Yâsin Sûresi 67. Ayet

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟  ...

Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 نَشَاءُ dilesek ش ي ا
3 لَمَسَخْنَاهُمْ değiştirip dondururduk م س خ
4 عَلَىٰ
5 مَكَانَتِهِمْ onları oldukları yerde ك و ن
6 فَمَا artık
7 اسْتَطَاعُوا güçleri yetmez ط و ع
8 مُضِيًّا ileri gitmeye م ض ي
9 وَلَا ne de
10 يَرْجِعُونَ geri dönmeye ر ج ع
 

Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtil­mektedir. 

İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).

Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507
 

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ   gayr-ı cazim şart harfidir.  نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

مَسَخْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى مَكَانَتِهِمْ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اسْتَطَاعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مُضِياًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجِعُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَطَاعُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  طوع ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

 

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki … وَلَوْ نَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubundaki ayette  نَشَٓاءُ , müspet mazi fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir.  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ , cevap  cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Çoğunlukla olduğu gibi burada da  لَوْ  harfinin şart fiili muzari, cevap fiili mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu harf maziden bahseder. Cümlelerden birinin veya her ikisinin mazi olması gerekir. (Âşûr, Enfal / 31)

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Mef’ûl olan  مُضِياًّ ‘deki tenvin kıllat ifade eder.

Makabline tezat nedeniyle atfedilen  وَلَا يَرْجِعُونَ۟  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

اسْتَطَاعُوا - يَرْجِعُونَ۟  fiilleri arasında maziden muzariye geçişte iltifat sanatı vardır.

Ayetin zahire göre  فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  ifadesinden sonra isimle devam etmesi beklenirdi. Ancak belâgî bir nükteden ötürü ibare zahirin hilafına olarak ayetteki gibi fiil formatında gelmiştir. Bu nükteyi müfessirimiz şu şekilde açıklamaktadır: لَا يَرْجِعُونَ۟  fiili, fasılaları gözetmek için  ﻻَ رُجوعاً  masdarının yerine konulmuştur. (Beyzâvî, IV, 440.)

Ayetlerin fasılaları  يَكْسِبُونَ  , يَرْجِعُونَ۟  , يُبْصِرُونَ  , يَعْقِلُونَ  şeklinde sıralanmaktadır. Söz konusu ayet  رْجِعاًّ  ifadesiyle sonlansaydı bu uyum bozulurdu.

مُضِياًّ  (gitmek) -  يَرْجِعُونَ۟ (dönerler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

 وَلَا يَرْجِعُونَ۟  cümlesiyle,  فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

"Biz dileseydik, şüphesiz oldukları yerde onları meshederdik (şekillerini değiştirirdik) de, ileri gitmeye de, geri dönmeye de güçleri kalmazdı."

Bu iki şart cümlesinin zikredilmesi, sadece Allah'ın onların gözlerini silme kör yapmaya ve şekillerini değiştirmeye muktedir olduğunu beyan etmek için değil, fakat onların küfürleri, ahitlerini bozmaları ve kendileri gibi insanların yok olma kalıntılarını görmekten ders almamaları sebebiyle, ahirette ağızlarına mühür vurma cezasına uğrayacakları gibi, dünyada da bu cezaya çarptırılmaya müstahak bulunduklarını, ancak bunun tek engeli, ilahi iradenin buna taallûk etmemesi olduğunu beyan etmektir. Yani eğer biz, onların, cinayetleriyle hak ettikleri silme kör yapılmaları ve şekillerinin değiştirilmesi cezalarını dileseydik, bunu mutlaka yapardık; fakat biz bunu, mühlet verilmesini gerektiren rahmet ve hikmet kanunumuz gereğince dilemedik. (Ebüssuûd)

المَسْخُ ; insan vücudunun kendi cinsinden çıkıp başka bir bedene dönüşmesidir. Bu husus başka bir şekliyle Bakara suresinde  فَقُلْنا لَهم كُونُوا قِرَدَةً خاسِئِينَ  [Onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.] (Bakara/65)” ayetinde zikredilmiştir. (Âşûr)

Bu ayette gitme işi, geri dönme işinden önce zikredilmiştir. Çünkü dönme işi, ilk defa gitmeden daha kolaydır. Zira ilk gidiş, o kimsenin daha önce o yola gitmediğini, ama dönüş ise bunun aksini ifade eder. Bir defa görülmüş olan bir yola sülûk etmekten daha kolay ve daha basit olduğunda hiç şüphe yoktur. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, "Onlar ne gitmeye, ne de bundan daha azına, yani, ilk defa gitmekten daha kolay olan geri dönmeye kâdir olamazlar" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)