بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
لَهُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ izafeti, مَثَلاً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. الْقَرْيَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl.
Bedel-i kül: Bedel-i küldeki amaç, öncesindeki kelimenin manasını açıklamak ve onu pekiştirmektir. Buna bedel denmesinin sebebi, öncesindeki kelimenin yerini tam olarak doldurabileceğinden dolayıdır. Bir cümlede öncesindeki kelimeyi kaldırarak onun yerine bedelini koyduğumuzda manada herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Bedelli bir ifadede asıl maksat bedel olan kelime olup, öncesindeki kelime ise ona bir hazırlık olarak zikredilmektedir. Bedel-i küle “bedel-i mutabık” da denilmektedir.
Bedel-i ba’z: Metbuunun bir kısmını veya bir parçasını içine alan bedeldir.
Bedel-i iştimâl: Mübdelün minhe tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minhin özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ zaman zarfı اَصْحَابَ ‘dan bedel-i iştimâl olup mahallen mansubdur. جَٓاءَهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمُرْسَلُونَۚ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسَلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , ihtimam için,mef’ûl olan مَثَلاً ’e takdim edilmiştir. Veciz anlatım kastıyla gelen اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ izafeti مَثَلاً ‘den bedeldir.
Car mecrur لَهُمْ , mahzuf olan ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَثَلاً ’deki tenvin nev ifade eder.
اِذْ zaman zarfı اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ ’den bedel-i iştimâldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً [Onlara misal getir.] tabiri iki mana taşır:
Onlar için misal getir, yani onlara açıkla, zikret ve şehir ashabının öyküsünü anlat ki ibret alsınlar ve bilsinler ki sen resullerin ilki değilsin, senden önce de resuller gönderildi ve kavimler uyarıldı, onların rasullere karşı durumları yalanlamak ve inkâr oldu, onlar resullerine eziyet ettiler, Allah da onlara azab etti ve helak etti, umulur ki senin kavmin de bundan ibret alır.
Bu misal getirmekten maksat Resulullah'ın (sav) kavminin halini şehir ashabının haline benzetmek ve onları bir misal olarak göstermek, yani kavminin hali şehir ashabının hali gibidir, demektir. Burada bir kavmin hali başka bir kavmin haline benzetilmiştir. Günlük konuşmalarımızda bir kişi bir şey yaptığı zaman, senin halini filanın haline benzetiyorum deriz. Ya da Zeydi Hâlid'e benzetiyorum, ikisi de ticarette zarar etti deriz. Yani kavmin bu misalden ibret alması gerekir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.70)
Rûhu'l Meânî'de ise şöyle bir açıklama vardır:
İlk manaya göre küfürde ve yalanlama konusunda aşırı derecede ısrarcı olan şu kişilere şehir ashabını örnek ver, şeklindedir. Yani ‘’bunların durumları aynıdır’’ demektir. مثلا kelimesi اضرب fiilinin ikinci mef’ûlü, أصحاب القرية de ilk mef’ûlüdür. İlk mef’ûlün tehir edilmesi açıklamak içindir.
İkinci manaya göre ise, onlara benzemesi açısından son derece garip olan şehir ashabının kıssasını hatırlat ve açıkla demektir. أصحاب القرية ibaresine مثل (gibi) şeklinde bir muzâf takdir edilir.
Ayette أتاها değil جاءها buyurulmuştur. Çünkü bu gelişte meşakkat ve zorluk vardır. Öyle görünüyor ki bu elçilerin tebliğinde meşakkat, eziyet ve tehdit vardır ki bu fiil tercih edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.71)
مَثَلاً (Örnek) ile اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ (Kasaba halkı) lafızlarının ‘göster’ anlamındaki fiilin iki mef'ûlu olması mümkündür. Ya da اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ (kasaba halkı) lafzı مَثَلاً (örnek)’den bedel de olabilir. اضرب لهم مثل أصحاب القرية (Sen onlara kasaba halkının misalin örnek olarak göster) demek olur ki burada muzâf hazf edilmiştir. (Kurtubî)
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ [Sen onlara o şehir halkını örnek ver.] Eserlerin yazılmasına ve asil bir örnekte birçok şeyin sayılmasına bir misal gibi olan bu mesel, gerek üzerlerine azab sözü hak olanları korkutmak ve gerekse Kur'an'a uyanları müjdelemek konusunda peygambere vadedilmiş olan inkılapların önemli bir örneğini vermektedir ki, buna bu itibarla Yâsin'in kalbi denilse yeridir. Yani Hristiyanlığın karşısında müşrik Romalılar nasıl söndüyse İslamiyetin karşısında da öyle devletler yıkılacak ["Onu bütün dinlere üstün kılma."] (Fetih, 48/28) sırrı ortaya çıkacaktır. Burada, bu şehrin Antakya, elçilerin de Îsa (as)ın havarilerinden gönderilenler olduğu naklediliyor. O hade şehir halkının, memleket halkı ve anılan kavmin de Romalılar olduğu anlaşılır. (Elmalılı)
Arapça'da "darb", ya bir şeyi bir şeye sert bir şekilde vurmak demektir, yahut da وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde harbettiğiniz (yani sefere çıktığınız) zaman] (Nisa/101) ayetinde olduğu gibi, harf-i cerle kullanıldığında, ‘yürümek’ manasınadır. Bununla birlikte, "mesel darb olundu" ve ayetteki ifadesinde bu kelimenin manası nedir?
Cevap: "Mesel darb olundu" deyimi (misal getirildi, örnek verildi) demektir. Çünkü "darb", aynı zamanda "çeşit" manasınadır. Nitekim Arapça'da, "Bu şeyler aynı "darb"tandır, yani, "bunları aynı çeşit say" denir.(Fahreddin er-Râzî)
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ |
|
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz gönderdik |
|
3 | إِلَيْهِمُ | onlara |
|
4 | اثْنَيْنِ | iki (elçi) |
|
5 | فَكَذَّبُوهُمَا | onları yalanladılar |
|
6 | فَعَزَّزْنَا | biz de destekledik |
|
7 | بِثَالِثٍ | üçüncüsüyle |
|
8 | فَقَالُوا | dediler ki |
|
9 | إِنَّا | biz elbette |
|
10 | إِلَيْكُمْ | size |
|
11 | مُرْسَلُونَ | gönderilen elçileriz |
|
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ
اِذْ zaman zarfı, önceki ayetteki اِذْ ‘den bedel-i kül olup mahallen mansubdur. اَرْسَلْـنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel-i kül: Bedel-i kül’deki amaç, öncesindeki kelimenin manasını açıklamak ve onu pekiştirmektir. Buna bedel denmesinin sebebi, öncesindeki kelimenin yerini tam olarak doldurabileceğinden dolayıdır. Bir cümlede öncesindeki kelimeyi kaldırarak onun yerine bedelini koyduğumuzda manada herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Bedelli bir ifadede asıl maksat bedel olan kelime olup, öncesindeki kelime ise ona bir hazırlık olarak zikredilmektedir. Bedel-i küle “bedel-i mutabık” da denilmektedir.
اَرْسَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمُ car mecruru اَرْسَلْـنَٓا fiiline mütealliktir.
اثْنَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
كَذَّبُوهُمَا atıf harfi فَ ile اَرْسَلْـنَٓا fiiline matuftur. كَذَّبُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَزَّزْنَا atıf harfi فَ ile كَذَّبُو fiiline matuftur. عَزَّزْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِثَالِثٍ car mecruru عَزَّزْنَا fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri; برسول ثالث (Üçüncü bir resul ile) şeklindedir.
قَالُٓوا atıf harfi فَ ile عَزَّزْنَا fiiline matuftur. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكُمْ car mecruru مُرْسَلُونَ ‘e mütealliktir.
مُرْسَلُونَ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسَلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
اَرْسَلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَزَّزْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عزز ‘dir.
كَذَّبُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ
Ayet fasılla gelmiştir. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اَصْحَابَ ’den bedel-i iştimâl ya da اِذْ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
فَكَذَّبُوهُمَا cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. فَ ile atfedilmesi inkârlarının zaman geçmeden gerçekleştiğini belirtir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ cümlesi de فَ ile atfedilmiştir. Desteklemenin de zaman geçmeden olduğu anlaşılmaktadır. Her iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَرْسَلْـنَٓا ve عَزَّزْنَا fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Ayetin atıfla gelen son cümlesi فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكُمْ , ihtimam için amili olan مُرْسَلُونَ ’ye takdim edilmiştir.
اَرْسَلْـنَٓا - مُرْسَلُونَ kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اثْنَيْنِ ve بِثَالِثٍ kelimelerindeki tenvin tazim içindir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kur'an-ı Kerim'in güzelliklerinden ve harika belâgatından biri de, kıssa ve haberleri kısaca ifade etmek ve kıssaların ruhuna ve sırrına işaret etmektir. Çünkü kıssalardan maksat, hatırlatma ve ibret almadır. Bunun içindir ki bu kıssada, ne beldenin, ne onları Allah'a çağıran şahsın ve ne de muhterem elçilerin ismi zikredilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayette önceki ayette geçen جاءها yerine, أرسلنا إليهم buyurulmuştur. Çünkü aslında إرسال (elçi gönderme) şehre değil, şehrin ahalisinedir. المجيء (Gelmek) ise şehre olur. Bu ifadede şehir kelimesi; içi boş bile olsa meskenleri, binaları ve arazileri yerine kullanılmıştır.
عززنا , destekledik demektir. فعززناهما [O ikisini destekledik] şeklinde mef’ûl zikredilmeden sadece desteklediği zikredilmiştir. Çünkü burada maksat sadece bu iki resulü desteklemek değil, aynı zamanda onlarla gönderilen hakkı da desteklemektir. Kelime bu mutlak halinden çıkıp da o iki kişiyi mef’ûl alarak gelseydi, o zaman bu umumi mana kaybolurdu. Bir insanın bir şahsı desteklediği, ama onun fikrini desteklemediği veya aynı fikirde olan iki şahsın veya grubun birbirine düşman olduğu, savaş açtığı; bunların birbirini öldürdüğü görülebilir. Arkadan فعززنا بثالث [Biz de bir üçüncüyle (bunları) takviye etmiştik] buyurularak bu ikisinin ve davetlerinin umumi olarak desteklendiği ifade edilmiştir. Zemahşerî ve başka bir grup bu haziften maksadın sadece bu resullerle birlikte gönderilen hakkın desteklendiğini ifade etmek olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu bize göre bizim anladığımız mana daha doğrudur, Allahu alem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 74)
Hz. Îsa tarafından Hak dine davet etmek üzere Antakya halkına elçiler gönderilir. Başlangıçta iki kişi olan elçiler şehre varır ve Hz. Îsa’nın elçileri olduklarını söyleyerek herhangi bir tekid vasıtası kullanmaksızın zihinleri ve gönülleri boş olan (halu-zihn) halkı Hakka davet ederler. Fakat şehir halkı onların çağrılarına kulak vermez ve onları yalanlar.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onları üçüncü bir elçiyle destekler. Muhatapların durumlarını göz önünde bulunduran elçiler bu kez üslup değiştirerek اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ [Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz.] (Yâsîn, 36/14) diyerek tekidli bir ifadeyle onları tasdik etmeye davet ederler. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu cümlede فَقَالُٓوا [demişlerdi] fiili üçüne birden isnad edilmiştir, çünkü hepsi de aynı daveti yapmıştır, üçüncü rasul Allah'a davet konusunda ilk iki rasule dahil olmuştur.
Söyledikleri söz اِنَّ ile tekid edilmiştir Çünkü makam bu tekidi gerektirmiştir. Allah Teâlâ’nın إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا [Biz o zaman kendilerine iki (elçi) göndermiştik de onları tekzîb etmişlerdi] şeklinde haber verdiği gibi şehir ashabı o iki resulü yalanlamıştır. Bunun için Allah Teâlâ o iki resulu üçüncüyle desteklemiştir. Kelam, yalanlamadan sonra üçüncü ile desteklemeyi ifade ederken tekide ihtiyaç duyulmuştur. Bu cümle yalanlamaktan ve desteklemekten sonra geldiği için القول fiili ve söyledikleri söz çoğul olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.75)
Burada o elçilerin gönderilmesinin Allah'a isnat edilmesi, temsilin ikmali ve tesellinin tamamlayıcısı olarak, bunun da Allah'ın emriyle olduğuna binaendir. (Ebüssuûd)
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | مَا | değilsiniz |
|
3 | أَنْتُمْ | siz |
|
4 | إِلَّا | başka bir şey |
|
5 | بَشَرٌ | insandan |
|
6 | مِثْلُنَا | bizim gibi |
|
7 | وَمَا | ve |
|
8 | أَنْزَلَ | indirmemiştir |
|
9 | الرَّحْمَٰنُ | Rahman |
|
10 | مِنْ | hiçbir |
|
11 | شَيْءٍ | şey |
|
12 | إِنْ | hayır! |
|
13 | أَنْتُمْ | siz |
|
14 | إِلَّا | sadece |
|
15 | تَكْذِبُونَ | yalan söylüyorsunuz |
|
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. بَشَرٌ haber olup lafzen merfûdur.
مِثْلُنَا izafeti, بَشَرٌ ‘un sıfatı olup merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ hari ceri zaiddir. مِنْ شَيْءٍ car mecruru lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. تَكْذِبُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. تَكْذِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَكْذِبُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ , kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنْتُمْ mevsuf/maksûr, بَشَرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
مِثْلُنَاۜ haber olan بَشَرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.
وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
شَيْءٍۙ lafzen mecrur, mahallen mansubdur. اَنْزَلَ fiilinin mef’ûlüdür. مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
شَيْءٍۙ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017)
Bu söz, bu resulleri ve umumi olarak nübüvveti inkâr manası taşır. Bu ibarenin tazammunî olarak ifade ettiği bu elçileri yalanlamak ve nübüvveti inkâr manası, arkadan gelen [Hem Rahman hiçbir şey indirmemiştir.] sözünde açıkça ifade edilmiştir. Bu cümle nübüvveti inkâr demektir.
Tefsîrü'l Kebîr'de ise bu cümle şöyle açıklanmıştır: Ayetteki Rahman ifadesi onların görüşlerine bir reddiyedir. Çünkü Allah dünyanın رَّحْمٰنُ ’ı olduğuna, peygamber göndermek de bir rahmet olduğuna göre, رَّحْمٰنُ nasıl olur da rahmetini göndermez demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.77)
اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ
Mekulü’l-kavle dahil olan isti’nafiyye veya ta’liliyyedir. Fasılla gelmiştir. Kasrla tekit edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنْتُمْ mevsuf/maksûr, تَكْذِبُونَ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبُّنَا يَعْلَمُ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi amili يَعْلَمُ ‘nun ikinci mef’ûlün bihi yerinde olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكُمْ car mecruru مُرْسَلُونَ ‘e mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُرْسَلُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسَلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesinde رَبُّنَا mübteda, يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle نَا zamirinin ait olduğu resuller, şan ve şeref kazanmıştır.
اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesi يَعْلَمُ fiilinin iki mefulü yerindedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrur اِلَيْكُمْ , amili olan لَمُرْسَلُونَ ‘ye, tahsis için takdim edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 83)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُرْسَلُونَ - تَكْذِبُونَ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk değil, tıbâk-ı hafî sanatı vardır. مُرْسَلُونَ (Gönderilmiş olmak), كذب (yalan söylemek) kelimesinin zahiren zıddı olmamasına rağmen cümledeki ve bağlamdaki konumu itibariyle “yalan söylemek” kelimesinin karşıt anlamını yüklenmekte ve bu karşıtlığın cümleye yeni bir anlamsal güzellik (Muhassinât-ı Maneviyye) katmasını sağlamaktadır. (İbn Ebi’l-İsba‘i’l-Mısrî, et-Tahrîru’t-Tahbîr, s. 115)
Şehir halkının kendilerini yalanlamasından ve hiç de güzel olmayan bir şekilde reddetmelerinden sonra, Allah'ın resulleri onları terk etmemiş, şehirden ayrılmamış, sadece doğru söylediklerine dair yemin etmiş ve يعلم ربنا [Rabbimiz biliyor ki] diyerek rablerinin davetini tebliğ etmeye devâm etmişlerdir. Bunda, davetçilerin hoşlanmadıkları bir cevap veya ret ile karşılaştıklarında ya da batıl yolda olmakla itham edildiklerinde sıkılmamaları, aksine nasihat ve tebliğe devam etmeleri gerektiğine işaret vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81) Aşağıdaki paragrafı bu şekilde buldum.
Sâmerrâî bu ayeti açıklarken karye halkının şiddetli yalanlamaları ve tehditleri karşısında yılmaksızın ısrarla Rablerinin davetini ulaştırmaya çalışan örnekleri örnek vermektedir. Aynı şekilde davetçiler de istemedikleri tepkilerle karşılaştıklarında ya da reddedildiklerinde yahut da asılsız suçlamalara maruz kaldıklarında yılmadan öğüde ve tebliğe devam etmeleri gerektiğini ifade etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81)
Şayet: ‘’Neden önce اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ِ[Size gönderilmiş elçileriz biz!] sonra اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ ِ[biz kesinlikle size gönderilmiş elçileriz.] denildi?’’ dersen şöyle derim: ‘’İlkinde, haber kipli bir cümle ilk defa söylenmektedir; ikinci cümle ise inkârdan dolayı cevaptır.’’
رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor ki] ifadesi tekitte yemin yerine geçer. Arapların شهد الله (Allah şahit ki), علم الله (Allah biliyor ki) şeklindeki sözleri de böyledir. Elçilerden kesinlik ve pekiştirme yollu gelen bu cevap, ancak (Bize düşen -doğruluğumuza şahitlik eden aşikar belge ve kanıtlarla- açık-seçik iletmekten ibarettir.) sözleriyle beraber güzel olmuştur. Yoksa iddia sahibi Vallahi, iddia ettiğim şeyde doğru söylüyorum! dese de, açık bir delil getiremese, bu çirkin olur. (Keşşâf)
ربنا يعلم.... [Rabbimiz biliyor ki ...] sözünü Araplar yemin manasında kullanırlar. Bu manada علم الله ( Allah bilir) de derler. Arkasından yemin cevabı gibi bir cümle gelir. Burada cevap cümlesi اِنَّ ve لَ ile tekid edilmiş bir isim cümlesidir.
Bu tabir burada en münasip olan şeydir. Elçiler kasem manası taşıyan sözlerinde ilmi Allah'a nispet etmişlerdir. Çünkü onlar O’nun emriyle ve ilmiyle gönderilmişlerdir. Burada واللهِ veya وربِّنا şeklindeki bir kasem yerine bu tabir daha münasiptir.
Çünkü şehir ashabı onlara Rahman hiç bir şey indirmemiştir, siz muhakkak ki bu iddianızda yalancısınız demiş ve resuller de onlara: ‘’Rabbimiz bizim doğruluğumuzu biliyor, muhakkak ki biz size gönderilmiş elçileriz’’ diyerek cevap vermiş, onların sözlerini reddetmişlerdir. Rabb isminin fiile takdim edilmesi tekid ve hükmü takviye ifade eder.
Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder. Yani bu rasûller sadece bu şehir halkına mahsustur, Rablerinin risaletini sadece onlara tebliğ ederler, demektir.
14. ayette ل harfi olmaksızın مرسلون buyurulurken, burada لمرسلون buyurulmuştur. Bunun sebebi inkâra bağlı olarak tekidin artması kuralıdır. Önceki ibare yalanlamaktan sonra gelmiş ve sadece اِنَّ ile tekid edilmiştir. Yalanlamak ve inkâr üç cümle ile geldikten sonra, son raddeye ulaşmış, dolayısıyla bu cümledeki tekid de artırılmıştır. Önce إنّا إليكم مرسلون , sonra ربنا يعلم إنّا إليكم لمرسلين buyurulmuştur. Böylece resullerin sözleri ربنا يعلم şeklindeki kasemle, burada ربنا kelimesinin takdimiyle, cümlenin isim cümlesine dönüşmesi dolayısıyla, اِنَّ ve ل harfleriyle tekid edilmiştir. Böylece her tabir makamına münasip olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.81-82-83)
Bu ifade, o elçilerin, sırf yalanlanma ile bu işi bırakmadıklarına, bıkıp usanmadıklarına, aksine hakikati onlara defalarca, tekrar tekrar anlattıklarına ve yemin ederek tekid ettiklerine bir işarettir. Çünkü onlar böyle demişler ve sözlerini, lâm-ı tekid ile, vurgulamışlardır. Çünkü "Allah'ın bilmesi" yemin yerine geçer (ve yeminin cevabı lâm ile gelir). Zira olmayan şeyler hususunda, "Allah biliyor ki" diyen kimse, Allah'a cahillik isnad etmiş olur ki bu, tıpkı yemini bozmanın cezayı gerektirmesi gibi, bir ikab sebebidir. Ayetteki, رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor.] ifadesinde, kâfirlere bir red vardır. Çünkü o kâfirler, "Siz de insansınız" demişlerdi. Bu böyledir, çünkü Allah onların elçi olduğunu bilince, bu tıpkı, ["Allah, peygamberliği kime vereceğini bilir"] (En'am/124) ayeti gibi olur, yani, "O, herşeyi bilen ve herşeye kadir olan bir zattır. Binaenaleyh ilmi ile, bu göreve bizi seçti" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْنَٓا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Önceki ayetteki mekulü’l-kavle atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Elçilerin sözlerinin devamıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْنَٓا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ muahhar mübtedadır.
مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. عَلَيْنَٓا maksûr/sıfat, الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’’l-mevsûftur. Onlar, tebliğe hasredilmiştir.
Mecrur şeklindeki haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
الْبَلَاغُ için sıfat olan الْمُب۪ينُ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْمُب۪ينُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki علينا (Bize düşen) ibaresi biz bununla sorumluyuz, bu bizim görevimiz demektir. Rasûllere vâcip olan şey, tebliğdir. Hatta apaçık tebliğe, yani hakkı göstererek açıklamaya ısrarla devam etmektir. Aslında duymayan, bilmeyen kalmaması için bütün mükelleflerin buna devam etmesi gerekir. Bu tebliği bir şahsa veya cemaate mahsus kılamayız. O zaman apaçık tebliğ olmaz. Apaçık tebliğin iki şartı vardır: Birincisi, bilinmedik, tebliğ edilmedik bir şey kalmayacak şekilde risaleti ve tebliği açıklamak, ikincisi, tebliği gönderildiği kişilerin hepsine ulaştırmak. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 84)
Son çağrı olarak Antakya halkını hak dine davet etmek üzere giden elçiler kasem anlamında onlara Rabbimiz biliyor derler ve اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ cümlesini اِنَّٓا lafzı, tekid لَ ‘ı, kasem anlamındaki رَبُّنَا يَعْلَمُ [Rabbimiz biliyor] ifadesi ile, bir de haberi isim لَمُرْسَلُونَ olarak getirmekle birçok yönden te’kid ederek çok güçlü bir ifade ile onları davet ederler. Ancak onların inkârlarından vazgeçmeyeceklerini gören elçiler وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ [Bize düşen ancak apaçık bir teblîğdir.] (Yâsîn, 36/17) şeklinde sözlerini bağlar, tebliğ görevini tamamlar ve dönerler. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu ayetteki الْمُب۪ينُ kelimesi şu manalara gelebilir:
Bu; mucize ve burhanla hakkı batıldan ayıran bir tebliğdir.
Bu, bizim herkese gönderildiğimizi gösteren bir tebliğdir. Yani bir-iki kişiye tebliğ yapmamız yeterli değildir.
Bu, hakkı alabildiğine açıklayan bir tebliğdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.84 )
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | إِنَّا | doğrusu biz |
|
3 | تَطَيَّرْنَا | uğursuzluğa uğradık |
|
4 | بِكُمْ | sizin yüzünüzden |
|
5 | لَئِنْ | eğer |
|
6 | لَمْ |
|
|
7 | تَنْتَهُوا | vazgeçmezseniz |
|
8 | لَنَرْجُمَنَّكُمْ | sizi mutlaka taşlarız |
|
9 | وَلَيَمَسَّنَّكُمْ | ve size dokunur |
|
10 | مِنَّا | bizden |
|
11 | عَذَابٌ | bir azab |
|
12 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تَطَيَّرْنَا بِكُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ car mecruru تَطَيَّرْنَا fiiline mütealliktir.
تَطَيَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir نَا zamiri fail olup mahallen merfudur. تَطَيَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طير ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَنْتَهُوا şart fiili olup, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نَرْجُمَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَيَمَسَّنَّكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مِنَّا car mecruru يَمَسَّنَّكُمْ fiiline mütealliktir. عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Mekulü’l-kavle dahil istînaf cümlesidir.
لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Şart cümlesi olan لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَنَرْجُمَنَّكُمْ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nun-i sakile ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından oluşan terkip kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi, hükümde ortalık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَّا , fail olan عَذَابٌ ’a takdim edilmiştir. Bu takdim müşriklerin tehditlerindeki kararlılığa işarettir.
Azabın مَسَّ fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. عَذَابٌ ’daki tenvin nev ve kesret ifade eder.
عَذَابٌ için sıfat olan اَل۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
لَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ibaresindeki dokunmak kelimesi mecâz-ı mürseldir. Dokunmak, eleme sebep olur. O halde sebep zikredilmiş müsebbep kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sâmerrâî, îcâz ve tafsîl bakımından bu ayeti قَالُوا۟ ٱطَّیَّرۡنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَۚ [Dediler ki: Biz sende ve yanındakilerde uğursuzluk görüyoruz.] Neml/ 47 ayetlerini karşılaştırmaktadır.
Sâmerrâî, Yasin ayetindeki karye ashabının, uğursuzluğu zikretmekle yetinmeyip elçileri taşlama ve işkenceyle tehdit ederek sözü uzattıklarını; Neml ayetinde ise herhangi bir tehdit yöneltmeksizin sadece uğursuzlukla yetindiklerini ve böylece sözü kısa (mûciz) tuttuklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla îcâz, îcâzı; tafsîl de tafsîli gerektirmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
Yâ-Sîn Suresindeki ayette neden إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُم [Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzlandık] buyurulmuş ve اِنَّ ile tekid edilmiş, Neml Suresinde ise قَالُوا اطَّيَّرْنَا [Uğursuzluğa uğradık dediler] buyurularak böyle bir tekid gelmemiştir?
Buna verilecek cevap, şiddet ve mübalağa ifade eden fiillerle birlikte tekidin gelmesinin gerekli olmadığıdır. Mütekellim daha kuvvetli olan fiili, ya da vasfı kullandığı vakit bunlarla birlikte tekid gelmesi gerekmez. Tekidin gelişi sadece maksatla ilgilidir. Kelam gerektiriyorsa bu fiil veya vasıf tekid edilir. Mesela şöyle diyebiliriz: اصطبرت عليك وإني صبرت على فلان (Sana sabrettim ve muhakkak ki filan kişiye sabrettim.) Burada mübalağalı ve beliğ olan fiil اصطبر fiili olup tekidsiz gelmiş, mübalağa ifade etmeyen fiil tekidli gelmiştir. Çünkü amaç ilk cümlede mübalağalı olarak sabrı ifade etmek iken, ikinci cümlede sabrı tekidli olarak ifade etmektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.85)
لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ sözüyle onlar yüzünden uğursuzlandıkları sonra da davetlerinden vazgeçmezlerse onları taşlayacakları kasem ve nûn-u tekid ile tekid edilerek zikredilmiştir. إِنْ harfine dahil olan لَ harfi kaseme delalet eder. Bu لَ kaseme hazırlık yapar, delalet eder ve bu yüzden de لام الموطئة denir. Tehditleri de fiile dahil olan nûn-u tekid es-sakîle (şeddeli tekid nûnu) ile tekid edilmiştir. O halde uğursuzluk اِنَّ , tehdit ise kasem ve şeddeli tekid nûnu ile tekid edilmiştir.(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.89)
Ayette geçen منا [Bizden] ibaresi azabın kim tarafından gerçekleşeceğini ifade eder. Azap da, taşlamak da aynı kişilerden gelecektir. Ayet لنرجمنكم و ليمسنكم منا عذاب أليم [Sizi mutlak taşlarız. Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur) şeklinde gelmiş, ليمسنكم عذاب أليم [Acıklı bir işkence dokunur) şeklinde gelmemiştir ki bu fiilleri kimin yaptığı müphem kalmasın. Bu şekilde gelseydi azabın onların ilahlarından geleceği zannedilebilirdi.
منا (Bizden) şeklindeki car mecrurun azaba takdim edilmesi için birçok sebep vardır. Ayetin konusu onlardır ve birçok fiil onlara isnad edilmiştir:
قالوا إنا تطيّرْنا [Dediler: ‘’Doğrusu biz uğursuzlandık.’’]
لنرجمنكم ا [Sizi mutlak taşlarız.]
وليمسنكم منا [Muhakkak bizden dokunur.] Dolayısıyla onlara ait zamirin takdimi münasip olmuştur. Onlar uğursuzluğa uğrayanlar, taşlayanlar ve azap edenlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.92)
Ayetteki, لَنَرْجُمَنَّكُمْ [Sizi mutlaka taşlarız.] ifadesi, şu iki manaya gelebilir:
a) Bu, "Sizi söz, sövüp-sayma ile adeta taşlarız" demektir. Buna göre, "Size dokunur" ifadesi, cezalandırmada, bir artırmayı gösterir. Binaenaleyh sanki onlar, "iş sövüp saymayla da kalmaz, dövmeye ve işkenceye kadar uzanır" demek istemişlerdir. '
b) Bununla, bizzat taş yağmuruna tutma manası kastedilmiştir. Bu durumda, ayetteki, لَيَمَسَّنَّكُمْ (size dokunur.) ifadesi, bu recmin (taşlamanın) nasıl olacağını anlatmış olur, yani, "Bu, sizi bir-iki taşta taşlayıp bırakma ile olmaz. Aksine bu, sizler ölünceye kadar sürdürülür. O ölüm de, elem verici bir azabtır" demektir. Ayetten kastedilen mana, "sizi recm ederiz ve böylece bizden size elim bir azab dokunur" şeklinde olur. اَل۪يمٌ lafzının لمؤلم (acı veren) manasına geldiğini söylemiştir. الفَعِيلُ vezninin, مفعل ism-i fail manasına gelmesi azdır. Bu kelimenin "razı olan bir hayat" deyiminde olduğu gibi, elemli manasında olması da mümkündür. Bu durumda da, fail vezni fail (yapan) manasına olmuş olur, böylesi çoktur. (Fahreddin er-Râzî)قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
طَٓائِرُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَعَ zaman zarfı, mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Hemze istifham harfidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُكِّرْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; تطيّرتم (Uğursuz saydınız) şeklindedir.
ذُكِّرْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ haber olup lafzen merfûdur. مُسْرِفُونَ kelimesi قَوْمٌ ‘nün sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْرِفُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. طَٓائِرُكُمْ mübtedadır. Car mecrur مَعَكُمْۜ , mahzuf habere mütealliktir.
طائر uğursuzluk olarak tefsir edilmiştir. Yani uğursuzluğunuz sizinle beraberdir, bu uğursuzluk küfür halinde kalmanızdır. Bizimle ise bir uğursuzluk söz konusu değildir, çünkü biz tevhide ve Allah'a kulluğa davet ediyoruz. Bunda ise iyilik, hayır ve bereket vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.93)
اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ
Fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahil müstenefedir. Hemze istifham harfi, اِنْ şart harfidir. Şart cümlesi اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri تطيّرتم (uğursuz saydınız) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart fiili ذُكِّرْتُمْۜ meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ [Size nasihat edilirse de mi?] yani “dünyada ve ahirette sizin için hayır olacak şey tavsiye edilirse bunu uğursuzluk sayacak veya bizi taşlamak ve azap etmekle mi tehdit edeceksiniz,” demektir. Muayyen bir şeyle sınırlamamak ve mutlak olarak bırakmak için şartın cevabı hazf edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.93)
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle istînâfiyyedir. بَلْ idrâb harfidir.
بَلْ harfi, cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَوْمٌ için sıfat olan مُسْرِفُونَ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُسْرِفُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu sıfatın onlarda sabit ve devamlı olduğuna işaret etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat s. 80, Tevbe 120-121)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَطَيَّرْنَا (uğursuzluğa uğradık) - طَٓائِرُكُمْ (sizin uğursuzluğunuz) kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مِنْ اَقْصَا car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir.
اَقْصَا maksur isimlerdendir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَد۪ينَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رَجُلٌ fail olup lafzen merfûdur. يَسْعٰى fiili رَجُلٌ ‘nün sıfatı olup mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْعٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَ ‘dır.
اتَّبِعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمُرْسَل۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ , konudaki önemine binaen fail olan رَجُلٌ ‘e takdim edilmiştir. رَجُلٌ ’daki tenvin muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.
يَسْعٰى cümlesi رَجُلٌ için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَسْعٰى - جَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ 'nin رَجُلٌ ‘e takdim edilmesi, şehrin en uzağındaki kişilerin övüldüğünü gösterir. (Âşûr)
Bu ayette bahsedilen zat, Allah katında bilinen birisi olmasına rağmen, رَجُلٌ (adam) kelimesinin nekre getirilmesinin şöyle iki faydası var:
a) Bu, o kimsenin kıymetinin çok fazla olduğunu gösteren bir şey olup, "O, adam olma bakımından mükemmel bir zat idi" demektir.
b) Elçilerin gerçeği tam manasıyla tebliğ ettiklerini gösterir. Zira, hiç tanımadıkları bir kimse bile tebliği duyup iman etmiştir. Onların onunla anlaşmış oldukları da ileri sürülemez. Ayette bahsedilen o adam, Habib-i Neccâr'dır ki, o, put yapıyordu. Hazret-i Muhammed (sav) dünyaya gelmeden önce, ona iman etmişti; zira Allah'ın kitaplarını okuyan ve onu anlayan birisi idi. Dolayısıyla da, o kitaplarda Hazret-i Peygamber (sav)'le alakalı vasıfları ve onun, peygamber olarak gönderileceği haberini görmüş, okumuştu. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْمُرْسَل۪ينَ 'deki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
Önceki ayette zikredilen karye kelimesi yerine bu ayette medine lafzının kullanılması tefennün sanatıdır. Sözün belâgat üslubunca ifade edilmesi için aynı anlam farklı ifade ile dile getirilmiştir.
Son dönem çalışmalarda tefennün kavramı “bir defa söylenmiş olan bir sözü ikinci defa söylemek gerekince, o sözü tekrarlamamak için başka türlü ifade etmek” şeklinde tanımlanmıştır. (Ahmet Sait Sıcak, Kur’an’da Benzer Mana ve Lafızlarda Tefennün. Cumhuriyet İlahiyat Dergisi)
Bu ayet üzerinden davetçinin nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. O şöyle demektedir: Tehdit ve korkutmanın yoğun olduğu böylesine kritik bir durumda, bir adam, başlarına geleceklere aldırış etmeden elçilere bağlılığını ve imanını ilan etmek ve kavminin sapkınlığını ortaya koymak için şehrin en uzağından koşup gelmiştir. Ayetteki مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ [şehrin en uzağından] ibaresinin işaret ettiği önemli hususlar şunlardır:
1- Ayette bu şahsın şehrin en uzak yerinden gelmesi, onun herşeyi göze alarak ve davetin sorumluluğunu taşıyarak geldiğini göstermektedir.
2- Ayetteki مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ [şehrin en uzağından] ibaresi مِنْ اَقْصَا الْقرية (Karyenin en uzağından) şeklinde gelmemiştir. Halbuki kıssa وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ [Sen onlara, o şehir halkını misal olarak anlat.] (Yasin/13) ifadesiyle başlamaktadır. قَرْيَةِۢ , eğer geniş ise مَد۪ينَةِ olarak da adlandırılır. Burada davetin genişliğine işaret etmek için قَرْيَةِۢ ’den sonra مَد۪ينَةِ zikredilmiştir. Bir adamın uzak bir yerden gelmesi ise benimsediği yeni dine verdiği önemin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.
3- Şehrin en uzağından koşarak gelen bu adam gibi, günümüz davetçileri de Allah yolunda durmadan ve yılmadan ilerlemelidir.
4- Şehrin en uzağından koşarak gelen bu adam, hakkı gizlememiştir. İltifat ve uzlaşma yolunu da izlememiştir. Bilakis kavmini, elçilerin getirdiklerine iman etmeye davet etmiş; kendisi de imanını herkesin önünde ilan etmiştir.
5- Bu zatın şehrin en uzağından gelmesi, davetin, elçiler tarafından büyük bir ciddiyet içerisinde şehrin en uzak noktasına kadar ulaştırıldığını göstermektedir. Böylece onlar وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ [Bizim görevimiz ancak, size açıkça tebliğ etmek/gerçeği iletmektir.] (Yasin/17) şeklindeki sözlerini doğrulamış olmaktadırlar. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 79-80.)
Ayette من أقصى المدينة [Şehrin en ucundan ibaresi], رجل (Bir adam) kelimesine takdim edilmiştir. Halbuki Kasas/20. ayette رجل (Bir adam) kelimesi من أقصى المدينة [Şehrin en ucundan] ibaresine takdim edilmiştir.
Bunun sebebi Yâ-Sîn Suresindeki amacın, adamın şehrin en uzak yerinden geldiğini açıklamak olmasıdır. Kasas Suresinde ise ifade edilen şey bu adamın şehrin uzak bir yerinden olduğu yani oralarda oturan biri olduğudur.
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: وجاء من أقصى المدينة [O şehrin en uc(kenar)undan] ibaresi, şehrin en uzak yerlerini ifade eder. رجل , Allah katında bir adam demektir, tenvinli oluşu yüceltmek içindir. Bu tenvin rasûllerin onu tanımadığını ve onunla bir anlaşma yapmadıklarını da ifade edebilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.2, s.97)
يسعى (Koşarak), kavmine nasihat etmek için acele ile geldiğini ve hırslı olduğunu ifade eder. Kavmin bu resulleri öldürmeye azmettiklerini duyduğu ve Allah rızası için bunu engellemek için geldiği de söylenmiştir.
Kasas sûresindeki ayetin aksine burada من أقصى المدينة sözü رجل sözüne takdim edilmiştir. Ebû Hayyân bunun belâgî bir sanat olan tefennün (farklı ifade şekli) için olduğunu söylemiştir.
Hafâcî, car mecrûrun, hakkı öncelik olan faile takdim edilmesinin, faziletini beyan için olduğunu söylemiştir. Çünkü uzaklığa rağmen Allah Teâlâ ona hidayet etmiştir, uzaklık hidayetine engel olmamıştır. Burada şehrin genişliğine işaret etmek için قَرْيَةِۢ yerine مدينة kelimesi kullanılmıştır. Allah Teâlâ uzak da olsa, yakın da olsa dileyene hidayet eder.
Bu takdimin önem için olduğu da söylenmiştir. Yani resullerin tebliği şehrin en uzak kısımlarına kadar uzanmış, böylece apaçık tebliğ yerine gelmiştir.
Tehir edilseydi يسعى fiiline müteallik olduğu vehmedilebilirdi. O zaman bu adamın şehrin uzak kısmında yaşamakta olduğu ifade edilmezdi ki, asıl maksat budur, denilmiştir.
Burada resullerin يَا قَوْمِ (Ey kavmim!) diye hitap etmesi kalplerini yumuşatmak içindir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً
اِتَّبِعُوا önceki ayetteki اتَّبِعُوا ‘dan bedel olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِتَّبِعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَسْـَٔلُكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْـَٔلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَجْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَهُمْ مُهْتَدُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُهْتَدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُهْتَدُونَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ
Bu ayet, اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَجْراً ’deki tenvin kıllet ve nev içindir. Menfî siyakta nekre, umum ve şumûle işarettir.
اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ [o peygamberlere uyun] cümlesinden sonra اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً [sizden herhangi bir ücret istemeyen kimseye uyun] cümlesinde fiilin tekrarlanmasıyle ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Ayetin sonundaki وَهُمْ مُهْتَدُونَ cümlesi, hal و ’ıyla gelmiştir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Cümlenin sılaya matuf olduğu da söylenmiştir.
Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
İsim cümlesinde müsned مُهْتَدُونَ şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Bu kısım peygamberlere tabi olmaya teşvik amacıyla gelmiştir. Bu kısım olmasa bile ayetin anlamı anlaşılır. Onların hakka davet eden elçiler olduğu, insanlardan bir ücret talep etmedikleri, Allah’ın dinine davet ederek bir menfaat elde etmeyi ummadıkları ifadeleriyle anlam tam olarak tamamlanmıştır. وَهُمْ مُهْتَدُونَ ifadesi gelmeseydi de onların hidayet üzerine olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü peygamberler hidayete ermiş kişiler olarak bilinmektedir. O yüzden burada îgāl yapılmıştır. (Mısrî, Tahrîru’t-tahbîr, s. 236; Suyûtî, el-İtkân, V, 1672)
Bu ayet اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ ayetinden bedeldir. Amaç insanların peygamberlere uymalarını teşvik etmektir. Zira hiçbir ücret istemeyen peygamberlere tabi olmada dünya ve ahiret için birçok fayda vardır. Bu da bedel-i iştimâldir. Çünkü ücret istenmesi risalet kavramında yoktur. Peygamber ise Allah'ın risaletini insanlara tebliğ edendir. (Dr. Zafer Akyüz, Fadl Hasan Abbâs Ve Belâgat İlmindeki Yeri )
Bu iki ayette ‘’ اتبعوا (Uyun)’’ emri tekrarlanmıştır. Bunun birçok sebebi vardır. Tekrar hem tekid hem başka manalar ifade eder. Emirlere aslen uymak gerekir. Bu resulün Rab tarafından gönderilmiş olması kesinlikle uyulmasını gerektirir. اتبعوا المرسلين [O gönderilmiş olanlara uyun] ifadesi bu manaya delalet eder. المرسلين [O gönderilmiş olanlara] ifadesi bu manaya delalet eder.
Gönderilmemiş olanlara tabi olmaya gelince, iki sıfata sahip olmaları gerekir:
Hidayet üzere olmaları ve bir ücret veya şahsi bir menfaat istememeleridir.
Bu bütün mükelleflere yöneliktir. Burada ikinci uyun emri gelmeden اتبعوا المرسلين. من لا يسألك أجراً وهم مهتدون buyurulsaydı, uymak sadece ayette bahsedilenlere mahsus olurdu. Başka ıslah ediciler veya davalarına davet edenler ayetin kapsamına girmezdi. Dolayısıyla ilk uyun emri resullere uymayı, ikinci uyun emri, bu iki sıfatı taşıyan başka resullere uymayı ifade eder.
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Emrin tekrarı tekid ve gerekenin gerçekleşmesine işaret ettikten sonra, tâbi olmak için bir engel bırakmama vasfına teşvik ifade eder.
الذي yerine من ism-i mevsûlünün tercih edilmesi, daha umumi olduğu içindir. Böylece Allah'a davet eden bir kişi de olsa, daha çok kişi de olsa, herkesi kapsar. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.2, s.98)
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. لِيَ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْبُدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası فَطَرَن۪ي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
فَطَرَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي
وَ , atıftır. Ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 20. ayetteki nidanın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, nasihat ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin, sorunun cevabını bilmemesi söz konusu olmadığından ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَا mübtedadır. Car mecrur لِيَ , mahzuf habere mütealliktir.
لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي cümlesi haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müfret has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan فَطَرَن۪ي cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Kavminin kendilerini yaratan Allah’a ibadet etmemelerinden kinayedir. Delili de [döndürülüp O’na götürüleceksiniz bölümüdür. Onları kızdırmadan nasihat etmek istemektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Keşşâf'ta şöyle bir açıklama vardır: Bu konuşmada kendi nefsine nasihat ederken aslında onlara nazikçe nasihat etmek ve öğretmek maksadı vardır. Böylece kendi nefsi için ne istiyorsa, onlar için de aynı şeyi istediğini ifade etmiştir.
Burada mütekellim kalıbında olan مَا لِيَ ifadesinden muhatap kalıbında olan تُرْجَعُونَ ifadesine iltifat edilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Bu ayette de ta‘rîż üslubuyla ‘’siz, sizi yaratana niçin ibadet etmiyorsunuz?’’ denilmekte ve muhataba direkt olarak batıl yolda olduğunun söylenmesinin rahatsız edici olma ihtimali olduğu için yumuşak bir üslup tercih edilmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ayetin son cümlesi sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْهِ ‘nin amiline takdimi, kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلَيْهِ mevsûf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
تُرْجَعُونَ fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlenin seyrine göre ِوَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ifadesi aslında وَ اِلَيْهِ أرْجِعُ şeklinde olmalıydı. Çünkü ifadenin başında söze mütekellim (birinci şahıs) kalıbı ile başlandı. Fakat burada mütekellimden (birinci şahıs) muhataba (ikinci şahıs) dönülerek iltifat yapılmıştır. Beyzâvî, buradaki dönüşüme iltifat adını vermeden ifadenin akışının değişmesindeki inceliği şu şekilde açıklar: Ayette bahsi geçen zat nasihatte içtenliğini ve nezaketini göstermek, kendi nefsi için istediğini onlar için de arzuladığını belirtmek üzere sözü kendi üzerinden sarfetmiştir. Gerçekte bu kişinin amacı müşrik kavme nasihat etmek ve onları kınamaktır. Bunun içindir ki daha çok tehdit etmek üzere yalnız O’na döndürüleceksiniz demiş, ardından eski üslubuna dönerek şöyle demiştir. O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Ayetin son bölümünde إليه (Ona) şeklindeki car mecrur, ihtisas ifade etmek için fiile takdim edilmiştir. Mana şöyledir: Başkasına değil, sadece O'na geri dönülür. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.99)
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَأَتَّخِذُ | edinir miyim? |
|
2 | مِنْ |
|
|
3 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
4 | الِهَةً | tanrılar |
|
5 | إِنْ | eğer |
|
6 | يُرِدْنِ | bana dilese |
|
7 | الرَّحْمَٰنُ | Rahman |
|
8 | بِضُرٍّ | bir zarar vermek |
|
9 | لَا |
|
|
10 | تُغْنِ | sağlamaz |
|
11 | عَنِّي | bana |
|
12 | شَفَاعَتُهُمْ | onların şefa’ati |
|
13 | شَيْئًا | hiçbir (fayda) |
|
14 | وَلَا | ve asla |
|
15 | يُنْقِذُونِ | onlar beni kurtaramazlar |
|
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ
Hemze istifham harfidir. اَتَّخِذُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’ dir.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru amili اَتَّخِذُ ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰلِهَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرِدْنِ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur. بِضُرٍّ car mecruru mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; متلبّسا بضرّ (zarara bürünmüş olarak) şeklindedir.
فَ karînesi olmadan gelen لَا تُغْنِ عَنّ۪ي cümlesi şartın cevabıdır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُغْنِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. عَنّ۪ي car mecruru تُغْنِ fiiline mütealliktir. شَفَاعَتُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَيْـٔاً mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يُنْقِذُونِ cümlesi atıf harfi وَ ‘ la تُغْنِ fiiline matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُنْقِذُونِ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تُغْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ‘dır.
يُرِدْنِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ‘dir.
يُنْقِذُونِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نقذ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَتَّخِذُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً
Mekulü’l-kavle dahil olan ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze istifham harfidir. İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama taaccüp anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette tecahül-i ârif sanatı vardır. Mütekellimin sorunun cevabını bilmemesi söz konusu değildir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatları vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur مِنْ دُونِه۪ٓ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan اٰلِهَةً ’e takdim edilmiştir.
دُونِ ’nin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması gayrının tahkiri içindir.
دُونِه۪ٓ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اٰلِهَةً ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ
Şart cümlesi olan اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
Mahzuf mef’ûlün haline müteallik olan بِضُرٍّ ‘deki tenvin, muayyen olmayan adet ve nev içindir.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنّ۪ي , ihtimam için fail olan شَفَاعَتُهُمْ ’a takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
شَيْـٔاً , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَلَا يُنْقِذُونِۚ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
بِضُرٍّ - شَفَاعَتُهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يُنْقِذُونِۚ - شَفَاعَتُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً [Ondan başka tanrılar mı edinir miyim?] sorusu kınama ifade eder.
الرَّحْمٰنُ - مِنْ دُونِه۪ٓ kelimeleri arasında izmar ve izhar arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu ayetle ilgili olarak, güzel olan başka nükteler de vardır:
a) Cenab-ı Hak bu ifadeyi istifham üslubuyla zikretmiştir ki, bu üslubda, o işin çok açık ve net olduğu manası yatmaktadır. Zira, bir şeyden bahsedip de, mesela edinmem diyen kimsenin bu sözünü duyan kimse, ona: ‘’Niçin edinmezsin?’’ diyerek bunun sebebini sorar. Binaenaleyh, Cenab-ı Hak, ‘’Edinir miyim?’’ buyurunca, O’nun bu sözü, haber verme anında, talep edilen o sebebi beyana gerek bırakmaz. Buna göre sanki bu şahıs, Sana danıştım, o halde bana yol göster der. Bunun üzerine kendisine danışılan kimse, düşünmeye başlar. Böylece O ona sanki: ‘’O iş hususunda düşün. Böyle yaparsan, sen meseleyi ben sana haber vermeksizin anlarsın’’ demiş olur.
b) Ayetteki, من دونه (O'ndan başka) ifadesi de ilginç bir hususiyet taşımaktadır: Bu zat فَطَرَن۪ي (Beni yaratan) ifadesiyle, Allah’a ibadet ettiğini beyan edince, O'ndan başkasına ibadet etmenin caiz olmayacağını beyan etmiştir. Çünkü eğer bu zat, Allah'tan başkasına ibadet etmiş olsaydı, o zaman, Allah'tan başka mabud edinmiş olduğu bütün şeriklere ibadet etmesi gerekirdi. Çünkü her şey muhtaçtır, fanidir, sonradan meydana gelmedir. Binaenaleyh şayet bu zat, ‘’Ben ilâhlar edinmem’’ demiş olsaydı, o zaman ona, Bunda iki farklı durum muhtemeldir: “Seni yaratandan başkasını tanrı edinirsen, hadsiz sayıda tanrı edinmen gerekir. Yok eğer senin ilâhın, senin Rabbin ve hâlıkın ise, bu takdirde senin başka ilâhlar edinmen caiz değildir’’ denirdi.
c) Ayetteki, ءأتخذ (Edinir miyim?) tabiri O’ndan başkasının ilâh olmadığına bir işarettir. Çünkü tanrı edinen, ilâh olmaz. İşte bundan dolayı [Cenab-ı Hak, Ne eş ne de oğul edindi] (Cin/5) ve [Hamd, oğul edinmemiş olan Allah'a mahsustur] (İsrâ/111) buyurmuştur. اتخذ (Edinmek) kelimesi aslen mevcut olan ve tercih meselesi olmayan ve o manadan ayrılması mümkün olmayan bir şey için kullanılmaz. Mesela gerçekten babamız olan kişi için اتخذت فلاناً أباً (Filan kişiyi baba edindim) denmez. Ya da gerçekten kardeşimiz olan kişi için اتخذت فلاناً أخاً (Filan kişiyi erkek kardeş edindim) denmez. Taşıdığı manadan ayrılması, terk etmesi ve tercih söz konusu olduğu zaman bu fiil kullanılabilir. لا تغن عني شفاعتهم ibaresinde akıllılara ait zamir kullanılmıştır. Çünkü şefaat etmek için akıllı olmak gerekir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.102-103)
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِذاً cevap harfidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ‘ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِذاً , cevap harfidir.
Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِذاً cevap harfidir, burada amel etmemiştir.
لَف۪ي ضَلَالٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ cümlesi اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Bu cümle اِنَّ ve لَ ile tekîd edilmiş, dalalet de مُب۪ينٍ (apaçık) olmakla vasıflanarak, bu dalaletin gizli olmadığı ifade edilmiştir. Yani, ‘bunu yaparsa durumu böyle olur’ demektir. Mana ortada olmasına rağmen makam bu tekidleri gerektirmektedir, çünkü muhatap bu kadar açık ve ortada olmasına rağmen bunu şiddetle inkâr etmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.121)
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّ car mecruru اٰمَنْتُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; فاسمعون (Beni dinleyin) şeklindedir.
اسْمَعُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
اٰمَنْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ
Müstenefe olan ayet mekulü’l-kavle dahildir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ cümlesi, اِنّ۪ٓ ’nin haberidir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِرَبِّكُمْ izafetinde Rabb isminin muhataplara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاسْمَعُونِۜ cümlesine dahil olan فَ , mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Takdiri فاسمعون (Beni dinleyin) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاسْمَعُونِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin sonundaki nun vikaye, kesre mütekellim zamirinden ivazdır. Fasıla gözetilerek mütekellim zamiri hazf edilmiştir.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فاسمعون (İşte bunu benden duyun) sözü bu kişinin imanını yüksek sesle, herkesin duyacağı bir şekilde, kekelemeden ilan ettiğine delalet eder. Bu da bu nedenle başına gelecek taşlanma, azap veya daha başka eziyetlere aldırmadığını gösterir.
Ayette أنا آمنت değil, إني آمنت buyurularak mana tekidli ve kuvvetli bir şekilde ifade edilmiştir.
Daha önce وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي [Ben beni yaratana neden kulluk etmeyecekmişim?] (Yâ-Sîn/22) buyurulmuşken burada بربي [Rabbime] değil, بربكم [Rabbinize] buyurularak onların Rabbinin kendi Rabbi olduğunu, kendisini O'nun yarattığını, O'na geri döneceğini ve O’nun hepsinin Rabbi olduğunu açıklamıştır.
بربكم (Rabbinize) sözünün resullere hitap ettiği, yani davet ettiğiniz sizin Rabbinize iman ettim manasında olduğu da söylenmiştir. İşin doğrusu hitap hepsine birdendir. Resullerin Rabbi, kendisinin ve kavminin de Rabbidir. Bunu kavmin önde gelenlerine ilan etmiş ve kavminden resullere tabi olmalarını, davet ettiği şeye iman etmelerini istemiştir.
Hangi halde olursa olsun hakkı onların yüzlerine çarpmış, açıkça söylemiş ve imanını ilan etmesi sebebiyle başına gelecek şeylere aldırmamıştır.
Burada آمنت بربكم [Rabbinize iman ettim] demesi, آمنت بربي (Rabbime iman ettim) demekten evladır. Herkes kendi Rabbine iman eder ve bu sözün karşılığında أنا آمنت بربي أيضا (Ben de Rabbime iman ettim) der.
آمنت بربكم [Rabbinize iman ettim] demek resullerin davet ettiği Rabbe delalet eder. Eğer bundan maksat kavminin taptığı Rab olsaydı, 20. ayetteki اتبعوا المرسلين [Uyun o gönderilmiş olanlara] sözünü söylemezdi. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.122)
Habîb-i Neccar'ın, imanını tekid (gerçekten) ile ifade etmesi, istekli ve gönüllü olarak iman ettiğini belirtmek içindir.
Habîb-i Neccar'ın, Rabbi elçilere izafe etmesi (Rabbiniz’e), imanını ziyadesiyle açıklamak, bu imanının onların Rabbine mahsus olduğunu açıklamak ve onlara uyduğunu bildirmek içindir. Sanki şöyle demiş oluyor: قال بربكم الذي ارسلكم او الذي تدعوننا الى الايمان به ‘Ben, sizi gönderen Rabbinize yahut bizi kendisine iman etmeye davet ettiğiniz Rabbe iman ettim.’ (Ebüssuûd)
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ
Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. ق۪يلَ fiilin naib-i faili olan ادْخُلِ الْجَنَّةَ cümlesi mahallen merfûdur.
ادْخُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli يَا لَيْتَ قَوْم۪ي ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih harfidir. لَيْتَ temenni harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref yapar.
قَوْم۪ي kelimesi لَيْتَ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي harfi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُونَ cümlesi لَيْتَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَۙ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ
Ayet istînâfiyedir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen ق۪يلَ fiilinin naib-i faili ve mekulü’l-kavli olan ادْخُلِ الْجَنَّةَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikram manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
قَالَ يَا لَيْتَ ...cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَا harfinin, tenbih için olduğu da söylenmiştir.
Nidanın cevabı, لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkansız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَيْتَ ’nin haberi olan يَعْلَمُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessümle birlikte hükmü takviye de ifade etmiştir.
Önceki ayetle bu ayet arasındaki meskutun anh, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuya ilgisini artırır.
ق۪يلَ - قَالَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cennete girer girmez güzel akıbetini ve rabbinin kendisine olan ikramını kavminin bilmesini temenni etmiştir. Onlar bunu bilse hidayete erer, onlar da kendisi gibi îmân eder ve nail olduğu bu ikrama nail olurdu. O bunu, sadece içinden temenni etmekle kalmamış, dili ile de söylemiş, kalbi ve dili bu hususta birleşmiştir. Bu sözlerinde kavminin hidayetini ve onlar için hayr istediğine işâret vardır. Kavminin kendisine yaptığı kötülük bu isteğini engellememiştir. Çünkü bir mümin, kendisine her kötülüğü ve azabı yapan, hatta kendisini öldüren en şiddetli düşmanının bile hidayete ermesini ister. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.126 )
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ [Cennet'e gir denildi] cümlesinde, sözün akışından anlaşıldığı için hazif yapılmıştır. Takdiri şöyledir: Habîb, imanını açıklayınca onu öldürdüler. Böylece ona, ‘’Cennete gir’’ denildi. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
-Fiil meçhul olarak gelerek قيل buyurulmuş, konuşan kişi açıklanmamıştır. Zira maksat konuşan kişileri zikretmek değildir. Bu konuşanların melek olması muhtemeldir.
-Burada قيل له (Ona denildi) şeklinde hitap edilen kişi de açıklanmamıştır. Zira siyaktan kim olduğu anlaşılmaktadır.
Keşşâf'ta şöyle bir açıklama vardır: Sözün kime söylendiği bilindiği için burada amaç söylenen sözü açıklamaktır.
İşte böylece bu kişinin sözlerinden sonra olan şeyler es geçilmiş, fail söylenmeyerek fiil meçhul getirilmiş, sözün kime söylendiği söylenmeyerek sadece ‘’Cennete gir’’ denildiği ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.125-126)
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ
Kerame كرم :
Eli açıklık/cömertlik anlamına gelen كَرَمٌ kavramıyla Yüce Allah vasfedilecek olursa O'nun tezahür eden ihsanının ve nimetlendirmesinin adı olur. Bu sıfat insanlar için kullanıldığında ise bu durumda insandan zuhur eden, övgüye layık ahlak ve huyların adı olur.
Bazı alimler كَرَمٌ sözcüğünün yalnızca büyük iyilikler için kullanıldığını ifade etmişlerdir.
Bu köke ait ve birbirlerinin yerine kullanılabilen إكْرامٌ ve تَكْرِيمٌ kalıplarına gelince; bunlar insana bir onurlandırmanın ulaştırılmasıdır. Bu da bir çeşit menfaattir ancak ardında herhangi bir aşağılama veya küçük görmenin gelmediği bir fayda görmedir veya insana çok değerli bir şeyin verilmesi ya da kazandırılmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 47 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kerim, keramet, ikram, mükrim, ikramiye, Kerem, Ekrem ve Mükerrem'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يَعْلَمُونَ fiiline mütealliktir.
غَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ل۪ي car mecruru غَفَرَ fiiline mütealliktir. رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَن۪ي atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. جَعَلَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ car mecruru amili جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallik olup cer alameti ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُكْرَم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle, önceki ayetteki لَيْتَ ’nin haberi olan يَعْلَمُونَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبّ۪ي izafeti, غَفَرَ fiilinin failidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ل۪ي , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. رَبّ۪ي izafeti muzâfun ileyhin şanı, hürmet ve lütuf içindir.
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ ‘ye dahil olan مِنَ , ba’diyet bildirir.
Şayet بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي ifadesindeki مَا , hangi manadadır?” dersen şöyle derim: Masdariyye veya (Rabbimin günahlarımdan neleri bağışladığını) anlamında mevsûledir. İstifhamiyye de olabilir ki bu durumda (Rabbimin beni hangi şeyle bağışladığını) anlamına gelir. Bununla, öldürülünceye kadar dini yüceltmek adına göstermiş olduğu sabır ve direnci kastetmektedir. Ancak, بِمَا şeklinde ispatı caiz olmakla birlikte elif atılarak, بِمَ غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي denmesi daha güzeldir. قد علِمْتُ بِما صنعت هذا (Bunu hangi saikle yaptığını çok iyi biliyorum!) denebileceği gibi, بِم صنعت de denebilir. (Keşşâf)
Burada ism-i mevsûlle birlikte masdariyye manasını da ifade etmek için بالذي değil بما buyurulmuştur. Yani iki manayı birleştirdiği için mağfiretle ve ikramla demektir. Böylece mağfiret ve ikramı ya da mağfiret ve ikramın sebebini bilseydi şeklindeki iki manayı ifade etmiştir. Ayette بالذي gelseydi, tek bir mana ifade ederdi.
Car mecrur faile takdim edilerek, بما غفر لي ربي buyurulmuştur. Çünkü burada önemli olan bu kişidir, kelam onun hakkındadır. Günahları Allah'ın affettiği bilinmektedir yani fail bellidir, ancak burada mühim olan kimin günahının affedildiğidir.
Burada Rabb isminin gelişi, 25. ayetteki إِنِّي آمَنْتُ بِرَبِّكُمْ [Gerçek, ben Rabbinize iman ettim] sözüne münasiptir. Rabbin kendisine izafe edilmesi de herkes tarafından bilindiği gibi hürmet ve lütuf içindir.
Mağfiret, ikram edilenlerden olmaya takdim edilmiştir. Çünkü mağfiret ikram olunmanın sebebidir. Dolayısıyla önce mağfiret edilir sonra da ikram gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.129 )