Lokman Sûresi 26. Ayet

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  ...

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz Allah, her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye lâyık olandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلَّهِ Allah’ındır
2 مَا ne varsa
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
6 إِنَّ şüphesiz
7 اللَّهَ Allah
8 هُوَ işte O’dur
9 الْغَنِيُّ zengin غ ن ي
10 الْحَمِيدُ övülen ح م د
 
Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” ifadesi, Allah’tan başka hiçbir varlığa tanrılık sıfatı, işlevi ve kutsallığı yüklenemeyeceği, ibadet edilemeyeceği anlamını içermektedir. 26. âyetten sûrenin sonuna kadar devam eden kısım, neden bütün övgülerin Allah’a mahsus olduğu sorusunun âdeta cevabı mahiyetindedir. Zira 26. âyete göre müşriklerin taptıkları putlar da dahil olmak üzere evrendeki her şey Allah’a aittir, O’nun mülküdür; her şey O’na muhtaçtır ve O’nun hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, dolayısıyla yaratma ve yönetmesinde kayıtsız bir hürriyete sahiptir. 27. âyette Allah’ın bilgisinin zenginliği ve sınırsızlığı, 28-29. âyetlerde kudretinin mükemmelliği, kusursuz ve hikmetli yaratıcılığı özetlenmektedir. Kısaca 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” hükmü, 27-29. âyetlerde şu üç öncüle dayandırılmıştır: a) Allah evrenin mutlak ve özgür yöneticisidir; b) O’nun, insan zihninin kuşatamayacağı derecede sınırsız ilmi vardır; c) Her şeyi kolaylıkla var eden, varlığını sürdüren veya varlığına son veren üstün kudretin sahibidir.
 
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin şu özlü duası Cenâb-ı Hakk’ın “ her türlü övgüye layık “ olduğunu, ancak O’nu lâyık olduğu şekilde övmenin mümkün olmadığını ifade ermektedir:” Allah’ım! Bem Seni lâyık olduğun şekilde medh ü senâ edemem. Sen Kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin”. 
(Müslim, Salât 222; ayrıca bk. Ebû Davud, Salât 147,148; Nesai, Tatbik 71, İstiâze 62).
 

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

İsim cümlesidir. لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا  ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

 

 اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

 

İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur.

هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  cümlesi اِنّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. Fasıl zamiri  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْغَنِيُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يد mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

الْغَنِيُّ  ve الْحَم۪يدُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Yer ve gökteki her şey sadece Allah’a aiddir, başkasına değil. Faide-i haber inkârî kelamdır.

لِلّٰهِ nin müteallakı haber, maksurun aleyh/sıfat, mübteda olan  مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113) 

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, önceki cümlenin neticesidir. Bundan dolayı ona atıf yapılmayıp fasılla gelmiştir. Önceki cümleden bedel-i işti’mâl konumundadır. (Âşûr)

السَّمٰوَاتِ  - لْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

Ayet-i kerimede haber olan لله [Allah'ındır] şeklindeki câr-mecrûr takdim edilmiştir. Mübteda  مَا فِي السَّمَاوَاتِ (Göklerde ne varsa) ibaresidir. Böylece hasır ifade edilmiştir. Yani semâvât ve arzda olan ne varsa, başkasına değil sadece Allah'a aittir.

Bu ayette semâvât ve arzda olanların Allah'a ait olduğu, önceki ayetlerde ise semâvât ve arzı Allah'ın yarattığı ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 477)

 

 اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müsnedin yani  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

Ayetteki kasr, kasr-ı kalbdir. Onların ilahlarının hamde layık olmadığını, غَنِيُّ  vasfının bulunmadığını bildirir. (Âşûr)

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  حَم۪يدُ  kelimesi, محمود (hamd olunan) manasınadır. Allah Teâlâ kendisi hakkında  حَم۪يدُ demiş ise bundan murad, “kendisini bu şekilde tavsif eden” demek olup “O, ya kendisini yahut kullarını birtakım hamîd (övgüye değer) vasıflarla nitelemiştir” demektir. Fakat kul için حَم۪يدُ  sıfatı kullanıldığında, hem bu manaya hem de “Allah'a ibadet eden ve şükreden” manasına gelebilir. (Fahreddin er-Râzî)  

الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi) 

Allah Teâlâ’nın  غَنِيُّ  ve  حَم۪يدُ  olması, göklerin ve arzın mülkiyetinde olmasına münasibdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.