Yâsin Sûresi 40. Ayet

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ  ...

Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا ne
2 الشَّمْسُ güneş ش م س
3 يَنْبَغِي mümkün olur ب غ ي
4 لَهَا ona (aya)
5 أَنْ
6 تُدْرِكَ erişmesi د ر ك
7 الْقَمَرَ aya ق م ر
8 وَلَا ne de
9 اللَّيْلُ gece ل ي ل
10 سَابِقُ önüne geçebilir س ب ق
11 النَّهَارِ gündüzün ن ه ر
12 وَكُلٌّ ve hepsi ك ل ل
13 فِي
14 فَلَكٍ bir felekte (yörüngede) ف ل ك
15 يَسْبَحُونَ yüzmektedirler س ب ح
 

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الشَّمْسُ  mübteda olup lafzen merfûdur. يَنْبَغ۪ي fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْبَغ۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. لَهَا  car mecruru يَنْبَغ۪ي  fiiline  mütealliktir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَنْبَغ۪ي ‘nin  faili olarak mahallen merfûdur.

تُدْرِكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. الْقَمَرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الَّيْلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  سَابِقُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. النَّهَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَنْبَغ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  بغى’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

تُدْرِكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  İf’al babındadır. Sülâsîsi  درك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

سَابِقُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سبق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  كُلٌّ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي فَلَكٍ car mecruru  يَسْبَحُونَ  fiiline mütealliktir. 

يَسْبَحُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَسْبَحُونَ  fiili  ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الشَّمْسُ  mübteda, يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ  cümlesi haberdir. Haber cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُدْرِكَ الْقَمَرَ   cümlesi, masdar teviliyle  يَنْبَغ۪ي  fiilinin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. Güneşin ayı yakalama kudreti yoktur, fakat başkasının buna gücü yeter, o da Azîz, Hakîm olan Allâh Teâlâ'dır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.186)  

وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ  cümlesi, …  لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا  cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan سَابِقُ النَّهَارِۜ , veciz anlatım kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.  سَابِقُ  , ism-i fail vezninde gelerek sübût ve süreklilik ifade etmiştir.

Az sözle çok anlam ifade eden  سَابِقُ النَّهَارِۜ  izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. 

تُدْرِكَ - سَابِقُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ  cümlesiyle  وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الَّيْلُ  -  النَّهَارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icab, الشَّمْسُ - الْقَمَرَ   kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerime, bahsi geçen her şeyin, O'nun hikmetine uygun olarak yaratılmış olduğuna bir işarettir. Binaenaleyh, güneş için, aya yetişecek bir biçimde hızlı hareket etmesi uygun değildir. Aksi halde, tek bir ay içinde bile, hem yaz hem kış olur, meyveler ve ürünler olgunlaşamazdı. (Fahreddin er-Râzî) 

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ  [Güneşin aya yetişmesi mümkün ve sa­hih değildir] cümlesinde olumsuz hükmü tekidli ifade etmek için müsnedün ileyh önce söylenmiştir. Bu ifade, لَا يَنْبَغ۪ي  الشَّمْس اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ  ifadesin­den daha beliğdir ve kendisinden istenilenden başkasını yapamayacak şe­kilde emre amade olduğunu daha vurgulu olarak ifade eder. Çünkü, müsnedin ileyhi öne alarak  انت لا تكذب  (sen, yalan söylemezsin demen),  لا تكذب (yalan söylemezsin) demenden daha tekîdlidir. Çünkü birinci cümle, yalan söylemeyeceğini, ikinci cümleden daha vurgulu ifade eder. Kur'an'ın  inceliklerini bir düşün. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Şayet neden güneş yetişemez kılındı da Ay geçemez kılındı? dersen şöyle derim: Çünkü güneş yörüngesini ancak bir yılda, Ay ise bir ayda tamamlıyor. Bu sebeple Güneş’in yavaş yol almasından dolayı yetişme vasfıyla nitelenmesi, Ay’ın da hızlı yol almasından dolayı geçme vasfıyla nitelenmesi daha uygun oldu. (Keşşâf)

Burada  الشَّمْسُ (güneş) ve  الَّيْلُ (gece) kelimeleri ile  لَا  harfi olumsuz bir cümlede tekrarlanmış ve hem güneşin ayı yakalamasının, hem de gecenin gündüzün önüne geçmesinin olumsuzluğu kastedilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.186)  


وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُلٌّ  mübteda,  يَسْبَحُونَ  haberdir. Car mecrur  ف۪ي فَلَكٍ , siyaktaki önemine binaen amili olan  يَسْبَحُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin ileyh olan  كُلٌّ  kelimesinin nekra gelmesi tazim, umum ve teksir ifade eder. 

كُلٌّ  kelimesindeki tenvin, ‘her biri’ takdirinde olan, muzâfun ileyhden bedeldir, izafetten dolayı tenvinin düşürülmesi tek bir şeyde, hem nekire, hem de marifeliğin bir arada bulunmaması içindir. Binaenaleyh, muzâfun ileyh lafzen düşünce, muzâfa da, yeniden lafzen tenvin verilmiştir. Halbuki mana bakımından yine bu ifade, izafet sebebiyle marifedir. (Fahreddin er-Râzî) 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ  ibaresindeki harflerde aks sanatı vardır.

Harflerde olan akis sanatı, kelamın harflerinin sıralı olarak yer değiştirmesidir. Harflerin harekesinin, meddinin, şeddesinin, cezminin, elifinin hemzeye ya da hemzenin elife dönüşmesinin bir etkisi olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا - يَسْبَحُونَ  kelimeleri arasında müfred-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

كُلٌّ ’deki tenvin muzâfun ileyhin yerine geçmiştir. Aslı  كلهم  şeklindedir; zamir ile yukarıda geçtiği manada güneşler ve aylar kastedilmiştir. (Keşşâf)

وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ  ifadesi, tersinden okunduğunda da sırasıyla aynı harfleri vermekte, dolayısıyla aynı şekilde okunabilmektedir. Bunlar dışında kelime tekrarına dayalı sanatlar arasında aks sanatına benzeyen bir başka tür de reddü’l-acüz ale’s-sadr / tasdîrdir. Bu, şiirde beytin, düz yazıda da bir cümlenin veya ibarenin sonunda yer alan sözcüğü, kendisinden önce tekrarlamaktır. (İbnu’l-Mu’tez, Kitâbu'l-Bedî, s. 47, Âşûr)

كُلٌّ  (hepsi) kelimesindeki tenvin umum ifade eder. Yani, güneş ve ay da dahil, “bütün semâvî cisimler” demektir. Bu kelime muzâf olsaydı veya beyaniyye ifade eden  من  ile منهما كل  şeklinde gelseydi, güneş ve aya mahsus olurdu. كُلٌّ  kelimesinin bu şekilde müstakil gelişi, dahil olduğu hükmün kapsamını genişletir. Ayrıca  سبح (yüzmek) fiilinin çoğul gelişi de bütün semavî cisimlerin kasdedildiğini ifade eder. Yani hepsinin, dışına çıkamayacağı bir yörüngesi vardır, o yörüngede hareket ederler, bu da Azîz-Alîm'in takdîridir. Onların hiç birinin iradesi ve tercihi söz konusu değildir. Bu da insanların bir kısmının yaptığı gibi müstahak olan zata ibâdet edilmesini gerektirir.  كُلٌّ  kelimesinin izafetsiz olarak gelmesinde ve  سبح  (yüzmek) fiilinin çoğul zamire isnad edilmesinde, bu cisimlerin kudretinin ve tercihinin olmadığı, aksine bunların her birinin Rablerinin, yaratıcılarının emrine boyun eğdiği manası vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.188)  

Ayetteki  كُلٌّ  kelimesi, ‘O ikisinden her biri’ manasında olup, burada zikredilenler de, güneş ve aydır. O halde Cenab-ı Hak niye tesniye yerine, (çoğul sıygasıyla), [yüzerler] buyurmuştur? Buna birkaç açıdan cevap verilebilir:

a) Biraz önce de açıkladığımız gibi; bu, umum mana ifade etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak sanki, her yıldızın, gökyüzünde hareketli olduğunu haber vermiştir.

b) Cenab-ı Hak, [gece de gündüzü geçmez] buyurup, gecedekiler ile de yıldızlar kastedilince, fiil  يسبحون  şeklinde çoğul gelmiştir. Yüzmek fiili, akıllılara ait bir zamire, cemaat  وَ 'ına  isnad edilmiştir. Yani semavi cisimler akıllı menziline konmuştur. Yüzmek, akıllı varlıkların fiilidir. Allah Teâlâ putlar için de bu zamiri kullanarak, ما لكم لا ينطقون (Neyiniz var, konuşmuyorsunuz?) ve  ألا تأكلون (Yemez misiniz?) buyurmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.189,  Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

فَلَكٍ , ya yuvarlak bir cisim veya yuvarlak ve dairesel bir yüzey yahut da dairedir. Çünkü dil alimleri, yün eğirceğinin yörüngesinin de, yuvarlak olduğu için, "felek" diye adlandırıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. Yine bunlar, yuvarlak bir yüzey olan ve çadırın direğinin çadırı delmemesi için direğin ucuna konan yuvarlak, bundan yapılmış düz nesneye de, "Çadırın feleği" denildiği hususunda ittifak etmişlerdir."Yaptığımız bu izaha göre, gök de dairesel olmuş olur. Halbuki müfessirlerin ekserisi, gökyüzünün, uçları olmadan, adeta çatılmış bir tavan gibi dağlar üzerine döşendiği hususunda ittifak etmişlerdir. Halbuki Nasslarda, semanın yuvarlak değil de düz ve döşenmiş olduğuna dair kesin bir delâlet bulunmamaktadır. Halbuki, maddî ve hissi delil, semânın, yuvarlak (küresel) olduğuna delâlet etmektedir. Binâenaleyh, bu neticeyi benimsemek gerekir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)  

Sâmerrâî‟ye göre  وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ [Her biri bir yörüngede yüzer.] ayeti  yüzmenin âkil bir zamire isnad edilmesindeki amaç, güven duygusunu insanlarda hakim kılmaktır. Burada insanların hemen üstünde yer alan gezegenlerin, üzerlerine düşmeyeceğine ve onları helak etmeyeceğine dair bir rahatlatma söz konudur. Ayrıca ayette, gezegenlerin ve gök cisimlerinin hareketinin dairesel olduğuna, kendilerine ait bir yörüngede seyrettiğine ve uzayda salıverilmiş halde kontrolsüz bir biçimde bırakılmadığına işaret edilmektedir. İbn Manzûr’un da  فَلَك ’i, yıldızların yörüngesi ve –Ferrâ’ya dayanarak- göğün yuvarlak olması (istidâretü’s-semâ) şeklinde tarif ettiğini belirtmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)