29 Eylül 2025
Secde Sûresi 21-30 (416. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Secde Sûresi 21. Ayet

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...


Andolsun, dönsünler diye biz onlara (ahiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın azabı elbette tattıracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنُذِيقَنَّهُمْ mutlaka onlara taddıracağız ذ و ق
2 مِنَ -dan
3 الْعَذَابِ azab- ع ذ ب
4 الْأَدْنَىٰ daha yakın د ن و
5 دُونَ ayrı olarak د و ن
6 الْعَذَابِ azabdan ع ذ ب
7 الْأَكْبَرِ büyük ك ب ر
8 لَعَلَّهُمْ belki
9 يَرْجِعُونَ dönerler ر ج ع

  Deneve دنو :   دُنْيا bizzat veya hükmen yakın olmaktır. Bu kelime mekan, zaman ve mertebe için kullanılır.

 Kimi zaman lafzı 'daha fazla'nın karşıtı olarak 'daha az' anlamında kullanılır.

 Kimi zaman da 'daha iyi'nin karşıtı olarak 'daha kötü' olarak kullanılır.

 Kimi zaman da 'son'un karşıtı olarak 'evvel/lik' olarak kullanılır.

 Bazen de daha 'daha uzağ'ın zıddı olarak 'daha yakın' manasında kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli kalıplarda 133 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri dünya, dünyevi ve ednâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ

 

و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

نُذ۪يقَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ,  tekid ifade eden nûn-u sakiledir.Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz,  tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  نُذ۪يقَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir. الْاَدْنٰى  kelimesi  الْعَذَابِ ’nin sıfatı olup  ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi)  

دُونَ  mekân zarfı,  نُذ۪يقَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَكْبَرِ  kelimesi الْعَذَابِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَدْنٰى  - الْاَكْبَرِ   kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجِعُونَ fiili,  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَرْجِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ 

 

Atıfla gelen ayet mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevap cümlesi  لَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

الْاَدْنٰى  kelimesi  الْعَذَابِ  için sıfattır.  الْاَكْبَرِ  kelimesi ise ikinci  الْعَذَابِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. İki azap arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Azaptaki ال takısı özel bir cins olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ  [Onlara azabı tattıracağız] ifadesinde istiare vardır. Azap, tadılması arzu edilen lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir. Bu istiareden amaç, azabın korkunçluğunu muhataba hissettirmektir. Alay korkutmak ve hor görmek maksadıyla yapılan tehekkümî istiaredir. 

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ  ayeti “Bunu bekleyenlere yapılan tedricîlik (derece derece tattırma) tarzında, onlara tattıracağız…” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

الْاَدْنٰى  - الْاَكْبَر  kelimeleri, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmişlerdir.

الْعَذَابِ الْاَدْنٰى , dünya azabından, الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ  ise ahiret azabından kinayedir.

الْاَدْنٰى - الْاَكْبَرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

الْعَذَابِ الْاَدْنٰى dünya azabıdır. Tehdit manasında tarizdir. (Âşûr)

Bu azap, onların maruz kaldıkları yedi senelik kıtlık, Peygamberimizle yaptıkları savaşlarda öldürülmeleri ve esir alınmalarıdır. (Ebüssuûd)

Dünya azabında iki özellik vardır:

a) Yakın olması.

b) Az ve küçük oluşu.

Ahiret azabında ise şu iki hususiyet vardır:

a) Uzun olması.

b) Büyük ve çok olması. 

(Fahreddin er-Râzî)

 

 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  يَرْجِعُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Bakara Suresi, 21)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 
Secde Sûresi 22. Ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟  ...


Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنْ kimseden
4 ذُكِّرَ öğüt verilen ذ ك ر
5 بِايَاتِ ayetleriyle ا ي ي
6 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
7 ثُمَّ sonra
8 أَعْرَضَ yüz çeviren ع ر ض
9 عَنْهَا onlardan
10 إِنَّا muhakkak ki biz
11 مِنَ -dan
12 الْمُجْرِمِينَ suçlular- ج ر م
13 مُنْتَقِمُونَ öç alıcıyız ن ق م

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَظْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur. اَظْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَظْلَمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  ذُكِّرَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ذُكِّرَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naibi faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. بِاٰيَاتِ  car mecruru ذُكِّرَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَنْهَا  car mecruru  اَعْرَضَ  fiiline mütealliktir. 

 

اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ  car mecruru  مُنْتَقِمُونَ ye mütealliktir. Cer alameti ى dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

مُنْتَقِمُونَ۟  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنْتَقِمُونَ۟  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi  نقم ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup sübut ifade eden isim cümlesidir.

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır.  اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪  cümlesi haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve azarlama manasına geldiği için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham, inkâridir. (Âşûr)

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَظْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. 

Harf-i cerle birlikte  اَظْلَمُ ’ya müteallık müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪   cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İki farklı görevdeki  مَنْ ’ler arasında tam cinas, bu tekrarda ve  مِنَ ’le aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  رَبِّ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayetlerin  رَبِّ ’ye  izafesi ayetleri tazim içindir.

رَبِّه۪  izafetinde Rabb isminin zalim kimseye ait zamire muzaf olmasında, Rabbin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır

Rütbe ve terahî ifade eden  ثُمَّ  harfiyle sıla cümlesine atfedilen  ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَا  ifadesindeki  ثُمَّ  istib‘âd yani uzak görme anlamı vermektedir. Mana şöyledir: Açıklığı, aydınlatıcılığı ve doğru yola iletmesi, üzerinde düşünme sonucu büyük mutluluğu elde etme başarısı söz konusu olan Allah’ın ayetlerinden yüz çevirme hem akıl hem de hakkaniyet [‘adl] açısından asla olmayacak akıl almaz bir şeydir. (Keşşaf)

Ayette  ثُمَّ ’nin kullanılması, Allah'ın ayetlerinin haktan ibaret oldukları aklen gayet açık iken ve onlara iki cihan saadetine irşat ettikleri halde onlardan yüz çevirmelerinin son derece yadırganacak bir şey olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 

 اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.   

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Car-mecrur  مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ, amili olan  مُنْتَقِمُونَ۟ ye, ihtimam için takdim edilmiştir.

Bu cümledeki  الْمُجْرِم۪ينَ  ile kastedilenler, zalimlerdir. Onların hallerindeki kötülüğün ziyadeliğine işaret etmek için zamirden isme dönülmüştür.  الْمُجْرِم۪ينَ, kelimesi  ظّالِمِينَ ’den daha umumîdir. (Âşûr)

Zamir yerine zahir isim gelmesi, ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  مُنْتَقِمُونَ۟ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

رَبِّه۪ - اِنَّا  kelimeleri arasında gaibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Şayet “ اِنَّا مِنْه مُنْتَقِمُونَ۟  buyurulmalı değil miydi?” dersen şöyle derim: Onu zalimlerin zalimi kılıp, sonra da bütün mücrimleri cezalandıracağı tehdidinde bulununca, bu cezadan en fazla pay alacak olanın bu en zalim kişi olduğu anlaşılmıştır. Bunu zamirle ifade etseydi bu nükte hasıl olmazdı. (Keşşâf)

 
Secde Sûresi 23. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ  ...


Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا biz verdik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
5 فَلَا sakın
6 تَكُنْ olma ك و ن
7 فِي içinde
8 مِرْيَةٍ kuşku م ر ي
9 مِنْ -ndan
10 لِقَائِهِ onun ulaşması- ل ق ي
11 وَجَعَلْنَاهُ ve onu yaptık ج ع ل
12 هُدًى yol gösterici ه د ي
13 لِبَنِي oğullarına ب ن ي
14 إِسْرَائِيلَ İsrail

Âyetin, “Bu kavuşma hakkında şüphen olmasın” şeklinde çevrilen kısmında yer alan zamirin neyin veya kimin yerini tuttuğu hususundaki tercihe göre bu kısım için değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: a) O kitabın Mûsâ’ya ulaşmış olmasından kuşku duyma, b) Mûsâ’nın Allah’a kavuşmasından yani o kitabı vahiy olarak Allah’tan aldığından şüphen olmasın, c) Mûsâ’ya (Mi‘rac gecesinde veya âhirette) kavuşacağından kuşkun olmasın, d) Mûsâ’nın karşılaştığı durumlarla yani bazı eziyetlerle senin de karşılaşacağında tereddüdün olmasın, e) Senin de kitaba kavuşacağından şüphen olmasın (Tabersî, VIII, 111; Râzî, XXV, 186; Şevkânî, IV, 295).

Âyette sûrenin başında değinilen hususu yani Kur’an’ın âlemlerin rabbi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini teyit için Hz. Mûsâ örneğine yer verilmektedir. Şu halde burada Yûnus sûresinin 94. âyetinde olduğu gibi, Hz. Muhammed’e, yakın çevresindekilerin bildiği üzere önceki bazı peygamberlere nasıl Allah tarafından vahiy ve kitap verilmişse kendisine de yine O’nun katından bir kitap verilmekte olduğu ve Hz. Mûsâ gibi kendisinin de bu vahyin tamamını alacağından şüphe duymaması gerektiği bildirilmektedir (Zemahşerî, III, 223). Burada ilâhî kitaplar arasındaki kaynak ve öz birliğine işaret bulunduğu fikrine de dikkat çekildiği söylenebilir; fakat Süleyman Ateş’in “Bu âyetlerden de Kur’an’da ma‘rife olarak kullanılan “el-kitâb” ile, daha önce Mûsâ’ya ve ondan sonraki peygamberlere verilmiş olan Tevrat ve eklerinin kastedildiği anlaşılmaktadır” (VII, 110-111) şeklindeki düşüncesine, özellikle Kur’an’ı Tevrat’ın “eki” olarak nitelemesine katılmak mümkün değildir (anılan müellifin bu konudaki çelişkili ifadelerinin eleştirisi için bk. Âl-i İmrân 3/3; Ankebût 29/45).

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى  mef'ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  الْكِتَابَ  ikinci mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن تساءلت عنه (Eğer onu sorarsan) şeklindedir. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ  meczum, nakıs muzari fiildir.  تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

ف۪ي مِرْيَةٍ  car mecruru  تَكُنْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ لِقَٓائِه۪  car mecruru  مِرْيَةٍe mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هُدًى  ikinci mef'ûlun bih olup elif üzere fetha ile mansubdur. هُدًى  maksur isimdir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِبَن۪ٓي  car mecruru  هُدًى ’e mütealliktir.  بَن۪ٓي  muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyhtir. Gayrı munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ 

 

وَ , istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

اٰتَيْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

الْكِتَابَ, ْkitap cinsi anlamındadır;  وَجَعَلْنَاهُ  ifadesindeki zamir kitaba aittir. Mana şöyledir: “Gerçek şu ki: Biz Musa’yı da seni buluşturduğumuz kitap cinsinden benzer bir kitapla buluşturmuş; sana telkin ettiğimiz vahyin benzerini ona da telkin etmiştik. Bu itibarla sen onun karşılaştığı şeyin misli ve benzeri ile karşılaşmış olman konusunda asla kuşku içinde olma.” (Keşşâf)

Tevrat'ın kitap olarak ifade  edilmesi, Tevrat ile Kur'an arasında mücaneset olduğunu (ikisi de semavî kitap cinsinden olduklarını) ve Peygamberimize Kur'an'ın verilmesinin de, Hz. Musa'ya Tevrat'ın verilmesi gibi olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Hz. Musa'nın seçilmesi şöyle bir hikmetten dolayı olmuş olabilir: “Hiçbir peygambere, iman etmeyenler hariç, kavmi eziyet etmemiş, müminler ise muhalefet etmemiştir. Bunun istisnası Hz. Musa'dır. Çünkü ona iman etmeyenler de Firavun ve başkaları gibi eziyet etmişlerdir. İsrailoğullarından iman edenler de ona muhalefet etmek ve mesela Allah'ı ayan beyan göstermesini istemek gibi ondan birtakım taleplerde bulunarak ve ‘Sen ve Rabbin gidiniz, savaşınız…’ gibi tuhaf isteklerde bulunmak suretiyle ona eziyet etmişlerdir.” (Fahreddin er-Râzî)

 

فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ 

 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen  فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪  cümlesi, itiraziyyedir. Buradaki  فَ  harfi itiraziyyedir. Kur’an’da çok kullanılmıştır. (Âşûr)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, إن تساءلت عنه [Eğer onu sorarsan] olan şart cümlesi mahzuftur. 

Cevap cümlesi  فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ف۪ي مِرْيَةٍ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  مِرْيَة, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Şüphede mübalağa için bu harf kullanılmıştır.  Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

مِرْيَةٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şumûle işarettir. 

ف۪ي مِرْيَةٍ  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

مِرْيَةٍ, şek ve tereddüt demektir. (Âşûr)

ف۪ي مِرْيَةٍ deki  ف۪ي , mülabesedeki şiddeti ifade için mecazdır. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen  لِقَٓائِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan  لِقَٓائِ şan ve şeref kazanmıştır.

İstînâfiye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı) 

İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 

وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

Kasemin cevap cümlesine matuf olan  وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

جَعَلْنَاهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

هُدًى ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

هُدًى nekre oluşu, hidayetin husulu için mübalağa ifade eder. (Âşûr)

Cenab-ı Hakk, Hz. Peygambere (s.a.), Hz. Musa'nın hidayetinin faydadan hâlî olmaması gibi kendisinin hidayetinin de faydadan hâfî ve uzak olmayacağını beyan etmek üzere “Biz onu, İsrailoğullarına hidayet rehberi yaptık. İçlerinde de ...doğru yola sevk edecek rehberler tayin etmiştik” buyurmuştur. Bu, “Cenab-ı Hakk, Musa’nın (a.s.) kitabını, bir hidayet rehberi kılıp onlardan, hidayete sevk eden imamlar halk ettiği gibi senin kitabını da bir hidayet rehberi kılar ve senin ümmetinden de hidayete erdiren sahabiler halkeder” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Secde Sûresi 24. Ayet

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ  ...


Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَا ve yetiştirmiştik ج ع ل
2 مِنْهُمْ onların içinden
3 أَئِمَّةً önderler ا م م
4 يَهْدُونَ doğru yola ileten ه د ي
5 بِأَمْرِنَا buyruğumuzla ا م ر
6 لَمَّا zaman
7 صَبَرُوا sabrettikleri ص ب ر
8 وَكَانُوا ve olduklarında ك و ن
9 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
10 يُوقِنُونَ kesinlikle inanıyor ي ق ن

Kur’an’ın birçok yerinde İsrâiloğulları’na verilen nimetlerden ve kendilerine sağlanan üstünlükten söz edilir. Fakat burada da vurgulandığı üzere içlerinden doğru yolu gösteren rehber ve önderler çıkarılması şeklinde tezahür eden büyük nimet, onların sağlam bir imana sahip olmaları ve Allah’ın buyruklarına uyma hususunda güçlüklere karşı direnmeleri, inançlarını muhafazada azim ve sebat göstermeleri şartına bağlanmıştır. Bu niteliklerini kaybettiklerinde nimeti ve ilâhî desteği de hak etmez duruma düşmüşlerdir. Onların bu konudaki zaaflarına da Kur’an’da değişik vesilelerle değinilmiştir. Âyetin “lemmâ saberû” şeklindeki kısmı “limâ saberû”şeklinde de okunmuştur; bu sebeple belirtilen kısma birinci kıraate göre, “iman edip sabrettikleri zaman, sürece” mânası verilebileceği gibi ikinci kıraate göre “iman edip sabrettikleri için” anlamı da verilebilir (Taberî, XXI, 112-113; sabır hakkında bk. Bakara 2/45; İsrâiloğulları hakkında bk. Bakara 2/40; Nisâ 4/153-161; A‘râf 7/138-171).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ

 

جَعَلْنَا  atıf harfi  وَ ’la makablindeki  جَعَلْنَا  fiiline matuftur. 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef'ûlün bihe mütealliktir.  اَئِمَّةً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَهْدُونَ  ile başlayan fiil cümlesi اَئِمَّةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَهْدُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَمْرِنَا  car mecruru يَهْدُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

صَبَرُوا  ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

 

وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ

 

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan  وا , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  كَانُوا ’nun ismine mütealliktir. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُوقِنُونَ  fiili , كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُوقِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ

 

Ayet, önceki ayetteki  جَعَلْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci mef'ûl olan  اَئِمَّةً ’deki tenvin tazim içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  مِنْهُمْ, ihtimam için fail olan  رَبُّكُمْ ’e takdim edilmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا  cümlesi,  اَئِمَّةً  için sıfattır. Muzari fiille gelmesi, onların bu sıfatlarındaki teceddüt ve istimrarına işaret etmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاَمْرِنَا  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اَمْرِ, tazim edilmiştir.

لَمَّا  edatı,  جَعَلْنَا ’ya müteallık, حين  manasında zaman zarfıdır.

Veya müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  صَبَرُوا, şart cümlesidir ve şart edatı  لَمَّا ’nın muzafun ileyhi konumundadır.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır. Zaman zarfı  لَمَّا, bu mahzuf cevaba mütealliktir. 

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)  

لَمَّا ; mazi fiile dahil olduğunda iki ayrı cümlenin varlığını gerektirir. Birinci cümlenin bulunması ikinci cümlenin de bulunmasını gerektirir.  لَمَّا  harfi var olan birşeyden dolayı var olmayı gerektiren harftir. Bazı ulema bu takdirde  لَمَّا ’nın  حين manasında zarf olduğunu kabul eder. (Suyûtî, İtkan)

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

Bu ayet, Müslümanlar için eğer onlar gibi bu sabrı gösterirlerse içlerinden rehberler çıkacağına dair tariz vardır. (Âşûr)

 

وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ

 

Ayetin bu son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  صَبَرُواۜ  cümlesine atfedilmiştir. Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelen  يُوقِنُونَ  cümlesi  كَان ’nin haberidir.

İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden işe başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

Cümlenin müsnedi olan  يُوقِنُونَ ’nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)

Allah Teâlâ’ya ait zamirin  بِاٰيَاتِ  ile izafeti, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

بِاٰيَاتِنَا , ayetlerin ihtimamı için takdim edilmiştir. (Âşûr)

 
Secde Sûresi 25. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  ...


Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, üzerinde ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda onlar arasında hüküm verecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 هُوَ O
4 يَفْصِلُ hükmedecektir ف ص ل
5 بَيْنَهُمْ onların aralarında ب ي ن
6 يَوْمَ günü ي و م
7 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
8 فِيمَا şeylerde
9 كَانُوا oldukları ك و ن
10 فِيهِ konularda
11 يَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştükleri خ ل ف

Allah katından gelen bildirimleri düzmece olarak niteleyen inkârcılara evrendeki olaylar ve bunlara yön veren yüce kudret üzerinde düşünme çağrısı yaparak başlayan sûre, buna paralel bir içerikle, fakat bütün bu uyarı ve yol göstermelere rağmen iman etmemekte ısrar edenler için acı âkıbetin kaçınılmaz olduğu ve peygamberin de bu hususta başka yapacak bir şeyi bulunmadığı bildirilerek sona ermektedir. İnsanlar, Allah’ın kudreti karşısında kendilerinin ne kadar âciz olduğunu ve O’nun vaadinin gerçekliğini anlamaları için 26. âyette arkeoloji gibi beşerî bilimlerin, 27. âyette de jeofizik ve ziraat gibi deneysel bilimlerin verileri ışığında düşünmeye davet edilmekte, 28. âyette yine de hesap gününe inanmamakta direnen ve bu yöndeki uyarıları hafife alan kimselerin bulunduğu belirtilmekte, 29. âyette o gün gelip çattığında “iman ettik” demenin yarar sağlamayacağı hatırlatılmakta, son âyette de Resûl-i Ekrem’in ve onun yolundan giderek gerçekleri tebliğ etmeye çalışanların inatla inkârcılıklarını koruyanları zorla iman dairesine dahil etmek gibi bir görevlerinin bulunmadığı, tebliğ görevi yapıldıktan sonra onları irade sınavı ile baş başa bırakmak gerektiği bildirilmektedir. 28. âyetin “bu hüküm ne zaman?” şeklinde çevrilen kısmı, “Aramızdaki kesin hüküm ne zaman verilecek?” veya “Sözünü ettiğiniz bu mükâfat ve ceza ne zaman gelecek?” şeklinde açıklanmıştır. 29. âyetin “o hüküm günü” şeklinde tercüme edilen kısmı için “Bedir zaferinin kazanıldığı gün”veya “Mekke’nin fethedildiği gün” anlamını verenler olmuşsa da âyetin bağlamı burada kıyamet gününün kastedildiğini göstermektedir (Taberî, XXI, 116; Şevkânî, IV, 296).

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360-361

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوَ يَفْصِلُ  isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merf’ûdur. Munfasıl zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merf’ûdur.  

يَفْصِلُ  cümlesi mübtedanın   haberi olup mahallen merfûdur. بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  يَفْصِلُ  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ  zaman zarfı,  يَفْصِلُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olarak fetha ile mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl ف۪ي  harfi ceriyle birlikte  يَفْصِلُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا’nun ismi cemi müzekker olan  وا, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

فٖيهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَ  fiiline mütealliktir.  يَخْتَلِفُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dır.

İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İlk cümle اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş faide-i haber, inkâri kelamdır.  اِنَّ’nin haberinin  يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  şeklinde muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi, fasıl zamiri ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle birden fazla tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok sağlam cümlelerdir. 

Cümledeki fasıl zamiri kasr ifade eder. Kasr, fasıl zamiriyle fiil arasındadır.  هُوَ  maksurun aleyh/mevsûf,  يَفْصِلُ  maksur/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani [Onların arasını ayıracak sadece odur.] (Âşûr)

فْصِلُ  kaza ve hüküm manasınadır. (Âşûr)

Harfi cerle bilikte  يَفْصِلُ  fiiline müteallık müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ; nakıs fiil  كَانَ nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

Car mecrur  فٖيهِ , önemine binaen amili olan  تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.

رَبَّ  isminin Hz. Peygambere ait zamire muzaf olması Peygamber Efendimize tazim, teşrif ve destek ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  رَبَّ  isminde tecrit sanatı vardır.

Sülasisi  حلف  olan  يَخْتَلِفُونَ  fiili,  اِفْتِعال  babındadır.

يَفْصِلُ - يَخْتَلِفُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Secde Sûresi 26. Ayet

اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ  ...


Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onlar için yol gösterici olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duymayacaklar mı?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَهْدِ yola getirmedi mi? ه د ي
3 لَهُمْ onları
4 كَمْ nice
5 أَهْلَكْنَا helak etmemiz ه ل ك
6 مِنْ
7 قَبْلِهِمْ daha önceki ق ب ل
8 مِنَ
9 الْقُرُونِ kuşakları ق ر ن
10 يَمْشُونَ dolaştıkları م ش ي
11 فِي
12 مَسَاكِنِهِمْ yurtlarında س ك ن
13 إِنَّ şüphesiz
14 فِي vardır
15 ذَٰلِكَ bunda
16 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
17 أَفَلَا
18 يَسْمَعُونَ işitmiyorlar mı? س م ع

اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ 

 

Hemze inkâri istifhamdır.  وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَهْدِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  

لَهُمْ  car mecruru  يَهْدِ  fiiline mütealliktir. يَهْدِ ’nin  faili siyaktaki اَهْلَكْنَا kelimesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, أولم يهد لهم إهلاكنا (Bizim helakımız onlara hidayet etmedi mi?) şeklindedir.

كَمْ  soru harfi haberiye olarak,  اَهْلَكْنَا  fiilinin mukaddem mef'ûlu olarak mahallen mansubtur.

اَهْلَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru  اَهْلَكْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْقُرُونِ  car mecruru  كَمْ ’in temyizidir.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, 

d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَمْشُون  fiil cümlesi الْقُرُونِ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ”  gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمْشُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ي مَسَاكِنِهِمْ  car mecruru  يَمْشُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَاتٍ  kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

 

اَفَلَا يَسْمَعُونَ

 

Hemze inkârî istifham,  فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْمَعُونَ  muzari fiili  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ 

 

Ayet  وَ ’la, takdiri …أغفلوا  [Gaflet mi ettiler] olan mukadder istînâf cümlesine atfedilmiştir. Hemze inkârî istifham harfidir.  لَمْ , muzariyi cezmederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. (Âşûr)

Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Ayette tecahülü arif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâdır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.

Cümlenin muzari sıygada gelmesi, teceddüt ve istimrar ifade eder.


كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ 


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Teksir ifade eden haberiyye  كَمْ, mukaddem mef'ûl olarak amilinin önüne geçmiştir.

اَهْلَكْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mahzuf hale müteallık olan  مِنَ الْقُرُونِ , mecrur zamir  هِمْ ’un temyizidir.

اَوَلَمْ يَهْدِ  [Doğru yola getirmedi mi?] ifadesindeki  و , atıf içindir; matufun aleyhi ise matufun cinsinden varsayılan bir kelimedir.  لَهُمْ  ifadesindeki zamir Mekke halkına aittir.  يَهْدِ  fiili  ن  ile de ى  ile de okunmuştur. كَمْ اَهْلَكْنَا  ifadesi delâlet etmektedir; çünkü  كَمْ  fail olarak bulunamaz. جعان كم رجل  denmez. Bu durumda takdiri şöyledir: اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كثرة  اهلاك القرون  [Önceki nesilleri helak edişimizin çokluğu onları yola getirmedi mi?!]  الْقُرُونِ ; Ad, Semûd ve Lût kavimleridir. (Keşşâf)

 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍۜ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir ve tazim ifadesi içindir.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

İşaret ismi  ذٰلِكَ de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 11, c. 5, s. 62) 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اَفَلَا يَسْمَعُونَ

 

Takdir  أأصابهم الصمم  [Size sağırlık mı isabet etti?] olan mukadder istînâfa matuf bu son cümle, istifham üslubunda gelmiş talebi inşâî isnaddır. لَا nefiy harfidir. Cümlenin muzari fiil olması durumun yenilenerek devam ettiğine işarettir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümlenin asıl maksadı kınama ve azarlama olduğu için terkip mecazı mürsel mürekkeptir.

Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ  [Onları doğru yola sevketmedi mi?]  اَفَلَا يَسْمَعُونَ  [Hala dinlemiyorlar mı?] soruları kınama ve azarlama ifade eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek maksadıyle sorulmuştur. (Safvetu't Tefasir)

Cenab-ı Hakk burada, duymayı nazar-ı dikkate almıştır. Çünkü onların, kendi kendilerine anlama ve akıllarıyla istinbâtta bulunma güçleri yoktur. İşte bundan dolayı “Hâlâ dinlemeyecekler mi?” buyurmuştur ki bu, “Onların, bir şeyi duyup onu anlama kabiliyetleri yoktur” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Secde Sûresi 27. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ  ...


Görmediler mi ki, biz yağmuru kupkuru yere gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceği ekinler çıkarırız. Hâlâ görmeyecekler mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmüyorlar mı? ر ا ي
3 أَنَّا biz
4 نَسُوقُ sürüyoruz س و ق
5 الْمَاءَ suyu م و ه
6 إِلَى
7 الْأَرْضِ yere ا ر ض
8 الْجُرُزِ kuru otsuz ج ر ز
9 فَنُخْرِجُ ve bitiriyoruz خ ر ج
10 بِهِ onunla
11 زَرْعًا ekin ز ر ع
12 تَأْكُلُ yiyor ا ك ل
13 مِنْهُ ondan
14 أَنْعَامُهُمْ hayvanları da ن ع م
15 وَأَنْفُسُهُمْ kendileri de ن ف س
16 أَفَلَا
17 يُبْصِرُونَ görmüyorlar mı? ب ص ر

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ 

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ’un hazfıyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Kalp fiilleri (iki mef'ûl alan fiiller); bir mef'ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef'ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef'ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef'ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef'ûl alanlar, 2) İki mef'ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef'ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَرَوْا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef'ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَرَوْا  fiilinin iki mef'ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَا  muttasıl zamir  اَنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. نَسُوقُ  fiili  اَنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

نَسُوقُ  fiili  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muzari fiillerin ( أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ  ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اَفَلَا يُبْصِرُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfi olup mukadder istînâfiyyeye matuftur. Takdiri,  أأصابهم العمى  (Size körlük mü isabet etti?) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بصر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ 

 

Ayet وَ ’la, اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Hemze inkâri istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.

Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Ayette tecahülü arif sanatı vardır. Çünkü  mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.

Bilinen nefî üslûbu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhâmda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ  cümlesi, masdar teviliyle  لَمْ يَرَوْا  fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ’nin haberi olan  نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ , müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

الْاَرْضِ deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْ  cümlesi,  اَنَّ ’nin haberi olan … نَسُوقُ ’ya matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

نَسُوقُ , فَنُخْرِجُ  fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

زَرْعاً  için sıfat olan  تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  مِنْهُ , ihtimam için fail olan  اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ ’a takdim edilmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

اَنْفُسُهُمْ ibaresinde tecrîd sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk, zarar ve faydanın kendi elinde olduğuna bir işaret olsun diye, (bir önceki ayette) yok edişinden bahsedince, burada da diriltişinden bahsetmiştir. الْجُرُزِ, kendisinde hiç bitki bulunmayan kuru yer demektir. Yine الْجُرُزِ “kesilmiş” anlamında olup sanki o yerin suyu ve bitkisi kesilmiş, tükenmiş demektir. (Fahreddin er-Râzî)

الْجُرُزِ  Cürüz toprak, bitkisi tamamen yok olup kuru kalmış toprak demektir. (Âşûr)

Diğer bir görüşe göre ise الْجُرُزِ, Yemen'de bir yerin adıdır.

Yetiştirilen ekinden davarların yediği kısımlar, saman, yeşil arpa, yaprak ve bu amaçla yetiştirilen bazı hububattır, insanların yedikleri kısım ise onların gıda olarak kullandıkları hububat ve meyvelerdir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk, şu sebeplerden dolayı hayvanları insanlardan önce zikretmiştir:

1) Ekin, biten şeyin ilki olup (yeme hususunda), insanlar için değil, hayvanlar için elverişlidir.

2) Ekin, hayvanların temel gıdası olup bunun mutlaka bulunması lazım gelir. Ama, insanların gıdası, kimi kez de hayvanlardan elde edilir. Böylece sanki, hayvan ekini yemiş, daha sonra da insan o hayvanı yemiş olur.

3) Bu, yeme işinin, her canlının zatından kaynaklandığına; insanın ise ya canlı olması, yahut da kendisindeki aklî kuvvet sebebiyle yiyip içtiğine bir işarettir. O halde insanın kemâli, ibadeti iledir. (Fahreddin er-Râzî)

 

اَفَلَا يُبْصِرُونَ

 

Takdiri,  أأصابهم العمى  [Size körlük mü isabet etti?] olan mukadder istînâfa matuf bu son cümle, istifham üslubunda gelmiş talebi inşâî isnaddır. لَا  nefiy harfidir. Cümlenin muzari fiil olması durumun yenilenerek devam ettiğine işarettir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümlenin asıl maksadı kınama ve azarlama olduğu için terkip mecazı mürsel mürekkeptir.

Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Ayetteki fiillerde muzari sıyga, cümlelere teceddüt ve istimrar ifadesinin yanında tecessüm anlamı da katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

يُبْصِرُونَ -  يَرَوْا  ve  زَرْعاً - اَنْعَامُهُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Secde Sûresi 28. Ayet

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


“Eğer doğru söyleyenler iseniz, şu fetih ne zamanmış?” diyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
2 مَتَىٰ ne zaman?
3 هَٰذَا bu
4 الْفَتْحُ fetih ف ت ح
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
7 صَادِقِينَ doğrular(dan) ص د ق

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ ’dur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

مَتٰى  istifham ismi olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مَتَىٰ  (Ne zaman?) sorusu geçmiş veya gelecek bir zamanın belirlenmesi için sorulur.

هٰذَا  işaret ismi, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَتْحُ  kelimesi ism-i işaretten bedeldir.

Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyân olarak gelmesi

2.  اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada ism-i işaretten sonra gelen camid isim (muşârun ileyh) olduğu için  الْوَعْدُ  kelimesi atf-ı beyândır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِقٖينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberidir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. 

صَادِقٖينَ  kelimesi, sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ 

 

وَ   istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İnkarcıların, bu soruyla asıl maksatları alay etmektir.

مَتٰى  soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da dokuz yerde kullanılmıştır ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur'an’da İstifhâm Üslûbu)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَتٰى  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  هٰذَا  muahhar mübtedadır.  الْوَعْد ’in, işaret ismi  هٰذَا  ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.

هٰذَا ’dan bedel olan  الْفَتْحُ  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

هٰذَا الْفَتْحُ  ifadesinde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi olması onların işaret ettikleri şeyi yani müşarun ileyhi tahkir ifade eder. (Âşûr)

İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müslümanlar, “Allah, müşriklere karşı bize fetih ihsan edecektir” yahut “Bizimle onlar arasında hükmedecektir” diyorlardı. Mekke müşrikleri de bunu duydukları zaman tekzip ve istihza olarak: “Eğer Allah'ın, size zafer ihsan edeceği” yahut “aramızda hükmedeceği iddianızda doğru iseniz, bu fetih, ne zaman?” diyorlardı. Yani fetihten kasıt, “zafer” yahut “aralarında hükmetmek” demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)

 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.

Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ, ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِينَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (s.a.) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

 
Secde Sûresi 29. Ayet

قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  ...


De ki: “Fetih (Kıyamet) günü, inkâr edenlere iman etmeleri fayda vermeyecektir. Onlara göz de açtırılmayacaktır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَوْمَ günü ي و م
3 الْفَتْحِ fetih ف ت ح
4 لَا
5 يَنْفَعُ fayda vermez ن ف ع
6 الَّذِينَ kimselere
7 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
8 إِيمَانُهُمْ inanmaları ا م ن
9 وَلَا ve değildir
10 هُمْ onlar
11 يُنْظَرُونَ mühlet verilenler(den) ن ظ ر

قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. 

يَوْمَ  zaman zarfı,  يَنْفَعُ  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ  hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mekulü’l kavl   لَا يَنْفَعُ ’dir. قُلْ  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَنْفَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ا۪يمَانُهُمْ  kelimesi  يَنْفَعُ ’nun faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْظَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُنْظَرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يُنْظَرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نظر ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kafirlerin sorusuna cevaptır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُٓوا müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الَّذ۪ينَ , konudaki önemine binaen fail olan  ا۪يمَانُهُمْ ’a takdim edilmiştir.

Kâfirlerin ism-i mevsulle anılması, tahkir ve sonraki habere dikkat çekme kastına matuftur.

كَفَرُٓوا - ا۪يمَانُهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Kafirlerin, başına getirdikleri ismi işaretle alaycı bir tavır takınarak Müslümanlara kendilerini mağlup edecekleri günü sorarken  مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ  ifadesini kullanmaları ve seçtikleri anlam üzerine bir yorum yapılmaksızın cevap cümlesinde aynı kelimenin kendilerini şaşkına çevirecek şekilde kıyamet anlamını yüklenmesi el-ḳavlu bi’l-mûcib sanatını, bu sorunun onların beklemediği bir yanıt bulması ise üslûbu’l-ḥakîm sanatını göstermektedir. Böylece kâfirler hem fetih gününü tayin etme konusunda çabalamaktan vazgeçmeye hem de müminler adına zaferin gerçekleşeceği haberini mündemiç olan gerçek fetih (kıyamet) gününe hazırlanmaya davet edilmiştir. (Hasan Uçar, Arap Dili Belâgatinda El-Kavlu Bi’L- Mûcib ve Kur'an-ı Kerim’deki Uygulamaları) 

Fetih günü, kıyamet günüdür ki o gün, müminler ile düşmanları arasında hükmedilecek ve düşmanlarına karşı nihai zaferi kazanacaklardır.

Diğer bir görüşe göre ise fetih günü, Bedir Savaşı günüdür.

Mücâhid ile Hasen el Basrî'den rivayet olunduğuna göre ise fetih günü, Mekke fethi günüdür. (Ebüssuûd)

Ayette, onların sualine verilen cevabın, sualin zahirine mutabık olarak verilmemesi, bunun sorulacak bir şey olmadığına dikkat çekmek içindir, Zira bu husus bildirilmeye muhtaç olmayan gayet açık bir hakikattir. Keza o gün onların iman edecekleri ve kendilerine mühlet verilmeyeceği de, bildirilmeye muhtaç olmayan hakikatlerdir. Beyana muhtaç olan, ancak o günkü imanın kendilerine, fayda vermeyeceği ve onlara mühlet verilmeyeceğidir. Sanki onlara şöyle denilmiş oluyor: “Siz hiç acele etmeyin; sizinle benim öyle bir günüm olacak ki siz iman edeceksiniz, fakat imanınız size fayda vermeyecek ve siz mühlet isteyeceksiniz, fakat size mühlet verilmeyecek.” (Ebüssuûd)


وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

Hükümde ortaklık sebebiyle … لَا يَنْفَعُ  cümlesine, وَ ’la atfedilmiş  وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

Müsnedün ileyhin nefîden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdîm kesinlikle tahsis ifade  eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi s. 177)

يُنْظَرُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Kur'an-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, belli bir zamanda hudûsu ifade eder. Ayrıca muzari fiil cümlesi, hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüt (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onlara mühlet de verilmez. Yani süre de tanınmaz. Burada, onlara dünyada mühlet verildiği hatırlatılmıştır. (Beyzâvî, Enbiya Suresi 40)

 
Secde Sûresi 30. Ayet

فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ  ...


Şimdi sen onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَعْرِضْ sen yüz çevir ع ر ض
2 عَنْهُمْ onlardan
3 وَانْتَظِرْ ve bekle ن ظ ر
4 إِنَّهُمْ zaten onlar da
5 مُنْتَظِرُونَ beklemektedirler ن ظ ر

فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ

 

Fiil cümlesidir. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن أعرضوا عنك (Sana yüz çevirirlerse) şeklindedir.  

اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. عَنْهُمْ car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْتَظِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مُنْتَظِرُونَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اَعْرِضْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

انْتَظِرْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  نظر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُنْتَظِرُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ

 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, öncesinin delaletiyle hazfedilen şartın cevabıdır. Takdiri,  إن أعرضوا عنك  [Eğer senden yüz çevirirlerse…] olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  وَانْتَظِرْ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

فَاَعْرِضْ - انْتَظِرْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

انْتَظِرْ  kelimesinde irsad sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk'ın “Bekle, çünkü onlar da bekliyorlar” emri şu manalara gelebilir:

a) “Onların helakını bekle. Çünkü onlar da senin ölümünü bekliyorlar.” Bu izaha göre bu iki bekleyişin araları (manaca) birbirinden ayrı olmuş olur. Çünkü Hz. Peygamberin (s.a.) bekleyişi, hem Cenab-ı Hakk'ın vaadinden sonra hem de O'nun emriyledir. Onların bekleyişleri ise bu işi nefislerinin kendilerine güzel göstermesi ve şeytana güvenmeleri iledir.

b) “Sen, yardımı Allah'tan bekle. Çünkü onlar da yardımı ilahlarından bekliyorlar.” Bu manaya göre de, bu iki bekleyişin arası da ayırt edilmiştir.

c) “Sen onların azabını bekle, çünkü onlar da azabı istihza ederek ‘Bizi tehdit edip durduğun o şeyi haydi getir?’” (Araf Suresi, 70) ve “Eğer doğru söylüyorsanız, o vaid ne zaman?” (Yasin Suresi, 48) gibi sözleriyle beklemektedirler. (Fahreddin er-Râzî)

اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ


Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  مُنْتَظِرُونَ nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مُنْتَظِرُونَ - انْتَظِرْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur'an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsnü'l-intehâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsnü'l-intehâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Suredeki neredeyse bütün ayetlerin son kelimelerinin, fasılalarındaki  و- نَ  ve  ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: “Bir kimse Secde Suresi ile Mülk Suresini okursa Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır.”

“Bir kimse Secde suresini evinde okursa üç gün şeytan o eve girmez.” (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Kerim'in insanları doğruya çağırma metodu, her bakımdan son derece dikkat çekicidir. Meselâ, bir önceki (24.) âyet, Mekke'de işkencelere maruz kaldıkları bir zamanda Müslümanlara zafer imasında bulunurken, bu âyet ise, bu zaferden sonra nasıl davranmaları gerektiği ve düşebilecekleri ihtilâflar konusunda onları yine ima yollu uyarmaktadır. Bu müjde ve uyarı, şüphesiz her zaman için geçerlidir. Gerçekten Kur'ân'da nasıl müjdeleme ile korkutma, bağışlama ve rahmet va'di ile azap tehdidi bir arada gidiyorsa, aynı şekilde, işkenceler altındaki müminler topluluğuna, zafer müjdesi verildiği yerlerde, zaferle birlikte, özellikle dünyayı paylaşımın sebep olabileceği tefrikalar konusunda da uyarılar yapılır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Yeryüzünde birçok uyarıcı ve hatırlatıcı vardır. Bakmasını ve dinlemesini bilene ulaşır. İnsan, kimi zaman hayatın zorluklarının içine çekilir. Duygu ve düşünceleri karışır. Ne yapacağını şaşırır. 

Gelen bir rahmet anıyla, o hatırlatıcılardan birisiyle gözgöze gelir. Her şeyin Allah’tan geldiğini ve yine yardımın O’ndan geleceğini hatırlar ve O’na yönelir. Gidecek ve gitmek istediği başka kapısı yoktur.

Ey Allahım! Gözümüzü ve kulağımızı keskinleştir, hakikat delillerini görelim ve işitelim. Kalbimizi arındır ve nefsimizi sakinleştir, Seni analım ve yalnız Sana yönelelim. Ayetlerin hatırlatıldığında ‘amenna’ diyerek yüzümüzü hakikate dönelim. Tevekküldeki huzur ile buluştur, dünyalık endişelerden sıyrılarak hayırlarla (ilimle, zikirle, ibadetle) meşgul olalım. Gönüllerimizi rızanın peşinde kıl ve zihinlerimizi dinçleştir, ihtilaf çıktığı zaman, rahmetin ile, doğrudan yana olalım. Allahım! Bizi; nefsimizden, nefsine köle olmuşlardan ve vesveselerden muhafaza buyur. Rahmetini ve rızanı bekleyenlerden olalım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji