Sebe' Sûresi 16. Ayet

فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ  ...

Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَعْرَضُوا ama yüz çevirdiler ع ر ض
2 فَأَرْسَلْنَا bu yüzden gönderdik ر س ل
3 عَلَيْهِمْ üzerlerine
4 سَيْلَ selini س ي ل
5 الْعَرِمِ Arim ع ر م
6 وَبَدَّلْنَاهُمْ ve çevirdik ب د ل
7 بِجَنَّتَيْهِمْ onların iki bahçesini ج ن ن
8 جَنَّتَيْنِ iki bahçeye ج ن ن
9 ذَوَاتَيْ bulunan
10 أُكُلٍ yemişli ا ك ل
11 خَمْطٍ buruk خ م ط
12 وَأَثْلٍ ve acı meyvalı ا ث ل
13 وَشَيْءٍ ve içinde ش ي ا
14 مِنْ
15 سِدْرٍ sedir ağacı س د ر
16 قَلِيلٍ biraz ق ل ل
 

فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْرَضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

سَيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْعَرِمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَدَّلْنَا  sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِجَنَّتَيْهِمْ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَنَّتَيْنِ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  يْ dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.  ذَوَاتَيْ  kelimesi  جَنَّتَيْنِ nin sıfatı olup nasb alameti  ى dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

اُكُلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  خَمْطٍ  kelimesi  اُكُلٍ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  اَثْلٍ  ve  شَيْءٍ  atıf harfi  و la makabline matuftur. 

مِنْ سِدْرٍ  car mecruru  شَيْءٍ in mahzuf sıfatına mütealliktir.  قَل۪يلٍ  kelimesi  شَيْءٍ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرَضُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 

فَاَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

وَبَدَّلْنَاهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ

 

فَ , atıf harfidir.  فَاَعْرَضُوا  cümlesi, mukadder söze matuftur. İki ayet arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ  ve  وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ  cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle …فَاَعْرَضُوا  cümlesine atfedilmiştir.

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ  cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , selin onlara ait olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  سَيْلَ الْعَرِمِ ’ye takdim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

اَرْسَلْنَا  ve  بَدَّلْنَاهُمْ  fiillerinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

بِجَنَّتَيْهِمْ - جَنَّتَيْنِ  kelimeleriyle ifade edilen iki cennet farklıdır. Bu kelimeler arasında tam cinas ıtnâb, müşâkele ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جَنَّتَيْنِ  için sıfat olan  ذَوَاتَيْ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  ذَوَاتَيْ ’nin muzâfun ileyhi  اُكُلٍ  ve ona matuf olan

اَثْلٍ - شَيْءٍ  kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.

خَمْطٍ - اَثْلٍ - سِدْرٍ - جَنَّتَيْنِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْ سِدْرٍ  car mecruru,  شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ :  Bu kuru bahçelerde  اَثْلٍ  ve سِدْرٍ  ağaçları gibi meyvelerinden faydalanıl­mayan bazı ağaçlar da vardı. Râzî şöyle der: Yüce Allah onların üzerine mallarını alıp götüren, evlerini harap eden bir sel gönderdi. Dikenli ve meyvesi acı olan her çeşit ağaca  خَمْطٍ  denir.  اَثْلٍ  ise tarfâ türünden bir ağaçtır. Sadece bazı zamanlarda meyve verir. Üzerinde tadı ve özelliği bakımından meşe palamutuna benzer veya ondan daha küçük bir meyve bu­lunur. سِدْرٍ  ise bilinen bir ağaçtır. Ayette Yüce Allah سِدْرٍ  için  قَل۪يلٍ /az tabiri­ni kullandı. Zira o, Arapların en değerli ağaçlarındandır. Yüce Allah bu ayetle, bahçelerin hangi yolla harap edildiğini açıkladı. İçinde bakım ya­pan insanların bulunduğu bahçelerde, bu bakım sebebiyle güzel meyveler olur. Bu bahçeler yıllarca bakımsız kalırsa, orman ve çalılık haline gelir. Ağaçlar birbirine dolaşır, zararlı bitkiler yetişir. Meyveler azalıp ağaçlar çoğalır. Tefsirciler şöyle der: Harap edilen bahçelerin yerine onlara verilenlere de bahçe denilmesi bir nevi alaydır. Çünkü اَثْلٍ  , سِدْرٍ  ve dikenli acı meyveli ağaçların bulunduğu yere bahçe denmez. Bunlar hemen hemen hiç faydalanılmayan ağaçlardır. Bu yerlere, müşâkele yoluyla bahçe denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

Bedel olarak gelen ve gerçekte adına bahçe denmeyecek bir azap halini ifade eden ikinci  جَنَّتَيْنِ  lafzının kullanılması, müşâkele üslubu gereği olup bununla “alay etme” kastedilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâd, c. VII, s. 128) 

Müşâkele; bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunması ve ona yakınlığı (musâhabet) alakası nedeniyle gerçek anlamı dışında kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Bu ayette cennetin cennetle değiştirilmesinden bahsedilmektedir. Fakat ikincisi ceza niteliği taşımakta ve bu ifadenin seyri içerisinde açığa çıkmaktadır.  Ayetteki  بَدَّلْنَا  kelimesinden Allah’ın onlara günahlarının karşılığı olarak zevk aldıkları şeylerde zorluk çıkardığı ve bunun bir َbedîlun seyyie olduğu anlaşılıyor ki bu da onların zevk aldıkları şeydeki zevki yok eden bir şeyle karşılaşmalarıdır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bir görüşe göre ise  الْعَرِمِ , taş yığını demektir. Bir diğer görüşe göre ise suyun önünü kesen engellerdir. Başka bir görüşe göre ise  الْعَرِمِ , suyun önüne bina edilen settir. Bir görüşe göre de Kraliçe Belkıs'ın, iki dağ arasında kayalar ve ziftle bina edip akar sular ile yağmur sularını baraj gölü haline getiren ve sulamaları için ihtiyaç duydukları delikleri de olan muhkem bir set idi.

Bir görüşe göre ise  الْعَرِمِ , köstebek fareleridir ki Allah, o fareleri onlara musallat kıldı ve bu köstebekler, o seti deldiler de memleketleri sular altında kaldı. Bir diğer görüşe göre ise Arim, bir vadinin adıdır.

Derler ki bu olay, Hz. isa ile Peygamberimiz arasındaki fetret döneminde olmuştur. (Ebüssuûd)

Ayet-i kerimede fiilin  عَلى ile müteaddi oluşu intikam için gönderilmesi sebebiyledir. Çünkü sel suyu bir setle bir yerde tutulur, sulamak için bir miktar su bahçelerine gönderilirdi. Tevhid çağrısından sonra Allah'ı inkâr ettiklerinde Allah, onlara bir azap nasip etti ve barajın içindeki sular fışkırdı. Bu onlar için bir tehlikeydi. Sonra bunu yağmur ülkesine göre kuraklık ve ihtiyaç olduğu zamanda su bulunmaması takip etti ki bu onların yüz çevirmeleri ve şirk koşmaları için bir cezadır. (Âşûr)