اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | خَلَقَ | yarattı |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
6 | وَمَا | ve |
|
7 | بَيْنَهُمَا | bunlar arasındakileri |
|
8 | فِي |
|
|
9 | سِتَّةِ | altı |
|
10 | أَيَّامٍ | günde |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | اسْتَوَىٰ | istiva etti |
|
13 | عَلَى | üzerine |
|
14 | الْعَرْشِ | Arş |
|
15 | مَا | yoktur |
|
16 | لَكُمْ | sizin |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
19 | مِنْ | hiçbir |
|
20 | وَلِيٍّ | dostunuz |
|
21 | وَلَا | ve yoktur |
|
22 | شَفِيعٍ | şefa’atçiniz |
|
23 | أَفَلَا |
|
|
24 | تَتَذَكَّرُونَ | düşünüp öğüt almıyor musunuz? |
|
Düşünenler için gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri, kısaca bütün evreni yaratanın Allah olduğunu, O’ndan başka gerçek dost ve hâmi bulunmadığını farketmenin zor olmayacağı ve insanların kendileri bakımından göreceli de olsa bir önemi bulunan zaman kavramını, gerek duyular âleminde gerekse onun ötesinde olup biten her şeyi hakkıyla bilen Allah için düşünmelerinin yanlış olacağı hatırlatılmakta; görebilen gözlerin O’nun yarattıklarındaki eşsiz estetiği kolayca yakalayabileceğine, basit bir maddeden yaratılmış olan insanın asıl değerini âlemlerin rabbinin ona değer vermesinden ve onu duyduklarını anlama, gördüklerinden sonuç çıkarabilme ve idrak kabiliyeti gibi sorumluluk gerektiren melekelerle donatmasından kaynaklandığına dikkat çekilmektedir (“Allah’ın evreni altı günde yaratması”, “arş ve arşa istivâ” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54; “Allah katındaki bir günün insanların hesabına göre bin yıl olduğu” ifadesi hakkında açıklama için bk. Hac 22/47; “yüce Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi”nin açıklaması için bk. Hicr 15/29).
Tefsirlerde 4. âyette “Allah’tan başka şefaatçinin bulunmadığı” ifade edilirken özellikle müşriklerin şu anlayışlarının reddedildiği belirtilir: Putperestlerin bir kısmı “Biz göklerin ve yerin bir yaratıcısının bulunduğunu kabul ediyoruz; fakat bu putlar gezegenlerin sûreti (sembolü) olduğundan biz onlardan güç ve destek alıyoruz”; bazıları da “Bunlar meleklerin sûreti olup bize şefaatçi olacaklardır” diyorlardı. Bu iddiaya karşı âyette Allah’tan başka ilâh bulunmadığı gibi Allah’ın izni olmadan kimsenin yardımcı ve şefaatçi de olamayacağı bildirilmektedir (Râzî, XXV, 171). Allah şefaat eden değil, katında şefaat edilendir. Ancak, O’nun katında şefaat edecekler O’na rağmen, O’ndan bağımsız olarak değil, O’nun izin ve rızâsıyla şefaat edebileceklerdir (şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255).
7. âyette geçen Cenâb-ı Allah’ın yarattığı her şeyi güzel kıldığına ilişkin ifadeyi Zemahşerî şöyle açıklar: Allah Teâlâ’nın yarattığı her şey hikmetin gereklerine ve maksada uygunluk ilkesinin icaplarına göre düzenlenmiştir; güzellik bakımından kendi aralarında derecelendirilebilirse de bütün yaratılmışlar güzeldir. “Güzel yapma”anlamına gelen ahsene fiilinin Arapça’daki bazı özel kullanımlarından hareketle bu cümleyi, “Her bir şeyi nasıl yaratacağını çok iyi bilir” şeklinde anlayanlar da olmuştur (III, 219). Bu ifade için yapılan diğer bazı yorumlar şöyledir: a) Allah gerek güzel gerekse çirkin her şeyi yaratmakla mükemmel bir sanat ortaya koymuştur; b) Her şeyi uygun biçimde ve yerli yerince yaratmıştır; c) Yarattığı her şeye, muhtaç olduğu bilgiyi ilham etmiş yani onları fonksiyonlarına uygun biçimde programlamıştır (Taberî, XXI, 94; İbn Ebû Hâtim, IX, 3104).
“... Ve ruhundan ona üflemiş” ifadesinde insana verildiği bildirilen ruha, “Allah’ın ruhu” demek, Kâbe’ye “Allah’ın evi”, kula “Allah’ın kulu” demek gibidir. Bu ifade onların önemli, değerli, özel ve şerefli olduklarını gösterir. Bunların, Allah’ın bir parçası, içinde oturduğu evi, hizmetinde kullandığı kölesi diye anlaşılması O’nun zat ve sıfatları hakkında verdiği bilgilere ters düşer.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 349-350
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâi mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. السَّمٰوَاتِ mef'ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi و ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. ف۪ي سِتَّةِ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline mütealliktir.
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيٍّ ’nin mahzuf haline mütealliktir. مِنْ harfi zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَف۪يعٍۜ kelimesi atıf harfi وَ’la وَلِيٍّ ’e matuftur.
اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَذَكَّرُونَ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
الْاَرْضَ ’ya matuf olan müşterek ismi mevsul مَا ’nın sılası mahzuftur. Mekan zarfı بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbtır.
Çünkü السَّمٰوَاتِ, tağlib yoluyla الْاَرْضَ ’ı ve مَا بَيْنَهُمَا ’yı da kapsamaktadır.
Yaratılanların yer, gök ve aralarındakiler şeklinde sayılması sebebiyle cümlede taksim sanatı vardır.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, …خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleye dahil olan atıf harfi ثُمَّ , terahi ve tertip ifade eder. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Arş, bütün her şeyi kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden veya hükümdar tahtına benzetildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Bütün işler ve tedbirler oradan nazil olur.
Diğer bir görüşe göre ise Arş üzerine istiva, bütün kâinat üzerinde hâkimiyet tesis etmek anlamındadır. (Ebüssuûd)
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ [Arşa kurulmuştur] ibaresinde tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰى fiilinin kökü; aynı seviyede olmayı ifade eden سَوٰى fiilidir. Yerle bir hizaya gelmek olduğu için oturmak anlamında kullanılır. Ama esas mana; yönetmek, hükmetmektir. Seviye; aynı seviyede olmak, oturmak demek, bir manası da yönetmektir. Burada uzak mana kullanılmıştır.
اسْتَوٰى kelimesinde tevriye vardır. Tevriye iki manası olan bir kelimenin yakın değil uzak manasının kastedilmesi olarak tanımlanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
ثُمَّ , ifadesi bir tertib ve sıralamayı ifade etmek için değildir. Burada وٰ (ve) anlamındadır. (Kurtubî)
Bununla, AllahTeâlâ'nın mülküne istiva ile hükümranlığı kastedilmiştir. Çünkü arş (taht), hakimiyeti ifade eder. Nitekim bir memlekete girmese bile “padişah, falanca ülkenin saltanat tahtına oturdu” denilebilir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah’ın arşa istiva etmesi istiaredir. Hakiki manada istiva ile sadece yükselen alçalan doğrudan eğrilen cisimler nitelenir. Burada istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de kudret ve saltanat bakımından hakim olmak anlamı kastedilmiştir. (Şerîf er-Radî)
Ayetteki, “altı günde” lafzının, düşünen kimselere göre altı duruma işaret olduğunu, daha evvel (Araf Suresinde) söylemiştik. Bu böyledir. Çünkü “gökler”, “yer” ve “bunların arasında” tabirleri üç ayrı şeydir. Bunların her biri için zat ve sıfatlar söz konusudur. O halde Cenab-ı Hakk’ın göklerin zatını (kendini) yaratması bir hal, onun sıfatlarını yaratması bir başka haldir. Yine yerin zâtını yaratması bir hal; sıfatlarını yaratması bir başka haldir. Keza Hak Teâlâ’nın, bunların arasında bulunan şeylerin zatlarını yaratması bir hal, onların sıfatlarını yaratması bir başka haldir. Böylece bu üç şey, altı hal üzere olan, altı şey olmuş olur. Cenab-ı Hakk, burada “gün” tabirini kullanmıştır. Çünkü insan, Allah’ın yaratmasına bakıp onu düşündüğünde bunu bir fiil olarak görür. Fiilin zarfı ise zamandır. Günler de zamanların en meşhurudur. Eğer böyle kabul edilmezse (bu anlaşılmaz); çünkü gökler yaratılmadan önce gece ve gündüz diye birşey yoktu. (Fahreddin er-Razi)
Buradaki ثُمَّ (sonra), hikaye edilen şey için değil, hikaye etmek için getirilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
İlahlıkta şirk inancını kökünden kesmek için ayet Allah ismiyle başlamıştır. Böylece Allah ismi zihinlerde canlanır. Habere dikkat çekmek için ismi mevsul gelmiştir. İltifat yoluyla ayet müşriklere yöneliktir. (Âşûr)
مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَا لَكُمْ mahzuf habere mütealliktir.
مِنْ دُونِه۪ ifadesi لَكم deki zamirin hali olarak gelmiştir. مِنْ ibtidaiyyedir. دُونِ kelimesi ğayr manasındadır. (Âşûr)
Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَلِيٍّ muahhar mübtedadır. Bu zaid harf tekid ifade eder.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Veciz anlatım kastıyla gelen دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
وَلِيٍّ ’ne matuf olan لَا شَف۪يعٍۜ ’deki nefiy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş, zaid harftir.
وَلِيٍّ ve شَف۪يعٍۜ ’deki tenvin kıllet ifade eder. Kelimeler, zaid harflerin ilavesiyle “hiçbir” anlamı kazanmıştır. Nefiy siyakında nekre, selbin umumuna işarettir.
وَلِيٍّ - شَف۪يعٍۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مِنْ دُونِه۪ tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri أغفلتم [Gafil oldunuz.] olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir.
Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubundaki bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَتَذَكَّرُون kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
تَتَذَكَّرُون fiili, tefa’ûl babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.