اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa? |
|
2 | يَقُولُونَ | diyorlar- |
|
3 | افْتَرَاهُ | onu uydurdu |
|
4 | بَلْ | hayır |
|
5 | هُوَ | o |
|
6 | الْحَقُّ | gerçektir |
|
7 | مِنْ | tarafından |
|
8 | رَبِّكَ | Rabbin |
|
9 | لِتُنْذِرَ | uyarman için |
|
10 | قَوْمًا | bir kavmi |
|
11 | مَا |
|
|
12 | أَتَاهُمْ | kendilerine gelmeyen |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | نَذِيرٍ | uyarıcı |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
17 | لَعَلَّهُمْ | umuduyla |
|
18 | يَهْتَدُونَ | doğru yola gelirler |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ
اَمْ munkatıadır. Yani بَلْ ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ , Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, افْتَرٰيهُ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰيهُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
بَلْ idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَقُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّكَ car mecruru الْحَقُّ ’ya mütealliktir.
لِ harfi, نَصْرِفَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, أنزلناه (onu indirdik) şeklindedir.
تُنْذِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. قَوْماً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ cümlesi قَوْماً ’ın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتٰيهُمْ fiili ى üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ harfi cerri zaiddir. نَذ۪يرٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِكَ car mecruru اَتٰيهُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَهْتَدُونَ fiili, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْتَدُونَ fiili نَ ’un sübutu ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَهْتَدُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi هدى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ
İstinafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَمْ munkatı’dır yani بَلْ ve hemze manasındadır. Buradaki hemze inkâri manadadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan افْتَرٰيهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْحَقُّ kelimesindeki harf-i tarif cins içindir. Müsnedin cins ifade eden الْ takısıyla gelmesi, müsnedün ileyhte bu cinsin kemal derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Mübalağa ifade eden kasr, iddiaîdir. (Âşûr)
Mübteda ve haber arasındaki kasır, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. هُوَ mevsûf/maksûr, الْحَقُّ sıfat/maksurun aleyhtir. Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ رَبِّكَ car-mecruru, الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan muhatab zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren لِ ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُنْذِرَ قَوْماً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde başındaki lam ile birlikte takdiri أنزلناه [Onu indirdik] olan fiile mütealliktir.
افْتَرٰيهُۚ - الْحَقُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için رَبِّ isminde tecrid sanatı vardır.
قَوْماً ’deki tenvin tahkir ifade eder.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
“Kendilerine hiçbir uyarıcı gelmedi.” denilmesi, [Ey kitap ehli, peygamberlerin bulunmadığı bir zamanda size (ayetlerimizi) açıklayan peygamberimiz gelmiştir. (Maide Suresi, 19)] ayetinin ifadesince fetret zamanına (peygamber bulunmayan devre) işaret olmuş olur. (Fahreddin er-Razi)
مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ
قَوْماً için sıfat olan cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
نَذ۪يرٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur. مِنْ harfi ceri zaidtir. مِنْ قَبْلِكَ car-mecruru, نَذ۪يرٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
نَذ۪يرٍ ’deki tenvin, tazim ve kesret ifade eder.
لِتُنْذِرَ - نَذ۪يرٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kelamın nazmı Kur'an’ın mucizeliğine işaret etmiş, sonra da arkasından onun alemlerin Rabbi tarafından indirildiğini bildirmiştir. Bunu da onda şüphe olmaması ile tespit etmiştir. Sonra da bundan da dönmüş, onu reddetmek ve şaşmamızı istemek için buna ters olarak dedikleri şeye geçmiştir. Çünkü em edât-ı munkatıadır (yukarıdan alakayı kesmek içindir). Sonra bundan da dönmüş, onun Allah'tan indirilen hak olduğunu ispata geçmiştir. İndirilmesinden kast edilen şeyi de senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi ikaz etmen için demekle açıklamıştır. (Beyzâvî)
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi لَعَلَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan يَهْتَدُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Bakara Suresi 21)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayetteki hidayete ersinler diye ifadesiyle bildirilen umut, Peygamberimiz cihetinden itibar edilmektedir. Yani onların hidayetini umarak kendilerini uyarman için... demektir. (Ebüssuûd)
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ [Belki hidayet bulurlar] ifadesi ile ilgili iki açıklama vardır: Birincisi, bunun Hz. Peygamberin (s.a.) umması olmasıdır ki aynen لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ [Belki ders çıkartır. (TāHâ Suresi, 44)] ifadesinin Hz. Musa ve Harun’a ait bir umma olması gibidir. Umma ifadesi istiâre olarak “irade” anlamında kullanılmış da olabilir [yani “hidayet bulmalarını isteyerek”]. (Keşşâf)
لَعَلَّ hidayete ermelerini istemek ve bu istekteki hırs manasında müstear olmuştur. (Âşûr)