وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ
Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtilmektedir.
İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).
Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. نَشَٓاء merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
طَمَسْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ car mecruru طَمَسْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَبَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصِّرَاطَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَنّٰى ismi, كيف manasında istifham harfidir. İstifham ismi, mekân zarfı olup mahzuf hale mütealliktir.
يُبْصِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اسْتَبَقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سبق ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ
Cümle atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlenin haber manalı olması haber üslubundaki cümleye atfını mümkün kılmıştır.
Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَشَٓاءُ , müspet mazi fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir.
نَشَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ , cevap cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Çoğunlukla olduğu gibi burada da لَوْ harfinin şart fiili muzari, cevap fiili mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu harf maziden bahseder. Cümlelerden birinin veya her ikisinin mazi olması gerekir. (Âşûr, Enfal / 31)
Ayetin son cümlesi فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede كيف manasındaki soru zarfı اَنّٰى ‘nın müteallakı mahzuf haldir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ettirme ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Muzari sıygada gelen fiiller, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُبْصِرُونَ - اَعْيُنِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sonra فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ [Artık nasıl göreceklerdi?] buyrulmuştur. Buradaki أنّى ‘nın كيف manasında olduğu söylenmiştir. Bu harf aynı zamanda من أين (Nereden) manasındadır.
Ayeti kerimede ولو شئنا değil, ولو نشاء buyrulmuştur. Böylece görmenin silinmemesinin, istemenin devamına bağlı olduğu ifade edilmiştir. Çünkü نشاء , muzari bir fiildir, şimdiki zamanı ve gelecek zamanı ifade ettiği gibi, devamlılığa da delalet edebilir. شئنا ise mazi fiildir, geçmiş zamanı ifade eder.
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: ولو نشاء şeklinde gelecek zaman sigası tercih edilmiştir. Mazi fiil gelseydi, gözlerinin silinmemesinin; istemenin devamına bağlı olduğunu ifade ederdi. Mazi fiilin yerine gelen olumsuz muzari fiil, fiilin devam etmediğini ifade konusunda nas değildir. Hatta aksine olumsuzluğun devam ettiğini ifade edebilir. Burada أعمينا yerine de طمنينا buyurulmasına da dikkat etmelidir. Bu fiil diğerinden daha kapsamlı bir mana taşır.
على أعينهم car-mecruru da görmemeyi ve daha fazlasını, örtmeyi ve güvende olmayı ifade eder.
İsti’la harfi kör etme manasındaki temekküne delalet eder. Aksi halde طَمَسَ fiili kendi kendine geçişli olur. Ya da tazmin olarak fiile "acele etmek" kazandırır. (Âşûr)
فاستبقوا ‘ da hem yarışmayı hem de daha fazlasını, acele etmeyi ve daha fazlasını, yolu kaybetmeyi ve daha fazlasını ifade eder. Çünkü bu manaların hepsini birden taşır. (Âşûr)
إلى الصراط değil, الصراط buyurulmuş, böylece ayet her iki kullanımı da ifade edecek şekilde gelmiştir. Harf-i cerle birlikte gelseydi dalalet manasını taşımazdı.
الصِّراط üzerinde yürünen yoldur. الِاسْتِباقِ fiilinin mef’ûlü oluşu إلى harf-i cerinin hazfi ile gerçekleştirilmiştir. (Âşûr)
فأنّى sözü de كيف (Nasıl?) manasını ve daha fazlasını ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 307)
Âşûr bu sorunun ilave olarak inkari istifham manasında da olduğu görüşündedir.
أنّى kelimesi كَيْفَ manasında soru edatıdır. İnkâr için kullanılır. (Âşûr)
طَمَسْ ifadesinde istiare vardır. Burada silme, kör etme (طَمَسْ) ile kastedilen, görme duyusu yok olacak şekilde gözlerin ışığının giderilmesi olup, bu durum, okunması güç olacak şekilde kitabın harflerinin silinmesine benzetilmiştir. Ayrıca bunda artı bir anlam da bulunmaktadır. Çünkü طَمَسْ gözlerinin görmesinin giderilmesine ve onların ışığının kesilmesine ilave olarak gözlerinin izlerinin silinmesine de delalet eder. Yine denildiğine göre طَمَسْ ’ın anlamı, hiçbir yarık, aralık ve kenar kalmaksızın kapalı hale gelecek vaziyette göz kapakları arasındaki açıklığın birleştirilip kaynaştırılmasıdır. (Üst ve alt kapak birleşip kaynayınca göz kapanır görmez olur, demektir.) Bu durumda olan âmâ için أعمي طَميس ve مَطموس (silme kör) derler. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)