اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَرَوْا | görmüyorlar mı? |
|
3 | أَنَّا | biz |
|
4 | نَسُوقُ | sürüyoruz |
|
5 | الْمَاءَ | suyu |
|
6 | إِلَى |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yere |
|
8 | الْجُرُزِ | kuru otsuz |
|
9 | فَنُخْرِجُ | ve bitiriyoruz |
|
10 | بِهِ | onunla |
|
11 | زَرْعًا | ekin |
|
12 | تَأْكُلُ | yiyor |
|
13 | مِنْهُ | ondan |
|
14 | أَنْعَامُهُمْ | hayvanları da |
|
15 | وَأَنْفُسُهُمْ | kendileri de |
|
16 | أَفَلَا |
|
|
17 | يُبْصِرُونَ | görmüyorlar mı? |
|
Allah katından gelen bildirimleri düzmece olarak niteleyen inkârcılara evrendeki olaylar ve bunlara yön veren yüce kudret üzerinde düşünme çağrısı yaparak başlayan sûre, buna paralel bir içerikle, fakat bütün bu uyarı ve yol göstermelere rağmen iman etmemekte ısrar edenler için acı âkıbetin kaçınılmaz olduğu ve peygamberin de bu hususta başka yapacak bir şeyi bulunmadığı bildirilerek sona ermektedir. İnsanlar, Allah’ın kudreti karşısında kendilerinin ne kadar âciz olduğunu ve O’nun vaadinin gerçekliğini anlamaları için 26. âyette arkeoloji gibi beşerî bilimlerin, 27. âyette de jeofizik ve ziraat gibi deneysel bilimlerin verileri ışığında düşünmeye davet edilmekte, 28. âyette yine de hesap gününe inanmamakta direnen ve bu yöndeki uyarıları hafife alan kimselerin bulunduğu belirtilmekte, 29. âyette o gün gelip çattığında “iman ettik” demenin yarar sağlamayacağı hatırlatılmakta, son âyette de Resûl-i Ekrem’in ve onun yolundan giderek gerçekleri tebliğ etmeye çalışanların inatla inkârcılıklarını koruyanları zorla iman dairesine dahil etmek gibi bir görevlerinin bulunmadığı, tebliğ görevi yapıldıktan sonra onları irade sınavı ile baş başa bırakmak gerektiği bildirilmektedir. 28. âyetin “bu hüküm ne zaman?” şeklinde çevrilen kısmı, “Aramızdaki kesin hüküm ne zaman verilecek?” veya “Sözünü ettiğiniz bu mükâfat ve ceza ne zaman gelecek?” şeklinde açıklanmıştır. 29. âyetin “o hüküm günü” şeklinde tercüme edilen kısmı için “Bedir zaferinin kazanıldığı gün”veya “Mekke’nin fethedildiği gün” anlamını verenler olmuşsa da âyetin bağlamı burada kıyamet gününün kastedildiğini göstermektedir (Taberî, XXI, 116; Şevkânî, IV, 296).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360-361اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ
Hemze istifham harfi, وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْا fiili نَ ’un hazfıyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef'ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef'ûl alanlar, 2) İki mef'ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef'ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَرَوْا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَرَوْا fiilinin iki mef'ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَا muttasıl zamir اَنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. نَسُوقُ fiili اَنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
نَسُوقُ fiili merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا يُبْصِرُونَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfi olup mukadder istînâfiyyeye matuftur. Takdiri, أأصابهم العمى (Size körlük mü isabet etti?) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْصِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ
Ayet وَ ’la, اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Hemze inkâri istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayette tecahülü arif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.
Bilinen nefî üslûbu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhâmda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ cümlesi, masdar teviliyle لَمْ يَرَوْا fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ’nin haberi olan نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ , müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
الْاَرْضِ ’deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olan … نَسُوقُ ’ya matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
نَسُوقُ , فَنُخْرِجُ fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
زَرْعاً için sıfat olan تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur مِنْهُ , ihtimam için fail olan اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ ’a takdim edilmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَنْفُسُهُمْ ibaresinde tecrîd sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk, zarar ve faydanın kendi elinde olduğuna bir işaret olsun diye, (bir önceki ayette) yok edişinden bahsedince, burada da diriltişinden bahsetmiştir. الْجُرُزِ, kendisinde hiç bitki bulunmayan kuru yer demektir. Yine الْجُرُزِ “kesilmiş” anlamında olup sanki o yerin suyu ve bitkisi kesilmiş, tükenmiş demektir. (Fahreddin er-Râzî)
الْجُرُزِ Cürüz toprak, bitkisi tamamen yok olup kuru kalmış toprak demektir. (Âşûr)
Diğer bir görüşe göre ise الْجُرُزِ, Yemen'de bir yerin adıdır.
Yetiştirilen ekinden davarların yediği kısımlar, saman, yeşil arpa, yaprak ve bu amaçla yetiştirilen bazı hububattır, insanların yedikleri kısım ise onların gıda olarak kullandıkları hububat ve meyvelerdir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk, şu sebeplerden dolayı hayvanları insanlardan önce zikretmiştir:
1) Ekin, biten şeyin ilki olup (yeme hususunda), insanlar için değil, hayvanlar için elverişlidir.
2) Ekin, hayvanların temel gıdası olup bunun mutlaka bulunması lazım gelir. Ama, insanların gıdası, kimi kez de hayvanlardan elde edilir. Böylece sanki, hayvan ekini yemiş, daha sonra da insan o hayvanı yemiş olur.
3) Bu, yeme işinin, her canlının zatından kaynaklandığına; insanın ise ya canlı olması, yahut da kendisindeki aklî kuvvet sebebiyle yiyip içtiğine bir işarettir. O halde insanın kemâli, ibadeti iledir. (Fahreddin er-Râzî)
اَفَلَا يُبْصِرُونَ
Takdiri, أأصابهم العمى [Size körlük mü isabet etti?] olan mukadder istînâfa matuf bu son cümle, istifham üslubunda gelmiş talebi inşâî isnaddır. لَا nefiy harfidir. Cümlenin muzari fiil olması durumun yenilenerek devam ettiğine işarettir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümlenin asıl maksadı kınama ve azarlama olduğu için terkip mecazı mürsel mürekkeptir.
Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Ayetteki fiillerde muzari sıyga, cümlelere teceddüt ve istimrar ifadesinin yanında tecessüm anlamı da katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يُبْصِرُونَ - يَرَوْا ve زَرْعاً - اَنْعَامُهُمْ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.