بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | تَنْفَعُ | fayda vermez |
|
3 | الشَّفَاعَةُ | şefa’ati |
|
4 | عِنْدَهُ | O’nun huzurunda |
|
5 | إِلَّا | başkasının |
|
6 | لِمَنْ | kimselerden |
|
7 | أَذِنَ | izin verdiği |
|
8 | لَهُ | O’nun |
|
9 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
10 | إِذَا | ne zaman ki |
|
11 | فُزِّعَ | korku giderildi |
|
12 | عَنْ | -nden |
|
13 | قُلُوبِهِمْ | onların yürekleri- |
|
14 | قَالُوا | derler ki |
|
15 | مَاذَا | ne? |
|
16 | قَالَ | buyurdu |
|
17 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
18 | قَالُوا | derler |
|
19 | الْحَقَّ | "hakkı" |
|
20 | وَهُوَ | ve O |
|
21 | الْعَلِيُّ | yücedir |
|
22 | الْكَبِيرُ | büyüktür |
|
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki لَا يَمْلِكُونَ ’ye matuftur.
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَنْفَعُ damme ile merfû muzari fiildir. الشَّفَاعَةُ fail olup lafzen merfûdur.
عِنْدَهُٓ zaman zarfı, تَنْفَعُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü لِ harf-i ceriyle الشَّفَاعَةُ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَذِنَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَذِنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُ car mecruru اَذِنَ fiiline mütealliktir.
حَتّٰٓى ibtidaiyye harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فُزِّعَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فُزِّعَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَنْ قُلُوبِهِمْ car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَاذَا istifhâm ismi قَالَ ’nin mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Mekulü’l-kavli قَالَ رَبُّكُمْ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْحَقَّۚ mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Aslolan mahzuf mevsûfun sıfatıdır. Takdiri; قالوا قال القول الحق (hak sözü söylediğini söylediler) şeklindedir.
فُزِّعَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فزع ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olup mahallen merfûdur. الْعَلِيُّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَلِيُّ - الْكَب۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ
Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki …لَا يَمْلِكُونَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَا nafiyedir. اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. Kasrla tekid edilen cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, faille car mecrur arasındadır. الشَّفَاعَةُ maksûr/sıfat, car mecrur لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani bu sıfat bu mevsûftan başkasında yok demektir. Sadece onun izin verdiği kişinin şefaati fayda verebilir. Başka hiç kimsenin vermez. Mevsufta başka sıfatlar da vardır.
Harf-i cerle bilikte الشَّفَاعَةُ ’ya müteallik müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası اَذِنَ لَهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَهُٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِنْدَ , tazim edilmiştir.
Allah'ın izin vermediği kimselerin şefaati hiç vaki olmayacağı halde burada şefaatin, fayda vermeyeceğinin ifade edilmesi, şefaatin vaki olmasından onların amacı olan şeyin sarih olarak nefyedilmesi içindir.
Ayette istisna edilen şefaat Allah'ın, şefaat için izin verdiği Peygamberler, melekler ve şefaate ehil olan diğerleridir. Böylece kâfirlerin şefaatten mahrum olacakları pek açık olarak anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)
حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ
Cümle istînâfiyyedir. حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir. Şart üslubundaki cümlede اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ , aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا مَاذَاۙ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Istifham harfi مَاذَاۙ ’nın mukaddem mef’ûl olduğu cümlede رَبُّكُمْۜ , faildir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّكُمْۜ izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu كُمْۜ zamiri dolaysıyla muhataplar şeref kazanmıştır.
قَالُوا الْحَقَّۚ
Sorunun cevabı istinafi beyani olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavl cümlesinde الْحَقَّۚ , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakının sıfatıdır. Cümlenin takdiri قال القول الحق (Hak sözü söyledi) şeklindedir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
وَ istinafiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
الْعَلِيُّ - الْكَب۪يرُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetteki “zaten Allah, yegâne yüceler yücesi…” cümlesi de şefaatçilerin sözlerinin devamıdır. Onlar, Cenab-ı İzzetin sınırsız azametini ve bütün masivanın kusurunu kabul ve ifade etmek üzere bunu söylemişlerdir. Yani yücelik ve ululuk ancak O'nun vasfıdır; eşraftan hiç kimse O'ndan izinsiz olarak konuşamaz. (Ebüssuûd)
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim? |
|
3 | يَرْزُقُكُمْ | size rızık veriyor |
|
4 | مِنَ | -den |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökler- |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerden |
|
7 | قُلِ | de ki |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | وَإِنَّا | o halde biz |
|
10 | أَوْ | veya |
|
11 | إِيَّاكُمْ | siz |
|
12 | لَعَلَىٰ | üzerindeyiz |
|
13 | هُدًى | doğru yol |
|
14 | أَوْ | veya |
|
15 | فِي | içindeyiz |
|
16 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
17 | مُبِينٍ | açık |
|
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli مَنْ يَرْزُقُكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifhâm ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. يَرْزُقُكُمْ cümlesi mübteda مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
يَرْزُقُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ السَّمٰوَاتِ car mecruru يَرْزُقُكُمْ fiiline mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
قُلِ اللّٰهُۙ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ ’dur. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Kelamın öncesinin delaletiyle haber mahzuftur. Takdiri, الله رازقكم (Allah size rızık verendir) şeklindedir.
وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اِيَّاكُمْ atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عَلٰى هُدًى car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir.
Aslında bu emir Kur'anı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve taaccüp amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham ismi مَنْ mübteda, muzari fiil sıygasındaki يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Bu cümle, kınama ve susturma ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Bu ayette soru cümlesi, cevabı bilinmiyormuş gibi ihtimal içerikli bir ifadeyle gelmiştir. Rızkı verenin Allah olduğu ifade edildikten sonra ayet kâfirleri herhangi bir tartışma heyecanına itmeden soğukkanlı bir zihinle olayı düşünmeye davet eden, hasma karşı son derece insaflı bir üslup içinde kendi durumlarıyla başkasının durumunu kıyaslamayı teşvik etmek için, muhatabı davete karşı öfkelendirmeden, latif bir şekilde sanki şüphe varmış gibi bir soruyla devam etmiştir. Bu insaflı ve yumuşak tarz, onları aslında hakikat ortada demeye çağıran bir tarizdir. Bu sanatta bir soru ile ifadenin kazandığı nezaket, kibar üslup, subjektiflik, duygusallıktan uzaklık, insaf ve tarafsızlık ve kendini muhatabının yerine koyma söz konusudur. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu ayetin tefsirinde, gönderme (tariz) ve kapalı söylemlerin (tevriye) fikrî mücadelelerdeki etkin rolüne değinilmiştir. Ayrıca, karar verme sürecinde olumsuz duyguların akıl ve mantığın önüne geçmemesi için uygun söylemlerin önemine atıf yapılmıştır. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
قُلِ اللّٰهُۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, اللّٰهُ ile başlayan cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lafza-i celâlin mübteda olduğu cümlede, takdiri رازقكم (Size rızık veren) olan müsned, mahzuftur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede ihtibâk sanatı vardır. “Gök ve yerden kim rızık verir” dedikten sonra sadece Allah lafzıyla yetinilmiş rızık verir kısmı hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatı üslubudur.
İhtibâk: sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
قُلِ اللّٰهُ [De ki Allah'tır] sözünde cümlenin akışından anlaşıldığı için, haber söylenmemiştir: ‘Kulları yaratan ve rızık veren Allah'tır de’ demektir. Ayetin akışı, bu söylenilmeyenleri ifade etmektedir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
قُلِ - اَوْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ - مِنَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Cümle atıfla gelmiştir. Hükümde ortaklık nedeniyle makablindeki mekûlü’l-kavle atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَوْ atıf harfidir. اِيَّاكُمْ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismine matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى هُدًى , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ car mecruru, عَلٰى هُدًى ’e matuftur.
هُدًى - ضَلَالٍ ve عَلٰى - ف۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٍ kelimesi, ضَلَالٍ ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Burada iki cer edatı olan (عَلٰى ve ف۪ي) arasında bir dönüşüm bulunmaktadır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Şayet هُدًى ve ضَلَالٍ kelimelerinde harf-i cerler neden farklı dersen şöyle derim: Çünkü hak üzere olan, bir tür cins atın üzerindedir ve onu istediği yana koşturmaktadır; dalalet içinde olan ise karanlıklara dalmış, ona iyice bulaşmış da ne yana gideceğini bilmemektedir! (Keşşâf)
Bu ayette müminlerin hidayet üzere olmalarından bahsedilirken isti’la ifade eden عَلٰى harf-i ceri tercih edilmiş aynı konuda müşrikler için cehaletleri sebebiyle değil, farkında olarak yaptıkları yanlışlıklarına ve içine daldıkları sapkınlığa uygun olarak ف۪ي ِharf-i ceri kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Hak Teâlâ, dalaleti (sapıklığı) (apaçık) مُب۪ينٍ sıfatı ile tavsif etmiş, hidayeti ise vasıflamamıştır. Çünkü hidayet, hakka ulaştıran dosdoğru yolun ta kendisidir. Dalalet ise bunun aksidir. Fakat dosdoğru yol tektir. Onun dışındaki bütün yollar ise dalalettir. Dalalet yollarının bir kısmı bir kısmından farklıdır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, onların bir kısmını vasıflarla ayırdetmiştir. (Fahreddin er- Râzî)
Burada güzel bir incelik vardır ki leffin aslı tertipli olmasıdır ve bu üsluba mukabil iki halden birinin tercih edildiğine işaret edilmiştir. (Âşûr)
Kimin hidayet ve kimin sapıklık içinde olduğunu tayin eden mezkûr izahtan sonra bu ifadenin kullanılması, bunları sarahatle belirtmekten çok daha anlamlı ve etkilidir. Zira en şedit hasmı bile susturan insaf üslubu kullanılmıştır. (Ebüssuûd)
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli لَا تُسْـَٔلُونَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُسْـَٔلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مَّٓا müşterek ism-i mevsûlü عنْ harf-i ceriyle تُسْـَٔلُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَجْرَمْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَجْرَمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَا نُسْـَٔلُ atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُسْـَٔلُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مَّٓا müşterek ism-i mevsûlü عنْ harf-i ceriyle نُسْـَٔلُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُسْـَٔلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سأل ’dir.
اَجْرَمْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi جرم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir.
Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte تُسْـَٔلُونَ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَجْرَمْنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte نُسْـَٔلُ fiiline mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا cümlesiyle, لَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Müminlerin yaptıkları اَجْرَمْ fiiliyle ifade edilirken, kâfirlerin yaptıkları عْمَلُ fiiliyle ifade edilmiştir. İki fiil arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَا nefy harfinin cümlede tekrarı tekid ifade eder.
نُسْـَٔلُ - تُسْـَٔلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَجْرَمْنَا - نُسْـَٔلُ - تَعْمَلُونَ maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Söyleneceklerin iki madde halinde belirtilmesi taksim sanatıdır.
Bu ifade, insafta, mücadele ve tartışmadan daha anlamlı ve tesirlidir. Zira burada, suçlardan zelil (sürçme) ve en iyinin terki kastediliyorsa da suçlar, müminlere isnad edilmiş; mutlak amel (yaptıkları) de muhataplara isnad edilmiştir. Halbuki, muhatapların işledikleri, büyük günahların en büyüğüdür. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ اَجْرَمْنَا (cürüm işledi) fiilini nefse nispet etmiş, onlar hakkında ise وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ buyurmuştur. Onların cürüm işlemelerini açıkça bildirmeyip “sizin yaptığınız iş” diyerek üstü kapalı ifade etmiş, böylece anlamalarına mani olabilecek bir kızgınlığa düşmelerini önlemiştir. Ayetteki, “لا تسئلون /mesul olmazsınız” ve “ولا نسئل /mesul olmayız” ifadeleri, kişiyi alabildiğine düşünmeye teşvik için kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | يَجْمَعُ | toplayacak |
|
3 | بَيْنَنَا | hepimizi bir araya |
|
4 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
5 | ثُمَّ | sonra |
|
6 | يَفْتَحُ | çözecektir |
|
7 | بَيْنَنَا | aramızdakini |
|
8 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
9 | وَهُوَ | ve O |
|
10 | الْفَتَّاحُ | sorunları en güzel çözümleyendir |
|
11 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a söylenen قُلْ emrinin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
Mekulü’l kavli يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَجْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. بَيْنَنَا mekân zarfı, يَجْمَعُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَفْتَحُ damme ile merfû muzari fiildir. بَيْنَنَا mekân zarfı يَفْتَحُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْحَقّ car mecruru يَفْتَحُ fiiline mütealliktir.
وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَتَّاحُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْفَتَّاحُ - الْعَل۪يمُ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir.
Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastıyla gelen رَبُّنَا izafetinde Rabb isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Peygamberimize tazim teşrif ve Allah Teâlâ'nın, Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقّ cümlesi, terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Söyleneceklerin iki madde halinde belirtilmesi taksim sanatıdır.
يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا cümlesiyle يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَجْمَعُ - يَفْتَحُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. بَيْنَنَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ isimleri marife gelmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218)
Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu, kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede bulunmaz.
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
الْفَتَّاحُ - الْعَل۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşabüh-i etraf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
يَفْتَحُ - الْفَتَّاحُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
Allahu Teâlâ düşünmeye sevk edecek şeyleri, burada tekid etmiştir. Çünkü sırf hata ve sapkınlık olan şeyden kaçınmak insana farzdır. Ya bu iş arz ve hesap, sevap ve azap gününde olursa ayetteki يَفْتَحُ kelimesinin, يحكم /hükmeder manasında olduğu söylenmiştir. Şöyle de denebilir: Bu fiil, mecazî manadadır. Çünkü kapalı bir kapı ve tıkanmış bir kanal için, hakiki manada, فتحه (O, onu fethetti (açtı)) ifadesi kullanılır. Sonra durumda-meselede bir kapalılık, ona ulaşamama, anlayamama gibi bir hal bulunup birisi ona bunu anlattığında, o birisi meseleyi ona açmış, fethetmiş olur.
O halde ayetteki, “O, fettah ve alimdir” ifadesi, O'nun hükmünün, tesadüfi olarak sırf hevâ-ü hevesten kaynaklanan şeylere dayanarak hükmeden kimsenin hükmü gibi değil, ilme dayanan bir hüküm olduğuna bir İşarettir. (Fahreddin er-Râzî)قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Aslında قُلْ emri Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (sav) söylenen قُلْ emrinin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'anı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (s.a.) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
Mekulü’l-kavli اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اَرُونِيَ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَلْحَقْتُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَلْحَقْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اَلْحَقْتُمْ fiiline mütealliktir. شُرَكَٓاءَ aid zamirin mahzuf hali olarak fetha ile mansubdur.
شُرَكَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّا red ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur'an’da كَلَّا Edatı)
اَرُونِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأى ’dir.
اَلْحَقْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لحق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزُ kelimesi اللّٰهُ lafza-i celâlinin sıfatı olup merfûdur. الْحَك۪يمُ ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَز۪يزُ- الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tevbih ve tahkir anlamındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan شُرَكَٓاءَ ’ye takdim edilmiştir.
كَلَّا , red ve tevbih harfidir.
كَلَّا (hayır) mukayeseyi iptal ettikten sonra onları ortaklıktan men etmektedir. (Beyzâvî)
Peygamberimiz, onların putlarını gördüğü halde kendisine böyle emredilmesi, onların büyük, hatalarını ortaya koymak ve görüşlerinin batıl olduğuna kendilerini muttali, kılmak içindir. Yani onları bana gösterin de bakayım, misli ve benzeri olmayan Allah'a ibadet istihkakında onları hangi sıfatla ortak koşuyorsunuz!
Muhatap müşriklerin, hüccetle ilzam edilmelerinden sonra kullanılan bu harika ifade, onlar için ziyadesiyle susturma anlamını taşımaktadır. (Ebüssuûd)
اَرُونِيَ (Bana gösterin) lafzındaki “görmek” kalp ile görmektir. شُرَكَٓاءَ /Ortakları lafzı da üçüncü mef'ûl olur. Yani sizler, Yüce Allah'a ortak kılmış olduğunuz putları ve heykelleri bana tanıtınız, bildiriniz. Acaba bunlar herhangi bir şeyin yaratılmasında ortaklık ettiler mi? Bana durumun ne olduğunu açıklayınız, yoksa bunlara niye ibadet ediyorsunuz? Buradaki “gösterme”nin göz ile görmek anlamında kullanılmış olması da mümkündür. O takdirde “ortaklar” anlamındaki lafız hal olur. (Anlamı da şöyle olur: O'na ortak olarak koştuklarınızı bana gösterin.) (Kurtubî)r
بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
İdrâb ve ibtida harfi بَلْ ’in dahil olduğu بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi, s. 218)
Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu, kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede bulunmaz.
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Haber olan iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْحَك۪يمُ - الْعَز۪يزُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
الْحَك۪يمُ - الْعَز۪يزُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)
Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | أَرْسَلْنَاكَ | biz seni göndermedik |
|
3 | إِلَّا | dışında |
|
4 | كَافَّةً | bütün |
|
5 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
6 | بَشِيرًا | müjdeleyici olman |
|
7 | وَنَذِيرًا | ve uyarıcı olman |
|
8 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
9 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
10 | النَّاسِ | insanların |
|
11 | لَا |
|
|
12 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
“Bütün insanlara” şeklinde çevrilen kâffeten li’n-nâs ifadesi, “insanları uyarı ve tebliğ ile toplayıp birleştiren, onları küfür ve mâsiyetten engelleyen” şeklinde de anlaşılmıştır. Hatta bu anlamı savunan Zemahşerî “bütün insanlara” tarzında yorumlanmasını Arap dili kuralları açısından hatalı bulur (III, 260); fakat Taberî (XXII, 96) ve İbn Atıyye (IV, 420) burada kastedilen mânanın bu olduğunu yani Hz. Muhammed’in peygamberliğinin evrenselliğine vurgu yapıldığını ısrarla belirtirler (Arap dili kuralları açısından yapılan itiraza cevap için bk. Şevkânî, IV, 374-375).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 435
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً
وَ istînâfiyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كَٓافَّةً kelimesi لِلنَّاسِ ’ın hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلنَّاسِ car mecruru اَرْسَلْنَاكَ fiiline mütealliktir. بَش۪يراً muhatap zamir كَ ’nin hali olarak fetha ile mansubdur.
نَذ۪يراً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَش۪يراً - نَذ۪يراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَعْلَمُونَ cümlesi لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. وَ istînâfiyye, مَٓا nefy harfi, اِلَّا hasr edatıdır
Cümlede مَٓا ve اِلَّا ile oluşmuş kasr, Peygamber Efendimizin sadece müjdeci ve uyarıcı olduğunu vurgulu bir dille ifade etmektedir.
اَرْسَلْنَاكَ fiilinin 2. mef’ûlü maksûr/mevsûf, بَش۪يراً وَنَذ۪يراً maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Kasr, hal sahibi ile hal arasındadır.
لِلنَّاسِ ’den hal olan كَٓافَّةً kelimesinin mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatı olduğu da söylenmiştir. Takdiri …أرسلناك رسالة كافّة للناس (Bir risaletle bütün insanlara gönderdik) şeklindedir.
بَش۪يراً , نَذ۪يراً kelimeleri, اَرْسَلْنَاكَ ’nin mef’ûlünden haldir. Hal, manayı tamamlamak ve zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden بَش۪يراً - نَذ۪يراً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatı vardır.
كَٓافَّةً ’de tevriye sanatı vardır. Burada uzak manası olan, engel olmak manasındadır. Yani insanların küfür ve masiyetine engel olmak manasındadır. Sonundaki ةً harfi de mübalağa içindir. Ama ilk anda akla yakın manası olan topluca gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayeti yakın anlamıyla tercüme edilen كَٓافَّةً َkelimesi, Suyûṭî’nin, İbn Ḥacer’e atfettiği bir görüşe göre “Biz seni küfür ve günahtan alıkoymak üzere gönderdik” anlamını kazanmaktadır, sonundaki ةً ise mübalağa ifade eder ki bazı dil bilimcilere göre bu ayette de tevriye sanatı mevcuttur. (Suyûṭî, el-İtḳân, V. 1727)
كَٓافَّةً ’nin sonundaki müenneslik te'si mübalağa içindir. İfadede muzâfın hazf edildiği de söylenmiştir. Yani ذا منع للناس من أن يشذوا عن تبليغك (Biz, seni insanların senin tebliğinden uzaklaşmalarına karşı önleme özelliğine sahip) yahut ta ذا منع لهم من الكفر onları küfürden engelleme özelliğine sahip olarak gönderdik, كف الثوب (Elbiseyi katladı, dürdü) tabiri de buradan gelmektedir. Çünkü iki yanını katlamış olur. (Kurtubî)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. Cümle makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre لٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
Müsnedün ileyh olan اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade için izafet formunda gelmiştir.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
النَّاسِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesi, Kur'an’da bir çok defa tekrarlanmıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
لٰكِنَّ istidrak (yanlış bir zannı gidermek) ilişkisi kurar. Sözde veya yazıda akla gelebilecek ferʻî anlamları uzaklaştırmaya yarar. Bu edat kendinden önceki cümleden çıkabilecek bir vehmi ve yanlış anlamayı kaldırmak için kullanılır ve anlam bakımından birbirinden ayrı iki söz arasına girer. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Burada sözü edilen vaadden maksat kıyamet günüdür. Belirlendiği belirtilen gün de kıyamet ve haşir günüdür; bazı müfessirler bunu ölüm vakti olarak da yorumlamışlardır (Şevkânî, IV, 375; “ne bir an geri kalabilirsiniz ne de ileri geçebilirsiniz” ifadesinin açıklaması için bk. A‘râf 7/34).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 435وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَتٰى istifhâm ismi, mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
هٰذَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَعْدُ ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyan olup merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.
kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesindeki istifhamın delaletiyle mahzuftur.
صَادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ , istifhâm üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifhâm üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İnkârcıların, sahabeye yönelttikleri bu soruyla asıl maksatları alay etmektir.
مَتٰى soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da 9 yerde kullanılmış ve buralarda istifhâmın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur'an’da İstifhâm Üslûbu)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَتٰى mahzuf mukaddem habere mütealliktir. هٰذَا muahhar mübtedadır. الْوَعْد ’in, işaret ismi هٰذَا ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.
هٰذَا الْوَعْدُ ’deki işaret ismi aşağılamayı ve hor görmeyi ifade eder. (Âşûr)
هٰذَا ’dan bedel olan الْوَعْدُ nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır. Vaade işaret eden هٰذَا ’da istiare vardır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olması onların işaret ettikleri şeyi yani muşârun ileyhi tahkir ifade eder.
يَقُولُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Bu tehdit buyurulurken ذلك değil, yakın için kullanılan işaret ismi gelmiştir. Böylece bu sözlerini, onları tehdit ettiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Bu cümle suali açıklayan şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , şarttır.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi صَادِق۪ينَ şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. م۪يعَادُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا تَسْتَأْخِرُونَ cümlesi يَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْتَأْخِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru تَسْتَأْخِرُونَ fiiline mütealliktir. سَاعَةً zamanzarfı تَسْتَأْخِرُونَ fiiline mütealliktir. لَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ cümlesi, atıf harfi وَ ’la تَسْتَأْخِرُونَ ‘ye matuftur.
تَسْتَأْخِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, أخر ’dir.
تَسْتَقْدِمُونَ۟ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi قدم ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟
İstinafiyye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a kul diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona kul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. م۪يعَادُ يَوْمٍ muahhar mübtedadır.
لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً cümlesi, م۪يعَادُ يَوْمٍ için sıfattır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
Bu cümlede ihtibak sanatı vardır. لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً sözünden sonra sadece لَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ lafzıyla yetinilmiş عَنْهُ سَاعَةً hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً cümlesiyle, وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تَسْتَأْخِرُونَ - تَسْتَقْدِمُونَ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve muvazene sanatları vardır.
سَاعَةً ’in nekre gelişi kıllet, يَوْمٍ ’in ise tazim ifade eder. يَوْمٍ ve سَاعَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette sorunun doğrudan cevabı yerine soru sahiplerini bu soruyu sormaya sevk eden asıl amil değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çünkü soru samimiyetle gerçekleri aramak isteyenlerin sorusu değildir ve cevap bu olumsuz ruh dünyasını değerlendirmeye almıştır. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Bu ayetin tefsirinde eṭ-Ṭîbî’nin görüşünden esinlenen İbn Âşûr’a göre üslubu’l-ḥakîm vardır ve kâfirlerden ayette sordukları sorunun kendileri ile ilgili olan kısmı ile ilgilenmeleri istenmiş ve sanki “bırakın kıyametin zamanı hakkında soru sormayı da siz o gün konusunda kendi adınıza korkun ve soracaksanız bunu sorun” denilmiştir. (İbn Âşûr, eṭ-Ṭâhir, et-Taḥrîru’t-Tenvîr, XXII, 200)
Fakat Âlûsî’ye göre bu ayette uslûbu’l-ḥakîm yoktur. Çünkü onların soruları teannüt içerikli bir sorudur ve bu anlamın soruyla ilintisi nasılsa, Allahda peygamberinden sorularının cevabını kendileri için faydalı bir alana kaydırmasını değil onlara tehdidin anlamla bütünleştiği bir cümle ile cevap vermesini istemiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | dediler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَنْ |
|
|
5 | نُؤْمِنَ | biz inanmayız |
|
6 | بِهَٰذَا | bu |
|
7 | الْقُرْانِ | Kur’an’a |
|
8 | وَلَا | ne de |
|
9 | بِالَّذِي | şeye |
|
10 | بَيْنَ | ellerinde olan |
|
11 | يَدَيْهِ | ellerinde olan |
|
12 | وَلَوْ | şayet |
|
13 | تَرَىٰ | sen bir görsen |
|
14 | إِذِ | olduğunda |
|
15 | الظَّالِمُونَ | zalimleri |
|
16 | مَوْقُوفُونَ | tutuklanmış |
|
17 | عِنْدَ | huzurunda |
|
18 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
19 | يَرْجِعُ | atarlarken |
|
20 | بَعْضُهُمْ | bir kısmı |
|
21 | إِلَىٰ |
|
|
22 | بَعْضٍ | diğerine |
|
23 | الْقَوْلَ | söz |
|
24 | يَقُولُ | diyorlar |
|
25 | الَّذِينَ | kimseler |
|
26 | اسْتُضْعِفُوا | zayıf düşürülen(ler) |
|
27 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
28 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayan(lara) |
|
29 | لَوْلَا | olmasaydınız |
|
30 | أَنْتُمْ | siz |
|
31 | لَكُنَّا | elbette biz olurduk |
|
32 | مُؤْمِنِينَ | inanan insanlar |
|
İnkârcılıkta direnenlerin, Kur’an’da ve onun sık sık gönderme yaptığı diğer ilâhî kitaplarda ortaya konan ibret levhalarına ve ikna edici kanıtlara değer vermeyeceklerini kesin bir dille açıkladıklarına değinildikten sonra, bu dünyada kendinden emin bir biçimde bu bağnaz tavrı sürdüren ve böbürlenen bu kimselerin âhirette ne hallere düşecekleri, bu arada iradelerine hâkim olamayan ve onların yolunu izleme zaafı gösterenlerin suçu onlara yüklemeye çalışmalarının bir yarar sağlamayacağı canlı biçimde tasvir edilmektedir.
31. âyetin “bundan öncekilere” diye tercüme edilen kısmı genellikle “daha önceki peygamberlerin getirdiklerine” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XXII, 97; İbn Atıyye bazılarının buna “kıyamet vaktinin geleceğine” şeklinde mâna vermesini eleştirir; bk. IV, 420-421).
33. âyette geçen “eserrü’n-nedâmete” cümlesi, iç dünyalarındaki inanç ve hissiyatı belirten bir ifade olduğundan (İbn Atıyye, IV, 421), bunu “için için yanarlar” şeklinde tercüme etmeyi uygun bulduk. Bu kısımla ilgili diğer bazı yorumlar ise şunlardır: Önce birbirlerini itham eden sözlerle karşılıklı konuşurlarken azabı görüverince artık pişmanlığa delâlet eden bu birbirini suçlamayı gizlerler yani bundan vazgeçerler. Şöyle bir yorum da yapılabilir: Birbirlerine söz atıp dururlarken azabı görünce Secde sûresinin 12. âyetinde tasvir edildiği üzere Allah’a yalvarıp dünyaya döndürülmeleri ve iyi işler yapmak için kendilerine bir fırsat daha verilmesi yönünde dilekte bulunurlar. Bir görüşe göre buradaki eserra fiili “açığa çıkarma” anlamında olup, cümle “Pişmanlıklarını açıkça ortaya koyarlar” demektir (Râzî, XXV, 261; İbn Atıyye de bu kelimenin Arapça’da zıt anlamda asla kullanılmadığı gerekçesiyle bu yorumu eleştirir, IV, 421).
Race'a رجع : رُجُوع kendisinden başlangıç yapılan ya da öyle varsayılan şeye geri dönmektir. Bu şey ister mekan, fiil ya da bir söz olsun başlangıç noktasına geri gelmektir.
رُجُوع dönüştür, رَجْع ise iade etmektir. رَجْعة ve رِِجْعة boşanma ve öldükten sonra tekrar dünyaya gelme ile ilgili kullanılmaktadır.
رِِجاع ise göç ettikten sonra kuşun tekrar dönmesini ifade eder. Gölet'e de رَجْع denmesi ya içindeki yağmur suyuyla isimlendirilmesinden veya dalgaların gidip gelmesinden ve kendi yatağındaki dönüşümünden dolayıdır.
تَرْجِِيع Kuran okurken ve şarkı söylerken makam ile sesin terennüm edilmesi ve bir sözün iki veya daha fazla tekrar edilmesidir.
الرُّجُوع – العَوْد - المَصِير- الإنابَة – التَّوْبَة - الأوْب arasındaki farklar:
التوبة İsyan ve muhalefetten nedametle rücu etmektir.
الإنابة Tâat ve iyiliğe rücu etmektir.
الإياب İrade ve ihtiyarını kullanarak hedeflenen bir bitişe ve başka bir noktaya rücu etmektir.
المصير Kendinde bulunan bir tezada rücu etmektir.
العود Bir şeyden yüz çevirdikten sonra rücu etmektir. İkinci defa tekrarlanan girişimdir. Mukâbili البدْء'dir. الرجوع Hepsinden daha umumidir. Yani isyan veya taat, hedeflenen bir son ya da değil, istenen yahut istenmeyen olsa da fark etmez, aynıdır. (Müfredat - Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 104 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri rücû, râci, ricat, ircâ, merci, irtica, mürteci müracaat ve tercî (bent)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kebera كبر :
كَبِيرٌ (büyük) ve صَغِيرٌ (küçük) kelimeleri birbirine göre mukayese edilerek söylenen, anlamları yerine göre daralıp genişleyen kelimelerdendir.
كَبِيرٌ sözcüğünün temel anlamı sayılarla ilgilidir. Müstear olarak anlamsal hususlarda yani soyut şeylerde de kullanılır.
كَبِيرَةٌ lafzı yaygın dilde cezası büyük olacak her türlü günahla ilgili kullanılır. Çoğulu كَبائِرٌ şeklinde gelir.
Aynı kökten gelen كِبْرٌ, تَكَبُّرٌ veإسْتِكْبارٌ kelimeleri mana olarak birbirine yakındır. كِبْرٌ sözcüğü insanın kendini beğenip başkasından küçük görmesinden doğan insana özgü bir davranıştır. İnsanın kendini başkasından daha büyük görmesi demektir. Büyüklenmenin en büyüğü olan تَكَبُّرٌ tekebbür ise Allah'a karşı gösterilen büyüklenmedir. إسْتِكْبارٌ 'a gelince bu da iki şekilde ortaya çıkar: Birincisi: İnsanın büyük olmaya çalışması ve bunu istemesidir. Bu eğer gerekli şekilde, gereken yerde ve gereken zamanda olursa güzeldir. İkincisi: İnsanın sahip olmadığı bir şeyle ya da özellikle övünüp kendini ona sahipmiş gibi göstermesidir. Yerilmekte olan da budur.
تَكْبِيرٌ kavramı ise bir şeyi büyük/ulu görmek anlamında olduğu gibi demek suretiyle Yüce Allah'ı tazim şekli olarak ve O'na ibadet etme ve yürekte O'na karşı ta'zim hissi taşıma anlamında da kullanılır.
Son olarak كُبارٌ sözcüğü كَبِيرٌ'den daha beliğdir.كُبّارٌ sözcüğü ise bundan daha etkili ve beliğdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 161 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kibir, kibar, tekbir ekâbir, tekebbür ve Kübra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَنْ نُؤْمِنَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
نُؤْمِنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بِهٰذَا car mecruru نُؤْمِنَ fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنِ ism-i işaretten bedel olup mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
بِالَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle نُؤْمِنَ fiiline mütealliktir. بَيْنَ mekân zarfı olarak mahzuf sılaya mütealliktir. يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup cer alameti يْ ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نُؤْمِنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. لَوْ ’in cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت عجبا (acayipliği görürdünüz) şeklindedir.
تَرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت’dir. تَرٰٓى ‘nın mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, ترى حال الظالمين (zalimlerim halini görürsünüz) şeklindedir.
اِذِ zaman zarfı olup تَرٰٓى fiiline mütealliktir.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الظَّالِمُونَ mübteda olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مَوْقُوفُونَ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عِنْدَ mekân zarfı, مَوْقُوفُونَ ’ye mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَّالِمُونَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَوْقُوفُونَ kelimesi, sülasi mücerredi وقف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ
يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ cümlesi الظَّالِمُونَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfudur.
يَرْجِعُ damme ile merfû muzari fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى بَعْضٍ car mecruru يَرْجِعُ fiiline mütealliktir. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتُضْعِفُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتُضْعِفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْبَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ ’dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani ‘değil mi?’ manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودون (mevcuttur) şeklindedir.
لَ harfi لَوْلَٓا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır. كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَّا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اسْتُضْعِفُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, ضعف ’dir.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Allah Teâlâ bize bu ayette kâfirlerin sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
قَالَ filinin faili konumundaki has ism-i mevsûl لَّذ۪ين ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınması, onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle de olabilir.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ cümlesi menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesine dahil olan لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çevirmiştir. Ayrıca ‘asla’ manası katarak tekid etmiştir. وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ ibaresindeki, لَا da nefyi tekid içindir.
Kafirlerin Kur’an-ı Kerim’i, işaret ismi هٰذَا ile işaret etmeleri, onu tahkir ve inkâr etme amaçlarına işaret etmektedir.
هٰذَا ’dan bedel olan الْقُرْاٰنِ nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ ’ya matuf olan has ism-i mevsûl بِالَّذ۪ي ’nin sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekân zarfı بَيْنَ يَدَيْهِۜ ’nin müteallakı mahzuftur.
كَفَرُوا - نُؤْمِنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ [Biz asla bu Kur'an'a ve ondan önce gelen kitaplara inanmayacağız] cümlesinde istiare vardır. Zira Kur'an'ın iki eli yoktur. Fakat bu ifade, Kur'an'dan önce Allah tarafından indirilmiş olan semavî kitaplar için müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
بَيْنَ يَدَيْهِ [İki eli arasında] olmakla, önceki semavî kitaplar kastedilmiştir. Bu kitaplar, kişinin önünde duran bir şahsa benzetilmiştir. Sanki bu kitaplar seninle konuşmak için ellerini açmış önünde duruyor. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen cümlede تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ , şart cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَرٰٓى fiilinin mef’ûlü zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş cümle sübut ve istimrar ifade eder.
الظَّالِمُونَ mübteda, عِنْدَ رَبِّهِمْۚ ’in müteallakı olan مَوْقُوفُونَ , haberdir.
عِنْدَ رَبِّهِمْ izafeti, عِنْدَ için tazim ve teşrif ifade eder. Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır
Takdiri, لرأيت أمرا عجبا (acayip bir iş, durum görürdün) olan cevabın mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi, Îcâz Bah.)
يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ cümlesi mübteda olan الظَّالِمُونَ için ikinci haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى بَعْضٍۨ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan الْقَوْلَۚ ’ye takdim edilmiştir.
İlk بَعْضُ ile ikinci بَعْضٍۨ arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
يَرْجِعُ - مَوْقُوفُونَ kelimeleri arasında tıbâ-ı hafî sanatı vardır.
اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ [Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış iken bir görsen] cümlesinde, manzaranın korkunçluğunu ifade etmek için, cevap söylenmemiştir. Yani “Onların halini bir görsen, elbette korkunç bir şey görmüş olursun.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ , takdiri موجودون (Mevcuttur) olan mahzuf haber için mübtedadır. Bu takdire göre sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Rabıta harfi ile gelen cevap cümlesi لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müsned olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade etmiştir.
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
اسْتُضْعِفُوا - اسْتَكْبَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
قَالَ - يَقُولُ - الْقَوْلَۚ ve نُؤْمِنَ - مُؤْمِن۪ينَ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zayıflar ve büyüklenenler olmak üzere iki farklı grubu ifade eden الَّذ۪ينَ ’ler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
لَوْلَٓا ; Geçmişe duyulan pişmanlığı ve aynı zamanda temenniyi barındırır. Şart ilişkisi kurar. Şart bulunduğundan dolayı cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçe’ye ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. لَوْلَٓا edatı gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisini (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)