فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’an-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir.
Bir önceki sûrede (Yâsîn 36/77-83) putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir.
Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır (Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525-526
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ
فَ mukadder nehy için ta’liliyyedir. Takdiri, لا تستصعبوا ذلك (Bunu zor görmeyin) şeklindedir.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. زَجْرَةٌ haber olup lafzen merfûdur. وَاحِدَةٌ kelimesi زَجْرَةٌ ‘ün sıfatı olup afzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْظُرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَنْظُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ
فَ , istînâfiyyedir. Ilk cümle, takdiri لا تستصعبوا ذلك (Bunu zor görmeyin) olan mukadder nehiy için ta’liliyye hükmündedir. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هِيَ mevsuf/maksûr, زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَجْرَةٌ bütün cinslere işaret eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
زَجْرَةٌ için sıfat olan وَاحِدَةٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنَّمَا , gizli bir cevabın şartı olup, şu şekilde takdir edilir: Böyle olduğunda, “bu” ancak ve ancak “sert bir buyruğa bakar! هِيَ ’nin ise mercii yoktur; o, haberi tarafından açıklanan müphem bir lafızdır. Yalnız, bir merciinin olması da caizdir ki buna göre; O diriliş, tek bir sert buyruğa bakar!” şeklinde takdir edilir; o da Sūr’a ikinci üfürüştür. (Keşşâf)
Sayha (Çığlığa) (alıkoyucu, zecredici anlamında) زَجْرَةٌ adının verilmesi, bundan maksadın zecretmek (yapılandan alıkoymak) oluşundan dolayıdır. Yani tıpkı güdülmeleri esnasında develerin ve atların zecredildiği gibi, bu sayha ile de (insanlar) zecredilirler. (Yapmak istedikleri kötülüklerden alıkonmaya çalışılır.) (Kurtubî)
Bil ki Cenab-ı Hak, önceki ayette, ba'sin ve Kıyametin mümkün olduğuna delalet eden şeyleri açıklayıp sonra bunun peşinden de Kıyametin vukuuna delalet eden şeyleri getirince, işte bu ayetlerde de Kıyamet hallerinin bazı tafsilatını zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
Cümle فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi zaman ve mekandaki ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamları katar.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.