وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | yoktu |
|
3 | لَهُ | onun |
|
4 | عَلَيْهِمْ | onlar üzerinde |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | سُلْطَانٍ | zorlayıcı bir gücü |
|
7 | إِلَّا | ancak |
|
8 | لِنَعْلَمَ | (ayırd edip) bilelim diye |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يُؤْمِنُ | inanan |
|
11 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
12 | مِمَّنْ | kimseden |
|
13 | هُوَ | o |
|
14 | مِنْهَا | ondan |
|
15 | فِي | içinde |
|
16 | شَكٍّ | kuşku |
|
17 | وَرَبُّكَ | Rabbin |
|
18 | عَلَىٰ |
|
|
19 | كُلِّ | her |
|
20 | شَيْءٍ | şeyi |
|
21 | حَفِيظٌ | korumaktadır |
|
Cenâb-ı Allah’ın buyruğuna isyan eden İblis, kendisine insanları doğru yoldan saptırmak için fırsat verilmesini istemiş, bu dileği kabul edilince yeryüzündeki sınav düzeni içinde yerini almıştı. İşte 20. âyette, başlangıçta İblis’in Allah Teâlâ’ya hitaben söylediği sözün ve yaptığı tahminin insanların bir kısmı hakkında doğru çıktığı belirtilmektedir. Hicr sûresinin 39-40. âyetlerinde geçtiği üzere İblis şöyle demişti: “Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve –senin samimi kulların hariç– onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.” Ayrıca A‘râf sûresinin 17. âyetinde şeytanın şu sözüne yer verilmiştir: “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.”
Buna karşılık 21. âyette şeytanın onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmadığı ve sorumluluğun kendilerine ait olduğu hatırlatılmaktadır (sözlükte “delil, hüccet” anlamına da gelen sultân kelimesinin burada “zorlayıcı güç” mânasında kullanıldığı kabul edilir; bk. İbn Atıyye, IV, 417). Nitekim İbrâhim sûresinin 22. âyetinde bu hususun iyi anlaşılması için, mahşer günü karşılaşılacak bir sahne şöyle canlandırılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.” İsrâ sûresinin 65. âyeti de şeytanın istemeyeni zorla saptırma gücünün bulunmadığını göstermektedir (İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50).
“Ayırt etmemiz içindir” şeklinde tercüme ettiğimiz yan cümle lafzan “bilelim diye” şeklinde çevrilebilir. Burada “bilme ve ayırt etme”den maksat, “bilfiil ortaya çıksın diye” anlamındadır; zira olacak her şey yüce Allah’ın ezelî ilminde mevcuttur; âyetin sonunda “Her şeyi görüp gözetir” diye çevrilen hafîz isminin zikredilmesi de bu hususa dikkat çekmektedir (İbn Atıyye, IV, 417).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 431-432وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. مَا كَانَ önceki ayette geçen اتَّبَعُوهُ ’nun zamirinden haldir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَلَيْهِمْ car mecruru سُلْطَانٍ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. لِ harfi, نَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte سُلْطَانٍ ’a mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olup mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru mahzuf hale mütealliktir.
ف۪ي شَكّ car mecruru mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
يُؤْمِنُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru حَف۪يظٌ۟ ’a mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَف۪يظٌ۟ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
حَف۪يظٌ۟ kelimesi mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ
وَ atıf veya haliyyedir. Ayetin ilk cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Önceki ayetteki kasemin cevap cümlesine matuf veya فَاتَّبَعُوهُ ’daki failin halidir.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ سُلْطَانٍ car mecruru, كَانَ ’nin muahhar ismidir. Zaid مِنْ harfi sebebiyle سُلْطَانٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
مِنْ سُلْطَانٍ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/34/21, Mahmut Sâfî)
İki tekid hükmündeki kasr, كَانَ ’nin ismi ve mütealliki arasındadır. سُلْطَانٍ maksûr/mevsûf, masdar-ı müevvel maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
Sebep bildiren لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ cümlesi, harf-i cerle birlikte سُلْطَانٍ ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِنَعْلَمَ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası olan يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harfi-cerle birlikte نَعْلَمَ fiiline mütealliktir. Sılası olan هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪ي شَكّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
شَكّ ’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ cümlesiyle هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شَكّ - يُؤْمِنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
[Halis müminlerden ibaret bir zümreden başkası o İblis'e tabi oldular, ardınca sürüklendiler.] Bu sürükleniş de onun gücünden değil, kendilerinin ahirete imansızlıklarındandır. Çünkü Allah Teâlâ imanı olanla olmayanın ahiretini ayırmıştır. Onun için, o ardınca gidiş esas itibarıyla şeytanın üstün gelmesinden değil, Hakkın emrinin ve iradesinin üstün gelmesindendir. Yoksa Allah'ın iradesinin aksini gerçekleştirmek kimin haddine! (Elmalılı Hamdi Yazır)
Burada ilâhi ilmin hasıl olmasından murad, onun taalluk ettiği hususun hasıl olmasıdır. Ancak mübalağa için böyle ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)
اِلَّا لِنَعْلَمَ ifadesi, daha önce O’nun ilminde, Zeyd’in kâfir olacağı, Amr’ın da mümin olacağı malum iken kâfirden küfrün, müminden imanın sadır olacağı, ilmen vaki olsun ve meydana gelsin diye” anlamındadır. (Fahreddin er-Razi)
وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Müsnedün ileyh رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkâr muamele ettiğinin beyanı içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ car mecruru mübtedanın haberi olan حَف۪يظٌ۟ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın hafîz sıfatının, her şeye şamil olduğunu vurgulamak içindir.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Müsned olan حَف۪يظٌ۟ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
لِنَعْلَمَ - رَبُّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)