صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Sûrenin başında yer alan “sâd”, hurûf-ı mukattaa denilen harflerdendir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/1).
İlk âyetteki “Kur’an” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in bütünü veya özellikle bu sûre kastedilmiş olabilir. “Öğüt ve uyarı” diye çevirdiğimiz aynı âyetteki zikr kelimesi “şeref, şan” anlamına da gelmektedir. Bu anlam dikkate alındığında ilgili cümleyi, “Şerefli, şanlı Kur’an’a andolsun ki” şeklinde anlamak gerekir. Birinci anlama göre Kur’an’ın, insanları bâtıl inançlardan kurtarıp doğru inançlara yöneltmeyi; hak ve adaletle bağdaşmayan, insanlık onuruna yakışmayan tutum ve davranışlardan arındırıp temiz bir hayata, erdemli davranışlara kavuşturmayı amaçlayan buyruk ve yasaklarına, aydınlatıcı ve uyarıcı mahiyetteki açıklamalarının önemine dikkat çekilmekte; ikinci anlama göre bu ifade, anılan özellikleriyle Kur’an’ın müslümanlar için gelecekte bir şeref kaynağı olacağı, Kur’an sayesinde müslümanların şanlı bir uygarlık kuracakları müjdesini içermektedir. Nitekim sûrenin son âyetinde de bu müjdenin mutlaka gerçekleşeceği bildirilmektedir.
İnkârcıların genel tutumu, öğüt ve uyarı dolu Kur’an’ı Allah kelâmı saymama ve onun bu özelliklerini tanımama yönünde olduğu için 2. âyetin başındaki “bel” edatını, “bu uyarıya kulak verecekleri yerde” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Burada inkârcıların belirtilen tutumlarının haklı bir gerekçeye dayanmadığı, yani onların inkârlarının, Kur’an’ın gerçekten bir öğüt ve uyarı taşımamasından yahut bir değer eksikliğinden kaynaklanmadığı; aksine câhilce bir gurur, büyüklenme ve benlik duygusuyla inatlaşma ve düşmanlık psikolojisinden doğduğu bildirilmektedir (İbn Âşûr; XXIII, 204-206). Nitekim Bakara sûresinde de (2/206) aynı tutum, “Ona, ‘Allah’tan kork!’ dense gururu kendisini günaha sürükler” şeklinde dile getirilmiştir.
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
صٓ hurûf-u mukattaâ harflerindendir.
وَ harf-i cer olup, kasem vavı’dır. وَالْقُرْاٰنِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. ذِي kelimesi الْقُرْاٰنِ ‘nın sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan cer alameti ي ’dır. الذِّكْرِۜ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, إنّك لمن المرسلين (Muhakkak ki sen gönderilenlerdensin.) şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)
Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
Davut peygamberi konu alan 21-26, 30-40 ayetlerden dolayı Davut Suresi diye de anılmıştır. Fakat bu isim yaygınlaşmamıştır. Surenin ana teması hatadan dönmekle, hatada ısrar etmek arasındaki farktır. (M. İslamoğlu Kur'an Surelerinin Kimliği)
Surenin ilk cümlesi olan وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ , ibtidaiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
صٓ ; bu harf, sûrenin veya Kur’an'ın adıdır. Yahut karşılık vermek anlamında bir emirdir. Yani ‘’Kur’an'a amelinle karşılık ver; onun emirlerini yerine getir; yasakladıklarından kaçın ve onun ahlakıyla ahlaklan’’ demektir. Yahut "Allah doğru söylemiştir" veya "Muhammed doğru söylemiştir" gibi bir kelamın remzidir. (Ebüssuûd)
وَ kasem ve cer harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur وَالْقُرْاٰنِ , takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, إنه لمؤجزين (Muhakkak ki o aciz bırakıcıdır.) veya لقد جاءكُمُ الحق (Muhakkak ki size hak geldi.) şeklindedir.
ذِي الذِّكْرِ izafeti الْقُرْاٰنِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'e yemin etmektedir. Kur'an Hz. Muhammed'e (sav) indirilen kitabın özel ismidir. القراءة kelimesinden türemiş bir isimdir. Kur'an aslında قرأ (Okudu) fiilinin masdarıdır. القرآءة de aynı fiilin diğer masdarıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 9)
Nasıl olup da Allah'ın Kur'an'a yemin ettiği sorulabilir. Çünkü yeminde olması gereken, yemin edilen şeyin muhatap tarafından yüceliğinin kabul edilmesidir. Halbuki muhatap Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu kabul etmiyordu. O halde bu yemine de aldırmaz. O zaman bu yeminin kıymeti nedir? Buna şöyle cevap verebiliriz: Allah Teâlâ Kur'an'ı Resulünün mucizesi, risaletinin en büyük delili ve burhanı yapmıştır.
Tefsîrü’l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu sadece bir yemin değildir. Bu; yemin suretinde gelmiş bir delildir. Çünkü Kur'an bir mucizedir ve onun gönderilmiş oluşunun delili de bu mucize oluşudur. İşte Kur'an böyledir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 11,12)
Şayet: ‘’ صٓ [Zikirli Kur’an’a yemin olsun. Asıl, nankörce inkâr edenlerdir gurur ve muhalefet içinde olanlar!] ayeti görünüşte uyumsuz ve intizamsız bir sözdür. Bu ifadenin dizilişi nasıl açıklanabilir?’’ dersen şöyle derim: İki şekilde açıklanabilir.
Birincisi: Allah Teâlâ’nın, Arap alfabesindeki bu harfin adını صٓ , -Kur’an’ın başında (Bakara 2/1) geçtiği gibi meydan okumak ve Kur’an’ın îcâzına dikkat çekmek üzere zikretmesi sonra da kasemi, -meydan okuma kasemin cevabına yönelik bir işaret taşıdığı için- cevabı mahzuf olarak o harfin ص ardından getirmesidir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: (Zikirli Kur’an’a yemin olsun ki o, mûciz bir sözdür.)
İkincisi: صٓ kelimesinin, bu sûrenin ismi kabul edilerek mahzuf bir mübtedanın haberi olmasıdır. Adeta şöyle buyrulmaktadır: Bu صٓ ’dır; yani bu, Arapları aciz bırakan bir suredir. Zikirli Kur’an’a yemin olsun!” Nitekim sen şöyle dersin: “Bu Hâtem’dir, vallahi!” Bununla şunu kastedersin: “Bu, cömertliğiyle meşhur olan o kişidir, vallahi!” İşte Allah, صٓ kelimesiyle yemin ettiğinde de aynı durum geçerlidir; adeta şöyle buyrulmaktadır: “Sâd Suresine ve zikirli Kur’an’a yemin ederim ki, o bir mucizedir.” Sonra şöyle buyurmuştur: “Asıl, nankörce inkâr edenlerdir” bunu kabul ve gerçeği itiraf etme hususunda “gurur ve” Allah ve Resûlüne “muhalefet içinde olanlar!” صٓ kelimesini muksemun-bih kabul eder; وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِ [Zikirli Kur’an’a] ifadesini de ona atfedersen, الْقُرْاٰنِ ile indirilmiş bütün ayetleri de, bizzat Sâd Suresini de kastetmen caiz olur; anlam da (Şu şerefli sureye; bu zikirli Kur’an’a yemin olsun.) şeklinde olur.(Keşşâf)