَلَا | ve olmadan |
|
27 | هُدًى | yol göstereni |
|
28 | وَلَا | ve olmadan |
|
29 | كِتَابٍ | bir Kitabı |
|
30 | مُنِيرٍ | aydınlatıcı |
|
Yukarıda (13. âyet), Lokmân’ın dilinden “Allah’a ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştu. İşte bu ve bundan sonraki âyetlerde Allah’ın varlık ve birliğine dair kanıtlar sıralanarak insanların bu büyük haksızlığa sapmaktan kurtarılması amaçlanmaktadır. Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan şeyleri insanların hizmetine vermesinden maksat, bu varlıkların, insanların yararlanabileceği şekilde yaratılmış, düzenlenmiş olmasıdır. Nitekim âyetin devamındaki “nimetlerini gizli ve açık olarak önünüze serdiğini...” şeklindeki ifade de bunu göstermektedir. Âyetin başındaki “görmez misiniz” sorusu, insanların varlık düzenini sağlıklı bir şekilde incelerlerse bu gerçeği kendi akıllarıyla da kavrayabileceklerine işaret etmektedir.
Tefsirlerde 20. âyet metnindeki “ilim” akla veya nakle dayanan bilgi, “hüdâ” akıl ve basîret, “kitâbün münîr” ise ilâhî vahiy olarak açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 352; Şevkânî, IV, 277; krş. Râzî, XXV, 152). Buna göre putperestlerin ve benzer inanç sahiplerinin atalarından devraldıkları bâtıl inançları, gelenekleri, hurafeleri yaşatmakta ısrar etmeleri ne doğru bilgiye ne akıl ve basîrete ne de ilâhî vahye dayanmaktadır; aksine sadece şeytanın bir aldatması olup 21. âyette ifade buyurulduğu üzere sonu da kaçınılmaz olarak cehennem azabıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 342
اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ
Hemze istifhâm harfidir. Fiil cümlesidir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَوْا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَوْا fiilinin mef'ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَخَّرَ لَكُم cümlesi أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru سَخَّرَ fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اَسْبَغَ atıf harfi وَ ’la سَخَّرَ ’ya matuftur.
اَسْبَغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَسْبَغَ fiiline mütealliktir.
نِعَمَهُ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَاهِرَةً hal olup fetha ile mansubdur. بَاطِنَةً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْبَغَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سبغ ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
سَخَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ
وَ istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُجَادِلُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يُجَادِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. فِي اللّٰهِ car mecruru يُجَادِلُ fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في توحيده أو صفاته (tekliğinde veya sıfatlarında) şeklindedir.
بِغَيْر car mecruru يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harfdir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
هُدًى ve كِتَابٍ atıf harfi وَ ’la عِلْمٍ ’e matuftur.
هُدًى kelimesi maksur isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. Burada kesra takdir edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُن۪يرٍ kelimesi كِتَابٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجَادِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef'ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُن۪يرٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri veya inkâri istifhamdır. Muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen takrir ve inkâr manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
Muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden تَرَ fiili iki mef'ûle müteaddi fiillerdendir.
اَلَمْ تَرَوْا [görmediler mi] ifadesi, nimetleri hatırlatma manası içermesi hasebiyle mümin olsun müşrik olsun tüm insanlara hitaben kullanılmış olabilir.İstidlal (delil gösterme) olarak değerlendirildiğinde ise hitap müşriklere hastır denilebilir. (Âşûr)
ألم تري [Görmedin mi] şeklinde tekil muhataba değil, ألم تروا [Görmediniz mi] şeklinde çoğul akıllı muhataba hitap edilmiştir. سَخَّرَ لَكُمْ [Sizin için musahhar kıldığını] sözüyle de umumi olarak verdiği nimetler zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 450)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’an’ın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsîri, c. 1, s. 343)
أولم تر tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, masdar teviliyle, تَرَ fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayetteki ikinci mevsûl ve sılası, aynı formdaki birinci mevsûle tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.
تسخير : Bir şeyi kendine mahsus gayesi doğrultusunda zorla sevk etmek, ona boyun eğdirmektir. Gezegenlerin emre amade olması, Allah Teâlâ'nın onları yörüngelerinde döndürmesi sayesinde olmaktadır. Nitekim Allah, yıldızlar ve gezegenlerin her birine bir yörünge tayin etmiş, birtakım bağlar ve ilişkiler takdir etmiştir. Yine Allah onları zaman itibariyle kış, yaz, sonbahar, ilkbahar için: mekân itibariyle de maden, bitki, hayvan ve insan için yer âleminin organizatörleri kılmıştır. Yıldız ve gezegenlerin devamlı dönmesiyle çeşitli durumların ortaya çıkması, insanların yararları ve menfaatlerine yöneliktir. (Rûhu’l Beyan)
وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً cümlesi, اَنَّ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَلَيْكُمْ, mef'ûl olan نِعَمَهُ ’ya ihtimam için takdim edilmiştir.
نِعَمَهُ ’nin Allah’a ait zamire muzaf olması nimetler için tazim ve teşrif ifade eder.
وَبَاطِنَةًۜ ve ظَاهِرَةً kelimeleri, نِعَمَهُ ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
سَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ve ظَاهِرَةً - بَاطِنَةًۜ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Surenin başında Allah'ın rahmeti zikredilmiştir ve bu ayette de Allah’ın mahlukatının emrine verdiği semâvât ve arzda bulunan nimetler ve bu nimetlerin gizli veya açık olarak bol bol verilmesi zikredilmiştir ki bunlar onun rahmetinin eseridir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 450)
Nimetlerin verilişi اسبغ fiiliyle en kapsamlı anlamıyla ifade edilmiştir. Ayet-i kerimede çokluk çoğulu olan نعمه kelimesi gelmiştir. أنعمه buyurulmamıştır. Bu da nimetlerin çokluğuna delalet eder. ظَاهِرَةً - بَاطِنَةًۜ [gizli ve açık] sözü, bütün cinsleri ile nimetleri kapsadığına delalet eder. En geniş ve umumi kapsam budur. لَكُمْ [Sizin için] sözüyle nimetlerin emrine verildiği mahlukat umumi olarak en kapsamlı şekilde ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 451)
Nimet, insanın haz duyduğu hoş hallerdir. Nimet, bu hoş hale götüren insanın tabiatına uygun lezzet veren işler için de kullanılır. Açık olan nimetler, şekil güzelliği, uzun boy, organların eksiksizliği; işitme görme, koku alma, tadına, dokunma ve konuşma gibi açık olan duyular; dilin zikri, rızık, mal, makam, hizmetçiler, evlatlar, sağlık, afiyet, güven ve şöhret gibi hissedilen, müşahade edilenler, gizli olanlar ise ruhun bedene üflenmesi, onun akıl ve idrak sayesinde aydınlanması, nefsin düşük şeylerden arındırılması ve kalbin faziletlerle süslenmesi gibi aydınlanan ve fakat hissedilmekle birlikte müşahade edilemeyenlerdir. (Rûhu’l Beyan)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ
وَ istînâfiyyedir. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfi لَا , olumsuzluğu tekid için tekrarlanmış zaid harftir.
مِنَ النَّاسِ sözündeki مِنَ teb’idiyyedir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. يُجَادِلُ fiiline müteallık car mecrur فِي اللّٰهِ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdir, في توحيده أو صفاته [Onun tekliğinde ve sıfatlarında] şeklindedir.
Muhatabı daha fazla etkilemek için tekrarlanan Allah lafzında tecrid sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ'dır. Lafza-i celâlin, لَا ve مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette gelen لَا harfi zaiddir, tekid için gelmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.
بِغَيْرِ عِلْمٍ car-mecruru, يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
عِلْمٍ , هُدًى , كِتَابٍ kelimelerindeki tenvin, kıllet içindir. Olumsuz siyakta tenkir, umum ifade eder.
وَلَا هُدًى ve وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ lafızları بِغَيْرِ عِلْمٍ ’e matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Birbirine matuf bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كِتَابٍ için sıfat olan مُن۪يرٍۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ [Tenvir edici hiçbir kitabı yokken] sözü onların yanında aydınlatıcı bir kitapları veya okudukları zahiri bir kitap olmadığını ifade eder. Onlarda ilmin ve hidayetin ister zahirî ister batınî hiçbir unsurunun olmadığı ifade edilmiştir. Batınî unsurlar zahirî unsurların içindedir. Kitabın vasfı münîr olarak gelmiştir. Çünkü bunlar Allah yolundan saptırmak için batıl sözü satın alarak münir olmayan kitaplara ya da dalalette olanı hidayete erdirmeyen tahrif edilmiş kitaplara yönelirlerdi. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 452)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ne zaman ki |
|
2 | قِيلَ | dense |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | اتَّبِعُوا | uyun |
|
5 | مَا |
|
|
6 | أَنْزَلَ | indirdiğine |
|
7 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
8 | قَالُوا | derler |
|
9 | بَلْ | hayır |
|
10 | نَتَّبِعُ | biz uyarız |
|
11 | مَا | şeye |
|
12 | وَجَدْنَا | bulduğumuz |
|
13 | عَلَيْهِ | üzerinde |
|
14 | ابَاءَنَا | babalarımızı |
|
15 | أَوَلَوْ | şayet |
|
16 | كَانَ | olsa da mı? |
|
17 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
18 | يَدْعُوهُمْ | onları çağırmış |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | عَذَابِ | azabına |
|
21 | السَّعِيرِ | alevli ateşin |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir. اتَّبِعُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir.
اتَّبِعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavl mahzuftur. Takdiri, لا نتّبع ما أنزل الله بل نتّبع (Allah’ın indirdiğine değil, ….a tabi oluruz.) şeklindedir.
بَلْ idrab ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ ; İdrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
نَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مَا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası وَجَدْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru amili وَجَدْنَا ’nın mahzuf ikinci mef'ûlü bihine mütealliktir.
اٰبَٓاءَنَا mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Hemze istifhâm harfidir. وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir.
كَانَ الشَّيْطَانُ önceki cümledeki اٰبَٓاءَنَا ’nın hali olarak mahallen mansubdur.
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. الشَّيْطَانُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
يَدْعُوهُمْ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَدْعُو fiili و üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى عَذَابِ car mecruru يَدْعُوهُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. السَّع۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı mahzuf olup makabli onu tefsir eder.وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا
وَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef'ûle dikkat çekilmiştir.
Aslı mekulü’l-kavl olan, ق۪يلَ fiilinin naib-i faili, اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اتَّبِعُوا fiilinin mef'ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vahyin, ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi قَالُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, takdiri لا نتّبع ما أنزل الله [Allah’ın indirdiğine tabi olmayız.] olan mahzuf cümledir.
بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İdrab harfi بَلْ , intikal içindir.
نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَتَّبِعُ fiilinin mef'ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلَيْهِ car mecruru, وَجَدْنَا fiilinin mahzuf ikinci mef'ûlune mütealliktir.
Ayetin ana konusu olan “tabi olmak” fiili önemine binaen tekrarlanmıştır.
اتَّبِعُوا - نَتَّبِعُ ve ق۪يلَ - قَالُوا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذَا ق۪يلَ لَهُمُ [Onlara ... denildiği zaman] buyurularak muayyen bir fail zikredilmemiştir. Çünkü burada amaç bu faili zikretmek değildir. Zira onların bu daveti reddetmelerinin sebebinin bu sözleri söyleyen kişi olduğu zannedilmesin istenmiştir. Sanki bu sözleri başkası söyleseydi cevapları böyle olmayacaktı. Hayır, bu sözleri kim söylerse söylesin onların cevabı aynı olacaktır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 453)
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Cümle اٰبَٓاءَنَا ’nın halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkâri istifhâm harfidir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve inkârî amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Hemze istifham, وَ hal ve لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪ي cümlesidir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, اتبعوه [Ona tabi oldular] olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
لَوۡ , şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
عَذَابِ için sıfat olan السَّع۪يرِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ [Şeytan onları çağırıyor idiyse de mi?] cümlesinde, hazif yapılarak kınama ve inkâr ifade edilmiştir. Yani [Şeytan onları, cehennem azabına çağırıyor idiyse de onlara uyacaklar mı?] demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ [Ya şeytan onları yalınlı (cehennem) azab(ın)a çağırıyor idiyse?] buyurulmuştur. Bu soru onların haline duyulan şaşkınlığı ifade eder. Her bağnaz, tutucu fikir, dava veya akide bu nedenle güzel bir sonuç ve akıbet arzular. Burada kaçınılması gereken iki durumdan her biri zikredilmiştir. Şeytanın onları buna davet ettiği zikredilmiştir. Ona tabi olan yalınlı (alevli) cehennem azabına uğrayacaktır. Nasıl oluyor da Allah'ın indirdiğini terkedip şeytana tabi oluyorlar? (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 453-454)
Ayette geçen هُمْ [onlar] zamiri, kendi nefislerini ifade etmez, fakat belirtildiği gibi babalarını ifade eder. Çünkü ayette inkâr ve reddin sebebi, onların uydukları babalarının şeytana uymuş olmalarıdır; yoksa kendi nefislerinin böyle olması değildir. Yani şeytan, onların içinde bulundukları şirk sebebiyle alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse de mi o babalarına uyacaklar? İşte onlar, şeytanın çağrısı gereğince alevli ateşin azabına yönelmiş bulunuyorlar. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يُسْلِمْ | teslim ederse |
|
3 | وَجْهَهُ | yüzünü |
|
4 | إِلَى |
|
|
5 | اللَّهِ | Allah’a |
|
6 | وَهُوَ | ve o |
|
7 | مُحْسِنٌ | güzel davranarak |
|
8 | فَقَدِ | elbette |
|
9 | اسْتَمْسَكَ | o yapışmıştır |
|
10 | بِالْعُرْوَةِ | kulpa |
|
11 | الْوُثْقَىٰ | en sağlam |
|
12 | وَإِلَى | ve döner |
|
13 | اللَّهِ | Allah’a |
|
14 | عَاقِبَةُ | sonu |
|
15 | الْأُمُورِ | işlerin |
|
Yukarıda Allah’ın yolunu bırakıp atalarının bâtıl inanç ve geleneklerini sürdürenlerin şeytanın davetine uydukları bildirilmişti; burada ise kendilerini Allah’a teslim edenlerin, yani Allah’a inanıp O’nun yolundan gidenlerin bu doğru ve kurtarıcı tercihleriyle “sağlam kulp”a yapışmış olacakları, yani yollarının doğru, âkıbetlerinin hayırlı ve güvenli olacağı müjdelenmektedir.
“Kendini iyiliğe adamış” diye çevirdiğimiz muhsin kelimesi, sözlükte “iyilik eden, güzel davranan, yaptığını güzel yapan” gibi anlamlara gelir. Ancak bu bağlamda özellikle “içten bir kulluk sergileyerek Allah’a yönelme” şeklinde dinî bir anlam içerdiği anlaşılmaktadır. Nitekim bir hadiste, muhsin kelimesinin masdarı olan ihsan kavramı, “Allah’a O’nu görüyormuş gibi ibadet etmektir” şeklinde açıklanmıştır (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 5-7).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 342-343
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ cümlesi mübteda مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسْلِمْ şart fiili, meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. وَجْهَهُٓ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru يُسْلِمْ fiiline mütealliktir.
هُوَ مُحْسِنٌ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحْسِنٌ haber olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اسْتَمْسَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِالْعُرْوَةِ car mecruru اسْتَمْسَكَ fiiline mütealliktir. الْوُثْقٰى kelimesi عُرْوَةِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. الْوُثْقٰى maksur isim olup kesra takdir edilir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسْلِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اسْتَمْسَكَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, مسك’dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
مُحْسِنٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ
وَ atıf harfidir. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
عَاقِبَةُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاُمُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ
وَ , istînâfiyye, cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ ifadesi, cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَهُوَ مُحْسِنٌ cümlesi, يُسْلِمْ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ [Kim yüzünü Allah'a çevirirse] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz söylenmiş, küll kastedilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Bakara Suresi 112 ve bu ayette أسلم fiili, birincisinde لَ ile geçişli ikincisinde ise اِلَى edatıyla geçişli (müteaddi) yapılmıştır. Zemahşerî لَ harf-i cerri ile kullanımda anlamın; (Kim yüzünü (kendini) Allah’a adarsa), اِلَى harf-i cerri ile kullanımda ise (Kim kendini Allah’a -birine bir şey verir gibi- verirse) olduğunu ifade ederek karşılaştırmalı okuma yöntemine vurgu yapar. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 484 - Âşûr)
فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى [Sağlam bir kulpa tutunmuş olur.] cümlesi teşbîh-i temsilidir. İslama sarılmış olan kimse, dağın zirvesine çıkmak isteyip de sağlam bir ipe tutunan kimseye benzetilmiştir. Mübalağa ifade etmesi için, teşbih edatı hazf edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir-Ebüssuûd)
Bu ayet-i kerimede فقد استمسك şeklinde gelerek فقد ilave edilmiştir. قد tahkîk harfidir. Yani sapasağlam kulpa yapışma işi olup bitmiştir. Bu harf gelmeseydi bu işin gelecekte olacağı ihtimali söz konusu olurdu. Mazi fiil de şart için veya cevap için gelmiş olurdu. Yapışmayı mübalağalı olarak ifade etmek için أمسك yerine استمسك fiili gelmiştir. Kulpun sapasağlam olması, bundan daha sağlamının olmadığını ifade etmek için الوثيقة yerine الوثقى kelimesiyle ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 463)
وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ
Cümle atıf harfi وَ ’la istînâf cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur اِلَى اللّٰهِ, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. عَاقِبَةُ الْاُمُورِ, muahhar mübtedadır.
Ayetteki takdim kasr ifade ifade eder. İşlerin akıbeti sadece Allah’adır, başkasına değil anlamını verir.
اِلَى اللّٰهِ, maksurun aleyh/sıfat, عَاقِبَةُ الْاُمُورِ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
Bu takdim hasr ifade eder. Yani işlerin dönüşü, başkasına değil, sadece Allah'adır.
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Câr-mecrûrun takdimi, kâfirlerin bazı işlerinin ilahlarına ait olduğu iddiasını red için hasr manasındadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 463)
الْاُمُورِ ’deki harf-i tarif, istiğrak ifade eder. (Âşûr)
اِلَى اللّٰهِ car mecrurun takdimi, ihtimam ve O’na döneceği, cezasının da tam olarak ödeneceğine dair tenbihdir. (Âşûr)
Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | كَفَرَ | inkar ederse |
|
3 | فَلَا |
|
|
4 | يَحْزُنْكَ | seni üzmesin |
|
5 | كُفْرُهُ | onun inkarı |
|
6 | إِلَيْنَا | sonunda bizedir |
|
7 | مَرْجِعُهُمْ | onların dönüşleri |
|
8 | فَنُنَبِّئُهُمْ | ve kendilerine haber veririz |
|
9 | بِمَا | şeyleri |
|
10 | عَمِلُوا | yaptıkları |
|
11 | إِنَّ | şüphesiz |
|
12 | اللَّهَ | Allah |
|
13 | عَلِيمٌ | bilir |
|
14 | بِذَاتِ | özünü |
|
15 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Resûlullah, muhataplarının İslâm davetini kabul ederek kurtuluşa ermelerini büyük bir arzuyla istiyor, bunun için canla başla çalışıyor, ancak onun bu iyi niyetine, yüksek insanî tavrına rağmen halkının önemli bir kısmı eski yanlış inançlarında direniyor, bu da onu son derece üzüyordu. İşte bu âyetlerde Allah Teâlâ resulünü teselli etmekte; inkârcılara da kalplerinin derinliklerindeki kin, öfke, düşmanlık gibi kötü duygu ve düşüncelere varıncaya kadar her türlü hallerini eksiksiz bildiğini haber vererek âkıbetleri konusunda onları uyarmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 343
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. كَفَرَ şart fiili olup mübteda مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
يَحْزُنْكَ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كُفْرُه fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
İsim cümlesidir. اِلَيْنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مَرْجِعُهُمْ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle نُنَبِّئُهُمْ fiiline mütealliktir.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُنَبِّئُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir.
الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ
Ayetin ilk cümlesi …من يسلم cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Matuf ve matufun aleyh arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَنْ , şart ismi mübtedadır. Şart cümlesi مَنْ كَفَرَ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَفَرَ cümlesi مَنْ ’in haberidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مَنْ [Kim] lafzı hem tekil, hem çoğul için kullanılır. İşte bundan dolayı كُفْرُهُۜ [onun küfrü] diye buyurulduktan sonra مَرْجِعُهُمْ [dönüşleri] diye çoğul olarak geldiği gibi; daha sonra da böyle gelmiştir. Bu da “kim” lafzının çoğul anlamını da ihtiva etmesi dolayısıyladır.
(Kurtubî)
فَ karinesiyle gelen فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ, cevap cümlesidir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlenin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
كَفَرَ kelimesinde irsad sanatı vardır.
Küfrün, يَحْزُنْكَ fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. (Âşûr)
كُفْرُهُۜ - كَفَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette küfredenlerden bahsedilirken şart fiiliyle مَنْ كَفَرَ buyurularak mazi fiili kullanılıp, oluşun ve devamının istikrarına işaret edilirken, şartın cevabında, muzari fiil tercih edilerek konuyla ilgili teceddüde ve istimrara işaret edilmiştir. Mazi ve muzarinin bir arada kullanımı, istimrar ve istikrar arasındaki uyum, dikkat çekici beyanî bir güzelliktir. (Hâlidî, Vakafat, s. 114)
22-23. ayetler وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ [Kim mümin olarak yüzünü Allah'a çevirirse] - وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ [Kim inkâr ederse onun inkârı seni üzmesin] arasında mukabele vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ [Onun küfrü sana hüzün vermesin] ibaresinde küfür fail, muhatap mef'ûlun bihi olarak gelmiştir. Bu tabirin bu şekilde gelmesinin birçok sebebi vardır. Burada Allah Teâlâ küfre, resulünü üzmesini yasaklamıştır. Sanki küfür Resulullah'ı üzmek istiyordur da Allah Teâlâ Resulüne olan şefkati ve merhameti dolayısıyla bunu yapmasını yasaklamış, “Ey küfür, Resulümü üzme!” demiştir. Bunun için yasaklanan kişi faildir. لا يضرب أخوك خالداً (Kardeşin Hâlid'e vurmasın) sözünde vurması yasaklanan kişi kardeştir. Ayrıca bu tabirde mecazi bir kullanım söz konusudur. Küfür, Allah'ın Resulünü üzmek isteyen akıllı bir zat yerine konmuş ve bu fiili yapması yasaklanmıştır.
لا تحزن لكفره “Onun küfrüne üzülme” buyurulsaydı bu manalar anlaşılmazdı.
فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ [onun küfrü, seni üzmesin] ibaresindeki فَ harfi cevabı şarta bağlayan harftir. Böylece ayetin başındaki مَنْ kelimesinin şart ismi olduğu kesinleşir. Aksi halde مَنْ kelimesinin ism-i mevsûl olma ihtimali olurdu. Bu harfin gelişi umum ifade eder yani küfreden herkesi kapsar. Zira şart ismi umum ifade eder. Ama ism-i mevsûl marife çeşitlerindendir, bu kelimeyle muayyen bir şahıs veya şahıslar kastedilir. Umum kastedilmez. Bazen de bu kelimeyle cins kastedilir. Şart ismi ile umum kastedilir ve buna delalet etmek üzere de فَ harfi gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 464)
اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
Nehy için ta’lil olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِلَيْنَا mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرْجِعُهُمْ muahhar mübtedadır.
Önceki ayetteki lafza-i celâlden اِلَيْنَا ’daki azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder. Ayetteki takdim kasr ifade ifade eder.onların dönüşleri sadece bizedir, başkasına değil anlamını verir.
اِلَيْنَا, maksurun aleyh/sıfat, مَرْجِعُهُمْ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Onların dönüşleri اِلَيْنَا ifadesinin delalet ettiği şeyle vasıflanmış zata aittir) şeklindedir. Sekkâkî, Miftâh isimli kitabında bunun izafi ifrad kasrı olduğunu söylemiştir. Yani dönüşün Allah’a ait olma durumu başka birine geçmez. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
فَنُنَبِّئُهُمْ fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrârın/devâmlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte اُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan عَمِلُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Yaptıklarını onlara haber vereceğiz ifadesinde lazım söylenmiş melzum kastedilmiştir. Dolayısıyla mecazi mürsel vardır. Maksat cezayı hatırlatmaktır.
Ayet-i kerimede açıkça mazi ifade eden بما عملوا [Onların neler yaptıklarını] buyurulmuştur. Halbuki 15. ayette بما كنتم تعملون şeklinde üstü örtülü bir mazi fiil gelmişti. Bunun sebebi önceki ayetin siyakında istimrar manası olmasıdır. Mücahedede, ana-babaya örf üzere davranmakta ve Allah'a yönelenlerin yoluna uymakta devamlılık gerekmektedir.
Buna ilaveten 15. ayette ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ [Nihayet dönüşünüz ancak banadır] buyurulmuştur. ثُمَّ , mühlet ve gecikme ifade eder. Geçmişteki amellerin devamlılığında da bu mana söz konusudur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)
اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ [Onların dönüşü ancak bizedir] ibaresindeki اِلَيْنَا car-mecrûrunda tazim ifade eden çoğul zamiri gelmiştir. Halbuki aynı surede 15. ayette ثم إليّ مرجعكم buyurularak tekil zamir gelmişti. Çünkü orada konu vahdaniyet ve şirkin yasaklanması idi. Lokman Suresi 15. ayetteki tekil zamir vahdaniyete delalet eder. Burada ise makam böyle olmadığı için azamet zamiri gelmiştir. Bu tabirde hasr ifadesi için اِلَيْنَا (Bize) car-mecrûru mübtedaya takdim edilmiştir. Yani O'ndan başka dönülecek bir şahıs yoktur. Burada 15. ayette olduğu gibi ثم إليّ مرجعكم buyurularak ثم harfi gelmemiştir. Böylece Allah'a dönüşün yakın olduğuna işaret edilmiştir. Çünkü bu harf zaman açısından bir gecikme olduğunu ifade eder.
Bu tabirde ثم değil فَ harfi gelerek takip manası ve arada mühlet olmadığı ifade edilmiştir. Yani Allah'a dönülür dönülmez haber verilecektir. Belki de burada kabir hesabına işaret vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 464-465)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned olan عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
عَل۪يمٌ - عَمِلُوا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine صُّدُورِ gelmesi hal-mahal alakasıyla mecazı mürseldir.
Ayetin sonunda إلينا ve فننبئهم ibarelerine münasip olarak إننا نعلم değil, إن الله عليم buyurulmuş, çoğul zamirden sonra tekil şahsa dönülmüştür. Bu, Kur'an'ın genel üslubuna uygundur. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)
بِذَاتِ الصُّدُورِهِمْ [Onların nefislerinde gizli olan şeyleri] değil, بذات الصدور [Nefislerde gizli olan] şeyleri buyurularak sadece onların nefislerindekini değil, umumi olarak bütün nefislerde gizli olanları bildiği ifade edilmiştir. Ayet-i kerimede nefislerde olanlara ait olan bilgisinin mübalağalı olduğunu ifade etmek için عالم değil عليم buyurulmuştur. Bu son cümle Allahu alem, ilminin genişliğine delalet için اِنَّ ile tekid edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 468)
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Fiil cümlesidir. نُمَتِّعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَل۪يلاً mef'ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef'ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef'ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef'ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَضْطَرُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى عَذَابٍ car mecruru نَضْطَرُّ fiiline mütealliktir. غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ’nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar:Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُمَتِّعُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
نَضْطَرُّ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ضَرر ’dır. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت ’si ط harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İlk cümle olan نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَل۪يلاً , mahzuf mef'ûlü mutlakın veya takdiri زمانا [Bir zaman] olan mef'ûlün sıfatıdır.
Îcâz metoduyla cümle daha fazla anlam yüklenmiştir.
İkinci cümle ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ , terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ثُمَّ edatı, birbirine bağlanan ögelerin, aralarında kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Yani terâhî ifade eder.
Cümlelerde fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً cümlesiyle, ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
عَذَابٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve tarifi mümkün olmayan bir nev ifade eder.
نُمَتِّعُهُمْ - نَضْطَرُّهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
نُمَتِّعُهُمْ fiili تفعيل babı, نَضْطَرُّهُمْ fiili, اِفْتِعال babındadır.
قَل۪يلاً [Biraz] kelimesi mahzuf bir masdar veya mahzuf bir zaman kelimesinin sıfatıdır. Mahzuf bir mastarın sıfatı olursa نمتعهم تمتيعا قليلا “Biraz nimetle geçindiririz” manasında mef'ûlu mutlak, mahzuf bir zaman kelimesinin sıfatı olursa نمتعهم زمانا قليلا “Biraz zamanla geçindiririz” manasında zaman zarfı olur. Bu üslubla mana genişlemiştir. نمتعهم تمتيعا قليلا buyurulsaydı mana nimetlendirmeyle, نمتعهم زمانا قليلا buyurulsaydı mana zamanla nimetlendirmeyle sınırlı olurdu. Bu şekilde her iki mana da kapsanmıştır, Allahu alem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 468)
نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلاً ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ [Biz “onları” dünyalarında “az bir süre faydalandırır, sonra” onları “ağır bir azaba mecbur bırakırız”] ifadesinde Allah Teâlâ, onların azaba mecbur bırakılmalarını ve ona zorlanmalarını, ayrılmak istese de ayrılamayacağı bir şeye mecbur bırakılan birinin zorunluluk haline benzetmiştir. (Keşşâf)
عَذَابٍ غَل۪يظٍ [katı bir azap] ifadesinde istiare vardır. Katı manasına gelen ألغليظ kelimesi, ألشدّة manasına kullanılmıştır. غَل۪يظٍ, sadece maddî şeyler için kullanılır. Burada müsteâr olarak manevi şey için kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
غلاظ (Sertlik ve ağırlık) iri varlıklar için kullanılmakla birlikte isti‘âre yoluyla azap çeken kişinin üzerindeki şiddet ve ağırlık anlamında kullanılmıştır. (Keşşâf- Âşûr)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve andolsun |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | مَنْ | kim? |
|
4 | خَلَقَ | yarattı |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
6 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
7 | لَيَقُولُنَّ | mutlaka derler |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | قُلِ | de ki |
|
10 | الْحَمْدُ | hamd |
|
11 | لِلَّهِ | Allah’a layıktır |
|
12 | بَلْ | hayır |
|
13 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاَلْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
مَنْ istifhâm ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَ السَّمٰوَاتِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. السَّمٰوَاتِ mef'ûlü bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَقُولُنَّ fiili mahzuf ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ’ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l kavli, اللّٰهُۜ ’dir. يَقُولُنَّ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اللّٰهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, خالقها (Onları yaratıcıdır) şeklindedir.
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l kavli, الْحَمْدُ لِلّٰهِ ’dir. قُلِ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
الْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
بَلْ idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
Ayet وَ ’la, 21. ayetteki …وإذا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan لَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106)
مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, سَاَلْتَهُمْ fiilinin mef'ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ istifham harfi mübteda, خَلَقَ السَّمٰوَاتِ haberdir.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudus, istimrâr ve teceddüd ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l kavli olarak gelen cümlede, lafza-i celal, takdiri خالقها [Onları yaratıcı] olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sorunun cevabında haber hazfedilebilir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Bu ayet-i kerimenin لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الله şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazfolmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Ayet-i kerime mahzuf bir kasemde delalet eden muvattıe lâmı ile gelmiştir. Sadece وإن سألتهم “Onlara sorarsan” şeklinde gelmemiştir. Bu harf tekid ifade eder. Dolayısıyla bu kelam bazı nahivcilere göre kasem menzilindedir.(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 473)
Bu söz onların semâvât ve arzı yaratanın Allah olduğunu kesin olarak bildiklerine, bu konuda hiçbir şüphe veya tereddüt duymadıklarına delalet eder. Bunun için verdikleri cevap da ليقولنّ الله şeklinde ل ve tekid nûnu ile gelmiştir.
ليقولنّ الله cümlesinin takdiri, ليقولن خلقهن الله [Muhakkak: “Onları yaratan Allah'tır” derler] şeklindedir. Îcâz için “yarattı” fiili zikredilmemiştir. Kur'an'da semâvât ve arzı veya onları kimin yarattığı sorusunun cevabında tek bir ayet dışında hiçbir zaman “yarattı” fiili zikredilmemiştir. O da Zuhruf Suresi 9. ayetttir. Burada خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ [Onları O mutlak gâlib, O (her şeyi) hakkıyla bilen (Allah) yarattı] buyurulmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 473)
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan الْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِلّٰهِ lafzındaki ل harfi tahsis ifade eder. (Safvetu't Tefasir)
Ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, telezzüz ve haşyet için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ليقولنّ - قُلِ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلِ emri Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (s.a.) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delâlet etmiştir. Resulullah'a قُلِ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses farkedilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (s.a.) tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın O'na قُلِ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. Alimlerimiz lafza-i celâlin bizi heybet konusunda eğittiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 419)
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu emir, bulundukları halin batıl olduğunu itiraf ettirmeye mecbur bırakır. Hakiki nimetleri veren ve yaratan zattan başkasını, hak etmediği halde ibadette Allah Teâlâ'ya ortak yapmak batıldır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 476)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müsnedün ileyh olan اَكْثَرُهُمْ ’un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi, müsneddir.
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin son cümlesi aynen veya ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ [Hayır, hayır onların çoğu bilmezler] buyurmuştur. Yani seni tasdik etmeyi gerektirecek şeyi itiraf etmelerine rağmen onların seni yalanlamaya mani olacak bilgileri yoktur. Bu manaya göre لَا يَعْلَمُونَ [bilmezler] ifadesi, tamamen mef'ûlsüz zikredilmiş olup tıpkı birisinin, verdiği şeyin ne olduğu hiç düşünülmeksizin, sadece hem verip hem vermediğini kastederek, “Falan kişi bazan verir bazan vermez” demesi gibidir. İşte burada da,لَا يَعْلَمُونَ [bilmezler] ifadesi, sadece “Onların ilimleri yoktur” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Fasıl zamiri هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْغَنِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يد mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الْغَنِيُّ ve الْحَم۪يدُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Yer ve gökteki her şey sadece Allah’a aiddir, başkasına değil. Faide-i haber inkârî kelamdır.
لِلّٰهِ ’nin müteallakı haber, maksurun aleyh/sıfat, mübteda olan مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, önceki cümlenin neticesidir. Bundan dolayı ona atıf yapılmayıp fasılla gelmiştir. Önceki cümleden bedel-i işti’mâl konumundadır. (Âşûr)
السَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Ayet-i kerimede haber olan لله [Allah'ındır] şeklindeki câr-mecrûr takdim edilmiştir. Mübteda مَا فِي السَّمَاوَاتِ (Göklerde ne varsa) ibaresidir. Böylece hasır ifade edilmiştir. Yani semâvât ve arzda olan ne varsa, başkasına değil sadece Allah'a aittir.
Bu ayette semâvât ve arzda olanların Allah'a ait olduğu, önceki ayetlerde ise semâvât ve arzı Allah'ın yarattığı ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 477)
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedin yani الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.
Ayetteki kasr, kasr-ı kalbdir. Onların ilahlarının hamde layık olmadığını, غَنِيُّ vasfının bulunmadığını bildirir. (Âşûr)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki حَم۪يدُ kelimesi, محمود (hamd olunan) manasınadır. Allah Teâlâ kendisi hakkında حَم۪يدُ ’demiş ise bundan murad, “kendisini bu şekilde tavsif eden” demek olup “O, ya kendisini yahut kullarını birtakım hamîd (övgüye değer) vasıflarla nitelemiştir” demektir. Fakat kul için حَم۪يدُ sıfatı kullanıldığında, hem bu manaya hem de “Allah'a ibadet eden ve şükreden” manasına gelebilir. (Fahreddin er-Râzî)
الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Allah Teâlâ’nın غَنِيُّ ve حَم۪يدُ olması, göklerin ve arzın mülkiyetinde olmasına münasibdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | şayet olsa |
|
2 | أَنَّمَا | her ne |
|
3 | فِي | bulunan |
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | شَجَرَةٍ | ağaçlar |
|
7 | أَقْلَامٌ | kalem |
|
8 | وَالْبَحْرُ | ve deniz (mürekkep) |
|
9 | يَمُدُّهُ | ona katılsa |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | بَعْدِهِ | arkasından |
|
12 | سَبْعَةُ | yedi |
|
13 | أَبْحُرٍ | deniz (daha) |
|
14 | مَا |
|
|
15 | نَفِدَتْ | yine tükenmez |
|
16 | كَلِمَاتُ | kelimeleri |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | عَزِيزٌ | üstündür |
|
21 | حَكِيمٌ | hikmet sahibidir |
|
Kaleme قلم : Kalem قَلَمٌ kelimesinin aslı tırnak, mızrağın boğumu ve kamış gibi sert bir nesneden kesilmiş/budanmış şey demektir ve kesilen şeye de قَلَمٌ denir. Fakat bu sözcük ad olarak kendisiyle yazı yazılan alete ve kumar için karıştırılan kumar okuna tahsis edilmiştir. Çoğulu أقْلامٌ şeklinde gelir.
Bu köke ait iklim إقْلِيمٌ kelimesi ise coğrafyacıların dünyayı yedi kısma ayrımalarını ifade etmelerinden doğan bir tanımlamadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kalem, iklim, klima (işari mana) ve bukalemundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (Sabit oldu) şeklindedir. مَا müşterek ism-i mevsûl اَنَّ ’nin ism-i olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مِنْ شَجَرَةٍ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. اَقْلَامٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. الْبَحْرُ mübteda olup lafzen merfûdur. يَمُدُّهُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَمُدُّ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru يَمُدُّهُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَبْعَةُ fail olup lafzen merfûdur. اَبْحُرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِ cümlesi şartın cevabıdır.
مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَفِدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَلِمَاتُ fail olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَز۪يزٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ
Atıfla gelen ayet, şart cümlesidir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ cümlesi şarttır. Masdar tevili ile takdiri, ثبت (sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsûl مَا, tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin ismi, اَقْلَامٌ haberidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh olan ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Bu ayet-i kerime لَوْ harfi ile başlayarak bedî’ bir icaz ile gelmiştir. Böylece muhtevasının farz olduğu anlaşılmıştır. (Âşûr)
شَجَرَةٍ kelimesindeki tenvin, kesret ve cins ifade eder.
وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ cümlesi, mevcud zamirden hal veya مَا ’nın temyizidir. Hal ve temyiz cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ ’in, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Okyanus denizi, daha büyük ve geniş olduğu halde يَمُدُّهُ [ilave] edilmek fiili, ona değil, yedi denize isnat edilmiş, çünkü dağlara ve akarsuların kaynaklarına mücavir olan bu denizlerdir ve büyük nehirler önce bu denizlere, sonra büyük okyanusa akmaktadır.
(Ebüssuûd)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَلِمَاتُ ’nun lafza-i celâle muzaf olması onun tazim ve şerefi içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İki farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَمُدُّهُ - نَفِدَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
الْاَرْضِ - شَجَرَةٍ - الْبَحْرُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْبَحْرُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayeti müfessirimiz şöyle tefsîr eder: “Ayette geçen شَجَرَةٍ (ağaç) kelimesi müfret gelmiştir. Çünkü gaye, ahad’ın (bir’lerin) tafsil edilmesidir. Yani شَجَرَةٍ kelimesi tekil olarak gelmiş ve her ağaç tek tek detaylı bir tarzda ele alınmıştır. Böylece kalem haline gelmemiş olan ağaç cinsinden hiçbir tanesi bu hükmün haricinde mütalaa edilmemiştir. Şayet أشجار şeklinde çoğul olarak gelmiş olsaydı, birtakım ağaçlar anlaşılırdı, bütün ağaçlar tek tek ve detaylı bir tarzda anlaşılmazdı. Özetle burada شَجَرَةٍ kelimesinin,cemi isim olarak أشجار kelimesi yerine, شَجَرَةٍ şeklinde müfred kalıbında gelmesi, tek tek her ağacı içine alması ve böylece tek bir ağaç kalmadan bütün ağaç cinsini ihtiva etmesi içindir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
الْبَحْرُ (deniz) kelimesi اَنَّ ’nin ismi üzerine atfedilerek nasb ile [Ağaçların kalem olması sabit olsa ve denizin de yedi denizle desteklenmesi sabit olsa] anlamına gelmek üzere, اَنَّ ve mamulünün mahalline atfedilerek de ref‘ ile okunmuştur. Veya başındaki وَ haliyye olmak üzere mübteda olarak ref‘ ile okunmuştur. Bu durumda da mana, [Deniz, yedi denizle desteklenmiş olduğu halde ağaçlar kalem olsa] şeklinde olur.
Şayet كَلِمَاتُ azlık bildiren bir çoğuldur; oysa yer, azlık değil çokluk gösterme yeridir. Bu durumda, “كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ [Allah’ın kelimeleri] denmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Allah’ın kelimâtı, denizlerin onları yazmasıyla bitmez. O’nun kelimesi nasıl bitsin! (Keşşâf)
سَبْعَةُ kelimesi genellikle, Peygamber Efendimizin (s.a.), “Kafir yedi mideyle yer.” buyruğunda olduğu gibi kesretten kinaye olarak kullanılır. Bu sebeple ifade adet belirtmez. Yani “deniz, kendisine denizler katılarak mürekkep olsa” manasındadır. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Kur'an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | değildir |
|
2 | خَلْقُكُمْ | sizin yaratılmanız |
|
3 | وَلَا | ve değildir |
|
4 | بَعْثُكُمْ | diriltilmeniz |
|
5 | إِلَّا | başka bir şey |
|
6 | كَنَفْسٍ | kişi(nin yaratılmasından) |
|
7 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
8 | إِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
11 | بَصِيرٌ | görendir |
|
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ
İsim cümlesidir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَلْقُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بَعْثُكُمْ makabline matuftur.
اِلَّا hasr edatıdır. كَنَفْسٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik-nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَم۪يعٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
سَمِیعٌ - بَص۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَا خَلْقُكُمْ ’un haberi mahzuftur. Teşbih harfinin dahil olduğu car-mecrur كَنَفْسٍ, mahzuf habere mütealliktir.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. خَلْقُكُمْ, maksûr/mevsûf, كَنَفْسٍ ’nin müteallakı olan haber, sıfat/maksurun aleyh olmak üzere Kasr-ı mevsûf, ale’l sıfattır. Kasr, cümleye, “Sizin yaratılmanız herhangi bir kişi gibidir. Başka türlü değil” şeklinde bir olumlu bir de olumsuz anlam vermiştir.
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ cümlesinde, kendilerini aciz bırakan delillerle yüzleştirmek maksadıyla ifade gaipten muhataba iltifat edilmiştir. (Âşûr)
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ cümlesindeki iki muhatab zamirinden murad, tüm yaratılanlar olup ifade cins menzilesindedir. (Âşûr)
وَلَا بَعْثُكُمْ mübtedaya tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. لَا, olumsuzluğu tekid için gelen zaid harftir.
كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ cümlesindeki muzâf, مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ cümlesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, tüm insanlığın yaratılışı ve diriltilmesi, إلّا كَخَلْقِ وبَعْثِ نَفْسٍ واحِدَةٍ (Benim nezdimde tek bir kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir) şeklindedir. Bu ise tam manasıyla bir icaz’dır. (Âşûr)
نَفْسٍ ’deki tenvin cins ve herhangi bir manasında adet ifade eder.
كَنَفْسٍ için sıfat olan وَاحِدَةٍۜ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
خَلْقُكُمْ - بَعْثُكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Ta’liyye hükmündedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah’ın سَم۪يعٌ - بَص۪يرٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Kur'an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَم۪يعٌ - بَص۪يرٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Hiç kimse, dışarıdan görüldüğü halinden ibaret değildir. Herkesin bir de iç dünyası vardır. Başkalarının davranışları görülür, sözleri işitilir ama onların geldiği asıl niyetlerin hali, bize gizlidir. Kalplerin derinliklerinde olanı ancak Allah bilir. Kul olarak bizim; bu cennetlik, şu cehennemlik gibi ifadeleri kullanmamız faydasızdır. Kimin neyi ne niyetle yaptığını, tevbe edip etmediğini ya da etmeyeceğini ve kimin Allah’ın huzuruna nasıl vardığını ancak Allah bilir. Ancak bu kötü davranışlardan sakındırılmaya ve iyi davranışların da hatırtılmasına mani demek değildir. Kişilerin başına gelen iyiliklerin ya da kötülüklerin sebebini de ancak Allah bilir. Bize ise insanlar hakkında güzeli düşünmek, gerektiğinde hakkı hatırlatmak ve iki cihanda da iyilik ve afiyet istemek düşer.
Ey kalplerin derinliklerinde gizli kalanı bilen Allahım! Kalplerimizin halini koru. Niyetlerimizi samimi kıl. Bilgimizin olmadığı konularda tartışmaktan ya da sadece bilgimizi göstermek niyetiyle konuşmaktan Sana sığınırız. Senin adını ve kelamını, boş niyetlerle ya da boş kelimelerle beraber anmaktan sakınanlardan eyle.
Ey kalpleri iman nuruyla aydınlatan Allahım! Bize; iki cihanda da afiyet ve saadet ver. Bizi; taklidi imandan, tahkiki imana hicret edenlerden eyle. Neyi neden yaptığının bilincinde olanlardan, niyetini bu bilgilerle daha da sağlamlaştırıp güzelleştirenlerden ve her şeyi yalnız Senin rızan için yapanlardan eyle. Sahip olduğumuz her zerremizle beraber Sana teslim olalım ve rahmetinle rızana kavuşalım.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji