قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبُّنَا يَعْلَمُ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi amili يَعْلَمُ ‘nun ikinci mef’ûlün bihi yerinde olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكُمْ car mecruru مُرْسَلُونَ ‘e mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُرْسَلُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسَلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesinde رَبُّنَا mübteda, يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle نَا zamirinin ait olduğu resuller, şan ve şeref kazanmıştır.
اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi يَعْلَمُ fiilinin iki mefulü yerindedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrur اِلَيْكُمْ , amili olan لَمُرْسَلُونَ ‘ye, tahsis için takdim edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 83)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُرْسَلُونَ - تَكْذِبُونَ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk değil, tıbâk-ı hafî sanatı vardır. مُرْسَلُونَ (Gönderilmiş olmak), كذب (yalan söylemek) kelimesinin zahiren zıddı olmamasına rağmen cümledeki ve bağlamdaki konumu itibariyle “yalan söylemek” kelimesinin karşıt anlamını yüklenmekte ve bu karşıtlığın cümleye yeni bir anlamsal güzellik (Muhassinât-ı Maneviyye) katmasını sağlamaktadır. (İbn Ebi’l-İsba‘i’l-Mısrî, et-Tahrîru’t-Tahbîr, s. 115)
Şehir halkının kendilerini yalanlamasından ve hiç de güzel olmayan bir şekilde reddetmelerinden sonra, Allah'ın resulleri onları terk etmemiş, şehirden ayrılmamış, sadece doğru söylediklerine dair yemin etmiş ve يعلم ربنا [Rabbimiz biliyor ki] diyerek rablerinin davetini tebliğ etmeye devâm etmişlerdir. Bunda, davetçilerin hoşlanmadıkları bir cevap veya ret ile karşılaştıklarında ya da batıl yolda olmakla itham edildiklerinde sıkılmamaları, aksine nasihat ve tebliğe devam etmeleri gerektiğine işaret vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81) Aşağıdaki paragrafı bu şekilde buldum.
Sâmerrâî bu ayeti açıklarken karye halkının şiddetli yalanlamaları ve tehditleri karşısında yılmaksızın ısrarla Rablerinin davetini ulaştırmaya çalışan örnekleri örnek vermektedir. Aynı şekilde davetçiler de istemedikleri tepkilerle karşılaştıklarında ya da reddedildiklerinde yahut da asılsız suçlamalara maruz kaldıklarında yılmadan öğüde ve tebliğe devam etmeleri gerektiğini ifade etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81)
Şayet: ‘’Neden önce اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ِ[Size gönderilmiş elçileriz biz!] sonra اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ ِ[biz kesinlikle size gönderilmiş elçileriz.] denildi?’’ dersen şöyle derim: ‘’İlkinde, haber kipli bir cümle ilk defa söylenmektedir; ikinci cümle ise inkârdan dolayı cevaptır.’’
رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor ki] ifadesi tekitte yemin yerine geçer. Arapların شهد الله (Allah şahit ki), علم الله (Allah biliyor ki) şeklindeki sözleri de böyledir. Elçilerden kesinlik ve pekiştirme yollu gelen bu cevap, ancak (Bize düşen -doğruluğumuza şahitlik eden aşikar belge ve kanıtlarla- açık-seçik iletmekten ibarettir.) sözleriyle beraber güzel olmuştur. Yoksa iddia sahibi Vallahi, iddia ettiğim şeyde doğru söylüyorum! dese de, açık bir delil getiremese, bu çirkin olur. (Keşşâf)
ربنا يعلم.... [Rabbimiz biliyor ki ...] sözünü Araplar yemin manasında kullanırlar. Bu manada علم الله ( Allah bilir) de derler. Arkasından yemin cevabı gibi bir cümle gelir. Burada cevap cümlesi اِنَّ ve لَ ile tekid edilmiş bir isim cümlesidir.
Bu tabir burada en münasip olan şeydir. Elçiler kasem manası taşıyan sözlerinde ilmi Allah'a nispet etmişlerdir. Çünkü onlar O’nun emriyle ve ilmiyle gönderilmişlerdir. Burada واللهِ veya وربِّنا şeklindeki bir kasem yerine bu tabir daha münasiptir.
Çünkü şehir ashabı onlara Rahman hiç bir şey indirmemiştir, siz muhakkak ki bu iddianızda yalancısınız demiş ve resuller de onlara: ‘’Rabbimiz bizim doğruluğumuzu biliyor, muhakkak ki biz size gönderilmiş elçileriz’’ diyerek cevap vermiş, onların sözlerini reddetmişlerdir. Rabb isminin fiile takdim edilmesi tekid ve hükmü takviye ifade eder.
Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder. Yani bu rasûller sadece bu şehir halkına mahsustur, Rablerinin risaletini sadece onlara tebliğ ederler, demektir.
14. ayette ل harfi olmaksızın مرسلون buyurulurken, burada لمرسلون buyurulmuştur. Bunun sebebi inkâra bağlı olarak tekidin artması kuralıdır. Önceki ibare yalanlamaktan sonra gelmiş ve sadece اِنَّ ile tekid edilmiştir. Yalanlamak ve inkâr üç cümle ile geldikten sonra, son raddeye ulaşmış, dolayısıyla bu cümledeki tekid de artırılmıştır. Önce إنّا إليكم مرسلون , sonra ربنا يعلم إنّا إليكم لمرسلين buyurulmuştur. Böylece resullerin sözleri ربنا يعلم şeklindeki kasemle, burada ربنا kelimesinin takdimiyle, cümlenin isim cümlesine dönüşmesi dolayısıyla, اِنَّ ve ل harfleriyle tekid edilmiştir. Böylece her tabir makamına münasip olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81-82-83)
Bu ifade, o elçilerin, sırf yalanlanma ile bu işi bırakmadıklarına, bıkıp usanmadıklarına, aksine hakikati onlara defalarca, tekrar tekrar anlattıklarına ve yemin ederek tekid ettiklerine bir işarettir. Çünkü onlar böyle demişler ve sözlerini, lâm-ı tekid ile, vurgulamışlardır. Çünkü "Allah'ın bilmesi" yemin yerine geçer (ve yeminin cevabı lâm ile gelir). Zira olmayan şeyler hususunda, "Allah biliyor ki" diyen kimse, Allah'a cahillik isnad etmiş olur ki bu, tıpkı yemini bozmanın cezayı gerektirmesi gibi, bir ikab sebebidir. Ayetteki, رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor.] ifadesinde, kâfirlere bir red vardır. Çünkü o kâfirler, "Siz de insansınız" demişlerdi. Bu böyledir, çünkü Allah onların elçi olduğunu bilince, bu tıpkı, ["Allah, peygamberliği kime vereceğini bilir"] (En'am/124) ayeti gibi olur, yani, "O, herşeyi bilen ve herşeye kadir olan bir zattır. Binaenaleyh ilmi ile, bu göreve bizi seçti" demektir. (Fahreddin er-Râzî)