وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْنَٓا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Önceki ayetteki mekulü’l-kavle atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Elçilerin sözlerinin devamıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْنَٓا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ muahhar mübtedadır.
مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. عَلَيْنَٓا maksûr/sıfat, الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’’l-mevsûftur. Onlar, tebliğe hasredilmiştir.
Mecrur şeklindeki haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
الْبَلَاغُ için sıfat olan الْمُب۪ينُ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْمُب۪ينُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki علينا (Bize düşen) ibaresi biz bununla sorumluyuz, bu bizim görevimiz demektir. Rasûllere vâcip olan şey, tebliğdir. Hatta apaçık tebliğe, yani hakkı göstererek açıklamaya ısrarla devam etmektir. Aslında duymayan, bilmeyen kalmaması için bütün mükelleflerin buna devam etmesi gerekir. Bu tebliği bir şahsa veya cemaate mahsus kılamayız. O zaman apaçık tebliğ olmaz. Apaçık tebliğin iki şartı vardır: Birincisi, bilinmedik, tebliğ edilmedik bir şey kalmayacak şekilde risaleti ve tebliği açıklamak, ikincisi, tebliği gönderildiği kişilerin hepsine ulaştırmak. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 84)
Son çağrı olarak Antakya halkını hak dine davet etmek üzere giden elçiler kasem anlamında onlara Rabbimiz biliyor derler ve اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesini اِنَّٓا lafzı, tekid لَ ‘ı, kasem anlamındaki رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor] ifadesi ile, bir de haberi isim لَمُرْسَلُونَ olarak getirmekle birçok yönden te’kid ederek çok güçlü bir ifade ile onları davet ederler. Ancak onların inkârlarından vazgeçmeyeceklerini gören elçiler وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ [Bize düşen ancak apaçık bir teblîğdir.] (Yâsîn, 36/17) şeklinde sözlerini bağlar, tebliğ görevini tamamlar ve dönerler. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu ayetteki الْمُب۪ينُ kelimesi şu manalara gelebilir:
Bu; mucize ve burhanla hakkı batıldan ayıran bir tebliğdir.
Bu, bizim herkese gönderildiğimizi gösteren bir tebliğdir. Yani bir-iki kişiye tebliğ yapmamız yeterli değildir.
Bu, hakkı alabildiğine açıklayan bir tebliğdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.84 )