Sebe' Sûresi 23. Ayet

وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  ...

Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَنْفَعُ fayda vermez ن ف ع
3 الشَّفَاعَةُ şefa’ati ش ف ع
4 عِنْدَهُ O’nun huzurunda ع ن د
5 إِلَّا başkasının
6 لِمَنْ kimselerden
7 أَذِنَ izin verdiği ا ذ ن
8 لَهُ O’nun
9 حَتَّىٰ nihayet
10 إِذَا ne zaman ki
11 فُزِّعَ korku giderildi ف ز ع
12 عَنْ -nden
13 قُلُوبِهِمْ onların yürekleri- ق ل ب
14 قَالُوا derler ki ق و ل
15 مَاذَا ne?
16 قَالَ buyurdu ق و ل
17 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
18 قَالُوا derler ق و ل
19 الْحَقَّ "hakkı" ح ق ق
20 وَهُوَ ve O
21 الْعَلِيُّ yücedir ع ل و
22 الْكَبِيرُ büyüktür ك ب ر
 

Önceki âyetlerde verilen örneklerden ve yapılan uyarılardan çıkarılması gereken sonuca geçilmekte ve şirkin her türünün yanlışlığı üzerinde durulmaktadır. 23. âyette canlandırılan sahne ve “sonunda kalplerinden korku giderilince” şeklinde tercüme edilen kısım ile ilgili olarak değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre âyetin mânası şudur: Nihayet âhirette müşriklerin kalplerinden korku giderildiğinde melekler onlara sorar: “Dünyadayken rabbiniz size ne demişti?” Onlar: “Hak olanı buyurdu” derler ve ikrarın fayda sağlamadığı bir vakitte gerçeği ikrar ederler (Şevkânî, IV, 372). Bazılarına göre burada sözü edilen korku ölüm esnasındaki korkudur. Ölüm sırasında Allah kalplerden korkuyu giderir, herkes Allah’ın bildirdiklerinin hak olduğunu itiraf eder; bu, önceden aynı şeyi söylemekte olana fayda, aksini söylemekte olana ise zarar verir; her ikisinin ruhu önceki inanç ve ikrarına göre kabzedilir (Râzî, XXV, 255). İbn Atıyye bu ifadenin açıklamasıyla ilgili hadislerden hareketle burada meleklerin kastedildiğini savunur. Bu yoruma göre melekler Cebrâil’e vahiy verildiğini duyduklarında dehşete kapılırlar ve korkuları zâil olduğunda aralarında âyetteki konuşma cereyan eder (IV, 418). Birçok müfessir de şu açıklamayı yapmıştır: Âyetten, âhirette gerek başkalarına şefaatçi yapılma gerekse şefaate nail olma umudu taşıyanların bir endişe ve heyecan dönemi yaşayacaklarına ve uzun bir bekleyişten sonra iznin verileceğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. İzin çıktığı belli olduğunda korkuları zâil olur, birbirlerini müjdelemeye başlarlar, “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar... (Zemahşerî, III, 258). Değişik görüşleri nakleden Taberî’nin –konuyla ilgili rivayetler ışığında– yaptığı tercih şudur: Allah katında ancak O’nun şefaatine izin verdiklerinin şefaati fayda sağlar, Allah’ın kendisine bu yönde müsaade verdiğini duyan kişi büyük bir heyecan duyar, nihayet bu heyecan yatıştığında “Rabbiniz ne buyurdu?” diye meleklere sorar... (XXII, 89-93; diğer yorumlar için bk. Râzî, XXV, 255; Şevkânî, IV, 372; şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255).

24. âyette geçen ve “O halde biz veya siz, iki taraftan biri ya doğru yol­dadır yahut açık bir sapkınlık içindedir” şeklinde tercüme edilen cümleyle ilgili yorumlarda ağırlıklı olarak, üstün bir ifade biçimiyle ve münazara (cedel) kuralları içinde muhatapların iddialarının reddedildiği belirtilir (bk. Taberî, XXII, 94-95; Zemahşerî, III, 259; buradaki edebî sanatlar için bk. İbn Âşûr, XXII, 192-193). Râzî ise konuya farklı bir açıdan bakarak şu yorumu yapar: Yüce Allah resûlüne ve müminlere münazara âdâbı ve fikrî tartışmaların verimliliği açısından önemli bir metodu hatırlatıyor. Tartışan kişi karşı tarafın hatalı olduğunu peşinen ifade ederek başlarsa bu tartışmadan verim alınmaz; halbuki önce iki taraftan birinin hatalı olabileceğinin kabulü, taassubun atılmasına ve tarafların fikirlerini samimi olarak gözden geçirmelerine imkân sağlar (XXV, 257).

26. âyette geçen ve sözlükte “açar” anlamına gelen yeftehu fiili bu bağlamda “Hak üzere yargılar ve hüküm verir” demektir (İbn Atıyye, IV, 420; Şevkânî, IV, 372). Bu sebeple meâlde gerek bu fiile gerekse aynı kökten türeyen fettâh kelimesine buna uygun bir anlam verilmiştir.

 

وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ 


Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki  لَا يَمْلِكُونَ ’ye matuftur.

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَنْفَعُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الشَّفَاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

عِنْدَهُٓ  zaman zarfı,  تَنْفَعُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü  لِ  harf-i ceriyle  الشَّفَاعَةُ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَذِنَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَذِنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  لَهُ  car mecruru  اَذِنَ  fiiline mütealliktir. 

حَتّٰٓى  ibtidaiyye harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا)dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فُزِّعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فُزِّعَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  عَنْ قُلُوبِهِمْ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَاذَا  istifhâm ismi  قَالَ ’nin mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Mekulü’l-kavli  قَالَ رَبُّكُمْ ’dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْحَقَّۚ  mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Aslolan mahzuf mevsûfun sıfatıdır. Takdiri;  قالوا قال القول الحق (hak sözü söylediğini söylediler) şeklindedir.

فُزِّعَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فزع ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  الْعَلِيُّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

عَلِيُّ - الْكَب۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki …لَا يَمْلِكُونَ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَا  nafiyedir. اِلَّا  ile kasr oluşturmuştur. Kasrla tekid edilen cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, faille car mecrur arasındadır. الشَّفَاعَةُ  maksûr/sıfat, car mecrur  لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Yani bu sıfat bu mevsûftan başkasında yok demektir. Sadece onun izin verdiği kişinin şefaati fayda verebilir. Başka hiç kimsenin vermez. Mevsufta başka sıfatlar da vardır.

Harf-i cerle bilikte  الشَّفَاعَةُ ’ya müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sılası  اَذِنَ لَهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِنْدَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ , tazim edilmiştir.

Allah'ın izin vermediği kimselerin şefaati hiç vaki olmayacağı halde burada şefaatin, fayda vermeyeceğinin ifade edilmesi, şefaatin vaki olmasından onların amacı olan şeyin sarih olarak nefyedilmesi içindir.

Ayette istisna edilen şefaat Allah'ın, şefaat için izin verdiği Peygamberler, melekler ve şefaate ehil olan diğerleridir. Böylece kâfirlerin şefaatten mahrum olacakları pek açık olarak anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)   


حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ 

 

Cümle istînâfiyyedir.  حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir. Şart üslubundaki cümlede  اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan  فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا مَاذَاۙ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Istifham harfi  مَاذَاۙ nın mukaddem mef’ûl olduğu cümlede  رَبُّكُمْۜ , faildir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكُمْۜ  izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu  كُمْۜ  zamiri dolaysıyla muhataplar şeref kazanmıştır.  


قَالُوا الْحَقَّۚ 

 

Sorunun cevabı istinafi beyani olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde  الْحَقَّۚ , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakının sıfatıdır. Cümlenin takdiri  قال القول الحق  (Hak sözü söyledi) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 


 وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ

 

وَ  istinafiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْعَلِيُّ  -  الْكَب۪يرُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetteki “zaten Allah, yegâne yüceler yücesi…” cümlesi de şefaatçilerin sözlerinin devamıdır. Onlar, Cenab-ı İzzetin sınırsız azametini ve bütün masivanın kusurunu kabul ve ifade etmek üzere bunu söylemişlerdir. Yani yücelik ve ululuk ancak O'nun vasfıdır; eşraftan hiç kimse O'ndan izinsiz olarak konuşamaz. (Ebüssuûd)