اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْيَوْمَ | o gün |
|
2 | نَخْتِمُ | mühürleriz |
|
3 | عَلَىٰ | üzerini |
|
4 | أَفْوَاهِهِمْ | ağızları |
|
5 | وَتُكَلِّمُنَا | ve bize söyler |
|
6 | أَيْدِيهِمْ | elleri |
|
7 | وَتَشْهَدُ | ve şahidlik eder |
|
8 | أَرْجُلُهُمْ | ayakları |
|
9 | بِمَا | neler |
|
10 | كَانُوا | idiyseler |
|
11 | يَكْسِبُونَ | kazanıyor(lar) |
|
Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtilmektedir.
İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).
Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507
اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı نَخْتِمُ fiiline mütealliktir. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَخْتِمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ car mecruru نَخْتِمُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُكَلِّمُنَٓا atıf harfi وَ ‘la نَخْتِمُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُكَلِّمُنَٓا merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَيْد۪يهِمْ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَشْهَدُ atıf harfi وَ ‘la نَخْتِمُ ‘ya matuftur. تَشْهَدُ merfû muzari fiildir. اَرْجُلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte تَشْهَدُ fiiline mütealliktir.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْسِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُكَلِّمُنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ zaman zarfı, önemine binaen amili olan نَخْتِمُ fiiline takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ ibaresinde istiare vardır. Müstear kelime اَفْوَاهِهِمْ , cami herhangi bir işlev yapamama halidir. Burada mühürleme işi, engellemek, mani olmak, yasaklamak manalarında kullanılmıştır. Konuşma kabiliyetinin tamamen giderilmesi bir kapının mühürlenerek açılmamasına benzetilmiştir.
اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ [Bugün ağızlarına mühür vururuz da…]” Burada gaip zamirinin kullanılması (ağızlarına), şunu bildirmek içindir: onların çirkin halleri, kendilerinden yüz çevrilmesini ve çirkin hallerinin başkalarına anlatılmasını gerektirmektedir. Bir de böyle ifade edilmesinde bunun, mühürlenmenin gereklerinden olduğuna işaret vardır. Zira hitap etmek, cevap almak içindir. Halbuki orada artık cevap tamamen kesilmiştir.
Yani onların ağızlarına mühür vurulup konuşmaktan men' edilirler. (Ebüssuûd)
وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ
Cümleye dahil olan وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تكَلِّم fiilinin ellere isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Genellikle işlerin elle yapılması sebebiyle alet olarak veya cüz olarak eller zikredilmiş, insan kastedilmiştir. Aliyyet veya cüziyyet alakasıyla mecâzî isnaddır.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Kıyamet günü bazı kullar diyecekler ki: kendimden başka hiç kimsenin şahitliği beni bağlamaz" diyecekler, işte o zaman, onların ağızlarına mühür vurulacak ve onun azasına: "Siz konuşun" denilecek. Onun azası da, yaptıklarını anlatacak. Sonra konuşmasına izin verilecek. O da diyecek ki: "Öyle ise siz, Allah'ın rahmetinden uzak olasınız! Ben sizin yüzünüzden dalalete düştüm." (Müslim, Kitabü'z Zühd, hadis: 17)
Diğer bir görüşe göre ise, azanın konuşturulması ve sahibinin yaptıklarına şahitlikleri, günah izlerinin onlarda görülmesidir. (Ebüssuûd)
وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki fiilerin hepsi muzari sıygada gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte تُكَلِّمُنَٓا fiiline mütealliktir. Sılası olan كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi يَكْسِبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
تَشْهَدُ fiilinin ayaklara isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Alet olarak veya cüz olarak ayaklar zikredilmiş, insan kastedilmiştir. Aliyyet veya cüziyyet alakasıyla mecâzî isnaddır.
اَرْجُلُهُمْ - اَيْد۪يهِمْ - اَفْوَاهِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
O gün ağızlarının mühürlenmesi, ellerin konuşması ve ayaklarının şahitliğinin sayılması taksim sanatıdır.
يَكْسِبُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
أفْواهِهِمْ ، وأيْدِيهِمْ ، وأرْجُلِهِمْ ، ويَكْسِبُونَ kelimelerindeki gayb zamirleri, iltifat yoluyla 63. ayet olan هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ cümlesindeki hitap edilen kişilere aiddir. Aslolan كُم zamirinin gelmesidir. (Âşûr)