Fâtır Sûresi 4. Ayet

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ  ...

(Ey Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 يُكَذِّبُوكَ seni yalanlıyorlarsa ك ذ ب
3 فَقَدْ elbette
4 كُذِّبَتْ yalanlanmıştır ك ذ ب
5 رُسُلٌ elçiler (de) ر س ل
6 مِنْ
7 قَبْلِكَ senden önceki ق ب ل
8 وَإِلَى ve
9 اللَّهِ Allah’a
10 تُرْجَعُ döndürülecektir ر ج ع
11 الْأُمُورُ bütün işler ا م ر
 

Mekke döneminin ilk yıllarında inen sûrenin bu ilk âyetlerinde, tek tanrı inancını zedeleyen telakkilerin yıkılması ve bu konudaki muhâkeme ârızalarının onarılması hedeflenmekte; yüce Allah’ın mutlak kudret ve egemenliği ile ilgili uyarılar yapılmaktadır. Bunları şöyle özetlemek mümkündür: 1. Hamd, evrendeki bütün varlıkların yegâne yaratıcısı ve sahibi olan yüce Allah’a mahsustur (dilimizdeki övme ve teşekkür kelimeleriyle hamd arasındaki farklar için bk. Fâtiha 1/2; Râzî’nin Kur’an’da “el-hamdü lillâh” diye başlayan beş sûre bulunmasından hareketle yaptığı bir yorum için bk. XXV, 238-239). 2. Melekleri yaratan, onlara dilediği yapıyı veren ve görevlerini belirleyen O’dur. 3. Hayır kapılarını açma ve kapama O’nun irade ve kudretine bağlıdır; kula yaraşan, başkalarından değil yalnız O’nun lutfundan istemektir. 4. Nimetlerin asıl kaynağı O olduğuna göre, şükre lâyık olan da O’dur. 5. Tevhid mücadelesinde en ağır yükleri taşıyan peygamberlerin karşılaştığı ortak tavır, yalancılıkla itham edilmek olmuş, fakat bu önyargılı tutum iman nurunu söndürmeye yetmemiştir. 6. Yüce Allah olup bitenlerden haberdardır; her işin inceden inceye hesabının görüleceği bir gün mutlaka gelecektir. 

“Yoktan var eden” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki fâtır kelimesinin kök anlamı “yaratmak, yoktan var etmek, bir şeyi yapmada ilk olmak, icat etmek”tir. Yüce Allah, evreni ve evrendeki bütün varlıkları ilk olarak yaratması, her varlığa aslî (fıtrî) özelliklerini vermesi sebebiyle kendi zâtını “fâtır” olarak nitelemiştir (Zemahşerî, III, 266).

Âyetin “melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan” şeklinde çevrilen kısmını “ikişer, üçer, dörder kanatlı melekleri elçiler kılan” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 249).

Büyük ve küçük melekler, vahyi iletmek, Allah’ın kulları ve evren ile ilgili emirlerini yerine getirmek gibi görevleri sebebiyle O’nun elçileridir.

“Kanatlar” şeklinde çevrilen ecniha kelimesi (tekili: cenâh), bir şeyin kol, kanat gibi cüzlerini veya yönlerini ifade eder. Kanat kelimesinin bu âyette ve Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde hakikat anlamında mı yoksa meleklerin engelleri süratle ve kolayca aşma gücüne sahip olduklarını ifade etmek üzere, mecaz yollu mu kullanılmış olduğunu kesin olarak ortaya koyan bir delil bulunmamaktadır (İbn Âşûr, XXII, 249). Hakikat anlamında kullanılmış olsa da bunun mahiyet ve biçimini Allah bilir. Tefsirlerde değişik açıklamalar yapılmış olmakla beraber, buradaki sayıların muayyen bir miktar bildirmeyip çokluğu belirttiği söylenebilir. Âyetin devamında Allah Teâlâ’nın yaratma veya yaratılmışlarda dilediği arttırmayı yapma gücüne sahip olduğunun belirtilmesi ve Hz. Peygamber’in Cebrâil’i altı yüz kanatlı olarak gördüğüne dair rivayet bu anlayışı destekleyen delillerdendir (Zemahşerî, III, 266; Elmalılı, VI, 3973).

Âyette, bir yandan meleklere inanmanın İslâm’ın iman esasları arasında önemli bir yer tuttuğuna, diğer yandan da onları yaratan ve görevlendirenin yüce Allah olduğuna, yani bu inancın Allah’a ortak koşma sınırına vardırılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Böylece –özellikle Araplar arasında yaygın bulunan– bazı putları melekleri sembolize eden, melekleri de insanları Allah’a yaklaştırmada aracılık eden varlıklar olarak görme telakkisi eleştirilmiş olmaktadır. Burada şöyle bir inceliğe işaret edildiği söylenebilir: Cenâb-ı Allah’ın bazı işler için melekleri görevlendirmesi veya vasıta kılması, insanların kulluklarını ifa ederken onları aracı kılmasına haklılık kazandırmaz; kulluk yalnız Allah’a yapılır. Meleklerin varlık sebebini de tam olarak yalnız, onları yaratan bilir. Fakat bunun hikmetleri üzerinde İslâm âlimleri bazı açıklamalar yapmaya çalışmışlardır. Bu hikmetlerden, tefsir etmekte olduğumuz âyet kümesi ile yakından ilgili olanı şudur: Melek inancına sahip olan kimse, kendisini iyiliğe çağıran her sese kulak verir; çünkü bunun meleğin sesi olduğuna, –5 ve 6. âyetlerde belirtildiği üzere– kötülüğe çağıran sesin de şeytana ait olduğuna inanır. Nitekim Hz. Peygamber bu konuda şöyle bir uyarıda bulunmuştur: “Şeytan da melek de insana sokularak kalbine bir şeyler getirir. Şeytanın işi kötülüğü telkin edip hakkı yalanlamaktır. Meleğin işi ise iyiyi tasvip edip hakkı doğrulamaktır. İçinde böyle bir duyguyu bulan kimse onun Allah’tan olduğunu bilsin ve O’na hamdetsin. Şeytanın telkinini hisseden ise şeytandan korunması için Allah’a sığınsın” (Tirmizî, “Tefsîr”, 3. Melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Ahmet Saim Kılavuz, “Melek”, İFAV Ans., III, 187-190).

“O dilediği kadar fazlasını da yaratır” diye çevrilen cümle, “O yarattıklarında dilediği arttırmayı yapar” şeklinde de anlaşılmıştır. Bazı müfessirler bu ifadeyi, Allah Teâlâ’nın meleklerin kanatlarını dilediği kadar arttırabileceği şeklinde açıklamışlardır. Bazılarına göre ise bunu daha genel bir bakışla yorumlamak mümkündür. Onlara göre burada, meleklerle ilgili ifadenin uyandıracağı hayret sebebiyle muhataplara âdeta şöyle denmektedir: Evrende gördüğünüz mükemmel düzen ve denge ilâhî kudretin son sınırı gibi düşünülmemelidir. Allah dilerse müşahede veya tesbit ettiğiniz güzellik ve mükemmelliklerin, akıl, güç, ilim, sanat gibi imkân ve donanımların daha nicelerini yaratır (Zemahşerî, III, 267; Şevkânî, IV, 387).

2. âyetin ilk cümlesinde söz konusu edilen “ilâhî rahmetin kısıl­ması”yla ilgili olarak dua, tövbe, başarı veya hidayetin nasip edilmemesi gibi açıklamalar yapılmışsa da sınırlandırıcı bir yoruma gitmeden, “Allah’ın insanlar için rahmeti açması”nı, O’nun rahmet hazinelerinden değişik nimetler lutfetmesini, “kısması”nı da bu nimetlerden mahrum bırakmasını içine alacak şekilde anlamak uygun olur (Şevkânî, IV, 387). Taberî de âyetin bu kısmını şöyle açıklamıştır: Hayır kapılarının anahtarları da kilitleri de Allah’ın elindedir; onu kime açarsa artık kimse onu kapayamaz, kime de kapatırsa kimsenin onu açmaya gücü yetmez (Taberî, XXII, 115).

 

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُكَذِّبُوكَ  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كُذِّبَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  رُسُلٌ  naib-i fail olup  lafzen merfûdur.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  كُذِّبَتْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كُذِّبَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

 

وَ  atıf harfidir.  إِلَى ٱللَّهِ  car mecruru  تُرۡجَعُ  fiiline mütealliktir.  تُرۡجَعُ  merfû meçhul muzari fiildir. ٱلۡأُمُورُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

اِلَى  intihâ-i gaye bildirir. Bir şeyin sonunun nereye gideceği, nereden başladığına bağlıdır. Bütün her şey Allah’tan, Allah’ın emri, iradesi ve hikmeti, ilmi ile başlamış ve aynı güzergâhta O’na varmış ve varacaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ

 

وَ  atıftır. Ayet nida cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. İlk cümle, şart üslubunda gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi  يُكَذِّبُوكَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

كُذِّبَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

رُسُلٌ ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

يُكَذِّبُوكَ  - كُذِّبَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَدْ  mazi fiille kullanıldığında tahkik ifade eder. Ayrıca mazi fiil ile geldiğinde, yapılacak işin yaklaştığını göstermek üzere, takrib manasında kullanılır. (Süyûtî, İtkan) 

Bu ayetle Allah Teâlâ, Kureyş’in Allah’ın ayetlerini yadırgayıp yalanlamalarını kınamakta; resulünü de, önceki peygamberlerde kendisi için güzel bir örnek olduğunu bildirerek teselli etmektedir. (Keşşâf)

Şayet “şartın cezasının bu şekilde getirilmesi nasıl sahih olabilmiş? Burada ceza şarttan önce gelmiş; oysa cezanın hakkı şartı izlemektir” dersen şöyle derim: ayet; ‘’...وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ’’ (Seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberlerin yalanlanmasını kendine örnek al (ve sabret) anlamındadır. Bu durumda  فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ  ifadesi, sebeple yetinilip sonuçtan müstağni kalmak suretiyle -yani yalanlama zikredildiği için, örnek almaya gerek duyulmayarak- فتأس  (örnek al) ifadesinin yerine konmuş olmaktadır. Şayet  رُسُلٌ  kelimesindeki nekreliğin anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bu; mucize ve uyarı sahibi, uzun ömürlü, sabırlı, azimli vb. nitelikte nice peygamberler yalanlandı, anlamındadır. Ve bu, Peygamber (sav) için daha teselli edici ve musabereye (Karşındakinden daha sabırlı olmaya çalışmak; müşriklerle sabır yarışına girmek) daha çok teşvik edicidir. (Keşşâf)

Burada nekre olan  رُسُلٌ  kelimesi hem tazim hem de teksir ifade eder. Çünkü makam Peygamber Efendimiz’i teselli makamıdır. Ondan önce şanı yüce bir çok peygamber geçmiş, hepsi de yalanlanmıştır. 

Tazim ve teksir arasındaki fark; teksirin kemiyet, tazimin keyfiyet bakımından olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada hitap değişikliği yapılarak, insanlara yapılan iki hitap arasında hitabın Peygamberimize tevcih edilmesi, önce, bu musibetin genel olduğu bildirilerek Peygamberimizin acilen teselli edilmesi, ikinci olarak da, mükâfat ve ceza vaatlerine işaret edilmesi içindir. (Ebüssuûd)


 وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Ayetin son cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Car mecrur  اِلَى اللّٰهِ , amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Bütün işler sadece ona döndürülür. Dönüş başkasına değildir. 

 إِلَى ٱللَّهِ , kasr ilmi tabirleriyle mevsuf ve maksûrun aleyhdir. تُرۡجَعُ ٱلۡأُمُورُ ; hem sıfat hem de maksûrdur. Kasr, hakiki ve tahkikidir. Çünkü hem vakıaya hem de hakikate uygundur.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

تُرْجَعُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اللّٰهِ - رُسُلٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette mükâfat ve ceza zikredilmeyip yegâne merciin Allah (cc) olduğunun zikriyle iktifa edilmesi, mükâfat ve ceza vaatlerinin pek ağır olduklarını açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)