قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | ادْعُوا | çağırın |
|
3 | الَّذِينَ | şeyleri |
|
4 | زَعَمْتُمْ | (tanrı) sandığınız |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | لَا | değillerdir |
|
9 | يَمْلِكُونَ | bir şeye sahip |
|
10 | مِثْقَالَ | ağırlığınca |
|
11 | ذَرَّةٍ | zerre |
|
12 | فِي |
|
|
13 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
14 | وَلَا | ve değiller |
|
15 | فِي |
|
|
16 | الْأَرْضِ | yerde |
|
17 | وَمَا | ve yoktur |
|
18 | لَهُمْ | onların |
|
19 | فِيهِمَا | bu ikisinde |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | شِرْكٍ | ortaklıkları |
|
22 | وَمَا | ve yoktur |
|
23 | لَهُ | O’nun |
|
24 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
25 | مِنْ | hiçbir |
|
26 | ظَهِيرٍ | yardımcısı |
|
Önceki âyetlerde verilen örneklerden ve yapılan uyarılardan çıkarılması gereken sonuca geçilmekte ve şirkin her türünün yanlışlığı üzerinde durulmaktadır. 23. âyette canlandırılan sahne ve “sonunda kalplerinden korku giderilince” şeklinde tercüme edilen kısım ile ilgili olarak değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre âyetin mânası şudur: Nihayet âhirette müşriklerin kalplerinden korku giderildiğinde melekler onlara sorar: “Dünyadayken rabbiniz size ne demişti?” Onlar: “Hak olanı buyurdu” derler ve ikrarın fayda sağlamadığı bir vakitte gerçeği ikrar ederler (Şevkânî, IV, 372). Bazılarına göre burada sözü edilen korku ölüm esnasındaki korkudur. Ölüm sırasında Allah kalplerden korkuyu giderir, herkes Allah’ın bildirdiklerinin hak olduğunu itiraf eder; bu, önceden aynı şeyi söylemekte olana fayda, aksini söylemekte olana ise zarar verir; her ikisinin ruhu önceki inanç ve ikrarına göre kabzedilir (Râzî, XXV, 255). İbn Atıyye bu ifadenin açıklamasıyla ilgili hadislerden hareketle burada meleklerin kastedildiğini savunur. Bu yoruma göre melekler Cebrâil’e vahiy verildiğini duyduklarında dehşete kapılırlar ve korkuları zâil olduğunda aralarında âyetteki konuşma cereyan eder (IV, 418). Birçok müfessir de şu açıklamayı yapmıştır: Âyetten, âhirette gerek başkalarına şefaatçi yapılma gerekse şefaate nail olma umudu taşıyanların bir endişe ve heyecan dönemi yaşayacaklarına ve uzun bir bekleyişten sonra iznin verileceğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. İzin çıktığı belli olduğunda korkuları zâil olur, birbirlerini müjdelemeye başlarlar, “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar... (Zemahşerî, III, 258). Değişik görüşleri nakleden Taberî’nin –konuyla ilgili rivayetler ışığında– yaptığı tercih şudur: Allah katında ancak O’nun şefaatine izin verdiklerinin şefaati fayda sağlar, Allah’ın kendisine bu yönde müsaade verdiğini duyan kişi büyük bir heyecan duyar, nihayet bu heyecan yatıştığında “Rabbiniz ne buyurdu?” diye meleklere sorar... (XXII, 89-93; diğer yorumlar için bk. Râzî, XXV, 255; Şevkânî, IV, 372; şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255).
24. âyette geçen ve “O halde biz veya siz, iki taraftan biri ya doğru yoldadır yahut açık bir sapkınlık içindedir” şeklinde tercüme edilen cümleyle ilgili yorumlarda ağırlıklı olarak, üstün bir ifade biçimiyle ve münazara (cedel) kuralları içinde muhatapların iddialarının reddedildiği belirtilir (bk. Taberî, XXII, 94-95; Zemahşerî, III, 259; buradaki edebî sanatlar için bk. İbn Âşûr, XXII, 192-193). Râzî ise konuya farklı bir açıdan bakarak şu yorumu yapar: Yüce Allah resûlüne ve müminlere münazara âdâbı ve fikrî tartışmaların verimliliği açısından önemli bir metodu hatırlatıyor. Tartışan kişi karşı tarafın hatalı olduğunu peşinen ifade ederek başlarsa bu tartışmadan verim alınmaz; halbuki önce iki taraftan birinin hatalı olabileceğinin kabulü, taassubun atılmasına ve tarafların fikirlerini samimi olarak gözden geçirmelerine imkân sağlar (XXV, 257).
26. âyette geçen ve sözlükte “açar” anlamına gelen yeftehu fiili bu bağlamda “Hak üzere yargılar ve hüküm verir” demektir (İbn Atıyye, IV, 420; Şevkânî, IV, 372). Bu sebeple meâlde gerek bu fiile gerekse aynı kökten türeyen fettâh kelimesine buna uygun bir anlam verilmiştir.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli ادْعُوا ’dur. قُل fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası زَعَمْتُمْ ’dur.
زَعَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru زَعَمْتُمْ fiiline mütealliktir. اللّٰهِۚ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَمْلِكُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِثْقَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir.
وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهِمَا car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ zaiddir. شِرْكٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ zaiddir. ظَه۪يرٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …ادْعُوا الَّذ۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehaddi (meydan okuma, aciz bırakma) anlamındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur'an, c. 8, s. 723)
Ayetin başında bu emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (sav) قُلِ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلِ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ (Allah'ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın, de) şeklindeki emir, işitmeyen ve hissetmeyen cansız varlıkları çağırın diye emretmekle acze düşürmeyi ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Şayet زَعَمْ ’nin mef‘ûlleri nerede? dersen şöyle derim: Bu kelimenin iki mef‘ûlünden biri ism-i mevsûle raci olan mahzuf zamirdir. İkinci mef‘ûl ise مِنْ دُونِ veya لَا يَمْلِكُونَ ’dir ya da mahzuftur. Birincisi olamaz; çünkü هُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ , doğru bir cümle olmaz. İkincisi de olamaz; çünkü onlar öyle iddia etmiyorlardı. Dolayısıyla, kendi aleyhlerine delil mahiyetindeki ve söylemeleri halinde hakikati ve tevhidi söylemiş olacakları bir ifadeyi söylemiş olmaları söz konusu olamaz. O halde ikinci mef‘ûl زَعَمْتُمْ آلهة مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ (Allah’tan başka ilâh diye iddia ettiğiniz) şeklinde takdir edilen mahzuf bir kelimedir. İbarede اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً [Allah’ın peygamber gönderdiği bu muymuş?! (Furkan Suresi, 41)] ayetinde olduğu gibi ism-i mevsûl ile sılanın arasının uzun olması sebebiyle gerekli hale gelen ism-i mevsûle raci zamir hazf edilmiştir. Ardından آلهة de hazf edilmiştir; çünkü bu kelime مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ sıfatıyla mevsûftur ve anlaşılabilir bir durumsa mevsûfun hazf edilip sıfatın onun yerine geçirilmesi mümkündür. Dolayısıyla, زَعَمْتُمْ ’un iki mef‘ûlü de farklı iki sebepten dolayı hazf edilmiştir. (Keşşâf)
Bu ayette müşriklere, işitemeyen cansız varlıklara yalvarmaları emredilmek sureti ile taciz (aciz bırakma) anlamı vardır. Yani “Ey Peygamber! Şu Kureyş müşriklerine de ki şu putlar gibi ilâh olduğunu iddia ettiğiniz ve Allah’tan başka taptığınız şeyleri çağırın da sizden kıtlık senesinde başınıza gelen sıkıntıyı gidersinler veya size bir menfaat temin etsinler. Hiç şüphe yok ki ilah olduğu iddia edilen bu sözde tanrılar göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şeye dahi güç yetiremezler. Onların herhangi bir iyiliğe ya da kötülüğe de güçleri yoktur.” Râzî, bu ifadelerin tehekküm üslubu ile söylendiğini ifade etmektedir. Ebu Hayyân da bu emrin taciz ve muhataplarına hüccet ikame etmek için olduğunu, Âlûsî ise emrin tevbih (azarlama) ve taciz için olduğunu söyler ve her ikisi de bu Ayetin “Kureyş’e kıtlık isabet ettiği bir esnada nazil olduğu rivayet edilmiştir” demektedirler. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ذَرَّةٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
لَا , nefy harfinin cümlede tekrarı tekid ifade eder.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ikisinin zikredilmesi örfen genelliği ifade etmelerindendir. (Beyzâvî)
Burada göklerin ve yerin zikredilmesi, insanların örfünde genellik ifade ettiği içindir. Yahut onların batıl ilâhlarının bir kısmı melekler ve yıldızlar gibi semavîdir, bir kısmı da putlar gibi yerdedir. Yahut hayır ve şerrin yalan sebepleri gökler ve yer ile alakalıdır. (Ebüssuûd)
وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
Bu cümle, … لَا يَمْلِكُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan مِنْ شِرْكٍ ’deki مِنْ zaiddir.
ف۪يهِمَا car mecruru مِنْ شِرْكٍ ’in mahzuf haline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müsnedün ileyh olan شِرْكٍ ve ظَه۪يرٍ kelimelerinin nekre gelişi, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimelere ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)