Sâd Sûresi 2. Ayet

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ  ...

Fakat inkâr edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلِ doğrusu
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 فِي içindedirler
5 عِزَّةٍ bir gurur ع ز ز
6 وَشِقَاقٍ ve ayrılık ش ق ق
 

Sûrenin başında yer alan “sâd”, hurûf-ı mukattaa denilen harflerdendir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/1).

İlk âyetteki “Kur’an” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in bütünü veya özellikle bu sûre kastedilmiş olabilir. “Öğüt ve uyarı” diye çevirdiğimiz aynı âyetteki zikr kelimesi “şeref, şan” anlamına da gelmektedir. Bu anlam dikkate alındığında ilgili cümleyi, “Şerefli, şanlı Kur’an’a andolsun ki” şeklinde anlamak gerekir. Birinci anlama göre Kur’an’ın, insanları bâtıl inançlardan kurtarıp doğru inançlara yöneltmeyi; hak ve adaletle bağdaşmayan, insanlık onuruna yakışmayan tutum ve davranışlardan arındırıp temiz bir hayata, erdemli davranışlara kavuşturmayı amaçlayan buyruk ve yasaklarına, aydınlatıcı ve uyarıcı mahiyetteki açıklamalarının önemine dikkat çekilmekte; ikinci anlama göre bu ifade, anılan özellikleriyle Kur’an’ın müslümanlar için gelecekte bir şeref kaynağı olacağı, Kur’an sayesinde müslümanların şanlı bir uygarlık kuracakları müjdesini içermektedir. Nitekim sûrenin son âyetinde de bu müjdenin mutlaka gerçekleşeceği bildirilmektedir.

İnkârcıların genel tutumu, öğüt ve uyarı dolu Kur’an’ı Allah kelâmı saymama ve onun bu özelliklerini tanımama yönünde olduğu için 2. âyetin başındaki “bel” edatını, “bu uyarıya kulak verecekleri yerde” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Burada inkârcıların belirtilen tutumlarının haklı bir gerekçeye dayanmadığı, yani onların inkârlarının, Kur’an’ın gerçekten bir öğüt ve uyarı taşımamasından yahut bir değer eksikliğinden kaynaklanmadığı; aksine câhilce bir gurur, büyüklenme ve benlik duygusuyla inatlaşma ve düşmanlık psikolojisinden doğduğu bildirilmektedir (İbn Âşûr; XXIII, 204-206). Nitekim Bakara sûresinde de (2/206) aynı tutum, “Ona, ‘Allah’tan kork!’ dense gururu kendisini günaha sürükler” şeklinde dile getirilmiştir.

 

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ي عِزَّةٍ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

شِقَاقٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

 

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الَّذ۪ينَ ’nin haberi mahzuftur.  ف۪ي عِزَّةٍ  bu mahzuf habere mütealliktir.

ف۪ي عِزَّةٍ  ‘ deki ف۪ي  harf-i ceri mecazi zarfiyye manasındadır, izzetle sarılmanın gücü için müsteardır. Mana ise şöyledir: ‘’Hakka izzetle sarılırlar.’’ (Âşûr)

شِقَاقٍ , car mecrur  ف۪ي عِزَّةٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.

شِقَاقٍ  ve  عِزَّةٍ  kelimelerindeki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلِ  harfi cümleleri atfetmek için kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 ف۪ي عِزَّةٍ  ve  شِقَاقٍ  kelimelerindeki nekrelik, manalarının şiddetini ve kötülüğünü göstermek içindir.  ف۪ي عِزَّةٍ  ifadesi, (Düşünmeleri gereken şeylerden ve hakka uymaktan gafiller!) anlamında  ف۪ي غِرَّةٍ  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)

عِزَّةٍ , hakkı kabul etmeyip gururlanma, böbürlenme demektir. Aslında böylesi bir durum izzet değil zillet ve düşüklüktür. Buna göre ayetin manası şöyle demek olur: ”Onlar hakkı ve imanı kabul etmekten yüz çevirip gurur ve şiddetli bir taassup içindedirler."

شِقَاقٍ  kelimesi Allah'a muhalefet ve Resulullah (sav)'a büyük bir düşmanlık demektir. Zaten onlar bu sebeple boyun eğmemektedirler. (Ruhu’l Beyan)