Fâtır Sûresi 5. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ  ...

Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 إِنَّ elbette
4 وَعْدَ va’di و ع د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 حَقٌّ gerçektir ح ق ق
7 فَلَا asla
8 تَغُرَّنَّكُمُ sizi aldatmasın غ ر ر
9 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
10 الدُّنْيَا dünya د ن و
11 وَلَا ve
12 يَغُرَّنَّكُمْ sizi aldatmasın غ ر ر
13 بِاللَّهِ Allah ile
14 الْغَرُورُ o aldatıcı غ ر ر
 

İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette, “aldatma ustası” diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir (Taberî, XXII, 117). Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye “Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 268). 

6. âyetin “Siz de onu düşman belleyin” diye çevrilen cümlesi için, “Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın” gibi izahlar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430). Aynı âyetin “Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur” şeklinde çevrilen kısmını, “Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah’a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A‘râf 7/17; Hicr 15/39).

8. âyetin “kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse” şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir: a) Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b) Bunlar, Allah’ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? (Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388). Bu âyette Hz. Peygamber’e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, “Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir” cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah’ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O’nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah’ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah’ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. 

 


  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 450-451
 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nidanın cevabı  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ ‘dur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

وَعْدَ اللّٰهِ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  حَقّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

 

  فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  تنبهوا  (Dikkatli olun) şeklindedir. 

تَغُرَّنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ  fail olup lafzen merfûdur.  الدُّنْيَا۠  kelimesi   الْحَيٰوةُ ' nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَغُرَّنَّكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  لَا تَغُرَّنَّكُمُ ‘ye matuftur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يَغُرَّنَّكُمْ  fiiline matuftur. الْغَرُورُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْغَرُورُ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen cümle talebî inşâî isnaddır.  Nidanın cevabı olan  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

وَعْدَ  kelimesinin lafz-ı celâle muzâf olması tazim ve teşrif ifade eder.  إنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastıyladır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Ey insanlar!” ve “Ey iman edenler!” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye lisûreti'l Ahzâb, s. 43)

Ayetteki nehy (yasak), zahiren dünya hayatına tevcih ediliyorsa da, hakikatte murad olan, insanların dünya hayatına aldanmamalarıdır. Nitekim ["Ey kavmim! Bana karşı düşmanlığınız, sakın, size de bir musibet getirmesin!"] (Hûd: 89) ayeti bu kabildendir. (Ebüssuûd) 


 فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  تنبهوا  (Dikkatli olun) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَغُرَّنَّكُمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Fiilin, dünya hayatına isnadı mecâz- aklîdir.

الْحَيٰوةُ  için sıfat olan  الدُّنْيَا۠ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üslubla gelen  وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ  cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِاللّٰهِ ,  ihtimam için fail olan  الْغَرُورُ ’ya takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

بِاللَّهِ  ifadesindeki  ب  harfi mülâbese içindir ve mukadder bir muzâfın başına gelmiştir. بِشَأْنِ اللَّهِ  demektir. (Âşûr)  

تَغُرَّنَّكُمُ  - الْغَرُورُ - يَغُرَّنَّكُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَقٌّ  -  الْغَرُورُ  kelimeleri arasında tıbâkı hafî sanatı vardır.

فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ [O halde zinhar sizi dünya hayatı aldatmasın] ki dünya ile meşgul olarak ahireti unutmayın. Fiil, dünya hayatına isnad edilmiştir. Mana şöyledir: Dünya hayatının çağrısına aldanıp bu konuda tedbir almamazlık etmeyin. Buna ilaveten burada bir mecazi kullanım da söz konusudur. Sanki hayat toy insanlar arasında şirki yayar. 

الْغَرُورُ ; mübalağa kalıbıdır. İnsanları çok kandırdığı için şeytanın sıfatı olmuştur. Şeytan için bu sıfatın seçilmesi, kandırdığı her şeyi kapsaması ve bunu ilk olarak şeytanın yapması dolayısıyladır. Olumsuz emri pekiştirmek ve hem şeytanın hem de dünyanın insanları aldattığını pekiştirerek ifade etmek için her iki fiil de şeddeli tekid nunu ile tekit edilmiştir. Hatta bu ikisi aldatmaya sebep olan en büyük iki şeydir, Allahu a’lem. Dünya hayatı şeytana takdim edilmiştir, çünkü insanın arzu ettiği ve en çok önem verdiği şeyler dünya ile ilgilidir. İnsan dünya hayatında istediği şeyler nedeniyle her türlü zorluğa katlanır. Şeytan da insanı dünya hayatıyla kandırır ve aldatmasının ortağı olarak kullanır. Ayeti kerimede sadece dünya değil, dünya hayatı buyurulmuştur, çünkü insanın istediği ve murad ettiği ilk şey hayattır, Allahu a’lem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, s. 516)

 فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠  [Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.]  cümlesin­den sonra  وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ  [O aldatıcı da, Allah hakkında sizi aldatmasın.] cümlesinde aldatma fiilinin tekrar edilmesiyle ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Ayette aldatmasın fiilinin iki kere tekrarlanması, manayı kuvvetle ifade etmek (mübalağa) içindir. Bir de, iki aldatma keyfiyetleri farklı olduğu içindir. (Birincisinde aldatan dünya hayatı, ikincisinde şeytan.) (Ebüssuûd)

Bu ayetin sonundaki الْغَرُورُ kelimesiyle şeytan kastedilmiştir. Mükellef bazan zihni zayıf, aklı az, görüşü tutarsız olabilir. Böylece de en ufak bir şeyle aldanabilir. Bazan da bu derecenin üstünde olur da, ufak bir şeyle aldanmaz. Fakat kendisine bir aldatıcı gelip ona o şeyi hoş göstererek, o şeyin kötü yanlarını basitleştirip, ona ondaki (sözde) faydaları beyan ettiğinde, o şeydeki faydalar ve lezzetler, bu aldatıcı kimsenin çağrısı ile birleşince, işte bu kimse de aldanıverir. Bazan da göğsü ve kalbi kuvvetli olur, ne aldanır ne de aldatılır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, birinci kısma işaret olsun diye, “O halde sakın sizi dünya hayatı aldatmasın” buyurmuş, mükellefin üçüncü derecede yani en üstün ve sağlam derecede olabilmesi, böylece de aldanmaması ve aldatılmaması için, ikinci dereceye bir işaret olsun diye, “Çok aldatıcı da sakın sizi Allah hakkında aldatmasın” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)