وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | zaman |
|
2 | رَأَى | gördükleri |
|
3 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
4 | الْأَحْزَابَ | (düşman) orduları |
|
5 | قَالُوا | dediler |
|
6 | هَٰذَا | bu |
|
7 | مَا |
|
|
8 | وَعَدَنَا | bize va’dettiğidir |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | وَرَسُولُهُ | ve Resulünün |
|
11 | وَصَدَقَ | ve doğrudur |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | وَرَسُولُهُ | ve Resulü |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | زَادَهُمْ | artırmadı |
|
16 | إِلَّا | başka bir şey |
|
17 | إِيمَانًا | imanlarını |
|
18 | وَتَسْلِيمًا | ve teslimiyetlerini |
|
İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler, bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar. Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmeti, şahidi, müjdecisi, davetçisi, ışığı olan Muhammed Mustafa’dır. Onun örnekliği yalnızca Hendek Savaşı’ndaki davranışlarında değil müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: 1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır. 2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir). 3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur (Kurtubî, XIV, 154). Bize göre Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.
Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.
“Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” lafzından, münafıkların da affedilebileceği manası çıkarılabilir; ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir.
وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَ الْمُؤْمِنُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَ fiili mahzuf ى üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْاَحْزَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, هٰذَا مَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَعَدَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
رَسُولُهُ atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ cümlesi atıf harfi و ’la وَعَدَنَا cümlesine matuftur.
صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
رَسُولُهُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
زَادَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. ا۪يمَاناً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَسْل۪يماً atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ
وَ , atıftır. Şart üslubunda gelen ayet haberî manadadır. حين manasında şart anlamı taşıyan لَمَّا , zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ cümlesi, şarttır ve لَمَّا ’nın muzafun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan هٰذَا ile Allah ve rasulünün vaadine işaret edilerek konunun önemi vurgulanmış ve tazim ifade edilmiştir. Ayrıca işaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Haberin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.
وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olmasında mütekellimin kastı, telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَسُولُهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.
Bu cümlelerde zahir isim tekrarlanmak suretiyle itnâb yapılmıştır. Şereflendirme ve yüceltme için yüce isim tekrar edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Allah’a ait zamire muzaf olması resul için şan ve şereftir. Allah ve resulünün tekrarlanışı telezzüz ve muhabbet içindir.
اللّٰهُ - رَسُولُهُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ
Ayetin son cümlesi, makablindeki şart üslubunda gelen haber cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mef’ûl arasındadır.
زَادَهُمْ maksur/sıfat, ا۪يمَاناً maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. O takdirde fail, mef’ûle hasredilmiş olur.
Mef’ûl olan ا۪يمَاناً ve تَسْل۪يماًۜ kelimelerindeki tenvin, kesret ve tazim içindir.
Ayette iki farklı görevdeki مَا ’lar arasında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
رَسُولُ - الْمُؤْمِنُونَ - ا۪يمَاناً - تَسْل۪يماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, münafıkların durumunu anlatınca, müminlerin haline de değinmiştir. Bu da onların, “İşte bu, Allah’ın bizi imtihan edeceği hususundaki bize olan vaadidir” demeleridir. Daha sonra onlar, o münafıkların, “Allah ve Resulü bize bir aldatıştan başka bir şey vaad etmemiştir.” (Ahzab Suresi, 12) şeklindeki sözlerine mukabil, “Allah ve Peygamberi doğru söylemiş” demişlerdir. Müminlerin bu sözleri, o anda meydana gelen hâdise (ve hâdiselere) bir işaret değildir. Çünkü onlar, o şeyler meydana gelmeden önce de Allah’ın doğru söylemiş olduğunu biliyor, buna inanıyorlardı. Binaenaleyh bu söz bir müjdeye işaret olup bu da onların, “İşte bu Allah’ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeyler. Bu vaad aynen vuku buldu. Allah her vaadinde doğrudur. O halde Mekke’nin, Rum’un (Anadolu’nun) ve Fars’ın (İran’ın) fethine dair bütün vaadler de tahakkuk edecektir.” seklindeki sözleridir. Bu, bu işin meydana geleceğine olan imanlarını artırdı, meydana gelince de teslimiyetlerini fazlalaştırdı. (Fahreddin er-Razi)