بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُكَذِّبُوكَ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كُذِّبَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. رُسُلٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur. مِنْ قَبْلِكَ car mecruru كُذِّبَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُذِّبَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
وَ atıf harfidir. إِلَى ٱللَّهِ car mecruru تُرۡجَعُ fiiline mütealliktir. تُرۡجَعُ merfû meçhul muzari fiildir. ٱلۡأُمُورُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اِلَى intihâ-i gaye bildirir. Bir şeyin sonunun nereye gideceği, nereden başladığına bağlıdır. Bütün her şey Allah’tan, Allah’ın emri, iradesi ve hikmeti, ilmi ile başlamış ve aynı güzergâhta O’na varmış ve varacaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ
وَ atıftır. Ayet nida cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. İlk cümle, şart üslubunda gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi يُكَذِّبُوكَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
كُذِّبَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
رُسُلٌ ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
يُكَذِّبُوكَ - كُذِّبَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَدْ mazi fiille kullanıldığında tahkik ifade eder. Ayrıca mazi fiil ile geldiğinde, yapılacak işin yaklaştığını göstermek üzere, takrib manasında kullanılır. (Süyûtî, İtkan)
Bu ayetle Allah Teâlâ, Kureyş’in Allah’ın ayetlerini yadırgayıp yalanlamalarını kınamakta; resulünü de, önceki peygamberlerde kendisi için güzel bir örnek olduğunu bildirerek teselli etmektedir. (Keşşâf)
Şayet “şartın cezasının bu şekilde getirilmesi nasıl sahih olabilmiş? Burada ceza şarttan önce gelmiş; oysa cezanın hakkı şartı izlemektir” dersen şöyle derim: ayet; ‘’...وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ’’ (Seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberlerin yalanlanmasını kendine örnek al (ve sabret) anlamındadır. Bu durumda فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ ifadesi, sebeple yetinilip sonuçtan müstağni kalmak suretiyle -yani yalanlama zikredildiği için, örnek almaya gerek duyulmayarak- فتأس (örnek al) ifadesinin yerine konmuş olmaktadır. Şayet رُسُلٌ kelimesindeki nekreliğin anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bu; mucize ve uyarı sahibi, uzun ömürlü, sabırlı, azimli vb. nitelikte nice peygamberler yalanlandı, anlamındadır. Ve bu, Peygamber (sav) için daha teselli edici ve musabereye (Karşındakinden daha sabırlı olmaya çalışmak; müşriklerle sabır yarışına girmek) daha çok teşvik edicidir. (Keşşâf)
Burada nekre olan رُسُلٌ kelimesi hem tazim hem de teksir ifade eder. Çünkü makam Peygamber Efendimiz’i teselli makamıdır. Ondan önce şanı yüce bir çok peygamber geçmiş, hepsi de yalanlanmıştır.
Tazim ve teksir arasındaki fark; teksirin kemiyet, tazimin keyfiyet bakımından olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada hitap değişikliği yapılarak, insanlara yapılan iki hitap arasında hitabın Peygamberimize tevcih edilmesi, önce, bu musibetin genel olduğu bildirilerek Peygamberimizin acilen teselli edilmesi, ikinci olarak da, mükâfat ve ceza vaatlerine işaret edilmesi içindir. (Ebüssuûd)
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Ayetin son cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrur اِلَى اللّٰهِ , amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Bütün işler sadece ona döndürülür. Dönüş başkasına değildir.
إِلَى ٱللَّهِ , kasr ilmi tabirleriyle mevsuf ve maksûrun aleyhdir. تُرۡجَعُ ٱلۡأُمُورُ ; hem sıfat hem de maksûrdur. Kasr, hakiki ve tahkikidir. Çünkü hem vakıaya hem de hakikate uygundur.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
تُرْجَعُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اللّٰهِ - رُسُلٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Ayette mükâfat ve ceza zikredilmeyip yegâne merciin Allah (cc) olduğunun zikriyle iktifa edilmesi, mükâfat ve ceza vaatlerinin pek ağır olduklarını açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | إِنَّ | elbette |
|
4 | وَعْدَ | va’di |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | حَقٌّ | gerçektir |
|
7 | فَلَا | asla |
|
8 | تَغُرَّنَّكُمُ | sizi aldatmasın |
|
9 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
10 | الدُّنْيَا | dünya |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | يَغُرَّنَّكُمْ | sizi aldatmasın |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah ile |
|
14 | الْغَرُورُ | o aldatıcı |
|
İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette, “aldatma ustası” diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir (Taberî, XXII, 117). Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye “Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 268).
6. âyetin “Siz de onu düşman belleyin” diye çevrilen cümlesi için, “Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın” gibi izahlar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430). Aynı âyetin “Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur” şeklinde çevrilen kısmını, “Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah’a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A‘râf 7/17; Hicr 15/39).
8. âyetin “kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse” şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir: a) Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b) Bunlar, Allah’ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? (Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388). Bu âyette Hz. Peygamber’e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, “Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir” cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah’ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O’nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah’ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah’ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ ‘dur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
وَعْدَ اللّٰهِ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَقّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; تنبهوا (Dikkatli olun) şeklindedir.
تَغُرَّنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur. الدُّنْيَا۠ kelimesi الْحَيٰوةُ ' nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَغُرَّنَّكُمْ atıf harfi وَ ‘la لَا تَغُرَّنَّكُمُ ‘ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru يَغُرَّنَّكُمْ fiiline matuftur. الْغَرُورُ fail olup lafzen merfûdur.
الْغَرُورُ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen cümle talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
وَعْدَ kelimesinin lafz-ı celâle muzâf olması tazim ve teşrif ifade eder. إنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastıyladır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Ey insanlar!” ve “Ey iman edenler!” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye lisûreti'l Ahzâb, s. 43)
Ayetteki nehy (yasak), zahiren dünya hayatına tevcih ediliyorsa da, hakikatte murad olan, insanların dünya hayatına aldanmamalarıdır. Nitekim ["Ey kavmim! Bana karşı düşmanlığınız, sakın, size de bir musibet getirmesin!"] (Hûd: 89) ayeti bu kabildendir. (Ebüssuûd)
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri تنبهوا (Dikkatli olun) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَغُرَّنَّكُمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Fiilin, dünya hayatına isnadı mecâz- aklîdir.
الْحَيٰوةُ için sıfat olan الدُّنْيَا۠ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üslubla gelen وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاللّٰهِ , ihtimam için fail olan الْغَرُورُ ’ya takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاللَّهِ ifadesindeki ب harfi mülâbese içindir ve mukadder bir muzâfın başına gelmiştir. بِشَأْنِ اللَّهِ demektir. (Âşûr)
تَغُرَّنَّكُمُ - الْغَرُورُ - يَغُرَّنَّكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَقٌّ - الْغَرُورُ kelimeleri arasında tıbâkı hafî sanatı vardır.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ [O halde zinhar sizi dünya hayatı aldatmasın] ki dünya ile meşgul olarak ahireti unutmayın. Fiil, dünya hayatına isnad edilmiştir. Mana şöyledir: Dünya hayatının çağrısına aldanıp bu konuda tedbir almamazlık etmeyin. Buna ilaveten burada bir mecazi kullanım da söz konusudur. Sanki hayat toy insanlar arasında şirki yayar.
الْغَرُورُ ; mübalağa kalıbıdır. İnsanları çok kandırdığı için şeytanın sıfatı olmuştur. Şeytan için bu sıfatın seçilmesi, kandırdığı her şeyi kapsaması ve bunu ilk olarak şeytanın yapması dolayısıyladır. Olumsuz emri pekiştirmek ve hem şeytanın hem de dünyanın insanları aldattığını pekiştirerek ifade etmek için her iki fiil de şeddeli tekid nunu ile tekit edilmiştir. Hatta bu ikisi aldatmaya sebep olan en büyük iki şeydir, Allahu a’lem. Dünya hayatı şeytana takdim edilmiştir, çünkü insanın arzu ettiği ve en çok önem verdiği şeyler dünya ile ilgilidir. İnsan dünya hayatında istediği şeyler nedeniyle her türlü zorluğa katlanır. Şeytan da insanı dünya hayatıyla kandırır ve aldatmasının ortağı olarak kullanır. Ayeti kerimede sadece dünya değil, dünya hayatı buyurulmuştur, çünkü insanın istediği ve murad ettiği ilk şey hayattır, Allahu a’lem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, s. 516)
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ [Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.] cümlesinden sonra وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ [O aldatıcı da, Allah hakkında sizi aldatmasın.] cümlesinde aldatma fiilinin tekrar edilmesiyle ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Ayette aldatmasın fiilinin iki kere tekrarlanması, manayı kuvvetle ifade etmek (mübalağa) içindir. Bir de, iki aldatma keyfiyetleri farklı olduğu içindir. (Birincisinde aldatan dünya hayatı, ikincisinde şeytan.) (Ebüssuûd)
Bu ayetin sonundaki الْغَرُورُ kelimesiyle şeytan kastedilmiştir. Mükellef bazan zihni zayıf, aklı az, görüşü tutarsız olabilir. Böylece de en ufak bir şeyle aldanabilir. Bazan da bu derecenin üstünde olur da, ufak bir şeyle aldanmaz. Fakat kendisine bir aldatıcı gelip ona o şeyi hoş göstererek, o şeyin kötü yanlarını basitleştirip, ona ondaki (sözde) faydaları beyan ettiğinde, o şeydeki faydalar ve lezzetler, bu aldatıcı kimsenin çağrısı ile birleşince, işte bu kimse de aldanıverir. Bazan da göğsü ve kalbi kuvvetli olur, ne aldanır ne de aldatılır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, birinci kısma işaret olsun diye, “O halde sakın sizi dünya hayatı aldatmasın” buyurmuş, mükellefin üçüncü derecede yani en üstün ve sağlam derecede olabilmesi, böylece de aldanmaması ve aldatılmaması için, ikinci dereceye bir işaret olsun diye, “Çok aldatıcı da sakın sizi Allah hakkında aldatmasın” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الشَّيْطَانَ | şeytan |
|
3 | لَكُمْ | size |
|
4 | عَدُوٌّ | düşmandır |
|
5 | فَاتَّخِذُوهُ | siz de onu edinin |
|
6 | عَدُوًّا | düşman |
|
7 | إِنَّمَا | şüphesiz o |
|
8 | يَدْعُو | çağırır |
|
9 | حِزْبَهُ | taraftarlarını |
|
10 | لِيَكُونُوا | olmağa |
|
11 | مِنْ | -ndan |
|
12 | أَصْحَابِ | halkı- |
|
13 | السَّعِيرِ | alevli ateşin |
|
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الشَّيْطَانَ kelimesi اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَكُمْ car mecruru عَدُوٌّ ‘e mütealliktir. عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir. Takdiri; إن وعيتم ذلك (Bunu fark ederseniz) şeklindedir.
اتَّخِذُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَدُواًّ kelimesi ikinci mef’’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخِذُوهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اتَّخِذُوهُ fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَدْعُوا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حِزْبَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttası zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَكُونُوا fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَدْعُوا fiiline mütealliktir.
يَكُونُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
مِنْ اَصْحَابِ car mecruru يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. السَّع۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir:
1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nidanın cevabıyla ilgilidir. İbhamın beyanı hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ , ihtimam için amili olan اِنَّ ’nin haberi عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.
عَدُواًّۜ ‘deki tenvin, kesret ve tahkir içindir. Bu kelimede irsâd sanatı vardır.
فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri إن وعيتم ذلك (Bunu fark ederseniz..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَدُواًّۜ ‘deki tenvin, kesret ve tahkir içindir.
عَدُواًّ ’un tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Ayetteki, فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ “Onu düşman edinin” cümlesi, “onu üzecek şeyleri yapın” demek olup, onu üzecek şey de ameli salihtir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Cümle ta’liliyye hükmündedir. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
إِنَّمَا , kâffe (durduran, engelleyen) ve mekfûfe’dir. ماَ , zaide olup, edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir. إِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sebep bildiren lam-ı ta’lil لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte يَدْعُوا fiiline mütealliktir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اَصْحَابِ için sıfat olan السَّع۪يرِۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur.(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
السَّع۪يرِۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ ibaresinde istiare vardır. Devamlı Cehennemde kaldığı için bu kişiler sadık bir arkadaşa benzetilmiştir. Ayette geçen arkadaşlık yani ashâb kelimesi mutlak bir yakınlık ve bir arada olma değil ebedi orada olma manasındadır. Bu kelime burada sıfattan kinayedir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, Min Ğârîbi Belâğati’l Kur’ân-ı Kerîm, Soru 498)
Âşûr da ashâb kelimesinin mülâzım (bağlılık) manasında olduğunu söylemiştir. (Âşûr, Bakara/39)
حِزْبَهُ - اَصْحَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَدْعُوا - عَدُواًّۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّع۪يرِۜ kelimesi şiddetli ateş demektir ve çoğunlukla şerî lisanda Cehennem için kullanılır. (Âşûr)
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
3 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
4 | عَذَابٌ | bir azab |
|
5 | شَدِيدٌ | çetin |
|
6 | وَالَّذِينَ | kimseler ise |
|
7 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
8 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
9 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
10 | لَهُمْ | onlara vardır |
|
11 | مَغْفِرَةٌ | mağfiret |
|
12 | وَأَجْرٌ | ve bir mükafat |
|
13 | كَبِيرٌ | büyük |
|
Şedde شدّ : شَدٌّ kuvvetli ve güçlü bir şekilde bağlamaktır. شِدَّةٌ Kelimesi akit, beden, nefsi güçler ve azap ile ilgili kullanılır. شَدِيدٌ ve مُتَشَدِّد lafızları cimri demektir.
İftial kalıbındaki إشْتَدَّ formu koşuda süratlenmek/ hızlı olmak anlamına gelir. Bu fiilin إشْتَدَّ الرِّيحُ (rüzgar şiddetlendi) sözünden alınmış olma ihtimali de mevcuttur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 102 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri şiddet, şedid ve şeddedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ cümlesi mübteda olan الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟ cümlesi mübteda olan الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahalen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَجْرٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. كَر۪يمٌ kelimesi اَجْرٌ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’îl babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ
Ayet nidanın cevabının devamı niteliğinde istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَلَّذ۪ينَ mübteda, لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Mübteda konumundaki mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Aynı zamanda müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve teksir ifade etmiştir.
شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
شَد۪يدٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟
Aynı formda gelen ikinci cümle, makabline matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
Müsnedün ileyh konumundaki اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Haber cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın ve ona matuf olan اَجْرٌ ’un nekre gelişi kesret ve tazim ifade eder.
Muahhar mübtedaya matuf olan اَجْرٌ ’un atıf sebebi tezâyüftür.
اَجْرٌ için sıfat olan كَب۪يرٌ۟ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَب۪يرٌ۟ sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ ve وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟ (İnkâr edenler için, şüphesiz çetin bir azap var,- iman edip iyi işler yapanlara da bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.) ayetinde, iyilerin alacağı karşılık ile, kötülerin alacağı karşılık arasında mukabele vardır. Tıbâk ve mukabele sanatlarından her biri güzelleştirici edebî sanatlardandır. Ancak tıbâk iki şey arasında, mukabele ise daha çok şey arasında olur. (Safvetü’t Tefâsir)
كَفَرُوا - اٰمَنُوا ve عَذَابٌ - مَغْفِرَةٌ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, اَجْرٌ - مَغْفِرَةٌ ve شَد۪يدٌۜ - كَب۪يرٌ۟ gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - لَهُمْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | kimse (de) mi? |
|
2 | زُيِّنَ | süslendirilen |
|
3 | لَهُ | kendisine |
|
4 | سُوءُ | kötü |
|
5 | عَمَلِهِ | işi |
|
6 | فَرَاهُ | ve onu gören |
|
7 | حَسَنًا | güzel |
|
8 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | يُضِلُّ | sapıklık içinde bırakır |
|
11 | مَنْ | kimseyi |
|
12 | يَشَاءُ | dilediği |
|
13 | وَيَهْدِي | ve yola iletir |
|
14 | مَنْ | kimseyi |
|
15 | يَشَاءُ | dilediği |
|
16 | فَلَا | asla |
|
17 | تَذْهَبْ | gitmesin |
|
18 | نَفْسُكَ | canın |
|
19 | عَلَيْهِمْ | onlar için |
|
20 | حَسَرَاتٍ | hasretlere |
|
21 | إِنَّ | şüphesiz |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | عَلِيمٌ | biliyor |
|
24 | بِمَا | şeyleri |
|
25 | يَصْنَعُونَ | onların yaptıkları |
|
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ
Hemze istifhâm harfidir. فَ istînâfiyyedir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
زُيِّنَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru زُيِّنَ fiiline mütealliktir. سُٓوءُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
عَمَلِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri; كمن هداه الله (Allah’ın hidayet ettiği kimse gibi) şeklindedir.
فَرَاٰهُ حَسَناً cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur. رَاٰهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَسَناً kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُضِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَ atıf harfidir. يَهْد۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir. Takdiri; إن عذّبوا (Azap ederse) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَذْهَبْ sükun üzere meczum muzari fiildir. نَفْسُكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَذْهَبْ fiiline mütealliktir. حَسَرَاتٍ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, بِ harfiyle birlikte عَل۪يمٌ kelimesine mütealliktir.
يَصْنَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ
فَ istînâfiyye, hemze inkarî istifham harfidir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , konudaki önemine binaen, fail olan سُٓوءُ عَمَلِه۪ ’ye takdim edilmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَنْ , takdiri كمن هداه الله (Allah’ın hidayet ettiği kişi gibi) olan mahzuf haber için mübtedadır. Ayetin devamı, buna delalet etmektedir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زُيِّنَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَرَاٰهُ حَسَناً cümlesi, sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
حَسَناً ’deki tenvin kesret ve nev içindir.
سُٓوءُ - حَسَناًۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
O işi bilerek kötülük yapan kimse, kötülük yaptığı için kınanır ama onu bildiği için de methedilir. Yaptığı kötülüğü iyi olarak gören ve böylece kötü amelde bulunan kimse için ise iki kötü sıfat bulunur: Kötülükle bulunması, cahil olması...(Fahreddin er-Razi)
Bu kelam, ya geçen farklılığın, yani iki fırkanın akıbeti arasındaki apaçık farkın, bu akıbetlere sebep olan hallerini beyan, ederek izah içindir. Yani iki fırkanın hali zikredildiği gibi olduktan sonra, küfür, şeytan tarafından kendisine cazip gösterilip de içine dalan kimse, küfrü çirkin görüp de ondan sakınan ve iman ile salih ameli tercih eden kimse gibi olur mu ki, akıbetleri böyle olmasın. Bu tefsire göre, "İşte Allah, şüphe yok ki, dilediğini şaşırtır..." cümlesi, hepsinin Allah'ın iradesiyle olduğunu beyan ederek, makablini açıklamakta ve hakkı tahkik etmektedir. Yani zira o, dalaleti güzel görüp sevdiği ve tercihim o yönde yaptığı için Allah da, onu saptırarak esfel-i sâfiline (aşağılar aşağısına) döndürür. Ve yine Allah, tercihini hidayet için kullanan kimseyi de hidayete erdirerek onu da yüceler yücesine yükseltir. (Ebüssuûd)
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَشَٓاءُ muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelerek اِنَّ ’nin haberine atfedilen وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesiyle وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَنْ يَشَٓاءُ ’nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُضِلُّ - يَهْد۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İnsanların zatları gerçekte eşittir. Kötülük-iyilik, günah-sevap.. bunlar, birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh insanların bir kısmı bunları bilip diğerleri bu ayrımı yapmayınca, bu işte onların müstakil olmadıkları, mutlaka Allah’ın iradesine istinat ettirilmesi gerektiği anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri , إن عذّبوا (Azap ederlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَهُ - عَلَيْهِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
حَسَرَاتٍۜ , hal konumunda masdardır.
حَسَرَاتٍ kelimesi mefûlün lehtir; ifade ‘Bunlara yanarak kendini yiyip bitirme!’ anlamındadır. عَلَيْهِمْ ifadesi تَذْهَبْ fiilinin sılasıdır (o fiile bağlıdır). عَلَيْهِمْ , üzerine yanılan kimseyi beyan etmektedir; حَسَرَاتٍۜ kelimesine ait olması caiz değildir; çünkü masdarların sılası masdarın önüne geçemez. Bunun dışında حَسَرَاتٍۜ kelimesi, aşırı üzüntüsünden tüm bedeni baştan ayağa hasrete dönmüşçesine hal olarak da kabul edilebilir. (Keşşâf)
فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ [O halde, onlar uğrunda üzüntülere dolarak canın sıkılıp gitmesin.] ayeti yok olmaktan kinayedir. Çünkü can gidince insan yok olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Burada hükmün illetini bildirmek için zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesiyle yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki muzari fiil cümlesi يَصْنَعُونَ , masdar teviliyle عَل۪يمٌ ’a mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu cümle, mezkûr her üç tefsire göre de makablinin illetini bildirmektedir. Ayrıca bir tehdit içermektedir. İbn Abbas'tan (radıyallahü anh) rivayet olunduğuna göre diyor ki: "Bu ayet, Ebû Cehil ile Mekke müşrikleri hakkinda nazil olmuştur. (Ebüssuûd)
Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarını bilir” anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah’tır ki |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | أَرْسَلَ | gönderir |
|
4 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
5 | فَتُثِيرُ | ve kaldırır |
|
6 | سَحَابًا | bir bulut |
|
7 | فَسُقْنَاهُ | böylece onu süreriz |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | بَلَدٍ | bir ülkeye |
|
10 | مَيِّتٍ | ölü |
|
11 | فَأَحْيَيْنَا | ve diriltiriz |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | الْأَرْضَ | yeri |
|
14 | بَعْدَ | sonra |
|
15 | مَوْتِهَا | öldükten |
|
16 | كَذَٰلِكَ | işte böyledir |
|
17 | النُّشُورُ | diriltme |
|
Peygamber efendimizin, bu hayatın ardından yeni bir hayatın geleceği ve herkesin burada yaptıklarından sorguya çekileceği yönündeki uyarılarını mantıksız bulan ve çoğu zaman alayla karşılayan inkârcılara, insanlara öldükten sonra tekrar hayat vermenin yüce Allah’ın kudret ve azametini kavrayanlar için hiç de yadırganacak bir şey olmadığını anlatan bir örnek verilmektedir. Rüzgârların oluşturulması, onların bulutları harekete geçirmesi, bulutların yağmura dönüşmesi, yağmurun kurumuş toprağı canlandırması şeklinde sıralanan ve ilim, hikmet, kudret gerektiren bu olaylar dizisi üzerinde birazcık düşünmek, bunları gerçekleştiren gücün sahibi için insanları öldükten sonra diriltmenin kolaylığını anlamaya yetecektir.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بُشْراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. تُث۪يرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَحَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. سُقْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى بَلَدٍ car mecruru سُقْنَاهُ fiiline mütealliktir. مَيِّتٍ kelimesi بَلَدٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. اَحْيَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِهِ car mecruru اَحْيَيْنَا fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı, اَحْيَيْنَا fiiline mütealliktir. مَوْتِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْسَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
تُث۪يرُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ثور ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَذٰلِكَ النُّشُورُ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. كَذٰلِكَ car mecrur mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
النُّشُورُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olan وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ , sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Arkadan gelecek habere dikkat çekmek ve kasr için müsned ism-i mevsûlle gelmiştir. الَّذ۪ي ’nin sılası muhatabın yabancı olmadığı bir konudur. İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle sıla cümlesine ihtiyaç duyarlar.
Müsned konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ي ‘nin sılası olan اَرْسَلَ الرِّيَاحَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Hasr kasdedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Bu vasfa sahip olan Allah'tan başka hiçbir varlık yoktur. اللّٰهُ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Müsnedin ismi mevsûlle marife olması, kasr-ı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an-ı Kerim’de rüzgâr kelimesi hep rahmet bağlamında ise cemi, azap bağlamında ise müfred gelmiştir. (er-Ragıb el-Isfahânî, Müfredât)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتُث۪يرُ سَحَاباً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
سَحَاباً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan الْاَرْضَ ’ya takdim edilmiştir.
فَاَحْيَيْنَا ve فَسُقْنَاهُ fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlenin başındaki lafza-i celâlden, azamet zamirine iltifat edilmiştir. Ayrıca فَتُث۪يرُ - فَسُقْنَاهُ fiilleri arasında maziden muzariye geçişte de iltifat sanatı vardır.
الرِّيَاحَ - سَحَاباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مَيِّتٍ - اَحْيَيْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ [Rüzgârları gönderen Allah'tır. Bu rüzgârlar bulutları harekete geçirirler de biz de o bulutu göndeririz.] cümlesinde, Yüce Allah'ın büyüklüğünü göstermek için, III. şahıstan I. şahsa dönüş yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayette geçmiş zaman (mazi) kipindeki اَرْسَلَ - سُقْنَاهُ fiilleri arasında bağlam birliği olmasına rağmen تُث۪يرُ muzari kipini kullanması son derece dikkat çekmektedir. Bu ayette Allah’a doğrudan nispet edilen fiiller, mazi sıygasıyla ifade edilirken, rüzgâra ait eylem muzari sıygasıyla ifade edilmiştir. Zemahşerî, muzari kipinin seçilmesini bu harika olayın Rabbânî kudrete delaleti noktasında muhatapların canlı tanık konumuna getirilmesi ile gerekçelendirmektedir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Beyzâvî bu ayetin tefsîrinde mazi fiil yerine muzari fiil kullanılmasındaki hikmeti üç nükteyle açıklar: Birincisi, “Allah Teâlâ, eşsiz hikmetinin kemaline delalet eden o güzel manzarayı zihinlere yaklaştırmak ve gözler önüne sermek için geçmişteki hali hikaye etmek üzere, اَرْسَلَ ; gönderdi fiili, mazi fiil olmasına rağmen; onun üzerine atfettiği fiili, (فَتُث۪يرُ ; gönderir) muzari fiil olarak zikretmiştir. İkincisi, bundan maksat, rüzgârların bu özelliğe sahip olarak yaratıldıklarını beyan etmektir. Onun için Allah Teâlâ bulutları kaldırma fiilini rüzgâra isnad etmiştir.
Yani اَرْسَلَ fiili üzerine atfedilen فَتُث۪يرُ fiilinin muzari gelmesinin ikinci nüktesi şudur: Allah’ın, فَتُث۪يرُ (bulut kaldırır) demekten maksadı, rüzgârların bulutu kaldırmaları hususunun, rüzgârların gönderilmeleriyle birlikte vuku bulduğunu beyan etmektir. Yani rüzgârlar gönderilir gönderilmez, hemen bu kaldırma işini yerine getirirler. Öyle ki, bu kaldırma işi, rüzgârların varlığının kaçınılmaz bir sonucu, ayrılmaz bir özelliğidir. İşte bunun için bulutları kaldırma fiili rüzgâra isnad edilmiştir.
Beyzâvî, gönderdi اَرْسَلَ fiili ile kaldırır فَتُث۪يرُ fiili arasındaki değişikliğin üçüncü nüktesini de şöyle açıklar: İşin devam ettiğini göstermek için fiillerin değişik gelmiş olması da caizdir. Zira rüzgârların esmesi ve bulutları kaldırıp sevk etmeleri her zaman yenilenerek devam etmektedir. Muzari fiilin özelliklerinden biri de bu teceddüt anlamını ifade etmesidir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Zira rüzgârların esmesi ve bulutları kaldırıp sevk etmeleri her zaman yenilenerek devam etmektedir. Muzari fiilin özelliklerinden biri de bu teceddüd anlamını ifade etmesidir.
Burada onunla zamiri, yağmuru ifâde etmektedir. Yağmurun zikri geçmemiş ise de, hariçte olduğu gibi zihinde de yağmur ile bulut arasında bir bağlantı vardır. Yahut anılan zamir, bulutu ifade eder; çünkü bulut, sebebin sebebidir. (Ebüssuûd)
Rüzgârların esişi, hür ve irade sahibi bir faile (bir yaratıcıya), açık bir delildir. Çünkü rüzgâr bazan diner, bazan eser. Estiğinde de bazan sağa, bazan sola hareket eder. Bu farklı hareketlerinde da, bazen bulutları oluşturur, bazan oluşturmaz. Dolayısıyla bütün bu farklı durumlar, bir musahhirin, bir müdebbirin (idare edenin) ve her şeyi ölçü dahilinde yapan bir müessirin varlığına delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, mazi sıygasıyla, اَرْسَلَ (salıverdi), muzari sıygası ile de تُث۪يرُ (harekâta sevk eden) buyurmuştur. Çünkü O, salıverme fiilini kendisine isnad edip, kendisinin yaptığı işler de, sadece bir (Ol) كُنْ emri ile oluverince, o fiil ne bir zaman, ne de bir zamanın bir cüz’ünde yoklukta kalamaz. Binaenaleyh Cenab-ı Hak bu sebeple o şeyin mutlaka var olacağından ve olmuş-bitmiş gibi hızlı oluşundan ötürü, muzari sıygası ile “salıverir” dememiştir. Demek ki O, belli vakitlerde belli yerlere rüzgarı takdir etmiş ve bu iş olup bitmiştir. “Bulutları harekete sevk etme” işini ise rüzgâra nispet edip, bu sevk işi de bir zaman içinde olunca, muzari sıygasıyla تُث۪يرُ , yani “o bulutları muayyen şekillerde bir araya toplar” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Ayetin son cümlesi olan كَذٰلِكَ النُّشُورُ , istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur كَذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ , muahhar mübtedadır.
اَحْيَيْنَا - النُّشُورُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | كَانَ | ise |
|
3 | يُرِيدُ | istiyor |
|
4 | الْعِزَّةَ | şeref |
|
5 | فَلِلَّهِ | Allah’ındır |
|
6 | الْعِزَّةُ | şeref |
|
7 | جَمِيعًا | tamamen |
|
8 | إِلَيْهِ | O’na |
|
9 | يَصْعَدُ | çıkar |
|
10 | الْكَلِمُ | söz |
|
11 | الطَّيِّبُ | güzel |
|
12 | وَالْعَمَلُ | ve amel |
|
13 | الصَّالِحُ | iyi |
|
14 | يَرْفَعُهُ | onu yükseltir |
|
15 | وَالَّذِينَ | (gelince) |
|
16 | يَمْكُرُونَ | tuzak kuranlara |
|
17 | السَّيِّئَاتِ | kötü şeyleri |
|
18 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
19 | عَذَابٌ | bir azab |
|
20 | شَدِيدٌ | çetin |
|
21 | وَمَكْرُ | ve tuzağı |
|
22 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
23 | هُوَ | o |
|
24 | يَبُورُ | bozulacaktır |
|
İzzet kelimesi “onur, saygınlık ve güçlü olma” anlamlarına gelir. “Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir” şeklinde çevirdiğimiz cümleye, bazı müfessirler, “Kim o sözde tanrılara ve putlara taparak bir izzet elde etmek istiyorsa bilsin ki izzet tümüyle Allah’a aittir”, bazıları “Kim izzet istiyorsa Allah’a itaat etsin, izzet bulsun”, bazıları da “Gerçek anlamda izzetin kime ait olduğunu öğrenmek isteyenler bilsinler ki, her yönden izzet Allah’a mahsustur” mânasını vermişlerdir (Taberî, XXII, 119-120). Şeref, onur, güç, pâye, üstünlük gibi anlamları olan “izzet”in bütünüyle Allah’a ait kılınması, bu kavramın insanlar açısından asla kullanılamayacağını değil, insanların elde edebilecekleri her türlü onur ve pâyenin Allah’tan olduğunu ve ancak O’nun hoşnutluğuna uygun olması halinde değer taşıyacağını ifade etmektedir. Nitekim başka bir âyette bu kavram Allah’a, resûlüne ve müminlere izâfe edilmiştir (bk. Münâfikūūn 63/8). Âyetin devamında yer alan ve “Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur” şeklinde çevirdiğimiz cümle ile de, izzetin şeytanî düşünceleri geliştirmekle elde edilemeyeceğine bir telmihte bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Birçok müfessir “güzel söz”den maksadın, başta kelime-i tevhid olmak üzere Allah’ı anma ve yüceltme mânası içeren her türlü tesbih, tehlil, Kur’an tilâveti, dua, istiğfar vb. sözler olduğunu kaydeder (meselâ Zemahşerî, III, 270). Fakat bunu belirli sözlerle sınırlandırmayıp iyiliği teşvik, kötülüğü engelleme gibi “iyi, temiz, güzel”vasfına uyan başka sözleri de bu kapsamda düşünmek uygun olur (Şevkânî, IV, 390). “O’na yükselir” ifadesinden maksat, Allah’ın bunları kabul etmesi, Allah katında makbul olması veya yazıcı meleklerin yazdıklarıyla yükselmeleridir (Şevkânî, IV, 390).
“İyi iş ve davranışları da O yüceltir” şeklinde yapılan tercümede öznenin Allah Teâlâ olduğu görüşü esas alınmıştır. Burada öznenin güzel sözler olduğu kanaatini taşıyanlar da vardır; buna göre cümleyi şöyle çevirmek gerekir: “Onları da (iyi işleri de) Allah’a güzel sözler yükseltir.” Meâlin böyle olması durumunda cümlenin izahı şöyle olur: İyi işlerin Allah katında değer bulması sağlam bir imana, Allah’ın birliği inancına dayalı olmasına bağlıdır, kelime-i tevhidi benimsemeden yapılan iyi işler O’nun nezdine yükselmez (Zemahşerî, III, 270). Öte yandan bu cümlede öznenin iyi işler ve tümlecin güzel söz olduğu da ileri sürülmüştür. Bu takdirde anlam “Güzel sözleri yükselten iyi işlerdir” şeklinde olur. Bu görüşün İbn Abbas gibi bazı ilk dönem âlimlerine nisbet edilmesini ihtiyatla karşılayan İbn Atıyye şu açıklamayı yapar: Bu görüşte iyi amel olmadan iman sözünün değerinin olmayacağı kastediliyorsa bu Ehl-i sünnet inancıyla bağdaşmaz ve İbn Abbas gibi birinin bunu söylemesine ihtimal yoktur. Ama güzel söz iyi amelle desteklenirse daha değerli olur ve daha yücelere çıkar mânası kastedilirse tutarlı olur (IV, 431). Râzî, insanı diğer canlılardan üstün kılan temel özelliğin söz olduğu ve bunun kalp ile ilişkisi üzerinde durur; âyetin sözün önemine ve değerine bir atıfta bulunduğunu belirtir (XXVI, 9).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 453-454مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ cümlesi مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
يُر۪يدُ الْعِزَّةَ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْعِزَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; من كان يريد العزّة فليطلبها من عند الله (Kim izzet isterse bunu Allah’ın katından istesin) şeklindedir.
لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktır. الْعِزَّةُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. جَم۪يعاً hal olup fetha ile mansubdur.
جَم۪يعاً kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ
اِلَيْهِ car mecruru يَصْعَدُ fiiline mütealliktir. يَصْعَدُ damme ile merfû muzari fiildir. الْكَلِمُ fail olup lafzen merfûdur. الطَّيِّبُ kelimesi الْكَلِمُ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la يَصْعَدُ الْكَلِمُ cümlesine matuftur.
الْعَمَلُ kelimesi الْكَلِمُ ‘ye matuftur. Veya mübteda olup lafzen merfûdur.
الصَّالِـحُ kelimesi الْعَمَلُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur. يَرْفَعُهُ fiili mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
يَرْفَعُهُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الصَّالِـحُ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَمْكُرُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَمْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlu mutlaktan naib olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Takdiri, يمكرون المكرات السيّئات (Kötü, çirkin tuzaklar kuruyorlar) şeklindedir.
لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi mübteda olan الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
وَ istînâfiyyedir. مَكْرُ mübteda olup lafzen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaret muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُوَ يَبُورُ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَبُورُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ , mübtedadır. كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ , hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
كان ’nin haberi olan يُر۪يدُ الْعِزَّةَ ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri فليطلبها من عند الله (... onu Allah’ın katından istesin) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْعِزَّةَ kelimesindeki tarif cins içindir. (Âşûr)
فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ
Mukadder cevap için taliliye olarak gelen فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعاًۜ cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْعِزَّةُ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
جَم۪يعاً kelimesi الْعِزَّةُ ‘dan hal olarak mansubdur. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder.
İzzetin tamamı sadece Allah’a aittir, başkasına değil anlamını verir. Lafzi tekid جَم۪يعاًۜ ’la bu anlam tekid edilmiştir.
لِلّٰهِ maksûun aleyh/sıfat, الْعِزَّةُ maksûr/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Buna göre yüce Allah'ı tanıyanlar için bunun başındaki "elif-lâm" ahid için ve izzet çerçevesi içerisinde onun hakkında kabul edilmesi gereken şeyler içindir. (Kurtubî)
Ayette "izzeti Allah'tan istesinler" ifadesinin zikredilmeyip delilinin zikriyle iktifa edilmesi, izzetin Allah'a (cc) mahsus olmasının, izzet talebinin de O'na tahsis edilmesini gerektirdiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
جَمِيعًا kelimesi kuşatmayı ifade eder. Kasr-ı iddiaî için tekid menzilindedir. Böylece cümlede 3 tekid olmuştur. Kasır 2 tekid, جَمِيعًا da 3. tekid menzilindedir. أيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ العِزَّةَ فَإنَّ العِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا cümlesine benzer.
اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْهِ , amili olan يَصْعَدُ ‘ya takdim edilmiştir.
الطَّيِّبُ kelimesi الْكَلِمُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْكَلِمُ ’nun يَصْعَدُ fiiline, الْعَمَلُ ‘nun يَرْفَعُ fiiline isnadı, mecazı aklîdir.
Gayri akil varlıklar fiile isnad edilerek kişileştirme yapılmıştır. Bu istiaredir. Akılsız varlıklar, insan menziline konulmuştur.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiş وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُۜ cümlesinde, وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ mübteda يَرْفَعُهُۜ cümlesi haberdir.
Sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))
Veya الْعَمَلُ الصَّالِـحُ terkibi الْكَلِمُ ‘ya matuftur. O takdirde يَرْفَعُهُۜ cümlesi, الْعَمَلُ ’dan hal veya beyanî istînaf olur.
يَصْعَدُ - يَرْفَعُهُۜ ve الطَّيِّبُ - الصَّالِـحُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki يَرْفَعُهُ kelimesindeki zamirin الْكَلِمُ sözcüğüne ait bir fail zamiri olması veya الْعَمَلُ kelimesine ait bir mef‘ûl zamiri olması muhtemeldir. Bu durumda anlam şöyle olur: Güzel söz –yani tevhîd–, iyi ameli yükseltir. Çünkü amel, ancak iman ile birlikte olursa sahih/geçerli olur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Kelimenin yükselmesi ve amelin yükselmesi ifadelerinde istiare vardır. Burada gerçekte aşağıdan yukarı çıkıp yükselmek (suûd) ile nitelenen bir şey bulunduğu kastedilmiş değildir. Ancak bu anlatımla kastedilen şey, güzel sözle, salih amelin ‘’Allah'ın rızasına erecekleri, O’nun yakınlığına nail olacakları, Allah Teâlâ’nın onları karşılıksız bırakmayacağı, onlara karşılık vermeyi ihmal etmeyeceği’’ anlamında Yüce Allah’a ulaşacak ve O’nun katında kabul edilecek olmalarıdır. Ayet hakkında şöyle bir tevil daha söylenmiştir: Yüce Allah, mesafe ve uzaklık yoluyla değil de büyüklük ve ululuk cihetiyle العلو nitelenince, artık O’na yaklaşmayı sağlayan her türlü güzel söz ve beğenilen amelden haber vermek de mecaz ve anlam genişlemesi yoluyla الْصعد [yükselme] ve الارتفع [yükselme] lafızlarıyla gerçekleşiyor. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
يَصْعَدُ - يَرْفَعُهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kelime-i tayyibenin amel-i sâlihten önce zikredilmesinin sebebi nedir? Biz diyoruz ki: Söz daha kıymetlidir. Çünkü insanın diğer canlılardan farklı olan yönü, konuşmasıdır. Bundan ötürü, Allah Teâlâ, “Biz âdemoğlunu, (nefs-i natıkası ile, yani ona konuşma özelliği vererek) kerim (şerefli ve kıymetli) kıldık” (İsrâ, 70) buyurmuştur. Amel ise, hem insanda, hem diğer canlılarda müşterek olarak bulunan hareketlerden ibarettir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam-ı kerimede, kendisiyle izzet istenen şeyler beyan edilmektedir ki, bunlar tevhid ve salih ameldir. Bunların Allah'a yükselmesi, mecazî olup Allah'ın, onları kabul buyurması demektir. Yahut amel katipleri meleklerin, onların yazıldığı sayfalarıyla Allah katına yükselmeleri demektir. Ayetin, hasr bildirmesi gereken ifade, tarzı, Allah'ın buna kâmil bir önem verdiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
الصُّعُودُ yüksek bir mekana gitmektir. الرَّفْعُ ise bir şeyi bir mekandan daha yüksek bir mekana götürmektir. الصُّعُودُ ; yüce bir mertebeye ulaşmak manasında müsteardır ve O’nun yanında kabul görmekten kinayedir. الرَّفْعُ ; burada azim bir makamda kabul manasında kinayedir. Çünkü yücelik, mekanın yüceliğiyle hayal edilir. Dolayısıyla يَصْعَدُ ويَرْفَعُ fiilleri mekân karinesi olmuştur. Allah Teâlâ yanında kabul görmek; ancak ona yükselenin erişebileceği yüce bir yere benzetilir. (Âşûr)
العَمَلُ mübteda, يَرْفَعُهُۜ ise haberdir. Fiil cümlesinde müsnedün ileyhi takdim edilmiştir. Bu da tahsis ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Allah müminlerin salih amellerini ve sözlerini kabul eder demektir. (Âşûr)
وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
وَ atıf harfidir. Cümle, ayetin başındaki مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ cümlesine atfedilmiştir. Önemi dolayısıyla hususun umuma atfıdır. (Âşûr)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret ve tahkir içindir.
اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Özellikle onlar için hazırlanmış şiddetli azaba işaret etmek ve takdim edilen kelimeye vurgu kastıyla, haber mübtedaya takdim edilmiştir.
Muahhar mübteda عَذَابٌ ’daki tenvin, tarifi mümkün olmayan nev ve kesret ifade eder.
شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
شَد۪يدٌ sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi).
وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ cümlesi istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, هُوَ يَبُورُ cümlesi haberdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsned olan هُوَ يَبُورُ cümlesi , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber olan يَبُورُ ‘nün muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَمْكُرُونَ - مَكْرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّيِّـَٔاتِ - عَذَابٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّيِّـَٔاتِ kelimesindeki tarif cins içindir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجاًۜ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
2 | خَلَقَكُمْ | sizi yarattı |
|
3 | مِنْ | -tan |
|
4 | تُرَابٍ | toprak- |
|
5 | ثُمَّ | sonra |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | نُطْفَةٍ | nutfe(sperm)- |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | جَعَلَكُمْ | sizi yaptı |
|
10 | أَزْوَاجًا | çift çift |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | تَحْمِلُ | gebe kalamaz |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | أُنْثَىٰ | dişi |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَضَعُ | doğuramaz |
|
17 | إِلَّا | dışında |
|
18 | بِعِلْمِهِ | O’nun bilgisi |
|
19 | وَمَا | ve verilmez |
|
20 | يُعَمَّرُ | ömür |
|
21 | مِنْ | hiçbir |
|
22 | مُعَمَّرٍ | canlıya |
|
23 | وَلَا | ve |
|
24 | يُنْقَصُ | azaltılmaz |
|
25 | مِنْ | -nden |
|
26 | عُمُرِهِ | onun ömrü- |
|
27 | إِلَّا | (yazılmadıkça) |
|
28 | فِي |
|
|
29 | كِتَابٍ | Kitapta |
|
30 | إِنَّ | şüphesiz |
|
31 | ذَٰلِكَ | bu |
|
32 | عَلَى | göre |
|
33 | اللَّهِ | Allah’a |
|
34 | يَسِيرٌ | kolaydır |
|
Bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın yaratıcılık sıfatına değinilirken, diğer taraftan da O’nun bütün yaratılmışlara ait ayrıntıların bilgisine sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çerçevede, bir dişinin gebe kalması ve doğurması yani yeni bir canlının dünyaya gelmesinden her bir canlının ömrünün miktarına kadar evrende olup biten bütün olaylar ve incelikleri O’nun nezdinde mâlûmdur. Bir insanın ömrünün uzun veya kısa oluşu tesadüfe yahut kendiliğinden oluşa değil Allah’ın iradesine bağlıdır; bu irade değişmemek üzere levh-i mahfûz diye bilinen özel bir kayıt sistemine de bağlanmıştır. Âyetin “Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir” şeklinde çevrilen kısmı için şu yorumlar da yapılmıştır: a) Herkesin ömrünün ne kadar olacağı tamı tamına kayıtlı olduğu gibi bunun yaşanan her günü, ayı, senesi de kaydedilmektedir. Bu cümlenin “ömründen eksilen, eksiltilen” anlamına gelen ikinci kısmından maksat işte ömrün bu bölümü yani yaşanan ve bu yönde kayda geçirilen miktarıdır; “verilen ömür” anlamına gelen birinci kısmından maksat ise ömrün kalan bölümüdür. b) Bu cümle “Bir canlının ömrünün uzatılması da kısaltılması da mutlaka yazılıdır” anlamına gelmektedir. Hadislerde belirtildiği üzere bazı sebeplerle ömür uzatılabilir veya kısaltılabilir; ama bu da Allah’ın iradesiyle olmaktadır ve O’nun ezelî ilminde mevcuttur (bir kitapta kayıtlıdır). Allah’ın bildikleri insanlar tarafından bilinmediğinden, bu durum dünya hayatının sınav düzenini ve kişinin sorumluluğunu etkilemez (Şevkânî, IV, 391-392; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/20-23; insanın topraktan yaratılması ve nutfe hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/13-14; Rûm 30/20; insanların kendi nefislerinden eşler yaratılması hakkında bk. Nisâ 4/1).
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجاًۜ
İsim cümlesidir. وَ istinâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. خَلَقَكُمْ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamiri كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ تُرَابٍ car mecruru خَلَقَكُمْ ‘e mütealliktir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
مِنْ نُطْفَةٍ car mecruru خَلَقَكُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ atıf harfidir. جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَزْوَاجاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَحْمِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. مِنْ harf-i ceri zaidtir. اُنْثٰى lafzen meczum olup fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَضَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. اِلَّا hasr edatıdır. بِعِلْمِه۪ car mecruru اُنْثٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, إلّا متلبّسة بعلمه أو إلّا معلوما حملها له (Bilgisi olmadıkça veya onu taşıdığı bilinmedikçe) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُعَمَّرُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُعَمَّرٍ lafzen mecrur ,naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْقَصُ damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. عُمُرِه۪ٓ lafzen mecrur, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru مُعَمَّرٍ veya عُمُرِه۪ٓ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
يُعَمَّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُعَمَّرٍ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يرٌ ‘e mütealliktir. يَس۪يرٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجاًۜ
وَ istînâfiyyedir. وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ şeklindeki sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsned olan خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ‘in mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مِنْ نُطْفَةٍ temâsül nedeniyle مِنْ تُرَابٍ ’e atfedilmiştir.
جَعَلَكُمْ اَزْوَاجاً cümlesi, terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ثُمَّ , istidrâc (tedrici olarak bir dereceden diğerine yükselmek) ifade eder. (Âşûr)
İnsanın yaratılış evreleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
تُرَابٍ - نُطْفَةٍ ve اَزْوَاجاًۜ kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.
مِنْ ve ثُمَّ ’nin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ
Cümle istînâfa matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ اُنْثٰى ‘daki مِنْ , zaiddir. Tekid ifade eder.
وَلَا تَضَعُ cümlesi, … تَحْمِلُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
بِعِلْمِه۪ۜ car mecruru, مِنْ اُنْثٰى ’nın mahzuf haline mütealliktir.
Nefy harfi لَا ve مَا , istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. Kasr, fail ile car mecrur arasındadır. اُنْثٰى maksûr/mevsûf, بِعِلْمِه۪ۜ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
مِنْ اُنْثٰى ‘daki tenvin, kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِعِلْمِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِلْمِ , tazim edilmiştir.
وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى cümlesiyle وَلَا تَضَعُ cümlesi arasında mukabele vardır.
تَحْمِلُ (Gebe kalır) - تَضَعُ (Doğurur), kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍۜ
Cümle istînâfa matuftur. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُعَمَّرُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مِنْ مُعَمَّرٍ ‘daki مِنْ zaiddir. Tekid ifade eder.
وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ cümlesi, … وَمَا يُعَمَّرُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
ف۪ي كِتَابٍۜ car mecruru, مِنْ مُعَمَّرٍ ’in mahzuf haline mütealliktir.
Nefy harfi لَا ve مَا , istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. Kasr, fail ile car-mecrur arasındadır. مُعَمَّرٍ maksûr/mevsûf, ف۪ي كِتَابٍۜ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
مِنْ مُعَمَّرٍ ‘daki tenvin, kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ cümlesiyle وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِه۪ٓ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يُعَمَّرُ - مُعَمَّرٍ - عُمُرِه۪ٓ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُعَمَّرُ - يُنْقَصُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Kitap Levh-i Mahfuz’dur. İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre, Allah’ın kitabı ile Allah’ın ilminin kastedilmesi de mümkündür. İnsanın kendi kader sayfası da olabilir. (Keşşâf)
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifadesi içindir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Cümlede car mecrur عَلَى اللّٰهِ , ihtimam sebebiyle amili olan يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir.
Müsned olan يَس۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
İmtihanını kazanmak isteyen kul, gözünü aldatmalara karşı daima açık tutmalıdır. Dünya, hep mutlu edeceğim ve hep seninle kalacağım yalanlarıyla kalbe yerleşmeye çalışır. Aldatma ustası olan şeytan ise daha zamanın var diyerek, küçük günahları önemsemeyerek, Allah affeder sözleriyle nefsi rahatlatır ve hakikat için yaşamasını ertelettirir.
Ey Allahım! Bizi doğru yola ilet ve bizi bağışla. Bizi tevbe edenlerden eyle ve tevbelerimizi kabul buyur. İmanımızdaki kusurları gider ve salih ameller ile süslenmemizi nasip eyle. Dünya ile şeytanın aldatmalarından ve inkarcıların uğrayacağı azaptan Sana sığınırız. Kalplerimizin halini dünyanın ve şeytanın aldatmalarından koru; Sana olan muhabbetimizi ve imanımızı kuvvetlendir ve aldatmalara karşı zırh kıl. Dünya hayatını bize kolaylaştır ve ömürlerimizi bereketlendir.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji