Sebe' Sûresi 18. Ayet

وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ  ...

Sebe’ halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş-gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık) ve onlara da şöyle dedik: “Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَا ve var ettik ج ع ل
2 بَيْنَهُمْ onların arasında ب ي ن
3 وَبَيْنَ ve arasında ب ي ن
4 الْقُرَى kentler ق ر ي
5 الَّتِي
6 بَارَكْنَا bereketlendirdiğimiz ب ر ك
7 فِيهَا içinde
8 قُرًى kentler ق ر ي
9 ظَاهِرَةً açıkça görünen ظ ه ر
10 وَقَدَّرْنَا ve takdir ettik ق د ر
11 فِيهَا bunlar arasında
12 السَّيْرَ yürümeyi س ي ر
13 سِيرُوا yürüyün س ي ر
14 فِيهَا oralarda
15 لَيَالِيَ geceleri ل ي ل
16 وَأَيَّامًا ve gündüzleri ي و م
17 امِنِينَ güven içinde ا م ن
 

Allah Teâlâ’nın Sebeliler’e lutfu sadece çekici güzelliklere sahip bir ülke nasip etmekle sınırlı değildi; yukarıda açıklandığı üzere bulundukları yer ile Suriye-Filistin bölgesi arasında güvenli bir yol güzergâhının ve çok sık yerleşim yerlerinin oluşmasına, seyahat ve ticaretin nimetlerinden yararlanmalarına imkân sağlanmıştı. Onlar ise bu nimetlerin değerini bilemediler, şımarıklık edip Allah’a isyan yolunu tercih ettiler. 

18. âyetin “bereketli kıldığımız” şeklinde çevrilen kısmı hemen bütün müfessirlerce Şam bölgesi olarak gösterilmiştir (Taberî, XXII, 83; Zemahşerî, III, 256; İbn Atıyye, IV, 415); bazıları özel olarak Kudüs’ü zikrederler (Taberî, XXII, 84). Bunu “mübarek, kutlu kıldığımız” şeklinde çevirmek de mümkündür. “Belde” ve “yerleşim yeri” anlamlarını verdiğimiz karye kelimesi Arapça’da şehirler ve yer zikredilip oturanlar kastedilmek suretiyle küçük topluluklar için kullanılır (İbn Atıyye, IV, 415). 15-17. âyetlerin tefsirinde belirtilen güzergâhta büyüklü küçüklü çok sayıda yerleşim yeri bulunuyordu (yukarıda sayılanlardan başka aradaki diğer yerleşim yerlerinin isimleri için bk. Adolf Grohmann, “Mârib [Ma’rib]”, İA, VII, 322). “Birbirini gören” anlamını verdiğimiz zâhiraten kelimesinin yorumları şöyle özetlenebilir: Şam’a kadar uzanan yol üzerinde peş peşe gelen yerleşim yerleri (Taberî, XXII, 84); birbirinin görüş mesafesinde; yolcuların kolay görebileceği tarzda yani yol güzergâhı üzerinde (Zemahşerî, III, 256). 

“Bunlar arasında seyahati uygun konaklara ayırmış olduk” şeklinde tercüme edilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: Bir yerleşim yerinden diğerine muayyen, mâkul, kolay varılabilir mesafeler vardı, meselâ yarım günde varılabiliyordu (Râzî, XXV, 252; Şevkânî, IV, 368); birinden yola çıkan kimse azık ve su taşımadan, açıkta yatmadan ve tehlike görmeden diğerine ulaşabilirdi (Taberî, XXII, 84-85; Zemahşerî, III, 256). Muhtemelen mola verilen her durakta yolcular için hazırlanmış binalar ve kuyular vardı, yeterli mal ve hizmet üretimi sağlanıyordu ve bu sistemin yürümesi için belirli görevliler vardı. Bu, çevredekilerin oralara gelip yolcu kafileleriyle temas etmesini cazip kılmaktaydı (İbn Âşûr, XXII, 174). 

“Oralarda geceleri, gündüzleri güven içinde seyahat edin” şeklinde çevirdiğimiz cümlede yer alan “geceleri, gündüzleri” kaydı ile ilgili başlıca izahlar şunlardır: İster gece ister gündüz seyahat edin, güvenlik durumu vakitten vakte farklılık göstermez veya geceler ve gündüzler boyu seyahat etseniz güvenlik sorunuyla karşılaşmazsınız (Zemahşerî, III, 256); bir yoruma göre ise burada yerleşim yerlerinin sıklığına işaret edilmektedir (Râzî, XXV, 252). Kur’an-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında, seyahat etme, değişik toplumların kültür ve medeniyetlerine muttali olma, bilgi ve fikir alışverişinde bulunmanın önemini gösteren birçok delil vardır. Bu arada güvenlik içinde seyahat edebilmenin ne büyük nimet olduğuna göndermeler yapılmıştır (bu konuda bk. Kureyş 106/1-4). Bu sebeple tefsirlerdeki ortak kanaat dikkate alınarak âyette lafzan yer almayan “güven içinde” kaydı meâle eklenmiştir. 

Müfessirlerin 19. âyette geçen ve “Rabbimiz! Konak yerlerimizin arasını uzaklaştır” şeklinde tercüme edilen cümlenin anlamı ile ilgili belli başlı açıklamaları şunlardır: a) Rahatlık battı, şımardılar; b) Benî İsrail’in iyiyi kötüyle değiştirmek istemesi (bk. Bakara 2/61) gibi davrandılar; c) “Bahçelerimiz bulunduğu yerlerden daha uzak mesafelerde olsaydı istek ve iştahımızı arttırırdı” dediler; d) Şam bölgesi ile aralarında çöller bulunmasını temenni ettiler ve uzun yol hazırlıkları yaparak seyahat etme özlemini dile getirdiler (Taberî, XXII, 85-86; Zemahşerî, III, 257; Şevkânî, IV, 369). Bu sözleri, kendilerine öğüt veren peygamberlere veya iyi kişilere karşı söylemiş olmaları muhtemeldir (İbn Âşûr, XXII, 176). Fakat onlar bu tavrı sözle değil, lisân-ı halleriyle yani davranışlarıyla da ortaya koymuş olabilirler (Râzî, XXV, 252). Bir okuyuşa göre “rabbimiz” kelimesi öznedir ve cümle, “Rabbimiz aramızdaki mesafeleri uzattı” anlamına gelmektedir, bunun yorumu ise şöyledir: Nimetler bol ve refah düzeyi yüksek olduğundan, kısacık mesafeler olmasına rağmen uzunluktan şikâyet ediyorlar, şımarıklık edip “Rabbimiz aramızdaki mesafeleri uzattı” diyerek sahte bir hüzün izhar ediyorlardı (Zemahşerî, III, 257; Şevkânî, IV, 369). Muhammed Esed bu kıraatin daha uygun olduğunu savunurken şöyle bir açıklama yapmaktadır: “Çünkü (Zemahşerî’nin de işaret ettiği gibi), Sebe halkının devletlerinin yıkılmasından, nüfusun büyük kısmının sürgüne gönderilmesinden ve neticede (büyük kervan yolları üzerindeki) birçok köy ve kasabanın terkedilmesinden duydukları gecikmiş üzüntü ve pişmanlığı dile getirmektedir” (II, 876). Oysa bu yorumun kaynağı olarak gösterdiği Zemahşerî’nin açıklaması böyle değil, yukarıda belirttiğimiz şekildedir.

Âyetin “Onları ibret kıssaları haline getirdik” şeklinde çevrilen kısmı için “efsaneye, halk masallarına çevirdik” şeklinde tercümeler de yapılmıştır. Burada Sebeliler’in başına gelenler, özellikle onların parçalanmışlıklarıyla ilgili olarak Arapça’da meşhur olmuş özdeyişlere atıf yapıldığı (bk. Taberî, XXII, 86; İbn Atıyye, IV, 415; Zemahşerî, III, 257), ibret ve öğüt alınacak kıssalar haline getirildiklerinin vurgulandığı ya da o saltanatın yerinde yeller estiğine, onlardan geriye ancak öykülerin kaldığına bir telmihin bulunduğu (İbn Âşûr, XXII, 177-178) söylenebilir. Tarihî verilerden, “Darmadağın ettik” diye tercüme edilen cümle ile, büyük sel felâketini takiben Güney Arabistan sakinlerinin özellikle Arabistan’ın içlerine ve kuzey bölgelerine göç etmelerinin, kabilelerin bölünüp birbirlerine iltihak etmek zorunda kalmalarının kastedildiği anlaşılmaktadır (Zemahşerî, III, 257). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 428-431
 

وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمْ  zaman zarfı,  جَعَلْنَا ’nın ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بَيْنَ  zaman zarfı atıf harfi و ’la makabline matuftur.  الْقُرَى  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  الْقُرَى ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  بَارَكْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَارَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا car mecruru  بَارَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

قُرًى  mef’ûlun bih olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur.  ظَاهِرَةً  kelimesi  قُرًى ’nın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  قَدَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  قَدَّرْنَا  fiiline mütealliktir. السَّيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ظَاهِرَةً  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظهر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدَّرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  س۪يرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  س۪يرُوا  fiiline mütealliktir.  لَيَالِيَ  zaman zarfı,  س۪يرُوا  fiiline mütealliktir.

اَيَّاماً  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  اٰمِن۪ينَ  hal olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمِن۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  امن  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ 

 

Önceki ayetteki …وَهَلْ نُجَاز۪ٓي  cümlesine  وَ ’la atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَيْنَهُمْ  zarfı,  جَعَلْنَا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. İkinci zarf  بَيْنَ الْقُرَى , tezâyüf nedeniyle, birinciye atfedilmiştir.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûlu,  الْقُرَى ’nın sıfatı konumundadır. Sılası olan  بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan  قُرًى ’ya takdim edilmiştir.

قُرًى  için sıfat olan  ظَاهِرَةً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

قَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَ  cümlesi …جَعَلْنَا  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan السَّيْرَۜ ’ya takdim edilmiştir.

Cümlelerde fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

بَيْنَ  ve  الْقُرَى  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

‘Görünür’ manasındaki  ظاهِرَةً  kelimesi, şehirlerin bolluğundan kinayedir. (Âşûr)


س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ

 

Fasılla gelen cümle, takdiri  قلنا  (Dedik) olan, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha anlamında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

اٰمِن۪ينَ  kelimesi,  س۪يرُوا  fiilinin failinden haldir.

س۪يرُوا - السَّيْرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَيَالِيَ - وَاَيَّاماً  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

لَيَالِيَ - وَاَيَّاماً  kelimelerindeki tenvinle onların seyehatlerinin kısalığına delalet eder. (https://tafsir.app/m-mawdou/34/15, Mahmud Sâfî)

فِيها daki zamir القُرى ya aittir. Zarfiye harfinde meknî istiare vardır. Köyler çok yakın olduğu için zarfa benzetilmiş ve müşebbehün bih hazf edilmiş, zarfiye harfiyle işaret edilmiştir. Mana  سِيرُوا بَيْنَها (aralarında dolaşın) şeklindedir. (Âşûr)