Lokman Sûresi 27. Ayet

وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ...

Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ şayet olsa
2 أَنَّمَا her ne
3 فِي bulunan
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 مِنْ
6 شَجَرَةٍ ağaçlar ش ج ر
7 أَقْلَامٌ kalem ق ل م
8 وَالْبَحْرُ ve deniz (mürekkep) ب ح ر
9 يَمُدُّهُ ona katılsa م د د
10 مِنْ
11 بَعْدِهِ arkasından ب ع د
12 سَبْعَةُ yedi س ب ع
13 أَبْحُرٍ deniz (daha) ب ح ر
14 مَا
15 نَفِدَتْ yine tükenmez ن ف د
16 كَلِمَاتُ kelimeleri ك ل م
17 اللَّهِ Allah’ın
18 إِنَّ şüphesiz
19 اللَّهَ Allah
20 عَزِيزٌ üstündür ع ز ز
21 حَكِيمٌ hikmet sahibidir ح ك م
 
Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” ifadesi, Allah’tan başka hiçbir varlığa tanrılık sıfatı, işlevi ve kutsallığı yüklenemeyeceği, ibadet edilemeyeceği anlamını içermektedir. 26. âyetten sûrenin sonuna kadar devam eden kısım, neden bütün övgülerin Allah’a mahsus olduğu sorusunun âdeta cevabı mahiyetindedir. Zira 26. âyete göre müşriklerin taptıkları putlar da dahil olmak üzere evrendeki her şey Allah’a aittir, O’nun mülküdür; her şey O’na muhtaçtır ve O’nun hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, dolayısıyla yaratma ve yönetmesinde kayıtsız bir hürriyete sahiptir. 27. âyette Allah’ın bilgisinin zenginliği ve sınırsızlığı, 28-29. âyetlerde kudretinin mükemmelliği, kusursuz ve hikmetli yaratıcılığı özetlenmektedir. Kısaca 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” hükmü, 27-29. âyetlerde şu üç öncüle dayandırılmıştır: a) Allah evrenin mutlak ve özgür yöneticisidir; b) O’nun, insan zihninin kuşatamayacağı derecede sınırsız ilmi vardır; c) Her şeyi kolaylıkla var eden, varlığını sürdüren veya varlığına son veren üstün kudretin sahibidir.
 

   Kaleme قلم :   Kalem قَلَمٌ kelimesinin aslı tırnak, mızrağın boğumu ve kamış gibi sert bir nesneden kesilmiş/budanmış şey demektir ve kesilen şeye de قَلَمٌ denir. Fakat bu sözcük ad olarak kendisiyle yazı yazılan alete ve kumar için karıştırılan kumar okuna tahsis edilmiştir. Çoğulu أقْلامٌ şeklinde gelir.

  Bu köke ait iklim إقْلِيمٌ kelimesi ise coğrafyacıların dünyayı yedi kısma ayrımalarını ifade etmelerinden doğan bir tanımlamadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kalem, iklim, klima (işari mana) ve bukalemundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (Sabit oldu) şeklindedir. مَا  müşterek ism-i mevsûl  اَنَّ nin ism-i olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

مِنْ شَجَرَةٍ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  اَقْلَامٌ  kelimesi  اَنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur. الْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. الْبَحْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَمُدُّهُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَمُدُّ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَمُدُّهُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَبْعَةُ  fail olup lafzen merfûdur. اَبْحُرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِ  cümlesi şartın cevabıdır. 

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَفِدَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. كَلِمَاتُ  fail olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   

 

اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur. 

عَز۪يزٌ kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ  ikinci haberi olup lafzen  merfûdur.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ 

 

Atıfla gelen ayet, şart cümlesidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ  cümlesi şarttır. Masdar tevili ile takdiri,  ثبت  (sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsûl  مَا, tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin ismi,  اَقْلَامٌ  haberidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh olan ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

Bu ayet-i kerime  لَوْ  harfi ile başlayarak bedî’ bir icaz ile gelmiştir. Böylece muhtevasının farz olduğu anlaşılmıştır. (Âşûr) 

شَجَرَةٍ  kelimesindeki tenvin, kesret ve cins ifade eder. 

وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ  cümlesi, mevcud zamirden hal veya  مَا nın temyizidir. Hal ve temyiz cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ in, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Okyanus denizi, daha büyük ve geniş olduğu halde  يَمُدُّهُ  [ilave] edilmek fiili, ona değil, yedi denize isnat edilmiş, çünkü dağlara ve akarsuların kaynaklarına mücavir olan bu denizlerdir ve büyük nehirler önce bu denizlere, sonra büyük okyanusa akmaktadır.

(Ebüssuûd)

فَ  karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi  مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَلِمَاتُ nun lafza-i celâle muzaf olması onun tazim ve şerefi içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İki farklı görevdeki  مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَمُدُّهُ  -  نَفِدَتْ   kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

الْاَرْضِ - شَجَرَةٍ - الْبَحْرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْبَحْرُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayeti müfessirimiz şöyle tefsîr eder: “Ayette geçen  شَجَرَةٍ (ağaç) kelimesi müfret gelmiştir. Çünkü gaye, ahad’ın (bir’lerin) tafsil edilmesidir. Yani  شَجَرَةٍ  kelimesi tekil olarak gelmiş ve her ağaç tek tek detaylı bir tarzda ele alınmıştır. Böylece kalem haline gelmemiş olan ağaç cinsinden hiçbir tanesi bu hükmün haricinde mütalaa edilmemiştir. Şayet أشجار  şeklinde çoğul olarak gelmiş olsaydı, birtakım ağaçlar anlaşılırdı, bütün ağaçlar tek tek ve detaylı bir tarzda anlaşılmazdı. Özetle burada  شَجَرَةٍ  kelimesinin,cemi isim olarak أشجار  kelimesi yerine, شَجَرَةٍ  şeklinde müfred kalıbında gelmesi, tek tek her ağacı içine alması ve böylece tek bir ağaç kalmadan bütün ağaç cinsini ihtiva etmesi içindir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

الْبَحْرُ (deniz) kelimesi  اَنَّ ’nin ismi üzerine atfedilerek nasb ile [Ağaçların kalem olması sabit olsa ve denizin de yedi denizle desteklenmesi sabit olsa] anlamına gelmek üzere, اَنَّ  ve mamulünün mahalline atfedilerek de ref‘ ile okunmuştur. Veya başındaki وَ  haliyye olmak üzere mübteda olarak ref‘ ile okunmuştur. Bu durumda da mana, [Deniz, yedi denizle desteklenmiş olduğu halde ağaçlar kalem olsa] şeklinde olur.

Şayet  كَلِمَاتُ  azlık bildiren bir çoğuldur; oysa yer, azlık değil çokluk gösterme yeridir. Bu durumda, “كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ  [Allah’ın kelimeleri] denmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Allah’ın kelimâtı, denizlerin onları yazmasıyla bitmez. O’nun kelimesi nasıl bitsin! (Keşşâf)

سَبْعَةُ  kelimesi genellikle, Peygamber Efendimizin (s.a.), “Kafir yedi mideyle yer.” buyruğunda olduğu gibi kesretten kinaye olarak kullanılır. Bu sebeple ifade adet belirtmez. Yani “deniz, kendisine denizler katılarak mürekkep olsa” manasındadır. (Âşûr)


 اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Allah'ın  عَزِیزٌ حَكِیمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Cümle mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Kur'an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. 

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)