Yâsin Sûresi 60. Ayet

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ  ...

“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”  (60 - 61. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 أَعْهَدْ ben and vermedim mi? ع ه د
3 إِلَيْكُمْ size
4 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
5 ادَمَ Adem
6 أَنْ diye
7 لَا
8 تَعْبُدُوا tapmayın ع ب د
9 الشَّيْطَانَ şeytana ش ط ن
10 إِنَّهُ şüphesiz o
11 لَكُمْ sizin
12 عَدُوٌّ düşmanınızdır ع د و
13 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 

Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtil­mektedir. 

İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).

Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507
 

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

اَعْهَدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  اِلَيْكُمْ car mecruru  اَعْهَدْ  fiiline mütealliktir. 

يَا  nida harfidir. بَن۪ٓي  münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى dir. Mütekellim ى ’sı muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur. 

اٰدَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tefsiriyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْبُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الشَّيْطَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. عَدُوٌّ kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  عَدُوٌّ ‘nün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takrîrî istifham harfidir. Muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tevbih manası taşıyan bir sorudur. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen, ikrara zorlama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevabını bilmemesi muhal olduğundan ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümle menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen  يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْ , tefsiriyyedir. Akabindeki  لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبٍّ ’deki gaib zamirden bu ayette  اَعْهَدْ ’deki mütekellim zamirine iltifat vardır. 

Suçlulara hitap edip müminlerden ayrılmaları emredildikten sonra umumi olarak insanoğluna hitap edilmiş ve onlara şeytana ibadeti terketmek ve sadece Allah'a ibadet etmekle ilgili ahidleri hatırlatılmıştır. Çünkü suçluların bu akıbetinin sebebi sadece şeytana ibadet etmek ve Allah'a itaat etmemeleri idi. Ayetteki ألم أعهد [Emretmedim mi?] ibaresi müfessirlere göre tavsiye etmedim mi manasındadır. Ahd, vasiyet demektir. Ancak bu iki kelime arasında fark vardır. Ahd, tavsiyeden daha kuvvetlidir. Ahd, kişinin yaptığı yemin için kullanılır. Ahd fiili Kur'ân-ı Kerim'de Allah'tan başkasına isnat edilmemiştir, halbuki tavsiye böyle değildir. Allah'a da, başkalarına da isnat edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 282) 

أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَان [Şeytana tapmayın diye…]  Yani onun vesvesesine ve kalplerinize süslediği şeylere itaat etmeyin, demektir. Ancak bu mana itaat etmeyin şeklinde değil, ibadet etmeyin sözüyle ifade edilmiştir. İbadet, itaatten ibaret değildir. Bir şahsa da itaat edebiliriz ama ona ibadet etmeyiz. Ana-babamıza veya ulu’l emre de itaat ederiz. Ayrıca itaat için o işi yaparken, o işten hiç hoşlanmayabiliriz, o zaman itaat ibadet olarak isimlenemez. İbadete taat denilmesi için boyun eğme, teslimiyet, uysallık ve kendini küçük görme manalarının olması gerekir. Rûhu'l-Me‘ânî'de şöyle yazılıdır: “Bu ayetteki şeytana ibadetten maksat, şeytanın vesvesesine ve süslediği amellere itaattir. Bu itaatin, Allah'a ibadetin mukabili olmasına rağmen, ibadet ile ifade edilmesi uyarıyı ve bundan nefreti arttırmak içindir.” (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.284) 

Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Bu, suçlu kafirleri bir kınamadır.

أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَان [Şeytana tapmayın diye] ve sonraki ayetteki  اَنِ اعْبُدُون۪يۜ [bana tapın diye] kelimeler  arasında tıbâk-ı selb vardır. Birincisi olumlu, ikincisi olumsuzdur. (Safvetü’t Tefâsir)

Şeytana ibadet etmekten murad, insanlara vesvese verdiği ve cazip gösterdiği şeylerde ona itaat etmektir. Buna ibadet denilmesi, ondan ziyadesiyle sakındırıp nefret ettirmek için ve bir de Allah'a ibadet karşılığında vaki olduğu içindir. (Ebüssuûd)


اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

 

Şeytana ibadet etmemenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için amili olan  عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَدُوٌّ  için sıfat olan  مُب۪ينٌۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌۙ  ism-i fail kalıbında olduğu halde, mübalağalı ismi fail manasında gelmiştir. (Âşûr)

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Çünkü o, sizin için (Rabbinizden) ayıran bir düşmandır. Bu cümle yasağın sebebidir. Şeytana ibadet ve itaat edilmez, ondan uzak durulur.  مُب۪ينٌۙ  kelimesi, bu düşmanlığın açık olduğunu ifade eder. Çünkü  أبان  fiili, açığa çıktı ve açığa çıkardı demektir. أبان الرجل , durumunu açıkladı, ortaya koydu demektir. Muhakkak ki şeytan düşmanlığı destekler ve ortaya koyar. İnsan ona nasıl kulluk edebilir?

Düşmanlar iki çeşittir: Düşmanlığını açıklayan ve düşmanlığını gizleyen.

Düşmanlık da iki çeşittir: Sahibi gizlemek istese bile açık olan düşmanlık ve gizli düşmanlık. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.285)