Fâtır Sûresi 42. Ayet

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراًۙ  ...

Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقْسَمُوا ve yemin ettiler ق س م
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 جَهْدَ bütün gücüyle ج ه د
4 أَيْمَانِهِمْ yeminlerinin ي م ن
5 لَئِنْ andolsun eğer
6 جَاءَهُمْ kendilerine gelirse ج ي ا
7 نَذِيرٌ bir uyarıcı (peygamber) ن ذ ر
8 لَيَكُونُنَّ olacaklarına ك و ن
9 أَهْدَىٰ daha çok doğru yolda ه د ي
10 مِنْ
11 إِحْدَى herbir ا ح د
12 الْأُمَمِ milletten ا م م
13 فَلَمَّا fakat
14 جَاءَهُمْ gelince ج ي ا
15 نَذِيرٌ uyarıcı ن ذ ر
16 مَا
17 زَادَهُمْ onların arttırmadı ز ي د
18 إِلَّا başka bir şey
19 نُفُورًا nefretten ن ف ر
 

Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşrikleri, peygamberleri yalanlamadıklarını söyleyip şayet kendilerine gerçek bir peygamber gönderilmiş olsa, eski ümmetlerin yaptığını yapmayacaklarına, yani peygamberi asla inkâr etmeyeceklerine ve onun getireceği mesaja, geçmiş ümmetlere nazaran çok daha fazla sahip çıkacaklarına yemin ediyorlardı. Ama Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildiğini açıklayınca ondan sür’atle uzaklaştılar (Taberî, XXII, 145; Râzî, onların yahudileri ve hıristiyanları kınayarak bu tarzda yemin ettikleri görüşünü tarihî verilere uygun bulmaz, bk. XXVI, 33-34). Resûlullah’a ve müslümanlara karşı cephe almalarının sebebi ise –bazı âyetlerde ifade edildiği ve siyer kaynaklarındaki olaylardan anlaşıldığı üzere– açıktı: Resûl-i Ekrem onların beklentilerine göre bir peygamber değildi ve getirdiği mesaj çıkarlarına alet edebilecekleri bir içerik taşımıyordu. Âyetin “herhangi bir ümmetten daha fazla doğru yolu tutacaklarına dair” şeklinde çevrilen kısmı “bulundukları durumdan çok daha iyi bir yol tutacaklarına dair” ve “geçmiş ümmetlerin hepsinden daha iyi olacaklarına dair” şeklinde de anlaşılmıştır (Zemahşerî, III, 278; Râzî, XXVI, 34. “Allah’ın yasaları” diye çevirdiğimiz sünnetullah kavramının Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/137).

45. âyetin son cümlesi daha çok “Vadeleri dolduğunda ise Allah kime nasıl muamele edeceğini takdir eder veya gereken cezayı verir, çünkü O kullarını hakkıyla görmektedir” tarzında açıklanmıştır (Allah’ın insanları hemen cezalandırmayışının hikmeti ve “canlı” diye tercüme edilen dâbbe kelimesi hakkında bilgi için bk. Nahl 16/61).

 

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اَقْسَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

بِاللّٰهِ  car mecruru  اَقْسَمُوا  fiiline mütealliktir.  جَهْدَ  çeşit veya sıfat olan mastardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

اَيْمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَذ۪يرٌ  fail olup lafzen merfûdur.  

لَ  harfi, kasem lamıdır.  يَكُونُنَّ  fiili mahzuf  ن ‘un sübutuyla nakıs, merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi  و ‘ı  يَكُونُنَّ ‘nin ismi olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

اَهْدٰى  kelimesi  يَكُونُنَّ ‘nin haberi olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Maksur isimlerdendir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ اِحْدَى  car mecruru  اَهْدٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْاُمَمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَقْسَمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قسم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراًۙ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup  زَادَهُمْ  fiiline mütealliktir. Cümleye muzâf olur.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur. 

b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نَذ۪يرٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  زَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  نُفُوراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَيْمَانِهِمْ  - اَقْسَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَيْمَانِهِمْۙ  için muzâf olan  جَهْدَ , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib veya onun sıfatıdır.

جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ  (Ağır yeminleriyle) terkibinde latif bir istiare vardır. Münafıkların son derece kuvvetli ve ağır bir şekilde ettikleri yeminler, istiare yoluyla, yapamayacağı bir işe kendini zorlayan ve bunun için bütün gücünü harcayan kimseye benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 53) 

Âşûr da buna benzer bir açıklamayla kinaye olduğunu söylemiştir.

“Kasem” Tabirinin “Yemin” Manasına Taşınması: 

Vahidî şöyle demektedir: “Yemine, kasem adı verilmiştir. Çünkü yemin, ister müspet isterse menfi olsun, insanın haber verdiği, bildirdiği haberi tekid etmek için va’z edilmiştir. Haber, doğru veya yalan olabileceği için haber veren kimse doğru tarafını yalan tarafına tercih etmek için böyle bir yola başvurmaya muhtaç olur. Ki bu yol da yemin etme yoludur. Yemin etmeye, ancak bu haberi duyduğunda insanlar, onu tasdik eden veya yalanlayanlar şeklinde kısımlara ayrıldığı zaman ihtiyaç duyulur. Araplar yemin etmeye kasem adını vermişler ve bunu,  أفْعَلَ  sıygasıyla ifade ederek  أقْسَمَ فُلانٌ يُقْسِمُ إقْسامًا  [Falanca yemin etti.] demişler; bununla da o kimsenin tercih ettiği yemini tekid ettiğini ve doğruluğu yemin ve kasem vasıtasıyla seçmiş olduğu kaseme havale ettiğini kastederler. (Fahreddin er-Râzî, En’âm / 109 )

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)


 لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ 

 

Ayetin ikinci cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Şart cümlesi olan  لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

نَذ۪يرٌ ’daki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.

لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. 

Muzari sıygasında gelmiş nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

كَانَ ‘nin haberi  اَهْدٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ  car mecruru,  كَانَ ’nin haberi olan  اَهْدٰى ’ya mütealliktir.

Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından oluşan terkip kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اِحْدَى الْاُمَمِۚ  belli bir ümmet olup hidayet ve istikametteki faziletleri anlatılmak üzere böyle anılmaktadırlar. Çünkü Kureyşliler şöyle demişlerdi: "Allah, Yahudilere ve Hristiyanlara lanet eylesin; onlara Peygamberler geldiler; fakat onlar, Peygamberleri yalanladılar. Vallahi, eğer gerçekten bize bir Peygamber gelse, mutlak ve muhakkak biz, Yahudilerden de Hristiyanlardan da ve diğer herhangi bir ümmetten de daha çok hidayete geleceğiz." (Ebüssuûd)

اِحْدَى  -  اَهْدٰى  kelimeleri arasında cinası muharref vardır.  (Âşûr)


فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراًۙ

 

فَ  atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle  لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. 

لَمَّا , kelimesi  حين  manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ  şeklindeki şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراً  şeklinde mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

زَادَهُمْ  maksûr/sıfat,  نُفُوراً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

نَذ۪يرٌ ’daki tenvin tazim ve kesret,  نُفُوراً ’daki ise kesret ve tahkir ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

الزِّيادَةُ : Kelimenin aslı, zevattaki büyüme-gelişme ve artıştır. İstiare yoluyla sıfatlardaki kuvvet manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

جَٓاءَهُمْ  -  نَذ۪يرٌ  kelimelerinin konudaki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, C. 7, s. 424)

مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراًۙ  ibaresinde sebep alakasıyla mecazî isnad vardır. (Mahmut Sâfî, https://tafsir.app/m-mawdou/35/42)