Yâsin Sûresi 61. Ayet

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ...

“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”  (60 - 61. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِ ve
2 اعْبُدُونِي bana tapın ع ب د
3 هَٰذَا budur
4 صِرَاطٌ yol ص ر ط
5 مُسْتَقِيمٌ doğru ق و م
 

Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtil­mektedir. 

İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).

Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507
 

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. اَنِ  tefsiriyyedir.  

اعْبُدُون۪ي  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صِرَاطٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ ‘ın sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

Tefsir harfi  اَنِ  ve akabindeki  اعْبُدُون۪يۜ  cümlesi, önceki ayetteki tefsir harfine atfedilmiştir. 

اعْبُدُون۪يۜ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

اعْبُدُون۪يۜ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Fasılla gelen ikinci cümle emir için ta’lil cümlesidir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi oluşu işaret edilene tazim ifade etmektedir. İşaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresinde istiare vardır. Müsteâr  صِرَاطٌ  kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Yani size şeytana ibadeti yasaklayıp Bana ibadeti emretmem sıratı müstakimdir. Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Neke olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekire gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir. 

Burada  صِرَاطٌ  kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  tabirinin nekre gelmesi tazim içindir. (Âşûr)

"Ey adem oğulları! "Şeytana ibadet etmeyin (tapmayın); çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır. Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur!" diye size emir vermedim mi?"

Bu kelam da, daha önce geçen ayrılma emri ile bundan sonra gelecek cehenneme girmeleri emri arasında, cehennem ehline kınama, ilzam ve susturmak olarak söylenecek olanlara dahildir. (Ebüssuûd)

Burada yasak (şeytana tapmamak), emre (Allah’a ibadet etmek) takdim edilmiş, çünkü boşaltıp temizlemek, süslemeden önce yapılmaktadır. Bir de, "dosdoğru yol budur" cümlesi ile bu emir arasında bağlantı sağlanması içindir. Çünkü bu cümledeki  هٰذَا / işareti, Allah'a ibadeti göstermektedir ki, o da, tevhit ve İslam'dan ibarettir. (Ebüssuûd)