Ahzâb Sûresi 40. Ayet

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟  ...

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا değildir
2 كَانَ ك و ن
3 مُحَمَّدٌ Muhammed
4 أَبَا babası ا ب و
5 أَحَدٍ birinin ا ح د
6 مِنْ -den
7 رِجَالِكُمْ sizin erkekleriniz- ر ج ل
8 وَلَٰكِنْ fakat
9 رَسُولَ Elçisidir ر س ل
10 اللَّهِ Allah’ın
11 وَخَاتَمَ ve sonuncusudur خ ت م
12 النَّبِيِّينَ peygamberlerin ن ب ا
13 وَكَانَ ve ك و ن
14 اللَّهُ Allah
15 بِكُلِّ her ك ل ل
16 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
17 عَلِيمًا bilendir ع ل م
 
“Bir kimseyi evlât edinmekle onun babası olunmaz” kuralı yerleştirildikten ve eski evlâtlığının boşadığı kadınla Peygamber’in evlenmesi de sağlandıktan sonra bu kural, Hz. Peygamber’in adı anılarak bir daha hatırlatılmakta; münafıkların, Câhiliye âdet ve duygularını canlandırma teşebbüslerine set çekilmektedir.
 
"Benimle benden önceki diğer peygamberlerin durumu mükemmel ve güzel bir ev yapan fakat sadece köşelerinin birinde bir kerpiçlik yeri boş bırakan bir adama benzer. Halk, evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve o eksikliği görüp  'Bu boşluğa bir kerpiç konulmayacak mı?' der. İşte ben bu kerpiçim, ben peygamberlerin sonuncusuyum."
(Buhârî, Menakıb 18)

“Benden evvel hiç kimseye verilmeyen beş şey (hep birden) bana ihsân edildi:
1-Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmakla yardım edildim.
2-Yeryüzü bana namazgâh ve temizlik vâsıtası kılındı. Onun için ümmetimden birine namaz vakti nerede gelirse hemen oracıkta namazını kılıversin!
3-Ganimetler bana helâl kılındı. Hâlbuki benden evvel kimseye helâl edilmemiştir.
4-Bana şefâat verildi.
5-Benden evvel her Nebî, husûsî olarak kendi kavmine gönderilirken ben umûmî olarak bütün insanlığa gönderildim.”
 (Buhârî, Teyemmüm, 1)
 

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ 

 

İsim cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. مُحَمَّدٌ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. 

اَبَٓا  kelimesi, harfle îrab olan beş isimden biri,  كَانَ ’nin haberi olarak nasb alameti eliftir. اَحَدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ رِجَالِ  car mecruru  اَحَدٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir. İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَسُولَ  kelimesi  اَبَٓا ’ya matuftur. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  خَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

النَّبِيّ۪نَ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

 

وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟

 

وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. 

بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يماً۟ ’e mütealliktir. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَل۪يماً۟  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

عَل۪يماً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mukadder sorunun cevabıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا كَانُ li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79) 

اَبَٓا اَحَدٍ  izafeti, كَانَ ’nin haberidir.  اَبَٓا  beş isimden biri olduğu için elif’le nasb olmuştur.

اَحَدٍ ’deki tenvin herhangi bir anlamında adet ifade eder.

مِنْ رِجَالِكُمْ  car-mecruru,  اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ  cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. 

رِجَالِ  ifadesinin muhatab zamirine izafeti ve elif-lam ile marife yapılmasından kaçınılması, sözü hata ve kabalığa vardıran bir biçime getirecek şekilde Zeynep annemizin evliliği olayına dalanlara hitabı yöneltme kastıyladır. (Âşûr)

لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)

رَسُولَ  kelimesi, اَبَٓا ’ya matuftur.

رَسُولَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzaf olması Resulün şanı içindir.

Ayetteki uslubdan umum anlaşılmaktadır. اَحَدٍ  kelimesi nefy siyakında nekra olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekra, umuma dalalet eder ve tekid ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

رَسُولَ - النَّبِيّ۪نَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَسُولَ اللّٰهِ , merfû olarak  رَسُولُ اللّٰهِ  şeklinde de okunmuştur ki bu durumda mahzûf mübtedanın haberi olur.  لٰكِنْ ’de şedde ile okunmuştur ki haberi hazf edilmiş olur. Yani  لَكِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ مَنْ عَرَفْتُمْ  şeklinde olup ancak Allah'ın Resulü bildiğiniz kimsedir ve bildiğiniz gibi erkek evladı yaşamamıştır demektir. (Peygamberlerin sonuncusudur, onları mühürlemiştir). (Beyzâvî) 

Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimede gelen izâfetler daha fazla mana ifade eder. İlk izafet olan  اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ  ibaresinde tahsis manası varken, ikinci cümledeki izafetler  رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ  tazim ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ  [Ve peygamberlerin sonuncusudur.] İsa’nın (a.s.) Hz. Peygamberden sonra inmesi, onun peygamberlerin sonuncusu olmasına ters düşmez. Çünkü Hz. Peygamberin peygamberlerin sonuncusu olmasının anlamı, kendisinden sonra hiç kimsenin peygamber olmamasıdır. Halbuki İsa (a.s.), O’ndan önce peygamber olanlardan biridir. İndiği zaman ise Resulüm Muhammed’in (s.a.) şeriatına bağlı, tıpkı O’nun ümmetinden biri gibi kıblesine yönelip namaz kılan bir kimliğe sahip olarak iner. Ona ne vahiy gelir ne de hüküm verilir. Doğrusu o, Resulüllah'ın temsilcisi olur. (Ruhu’l  Beyan, Keşşâf)

خَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ  sıfatının  رَسُولَ اللّٰهِ  sıfatına atfedilmesi, O’nun makamının kemalatına ve yüksekliğine atıf içindir. Burada O’nun Allah’ın takdir ettiği bir hikmet olarak erkeklerden hiçbirinin babası olmamasına bir işaret vardır ve bu takdirden murad edilen, kendisinin en az önceki Resuller kadar faziletli veya onların en faziletlisi olduğudur. (Âşûr)


 وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟

 

Ayetin son cümlesi, …مَا كَانَ مُحَمَّدٌ  cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.                                                                                                                                       كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِكُلِّ شَيْءٍ  amili olan  عَل۪يماً۟ ’e takdim edilmiştir.

كَانَ ’nin haberi olan عَل۪يماً۟, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Cümlede car mecrurun amiline takdimi hiçbir şeyin istisna olmadığına tenbih içindir.

Allah isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)