Sebe' Sûresi 54. Ayet

وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ  ...

Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحِيلَ perde çekildi ح و ل
2 بَيْنَهُمْ onların arasına ب ي ن
3 وَبَيْنَ ve arasına ب ي ن
4 مَا şeyler
5 يَشْتَهُونَ arzu ettikleri ش ه و
6 كَمَا gibi
7 فُعِلَ yapıldığı ف ع ل
8 بِأَشْيَاعِهِمْ benzerlerine ش ي ع
9 مِنْ
10 قَبْلُ bundan önce ق ب ل
11 إِنَّهُمْ doğrusu onlar
12 كَانُوا ك و ن
13 فِي içindedirler
14 شَكٍّ bir kuşku ش ك ك
15 مُرِيبٍ katmerli ر ي ب
 

Sûrenin başında kıyametin kendilerine gelmeyeceğini iddia edenlerden söz edilmişti; bu âyetlerde de, o inkârcıların kaçışı, kurtuluşu olmayan güne yakalanmanın telâşı içindeki halleri tasvir edilerek sûre tamamlanmaktadır. 

51. âyette geçen “yakın bir yerden yakalanma”, bazı müfessirler tarafından, yeryüzünden, kabirlerden, mahşerde hesap görülen yerden veya bulundukları yerden alınıp cezalandırılma şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XXII, 107-109; Şevkânî, IV, 384). Diğer bir yoruma göre ise burada, o kişilerin çepeçevre kuşatılmaları kastedilmektedir (İbn Atıyye, IV, 426). Muhammed Esed bunu “kendi içlerinden, kişiliklerinden, can damarından” şeklinde yorumlar (II, 883). 52. âyette geçen ve “Ama bu kadar uzak bir yerden (kurtaracak bir imana) kavuşmak ne mümkün!” şeklinde çevrilen cümle, imanın fayda vermesi ve kurtuluşa erme fırsatının çoktan kaçırılmış olduğunu veya tövbe etme ve tekrar dünyaya döndürülme isteğinin kabul edilmeyeceğini belirten temsilî bir anlatımdır (Taberî, XXII, 110-111; Şevkânî, IV, 384). 53. âyetin “körü körüne” şeklinde çevrilen kısmı lafzan “uzak yerden” anlamına gelmekte olup, bununla hiçbir sağlam delile dayanmadan ve bilinçsizce ortaya atılan iddialar kınandığı için (Şevkânî, IV, 384) böyle tercüme edilmiştir.


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 443-444
 

وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ح۪يلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  ح۪يلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشْتَهُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشْتَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle amili  ح۪يلَ  fiilinin mahzuf mef’ulü mutlakına mütealliktir. Takdiri;  حيل حولا كالذي فعلناه بأشياعهم (Onların putlarına yaptığımız gibi bir engel konur) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  فُعِلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

فُعِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِاَشْيَاعِهِمْ  car mecruru  فُعِلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  بِاَشْيَاعِهِمْ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

قَبْلَ  muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَشْتَهُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  شهو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.   


اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  كَانُوا ’nun haberine mütealliktir.  مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُر۪يبٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la 51. ayetteki …فزعوا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

بَيْنَ  için muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  يَشْتَهُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  ما ‘nın müteallakı ح۪يلَ  fiilidir. Mevsûlün sılası olan  فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ح۪يلَ  ve  فُعِلَ  fiilleri, meçhul bina edilmiştir.  Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

كَما فُعِلَ بِأشْياعِهِمْ مِن قَبْلُ  sözündeki teşbih, bir engelin (set) başka bir engele benzetilmesidir ve buradaki söz konusu set veya engel; geçmişteki bazı ümmetlerin, dünyadaki azap gelene kadarki sürede Allah tarafından kendilerine verilen mühlettir. (Âşûr)

بَيْنَ  ve  مَا ’ların tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَشْتَهُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede, îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan  ف۪ي شَكٍّ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُر۪يبٍ  -  شَكٍّ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شَكٍّ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.  ف۪ي شَكٍّ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır. 

والمُرِيبُ : Şüphe içerisinde olunan durum demektir. Kökü olan  الريب  ise şüphe demektir ve bu kelimenin  الشَّكِّ  kelimesinin sıfatı olarak gelmesi ifadedeki mübalağayı göstermektedir. (Âşûr)

Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona erer ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.

Kur'an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)