اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | يُمْسِكُ | tutmaktadır |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | تَزُولَا | yıkılmamaları için |
|
8 | وَلَئِنْ | andolsun |
|
9 | زَالَتَا | ikisi yıkılsa |
|
10 | إِنْ |
|
|
11 | أَمْسَكَهُمَا | onları tutamaz |
|
12 | مِنْ | hiç |
|
13 | أَحَدٍ | kimse |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | بَعْدِهِ | ondan sonra |
|
16 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
17 | كَانَ |
|
|
18 | حَلِيمًا | halimdir |
|
19 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
Göklerin yani ilâhî yasalar düzenine uygun olarak uzay içinde işlevlerini sürdüren bütün galaksilerin, gök cisimlerinin ve bu düzen içinde insan bakımından özel bir önemi haiz olan yerkürenin yörüngelerinden sapmaması Allah Teâlâ’nın irade ve kudretiyle mümkün olmaktadır. Yüce Allah bu hassas dengenin bozulmasını murat etmiş olsa artık bu sapmayı önleyebilecek hiçbir güç yoktur (bu konuda ayrıca bk. Ra‘d 13/2). Âyetin “sapmamaları için” şeklinde çevrilen kısmında kullanılan ve zevâl kökünden türetilen fiil hem “bir şeyin nizamının bozulması” hem de “yok olması” anlamına gelir. Burada her iki mânanın birlikte kastedildiği anlaşılmaktadır. Zira göklerin ve yerin hareketindeki en küçük bir sapma ve dengesindeki en küçük bir bozulma aynı zamanda onların yok olması demektir (İbn Âşûr, XXII, 327-328).
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 470
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ cümlesi, اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُمْسِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlü bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfın hazfıyla mef’ûlün lieclih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, كراهة أن تزولا (Zeval bulmasını kerih görerek) şeklindedir.
تَزُولَا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
يُمْسِكُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
زَالَتَٓا şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَمْسَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ harfi zaiddir. اَحَدٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ car mecruru اَمْسَكَهُمَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. حَل۪يماً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
غَفُوراً ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
حَل۪يماً - غَفُوراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessümle birlikte hükmü takviye de ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الإمْساكِ kelimesinin aslı, bir şey kaçmasın veyahut dağılmasın diye onu sıkıca el ile kavramaktır. Bu yüzden göklerin ve yerin muazzam nizamının korunması, onları eliyle sımsıkı tutan ve bu şekilde onların bir düzen üzere karar kılmalarını sağlayan bir gücün varlığına benzetilmiştir. (Âşûr)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَزُولَا cümlesi, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, takdir edilen muzaf için muzâfun ileyh konumundadır. Yani, كراهة أن تزولا (Zeval bulmasını kerih görerek) demektir. Bu muzâf, يُمْسِكُ fiilinin mef’ûlün lieclihidir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. İstînafa hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart cümlesi olan وَلَئِنْ زَالَتَٓا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır.
Cümledeki اِنْ nefy manasındadır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasem ve zaid harfle tekid edilmiştir.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından oluşan terkip kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümledeki ilk اِنْ edatı şart, ikinci اِنْ nafiyedir. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَحَدٍ lafzen mecrur, mahallen merfû olmak üzere اَمْسَكَهُمَا fiilinin failidir. مِنْ tekid ifade eden zaid harftir. مِنْ بَعْدِه۪ۜ car mecruru, اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Nefy sıygasında gelen nekrenin umum manası olduğunu bildirmek için إمْساكِ أحَدٍ sözü, nefyi tekid ifade eden مِنْ harfi ile getirilmiştir. Yani hiç bir kimse, onları tutup geri getiremez, demektir. (Âşûr)
Farklı anlamdaki مِنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette olduğu gibi kendisinden önce yemin (kasem) bulunduğu halde لَا veya اِنْ ile olumsuz olduğunda, mazi fiil gelecek zamana delalet etmektedir. (Hasan Duran, Kur’ân-ı Kerîm’de Teceddüt Ve Sübût Manası İçin Yapılan ‘udûl Çeşitleri)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
يُمْسِكُ - اَمْسَكَهُمَا ve تَزُولَاۚ - زَالَتَٓا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's- sadr sanatları vardır.
مِن بَعْدِ terkibi أحَدٍ kelimesinin sıfatıdır ve مِنْ ibtidaiyyedir. Yani ondan kaynaklanan veya sonradan gelen kimse demektir. Çünkü بَعْدِ ‘nin asıl anlamı, iki şeyden birinin sonradan gelmesidir. Burada mecâz-ı mürsel yoluyla farklılık manasındadır. (Âşûr)
اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin iki haberi olan غَفُوراً - حَل۪يماً kelimelerinin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
غَفُورا ve حَل۪يماً sıfatları mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)