Ahzâb Sûresi 10. Ayet

اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا  ...

Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 جَاءُوكُمْ onlar gelmişlerdi ج ي ا
3 مِنْ -den
4 فَوْقِكُمْ üstünüz- ف و ق
5 وَمِنْ ve
6 أَسْفَلَ alt tarafınızdan س ف ل
7 مِنْكُمْ sizin
8 وَإِذْ ve hani
9 زَاغَتِ kaymıştı ز ي غ
10 الْأَبْصَارُ gözler ب ص ر
11 وَبَلَغَتِ ve dayanmıştı ب ل غ
12 الْقُلُوبُ yürekler ق ل ب
13 الْحَنَاجِرَ hançerelere ح ن ج ر
14 وَتَظُنُّونَ ve zanda bulunuyordunuz ظ ن ن
15 بِاللَّهِ Allah hakında
16 الظُّنُونَا türlü düşüncelerle ظ ن ن
 

Birçok hüküm ve hikmet öğretimine vesile olmak üzere buradan 27. âyete kadar anlatılan olay Hendek adıyla da anılan Ahzâb Savaşı, bu savaşta müminlerin ve münafıkların geçirdikleri büyük imtihandır. İfadeden, âyetler geldiğinde Hendek Savaşı’nın geride kalmış olduğu anlaşılmaktadır. Yakında geçirilmiş olan bu tecrübe hatırlatılmakta ve sûrenin ileride gelecek olan âyetlerinde bahse konu olacak münafık davranışına karşı müminlerin nasıl bir tutum takınmaları gerektiğine işaret edilmekte, topluluk buna hazırlanmaktadır.

Selmân-ı Fârisî’nin tavsiyesi ile şehrin savunulması için kazılan hendek sebebiyle Hendek Savaşı diye tanınan; ayrıca saldırganlar Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafânlılar, Fezâreliler, Esedoğulları, Süleymoğulları gibi birçok kabileden ve bunların tâbilerinden oluştuğu için “gruplar, hizipler” mânasında Ahzâb adıyla da anılan savaş, 7 Şevval 5 (1 Mart 627) tarihinde başlamış, bir aya yakın sürmüş, Zilkade’nin 1. günü sona ermiştir. Mekkeliler Suriye ticaret yolunu açmak üzere yaptıkları Uhud Savaşı’nda elle tutulur bir sonuç elde edememişlerdi. Buna karşılık müslümanlar Uhud’dan sonra gerçekleştirdikleri askerî harekatlarla, Suriye yoluna ek olarak Irak yolunu da kontrol altına almışlardı. Müslümanlarla yaptıkları antlaşmaları bozdukları, onlara karşı düşmanla iş birliği yaptıkları için 4. yılda Medine’den Hayber ve civarına sürülen Benî Nadîr yahudileri Mekke’ye bir heyet göndererek Kureyşliler’i, müslümanlara karşı kendileriyle birlikte savaşmaya ikna ettiler. Ayrıca yukarıda adları anılan kabileleri de çeşitli teşviklerle yanlarına almayı başardılar. Peygamberimiz düşmanın niyetini haber alınca hemen hazırlıklara girişti, Uhud tecrübesinden yararlanarak düşmanı açık arazide karşılamak yerine Medine yakınında, kuşatma altında karşılamayı ve savunma harbi yapmayı tercih etti. Şehrin üç tarafı sık ağaçlı bahçelerle ve dar yollarla çevrili idi. Düşmanın girmesi muhtemel bulunan yerlere 5,5 km. uzunluğunda, 9 m. eninde ve 4,5 m. derinliğinde bir hendek kazıldı, birkaç haftada bitirilen kazma işine Hz. Peygamber de bilfiil katıldı. 3000 mevcutlu müslüman kuvvetler şehrin doğusunda, Uhud tarafında, Seli’ dağının eteğinde mevzilendiler. Önlerinde de hendek bulunuyordu. Yaklaşık 12.000 mevcutlu düşman kuvvetleri de hendeğe kadar geldiler, daha önce böyle bir şey görmedikleri için şaşırdılar. Hendeği geçemedikleri için bulundukları yerde mevzilendiler. Müslümanlar yalnızca hendek yönünden değil, üstten (doğudan), alttan (batıdan) büyük bir güç tarafından kuşatılmışlardı. Medine’de yiyecek içecek bakımından hazırlıklar yapılmış, kadınlar ve çocuklar güvenli yerlere taşınmıştı; erzak tükenmesin diye asgari gıda ile yetiniliyordu. Kuşatmanın son günlerinde yiyecek iyice azaldığından, başta Hz. Peygamber olmak üzere birçok sahâbî, açlığı hissetmemek için midelerinin üzerine taş bağlamışlardı. Kureyş kısa bir sürede sonuç alacağını umduğu için kuşatma uzadıkça onlarda da sıkıntı başladı. Bu arada saldırganlar iki önemli teşebbüste bulundular: a) Kabilesinin ileri gelenlerinden Huyey b. Ahtab’ı müslümanlarla antlaşmalı bulunan Benî Kurayza yahudilerine göndererek antlaşmayı bozmaları ve müslümanlara karşı kendileriyle beraber hareket etmeleri konusunda onları ikna ettiler. Birleşmiş düşman kuvvetlerinin sayısı ve donanımına ek olarak bir de bu haberin gelmesi müslümanların moralini hayli bozdu. Müminler çetin bir imtihan geçiriyorlardı. Hz. Peygamber iki birlik göndererek Benî Kurayza mahallesini kuşatma altına aldı. b) Düşmanın ikinci teşebbüsü, başta meşhur savaşçı Amr b. Abdived olmak üzere birkaç süvariyi hendeğin dar bir yerinden karşı tarafa geçirtmek oldu. Amr müslümanlardan, teke tek vuruşmak için er diledi, başkaları cesaret edemeyince Hz. Peygamber, kendi kılıcını kuşattığı ve sarığını sardığı Hz. Ali’yi çıkardı, rakibini küçümseyen Amr onun kılıç darbesiyle can verdi; diğerleri ise içlerinden birini daha kaybetmiş olarak geri çekildiler. Hz. Peygamber, çeşitli tedbirler arasında bir de Gatafân ve Fezâre kabilelerine, o yıl çıkacak Medine hurmasının yarısı karşılığında sulh teklif etmeyi düşündü. Sa‘d b. Muâz, Sa‘d b. Ubâde gibi ensarın ileri gelenleriyle istişare etti. Bunlar, “Onlar müşrik iken satın almadan veya biz ikram etmeden hurmalarımızı yiyemezlerdi; şimdi Allah bizi İslâm’la ve seninle şereflendirdiği halde mi onlara malımızı vereceğiz? Vallahi onlara verebileceğimiz tek şey kılıç darbeleridir, gelsinler bakalım Allah ne gösterecek!” dediler, Peygamberimiz de bu teşebbüsten vazgeçti. Kuşatmanın son günlerinde bir gece, düşman karargâhını altüst eden büyük bir fırtına çıktı, yiyecek ve içecekler zayi oldu, hayvanlar sağa sola kaçıştı. Olup bitenden morali bozulan düşman, yiyecekleri de tükendiği ve haram aylar geldiği için çekilme kararı aldı, hiçbir şey elde edemeden çekilip gittiler. Hendek Savaşı, müslümanların savaş stratejisi bakımından bir dönüm noktası oldu. Artık taarruz sırası onlara gelmişti. İlk iş olarak da kendilerine ihanet eden Benî Kurayza yahudilerinin üzerine yürüdüler (bk. Muhammed Hamîdullah, “Hendek Gazvesi”, DİA, XVII, 194-195; İbn Kesîr, VI, 384 vd.; Kurtubî, XIV, 127 vd.).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 365-366
 

  Hancera حنجر :   Kur'an-ı Kerim'de geçtiği ayetlerde حَناجِر kelimesi, حَنْجَرَ kavramının çoğuludur. Bu da gırtlak kapağı yani yutağın baş kısmının dıştan görünüşüdür. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece 2 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hançer ve hançeredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا

 

Zaman zarfı  اِذْ  önceki ayetteki  اِذْ ’den bedel olup mahallen mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاؤُ۫كُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ فَوْقِ  car mecruru  جَٓاؤُ۫كُمْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ اَسْفَلَ  car mecruru atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسْفَلَ  gayr-ı munsarıf bir isim olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayr-ı munsarıf isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarıf isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayr-ı munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْكُمْ  car mecruru  اَسْفَلَ ye mütealliktir. Zaman zarfı  اِذْ  atıf harfi  وَ ’la öncekine matuftur.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. إِذْ  mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b. إِذْ den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَاغَتِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

زَاغَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir. الْاَبْصَارُ  fail olup lafzen merfûdur. بَلَغَتِ  atıf harfi  وَ ’la زَاغَتِ  fiiline matuftur. 

بَلَغَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. الْقُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur. الْحَنَاجِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَظُنُّونَ  atıf harfi  وَ ’la  بَلَغَتِ  fiiline matuftur. 

تَظُنُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تَظُنُّونَ  fiiline mütealliktir. الظُّنُونَا  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. الظُّنُونَا ’nin sonundaki elif zaiddir.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا

 

Zaman zarfı  اِذْ, önceki ayetteki  اِذْ جَٓاءَتْكُمْ ’deki  اِذْ ’den bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Muzâfun ileyh olan  جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)  

Aynı üslupta gelen  وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman ismi olan  اِذْ ’in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)

وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  cümlesi bedel cümlesine atfedilmiştir ve tafsil (teferruat) cümlesindendir.  الأبْصارُ , القُلُوبُ , الحَناجِرَ  kelimelerinin marifeliği ise ahd içindir. Müslümanların gözleri, kalpleri ve boğazları demektir. Veya bu lam muzafun ileyhlerden ivaz olarak gelmiştir. Bu durumda mana: “Gözleriniz yerlerinden kaydı ve yürekleriniz ağzınıza dayandı” olur. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  cümlesine atfedilmiştir.

وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَظُنُّونَ  şeklinde gelmiş muzari siygada, nimetleri hatırlatarak kınama manasıyla birlikte zanlarına karşı şaşkınlık manası vardır. (Âşûr)

Burada fiilin muzari olarak getirilmesi işaret edilen zanların, sebeplerinin yenilenmesiyle kendilerinin de yenilendiğine işaret eder. Bu durum üzerlerindeki bu belanın müddetinin uzunluğundan kinayedir. (Âşûr)

Mef’ûl olan  الظُّنُونَا  kelimesinin sonundaki elif Ahzab 66. ve 67. ayetteki  ٱلرَّسُولَا۠  ve  ٱلسَّبِیلَا۠’da olduğu gibi fasıla için gelmiş zaid harftir.

الظُّنُونَا  ve benzerlerindeki elif ayet sonlarını kafiyeye benzetmekten dolayı getirilmiştir. Nâfi', İbn Mir ve Ebu Bekir de buralarda vaslı vakıf yerine koymuşlardır (her ikisini de elifle okumuşlardır). Ebu Amr, Hamze ve Yakub ise hiçbir yerde elif ilave etmemişlerdir ki, kıyasa uygun olan da budur. (Beyzâvî)

الظُّنُونا  kelimesi adet bildiren mef’ûlü mutlaktır ve  ظَنٍّ  kelimesinin cemisidir. Elif lam ile marife olması cins içindir. Cemi gelmesi ise bulunabilecek zanların çeşitliliğine delalet etmesi içindir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِاللّٰهِ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri mülabese içindir. (Âşûr)

تَظُنُّونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

الْاَبْصَارُ  -  الْقُلُوبُ  -  الْحَنَاجِرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  اَسْفَلَ  فَوْقِكُمْ  arasında tıbak-ı îcâb vardır.

تَظُنُّونَ  -  الظُّنُونَا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَلَغَتِ  -  تَظُنُّونَ  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

بَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ  [Kalpler, hançerelere ulaştı] cümlesindeki tem­silde mübalağa vardır. Yüce Allah, kalpleri, titreme ve çarpıntı hususunda sanki gırtlaklara ulaşmış gibi tasvir etmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)   

زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  ve  بُلُوغ الْقُلُوب إلى الْحَنَاجِر  ifadelerinde istiâre vardır. وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ  [O vakit gözler kaymıştı] ifadesiyle kastedilen, korkunun geldiği yönlere doğru bakma, kılıç darbelerinden sakınma sâikiyle, bakışların istikametinden sapması ve başka cihetlere kaymasıdır. Yüzün [o yana bu yana] dönmesi, bu dönüşlerin artması ve bakışların [korkudan sağa sola] çevrilmesi, tehlike beklentisi hissine kapılan ve korkan kişinin hallerindendir. 

Yani gözler, hayret ve şaşkınlıktan, yerinden ve doğrultusundan kaymıştı. (Ebüssuûd)

بَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ  [Yürekler boğaza dayanmıştı] ifadesine gelince bununla kastedilen, -Allah alem- korkudan ciğerlerinin şişmesidir. Nitekim korkan ve ürperen kimse hakkında söylenen  إنْتَفَحَ سُحْرُهُ  (ciğeri şişti) söylemi Arapların sözlerindendir.  أ لسُحْرُ  (akciğer ) demektir. Ayette göğüs boşluğunda birbirine komşu ve yakın organlar olmalarından dolayı kalp lafzı ile ciğerden ( ألرءة ) kinaye yapılmıştır. Yine kalpler boğazlara dayanmıştı ifadesinden, korkunun şiddeti ve aşırı üzüntü yüzünden kalplerin yerlerinden oynaması, yataklarından ayrılmasının anlaşılması da caizdir. Artık kalpler yerlerinden oynadığı zaman yükselmek isterler. Onun için kalpler boğazlara dayanmıştı buyurulması güzel düşmüştür. Yine burada kalplerin nefislerinden (ruhlar/canlar) kinaye olması caizdir. Buna göre canların boğazlara ulaşması da korkunun büyüklüğünden ve dehşetin şiddetinden dolayı bedenden çıkmaya yaklaşmaları anlamına gelir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)    

Zira şiddetli korku halinde akciğer şişer ve onun yükselmesiyle yürek de gırtlağa kadar yukarı çıkar. Diğer bir görüşe göre ise hakikatte yürekler, gırtlağa çıkmaz; bu ifade, yürek acısı için bir temsildir. (Ebüssuûd)

Ayette geçen  حَنَاجِرَ  lâfzı  حنجرة  kelimesinin çoğuludur.  حنجرة, boğazın uç noktası (gırtlak) demektir. (Celaleyn Tefsiri)

وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا  Ve siz, Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz” ifadesindeki elif-lâm, daha ileri bir mana ifade etsin diye, “istiğrak-şümûl” manasına olması mümkün olup “Sizler, türlü türlü zanlara başvurdunuz” demektir. Çünkü herkes, büyük bir musibet ve sıkıntı, büyük bir şey esnasında, her türlü zanda bulunabilir. Ayetin bu ifadesiyle onlardan malûm ve makûd olan zanlarının kastedilmiş olması da mümkündür. (Yani elif-lâm “akd” ifade eder). Çünkü müminden alışılagelen ve malum olan şey, Allah hakkında hayır ve güzel zanda bulunmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), “Allah hakkında hüsnü zanda bulunun!” buyurmuştur. Kafirden beklenen ve vaki olan ise onun kötü zanda bulunuşudur. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Bu, o küfredenlerin zannıdır.” (Sad Suresi, 27) ve “Onlar zandan başkasına tabi olmazlar.” (Necm Suresi, 28) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)