وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ
Sûrenin başında kıyametin kendilerine gelmeyeceğini iddia edenlerden söz edilmişti; bu âyetlerde de, o inkârcıların kaçışı, kurtuluşu olmayan güne yakalanmanın telâşı içindeki halleri tasvir edilerek sûre tamamlanmaktadır.
51. âyette geçen “yakın bir yerden yakalanma”, bazı müfessirler tarafından, yeryüzünden, kabirlerden, mahşerde hesap görülen yerden veya bulundukları yerden alınıp cezalandırılma şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XXII, 107-109; Şevkânî, IV, 384). Diğer bir yoruma göre ise burada, o kişilerin çepeçevre kuşatılmaları kastedilmektedir (İbn Atıyye, IV, 426). Muhammed Esed bunu “kendi içlerinden, kişiliklerinden, can damarından” şeklinde yorumlar (II, 883). 52. âyette geçen ve “Ama bu kadar uzak bir yerden (kurtaracak bir imana) kavuşmak ne mümkün!” şeklinde çevrilen cümle, imanın fayda vermesi ve kurtuluşa erme fırsatının çoktan kaçırılmış olduğunu veya tövbe etme ve tekrar dünyaya döndürülme isteğinin kabul edilmeyeceğini belirten temsilî bir anlatımdır (Taberî, XXII, 110-111; Şevkânî, IV, 384). 53. âyetin “körü körüne” şeklinde çevrilen kısmı lafzan “uzak yerden” anlamına gelmekte olup, bununla hiçbir sağlam delile dayanmadan ve bilinçsizce ortaya atılan iddialar kınandığı için (Şevkânî, IV, 384) böyle tercüme edilmiştir.
Fevete فوت : Ulaşılması güç olacak derecede bir şeyin insandan uzaklaşmasıdır. إفتيات bu köktendir. Onun anlamı insanın danışılması gereken kişiye danışmadan bir şey yapmaktır. تفاوُت nitelikler konusundaki farklılıklardır. Sanki iki şeyden birinin yada her birinin niteliği her birinden farklılık arz etmektedir.
Bu kökteki asıl anlam bulup elde edemeyecek şekilde kaybetmektir. Bu madde ile الفَناء ـ المَوْت ـ الإنْعام arasındaki fark فات'nin bir şeyin bulunmasından önce de ondan yoksun olduğuna delalet etmesidir. Bu anlam diğer maddelerle ters düşer. Zira onlar bulduktan sonra kaybetmeyi ifade ederler.
(Müfredat - Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere 5 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli fevt (geçip gitme, kaçma, ölüm)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir durum, hal görürdün) şeklindedir.
تَرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. تَرٰٓى fiilinin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, أمرا عظيما (Büyük bir şey) şeklindedir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرٰٓى fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlü mahzuftur. حالهم (Onların hali) şeklinde takdir edilir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline mütealliktir. فَزِعُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَزِعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ ta’liliyyedir. لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. فَوْتَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَا ‘nın haberi mahzuftur. Takdiri, لا فوت لهم (Onlar için kaçış yoktur) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. اُخِذُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ مَكَانٍ car mecruru اُخِذُوا fiiline mütealliktir. قَر۪يبٍ kelimesi مَكَانٍ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ
و , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesi olan تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
Takdiri لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir durum görürdün) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَزِعُوا cümlesi, تَرٰٓى fiiline müteallık olan zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَلَا فَوْتَ cümlesindeki فَ , ta’liliyyedir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerimede لَوْ harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar ifadesi, mazi değil muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle muzafun ileyh olan فَزِعُوا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُخِذُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مَكَانٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.
مَكَانٍ için sıfat olan قَر۪يبٍۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اُخِذُوا , لَوْ , إذاَ , فَزِعُوا ve حيل بينهُم fiillerinin tamamı aslında mazi ifade etmelerine rağmen burada istikbal murad edilmektedir; zira Allah’ın gelecekte yapacağı şey, gerçeklik bakımından olmuş bitmiş bir şey gibidir. (Keşşâf)