وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve uydurdular |
|
2 | بَيْنَهُ | O’nunla |
|
3 | وَبَيْنَ | arasında |
|
4 | الْجِنَّةِ | cinler |
|
5 | نَسَبًا | bir nesep |
|
6 | وَلَقَدْ | oysa |
|
7 | عَلِمَتِ | bilmişlerdir |
|
8 | الْجِنَّةُ | cinler |
|
9 | إِنَّهُمْ | kendilerinin |
|
10 | لَمُحْضَرُونَ | (yüce divana) getirileceklerini |
|
Müfessirlerin çoğu, “görülmez varlıklar” diye çevirdiğimiz 158. âyetteki cinne kelimesiyle meleklerin kastedildiğini, gözle görülemez oldukları için meleklerin böyle anıldığını belirtirler; bu kelimenin bütün gayri cismanî yaratılmışları kapsadığı da söylenmektedir (İbn Atıyye, IV, 488; Şevkânî, IV, 474). 158. âyet, Câhiliye döneminde bazı Arap topluluklarının Allah, cin, melek gibi metafizik varlıklar arasında akrabalık bağının bulunduğu yönünde bir inanca sahip olduklarını gösterir (bu yöndeki inançlara dair bazı örnekler için bk. Taberî, XXIII, 107-108). 159. âyette Allah Teâlâ bu tür saçma yakıştırmalardan tenzih edilmektedir. Aslında Mekke putperestlerinin Allah ile görülmez varlıklar arasında akrabalık ilişkisi kurmaları ve Allah’a evlât isnat etmeleri, ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançların bir örneği olup –159. âyetin de işaret ettiği gibi– bu bağlamda, hangi dönemde ve kimler tarafından ileri sürülürse sürülsün, (Mecûsîlik’teki düalist tanrı inancı, Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi) Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine yakışmayan her türlü inanç ve isnat dolaylı olarak reddedilmektedir. Nitekim Râzî, 158. âyetle ilgili farklı yorumları sıralarken şöyle bir görüşten de söz eder: “Zenâdikadan bir topluluk, Allah ile İblis’in kardeş olduğunu, Allah’ın iyilik ve cömertliği, İblis’in kötülük ve cimriliği temsil ettiğini söyler. 158. âyetin ‘Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar’ meâlindeki kısmıyla bu anlayış kastedilmiştir. Bana göre âyet hakkındaki yorumların doğruya en yakın olanı budur. Söz konusu sapkın anlayış, Yezdan ve Ehrimen diye iki tanrı kabul eden Mecûsîler’in anlayışıdır” (XXVI, 168).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 556-5
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf harfi olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَيْنَهُ mekân zarfı mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَ الْجِنَّةِ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. نَسَباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir.
عَلِمَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْجِنَّةُ fail olup lafzen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُحْضَرُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُحْضَرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ
وَ , istinafiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekân zarfı olan بَيْنَهُ ve بَيْنَ الْجِنَّةِ , konudaki önemine binaen, mef’ûl olan نَسَباًۜ ’ye takdim edilmiştir.
Mahzuf ikinci mef’ûle müteallık olan بَيْنَهُ izafeti, kısa yoldan izah ve gayrının tahkiri içindir.
نَسَباًۜ ‘deki tenvin tahkir ifade eder.
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباً [Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular.] cümlesinde, II. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Aslı تجعلون (kılıyorsunuz) şeklindedir. Bu dönüş, onların hitaba ehil olmadıklarını ve Rablerin Rabbi olan Allah'ın rahmetinden uzak olduklarına işarettir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Elmalılı)
Şayet neden melekler الْجِنَّةِ diye isimlendirilmiştir? dersen, şöyle derim: Bunların cinsinin aynı olduğunu söylemişlerdir. Ne var ki, cinlerden habis, azgın ve şerir olanların tamamı şeytan iken, bunların pak olan, ibadet eden ve hayırlı olanlarının tamamı melektir. Allah Teâlâ bu meyanda onları alçaltıp, eksilterek cins isimleriyle zikretmiştir ki melekleri bu (cin) ismiyle zikretmesinin tek sebebi, -haddizatında muazzam varlıklar olsalar da- Müşriklerin onlara nispet ettikleri ‘nesep ilişkisi mertebesine çıkartılmış’ olmalarıdır. Bunda da, gizlenme ve örtülü olma sıfatı bulunanın -ki, bu da cisimlerin sıfatlarındandır- hakkında bunun caiz olmadığı Zât’la nesep ortaklığı kurmaya elverişli olmayacağına bir işaret vardır. (Keşşâf, Âşûr)
Burada cin, melekleri de içine alan en genel manada bütün gizli mahluklar, metafizik güçler, bütün ruhanîler demektir. Mecusî mezheplerinde olduğu üzere, şeytan Allah'ın kardeşidir, melekler Allah'ın kızlarıdır, dedikleri gibi; bazıları da ruhanilerin, cinlerin, meleklerin Allah'a münasebeti, yakınlığı vardır, biz onların aracılığı olmadan Allah'a yaklaşamayız, Allah yanında şefaatçilerimiz olması için biz onlara ibadet etmekteyiz diyor, şirk koşuyor; biri kötülük yapar, biri iyilik diyorlardı. Halbuki o neseb isnad ettikleri ruhaniler, özellikle melekler bilir, şahitlik ederler ki, herhalde onlar, o iftirayı uyduran yalancılar mutlaka cehenneme götürüleceklerdir. (Elmalılı, Âşûr)
وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
وَ haliyye, لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattiedir. Cümle, mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem ve tahkik harfi قَدْ ‘la tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Tekid harfi اِنَّ ’nin dahil olduğu اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ isim cümlesi عَلِمَتِ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ,isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
بَيْنَ ve الْجِنَّةُ kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ cümlesi, وجَعَلُوا بَيْنَهُ وبَيْنَ الجِنَّةِ نَسَبًا ile سُبْحانَ اللَّهِ عَمّا يَصِفُونَ arasında gelmiş bir muterize cümlesidir. (Âşûr)
Bu sözden murad şudur: o kâfirleri şiddetle tekzip edip onların, bu nispeti iddia ettikleri ve gerçek hali kendilerinden daha iyi bildiklerini kabul ettikleri melekler de, bu iddialarında onları yalanlamaktadırlar ve onların bu inançlarından dolayı azaba uğratılacaklarına kesin olarak hükmetmektedirler. (Ebüssuûd)
Burada عَلِمَتِ fiiliyle istikbal manasında mazi kullanılması, olayın kesinlikle vuku bulacağını ifade etmek için olabilir. (Âşûr)