اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الشَّيْطَانَ | şeytan |
|
3 | لَكُمْ | size |
|
4 | عَدُوٌّ | düşmandır |
|
5 | فَاتَّخِذُوهُ | siz de onu edinin |
|
6 | عَدُوًّا | düşman |
|
7 | إِنَّمَا | şüphesiz o |
|
8 | يَدْعُو | çağırır |
|
9 | حِزْبَهُ | taraftarlarını |
|
10 | لِيَكُونُوا | olmağa |
|
11 | مِنْ | -ndan |
|
12 | أَصْحَابِ | halkı- |
|
13 | السَّعِيرِ | alevli ateşin |
|
İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette, “aldatma ustası” diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir (Taberî, XXII, 117). Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye “Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 268).
6. âyetin “Siz de onu düşman belleyin” diye çevrilen cümlesi için, “Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın” gibi izahlar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430). Aynı âyetin “Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur” şeklinde çevrilen kısmını, “Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah’a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A‘râf 7/17; Hicr 15/39).
8. âyetin “kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse” şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir: a) Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b) Bunlar, Allah’ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? (Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388). Bu âyette Hz. Peygamber’e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, “Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir” cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah’ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O’nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah’ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah’ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الشَّيْطَانَ kelimesi اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَكُمْ car mecruru عَدُوٌّ ‘e mütealliktir. عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir. Takdiri; إن وعيتم ذلك (Bunu fark ederseniz) şeklindedir.
اتَّخِذُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَدُواًّ kelimesi ikinci mef’’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخِذُوهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اتَّخِذُوهُ fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَدْعُوا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حِزْبَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttası zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَكُونُوا fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَدْعُوا fiiline mütealliktir.
يَكُونُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
مِنْ اَصْحَابِ car mecruru يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. السَّع۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir:
1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nidanın cevabıyla ilgilidir. İbhamın beyanı hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ , ihtimam için amili olan اِنَّ ’nin haberi عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.
عَدُواًّۜ ‘deki tenvin, kesret ve tahkir içindir. Bu kelimede irsâd sanatı vardır.
فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri إن وعيتم ذلك (Bunu fark ederseniz..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَدُواًّۜ ‘deki tenvin, kesret ve tahkir içindir.
عَدُواًّ ’un tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Ayetteki, فَاتَّخِذُوهُ عَدُواًّۜ “Onu düşman edinin” cümlesi, “onu üzecek şeyleri yapın” demek olup, onu üzecek şey de ameli salihtir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Cümle ta’liliyye hükmündedir. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
إِنَّمَا , kâffe (durduran, engelleyen) ve mekfûfe’dir. ماَ , zaide olup, edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir. إِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sebep bildiren lam-ı ta’lil لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte يَدْعُوا fiiline mütealliktir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اَصْحَابِ için sıfat olan السَّع۪يرِۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur.(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
السَّع۪يرِۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ ibaresinde istiare vardır. Devamlı Cehennemde kaldığı için bu kişiler sadık bir arkadaşa benzetilmiştir. Ayette geçen arkadaşlık yani ashâb kelimesi mutlak bir yakınlık ve bir arada olma değil ebedi orada olma manasındadır. Bu kelime burada sıfattan kinayedir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, Min Ğârîbi Belâğati’l Kur’ân-ı Kerîm, Soru 498)
Âşûr da ashâb kelimesinin mülâzım (bağlılık) manasında olduğunu söylemiştir. (Âşûr, Bakara/39)
حِزْبَهُ - اَصْحَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَدْعُوا - عَدُواًّۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّع۪يرِۜ kelimesi şiddetli ateş demektir ve çoğunlukla şerî lisanda Cehennem için kullanılır. (Âşûr)