اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَهْدِ | yola getirmedi mi? |
|
3 | لَهُمْ | onları |
|
4 | كَمْ | nice |
|
5 | أَهْلَكْنَا | helak etmemiz |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلِهِمْ | daha önceki |
|
8 | مِنَ |
|
|
9 | الْقُرُونِ | kuşakları |
|
10 | يَمْشُونَ | dolaştıkları |
|
11 | فِي |
|
|
12 | مَسَاكِنِهِمْ | yurtlarında |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | فِي | vardır |
|
15 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
16 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
17 | أَفَلَا |
|
|
18 | يَسْمَعُونَ | işitmiyorlar mı? |
|
Allah katından gelen bildirimleri düzmece olarak niteleyen inkârcılara evrendeki olaylar ve bunlara yön veren yüce kudret üzerinde düşünme çağrısı yaparak başlayan sûre, buna paralel bir içerikle, fakat bütün bu uyarı ve yol göstermelere rağmen iman etmemekte ısrar edenler için acı âkıbetin kaçınılmaz olduğu ve peygamberin de bu hususta başka yapacak bir şeyi bulunmadığı bildirilerek sona ermektedir. İnsanlar, Allah’ın kudreti karşısında kendilerinin ne kadar âciz olduğunu ve O’nun vaadinin gerçekliğini anlamaları için 26. âyette arkeoloji gibi beşerî bilimlerin, 27. âyette de jeofizik ve ziraat gibi deneysel bilimlerin verileri ışığında düşünmeye davet edilmekte, 28. âyette yine de hesap gününe inanmamakta direnen ve bu yöndeki uyarıları hafife alan kimselerin bulunduğu belirtilmekte, 29. âyette o gün gelip çattığında “iman ettik” demenin yarar sağlamayacağı hatırlatılmakta, son âyette de Resûl-i Ekrem’in ve onun yolundan giderek gerçekleri tebliğ etmeye çalışanların inatla inkârcılıklarını koruyanları zorla iman dairesine dahil etmek gibi bir görevlerinin bulunmadığı, tebliğ görevi yapıldıktan sonra onları irade sınavı ile baş başa bırakmak gerektiği bildirilmektedir. 28. âyetin “bu hüküm ne zaman?” şeklinde çevrilen kısmı, “Aramızdaki kesin hüküm ne zaman verilecek?” veya “Sözünü ettiğiniz bu mükâfat ve ceza ne zaman gelecek?” şeklinde açıklanmıştır. 29. âyetin “o hüküm günü” şeklinde tercüme edilen kısmı için “Bedir zaferinin kazanıldığı gün”veya “Mekke’nin fethedildiği gün” anlamını verenler olmuşsa da âyetin bağlamı burada kıyamet gününün kastedildiğini göstermektedir (Taberî, XXI, 116; Şevkânî, IV, 296).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360-361اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ
Hemze inkâri istifhamdır. وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَهْدِ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
لَهُمْ car mecruru يَهْدِ fiiline mütealliktir. يَهْدِ ’nin faili siyaktaki اَهْلَكْنَا kelimesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, أولم يهد لهم إهلاكنا (Bizim helakımız onlara hidayet etmedi mi?) şeklindedir.
كَمْ soru harfi haberiye olarak, اَهْلَكْنَا fiilinin mukaddem mef'ûlu olarak mahallen mansubtur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru اَهْلَكْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْقُرُونِ car mecruru كَمْ ’in temyizidir.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur:
a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler,
b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler,
c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler,
d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَمْشُون fiil cümlesi الْقُرُونِ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَمْشُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي مَسَاكِنِهِمْ car mecruru يَمْشُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اَفَلَا يَسْمَعُونَ
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُونَ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ
Ayet وَ ’la, takdiri …أغفلوا [Gaflet mi ettiler] olan mukadder istînâf cümlesine atfedilmiştir. Hemze inkârî istifham harfidir. لَمْ , muzariyi cezmederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. (Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayette tecahülü arif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâdır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.
Cümlenin muzari sıygada gelmesi, teceddüt ve istimrar ifade eder.
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ
Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Teksir ifade eden haberiyye كَمْ, mukaddem mef'ûl olarak amilinin önüne geçmiştir.
اَهْلَكْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mahzuf hale müteallık olan مِنَ الْقُرُونِ , mecrur zamir هِمْ ’un temyizidir.
اَوَلَمْ يَهْدِ [Doğru yola getirmedi mi?] ifadesindeki و , atıf içindir; matufun aleyhi ise matufun cinsinden varsayılan bir kelimedir. لَهُمْ ifadesindeki zamir Mekke halkına aittir. يَهْدِ fiili ن ile de ى ile de okunmuştur. كَمْ اَهْلَكْنَا ifadesi delâlet etmektedir; çünkü كَمْ fail olarak bulunamaz. جعان كم رجل denmez. Bu durumda takdiri şöyledir: اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كثرة اهلاك القرون [Önceki nesilleri helak edişimizin çokluğu onları yola getirmedi mi?!] الْقُرُونِ ; Ad, Semûd ve Lût kavimleridir. (Keşşâf)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍۜ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir ve tazim ifadesi içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 11, c. 5, s. 62)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
اَفَلَا يَسْمَعُونَ
Takdir أأصابهم الصمم [Size sağırlık mı isabet etti?] olan mukadder istînâfa matuf bu son cümle, istifham üslubunda gelmiş talebi inşâî isnaddır. لَا nefiy harfidir. Cümlenin muzari fiil olması durumun yenilenerek devam ettiğine işarettir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümlenin asıl maksadı kınama ve azarlama olduğu için terkip mecazı mürsel mürekkeptir.
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ [Onları doğru yola sevketmedi mi?] اَفَلَا يَسْمَعُونَ [Hala dinlemiyorlar mı?] soruları kınama ve azarlama ifade eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek maksadıyle sorulmuştur. (Safvetu't Tefasir)
Cenab-ı Hakk burada, duymayı nazar-ı dikkate almıştır. Çünkü onların, kendi kendilerine anlama ve akıllarıyla istinbâtta bulunma güçleri yoktur. İşte bundan dolayı “Hâlâ dinlemeyecekler mi?” buyurmuştur ki bu, “Onların, bir şeyi duyup onu anlama kabiliyetleri yoktur” demektir. (Fahreddin er-Râzî)