Lokman Sûresi 28. Ayet

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ  ...

(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا değildir
2 خَلْقُكُمْ sizin yaratılmanız خ ل ق
3 وَلَا ve değildir
4 بَعْثُكُمْ diriltilmeniz ب ع ث
5 إِلَّا başka bir şey
6 كَنَفْسٍ kişi(nin yaratılmasından) ن ف س
7 وَاحِدَةٍ bir tek و ح د
8 إِنَّ şüphesiz
9 اللَّهَ Allah
10 سَمِيعٌ işitendir س م ع
11 بَصِيرٌ görendir ب ص ر
 
Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” ifadesi, Allah’tan başka hiçbir varlığa tanrılık sıfatı, işlevi ve kutsallığı yüklenemeyeceği, ibadet edilemeyeceği anlamını içermektedir. 26. âyetten sûrenin sonuna kadar devam eden kısım, neden bütün övgülerin Allah’a mahsus olduğu sorusunun âdeta cevabı mahiyetindedir. Zira 26. âyete göre müşriklerin taptıkları putlar da dahil olmak üzere evrendeki her şey Allah’a aittir, O’nun mülküdür; her şey O’na muhtaçtır ve O’nun hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, dolayısıyla yaratma ve yönetmesinde kayıtsız bir hürriyete sahiptir. 27. âyette Allah’ın bilgisinin zenginliği ve sınırsızlığı, 28-29. âyetlerde kudretinin mükemmelliği, kusursuz ve hikmetli yaratıcılığı özetlenmektedir. Kısaca 25. âyetteki “Bütün övgüler Allah’a mahsustur” hükmü, 27-29. âyetlerde şu üç öncüle dayandırılmıştır: a) Allah evrenin mutlak ve özgür yöneticisidir; b) O’nun, insan zihninin kuşatamayacağı derecede sınırsız ilmi vardır; c) Her şeyi kolaylıkla var eden, varlığını sürdüren veya varlığına son veren üstün kudretin sahibidir.
 

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ 

 

İsim cümlesidir. مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَلْقُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بَعْثُكُمْ  makabline matuftur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. كَنَفْسٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. وَاحِدَةٍ  kelimesi نَفْسٍ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik-nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur. 

سَم۪يعٌ  kelimesi  اِنّ nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

سَمِیعٌ - بَص۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  مَا خَلْقُكُمْ un haberi mahzuftur. Teşbih harfinin dahil olduğu car-mecrur  كَنَفْسٍ, mahzuf habere mütealliktir.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır.  خَلْقُكُمْ, maksûr/mevsûf, كَنَفْسٍ ’nin müteallakı olan haber, sıfat/maksurun aleyh olmak üzere  Kasr-ı mevsûf, ale’l sıfattır. Kasr, cümleye, “Sizin yaratılmanız herhangi bir kişi gibidir. Başka türlü değil” şeklinde bir olumlu bir de olumsuz anlam vermiştir.

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ  cümlesinde, kendilerini aciz bırakan delillerle yüzleştirmek maksadıyla ifade gaipten muhataba iltifat edilmiştir. (Âşûr)

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ cümlesindeki iki muhatab zamirinden murad, tüm yaratılanlar olup ifade cins menzilesindedir. (Âşûr)

وَلَا بَعْثُكُمْ  mübtedaya tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.  لَا, olumsuzluğu tekid için gelen zaid harftir. 

كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ  cümlesindeki muzâf,  مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ  cümlesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, tüm insanlığın yaratılışı ve diriltilmesi,  إلّا كَخَلْقِ وبَعْثِ نَفْسٍ واحِدَةٍ (Benim nezdimde tek bir kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir) şeklindedir. Bu ise tam manasıyla bir icaz’dır. (Âşûr)

نَفْسٍ ’deki tenvin cins ve herhangi bir manasında adet ifade eder.

كَنَفْسٍ  için sıfat olan  وَاحِدَةٍۜ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

خَلْقُكُمْ - بَعْثُكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.

 

اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ

 

Ta’liyye hükmündedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Allahın  سَم۪يعٌ - بَص۪يرٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Kur'an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. 

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 7, s. 314)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

سَم۪يعٌ - بَص۪يرٌ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.