بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Sûrenin başında yer alan “sâd”, hurûf-ı mukattaa denilen harflerdendir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/1).
İlk âyetteki “Kur’an” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in bütünü veya özellikle bu sûre kastedilmiş olabilir. “Öğüt ve uyarı” diye çevirdiğimiz aynı âyetteki zikr kelimesi “şeref, şan” anlamına da gelmektedir. Bu anlam dikkate alındığında ilgili cümleyi, “Şerefli, şanlı Kur’an’a andolsun ki” şeklinde anlamak gerekir. Birinci anlama göre Kur’an’ın, insanları bâtıl inançlardan kurtarıp doğru inançlara yöneltmeyi; hak ve adaletle bağdaşmayan, insanlık onuruna yakışmayan tutum ve davranışlardan arındırıp temiz bir hayata, erdemli davranışlara kavuşturmayı amaçlayan buyruk ve yasaklarına, aydınlatıcı ve uyarıcı mahiyetteki açıklamalarının önemine dikkat çekilmekte; ikinci anlama göre bu ifade, anılan özellikleriyle Kur’an’ın müslümanlar için gelecekte bir şeref kaynağı olacağı, Kur’an sayesinde müslümanların şanlı bir uygarlık kuracakları müjdesini içermektedir. Nitekim sûrenin son âyetinde de bu müjdenin mutlaka gerçekleşeceği bildirilmektedir.
İnkârcıların genel tutumu, öğüt ve uyarı dolu Kur’an’ı Allah kelâmı saymama ve onun bu özelliklerini tanımama yönünde olduğu için 2. âyetin başındaki “bel” edatını, “bu uyarıya kulak verecekleri yerde” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Burada inkârcıların belirtilen tutumlarının haklı bir gerekçeye dayanmadığı, yani onların inkârlarının, Kur’an’ın gerçekten bir öğüt ve uyarı taşımamasından yahut bir değer eksikliğinden kaynaklanmadığı; aksine câhilce bir gurur, büyüklenme ve benlik duygusuyla inatlaşma ve düşmanlık psikolojisinden doğduğu bildirilmektedir (İbn Âşûr; XXIII, 204-206). Nitekim Bakara sûresinde de (2/206) aynı tutum, “Ona, ‘Allah’tan kork!’ dense gururu kendisini günaha sürükler” şeklinde dile getirilmiştir.
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
صٓ hurûf-u mukattaâ harflerindendir.
وَ harf-i cer olup, kasem vavı’dır. وَالْقُرْاٰنِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. ذِي kelimesi الْقُرْاٰنِ ‘nın sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan cer alameti ي ’dır. الذِّكْرِۜ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, إنّك لمن المرسلين (Muhakkak ki sen gönderilenlerdensin.) şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)
Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
Davut peygamberi konu alan 21-26, 30-40 ayetlerden dolayı Davut Suresi diye de anılmıştır. Fakat bu isim yaygınlaşmamıştır. Surenin ana teması hatadan dönmekle, hatada ısrar etmek arasındaki farktır. (M. İslamoğlu Kur'an Surelerinin Kimliği)
Surenin ilk cümlesi olan وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ , ibtidaiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
صٓ ; bu harf, sûrenin veya Kur’an'ın adıdır. Yahut karşılık vermek anlamında bir emirdir. Yani ‘’Kur’an'a amelinle karşılık ver; onun emirlerini yerine getir; yasakladıklarından kaçın ve onun ahlakıyla ahlaklan’’ demektir. Yahut "Allah doğru söylemiştir" veya "Muhammed doğru söylemiştir" gibi bir kelamın remzidir. (Ebüssuûd)
وَ kasem ve cer harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur وَالْقُرْاٰنِ , takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, إنه لمؤجزين (Muhakkak ki o aciz bırakıcıdır.) veya لقد جاءكُمُ الحق (Muhakkak ki size hak geldi.) şeklindedir.
ذِي الذِّكْرِ izafeti الْقُرْاٰنِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'e yemin etmektedir. Kur'an Hz. Muhammed'e (sav) indirilen kitabın özel ismidir. القراءة kelimesinden türemiş bir isimdir. Kur'an aslında قرأ (Okudu) fiilinin masdarıdır. القرآءة de aynı fiilin diğer masdarıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 9)
Nasıl olup da Allah'ın Kur'an'a yemin ettiği sorulabilir. Çünkü yeminde olması gereken, yemin edilen şeyin muhatap tarafından yüceliğinin kabul edilmesidir. Halbuki muhatap Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu kabul etmiyordu. O halde bu yemine de aldırmaz. O zaman bu yeminin kıymeti nedir? Buna şöyle cevap verebiliriz: Allah Teâlâ Kur'an'ı Resulünün mucizesi, risaletinin en büyük delili ve burhanı yapmıştır.
Tefsîrü’l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Bu sadece bir yemin değildir. Bu; yemin suretinde gelmiş bir delildir. Çünkü Kur'an bir mucizedir ve onun gönderilmiş oluşunun delili de bu mucize oluşudur. İşte Kur'an böyledir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 11,12)
Şayet: ‘’ صٓ [Zikirli Kur’an’a yemin olsun. Asıl, nankörce inkâr edenlerdir gurur ve muhalefet içinde olanlar!] ayeti görünüşte uyumsuz ve intizamsız bir sözdür. Bu ifadenin dizilişi nasıl açıklanabilir?’’ dersen şöyle derim: İki şekilde açıklanabilir.
Birincisi: Allah Teâlâ’nın, Arap alfabesindeki bu harfin adını صٓ , -Kur’an’ın başında (Bakara 2/1) geçtiği gibi meydan okumak ve Kur’an’ın îcâzına dikkat çekmek üzere zikretmesi sonra da kasemi, -meydan okuma kasemin cevabına yönelik bir işaret taşıdığı için- cevabı mahzuf olarak o harfin ص ardından getirmesidir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: (Zikirli Kur’an’a yemin olsun ki o, mûciz bir sözdür.)
İkincisi: صٓ kelimesinin, bu sûrenin ismi kabul edilerek mahzuf bir mübtedanın haberi olmasıdır. Adeta şöyle buyrulmaktadır: Bu صٓ ’dır; yani bu, Arapları aciz bırakan bir suredir. Zikirli Kur’an’a yemin olsun!” Nitekim sen şöyle dersin: “Bu Hâtem’dir, vallahi!” Bununla şunu kastedersin: “Bu, cömertliğiyle meşhur olan o kişidir, vallahi!” İşte Allah, صٓ kelimesiyle yemin ettiğinde de aynı durum geçerlidir; adeta şöyle buyrulmaktadır: “Sâd Suresine ve zikirli Kur’an’a yemin ederim ki, o bir mucizedir.” Sonra şöyle buyurmuştur: “Asıl, nankörce inkâr edenlerdir” bunu kabul ve gerçeği itiraf etme hususunda “gurur ve” Allah ve Resûlüne “muhalefet içinde olanlar!” صٓ kelimesini muksemun-bih kabul eder; وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِ [Zikirli Kur’an’a] ifadesini de ona atfedersen, الْقُرْاٰنِ ile indirilmiş bütün ayetleri de, bizzat Sâd Suresini de kastetmen caiz olur; anlam da (Şu şerefli sureye; bu zikirli Kur’an’a yemin olsun.) şeklinde olur.(Keşşâf)بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي عِزَّةٍ car mecruru الَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
شِقَاقٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin haberi mahzuftur. ف۪ي عِزَّةٍ bu mahzuf habere mütealliktir.
ف۪ي عِزَّةٍ ‘ deki ف۪ي harf-i ceri mecazi zarfiyye manasındadır, izzetle sarılmanın gücü için müsteardır. Mana ise şöyledir: ‘’Hakka izzetle sarılırlar.’’ (Âşûr)
شِقَاقٍ , car mecrur ف۪ي عِزَّةٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.
شِقَاقٍ ve عِزَّةٍ kelimelerindeki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلِ harfi cümleleri atfetmek için kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
ف۪ي عِزَّةٍ ve شِقَاقٍ kelimelerindeki nekrelik, manalarının şiddetini ve kötülüğünü göstermek içindir. ف۪ي عِزَّةٍ ifadesi, (Düşünmeleri gereken şeylerden ve hakka uymaktan gafiller!) anlamında ف۪ي غِرَّةٍ şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
عِزَّةٍ , hakkı kabul etmeyip gururlanma, böbürlenme demektir. Aslında böylesi bir durum izzet değil zillet ve düşüklüktür. Buna göre ayetin manası şöyle demek olur: ”Onlar hakkı ve imanı kabul etmekten yüz çevirip gurur ve şiddetli bir taassup içindedirler."
شِقَاقٍ kelimesi Allah'a muhalefet ve Resulullah (sav)'a büyük bir düşmanlık demektir. Zaten onlar bu sebeple boyun eğmemektedirler. (Ruhu’l Beyan)
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
Câhilce ve haksız sebeplerle kendi peygamberlerinin tebliğ ve uyarılarına karşı direnen ve ayrıntısı muhtelif sûrelerde anlatılan eski inkârcı nesillerin kötü âkıbetleri Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar’a bir ibret örneği olarak hatırlatılmakta; eğer onların yaptıkları gibi bunlar da fırsat eldeyken Hz. Muhammed’in davetini ciddiye alıp kabul etmez, bâtıl inançlarını, kötü yaşayışlarını sürdürürlerse başlarına gelmesi kaçınılmaz olan büyük bir felâketten kurtulma fırsatını kaçırmış olacakları, feryatlarına kulak verilmeyeceği uyarısında bulunulmaktadır. Buna rağmen müşrikler, kendi aralarından, yani kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan birinin peygamber olmasını şaşkınlıkla karşılayıp onu büyücü ve yalancı olmakla suçladılar. Akıllarınca eğer Allah katından bir elçi, bir uyarıcı gelecekse bu bir beşer değil, melek olmalıydı (bk. En‘âm 6/8-9) veya hiç değilse bu peygamber, servet veya sosyal statü açısından Araplar’ın en itibarlıları arasından seçilmeliydi.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa
Hayene حين : حِينَ bir şeyin yetişmesi ve meydana gelmesi için gereken zamandır. Kendisi belirsizlik ifade eder, ancak tamlama ile hususi ya da belirli hale gelir.
حِينٌ şeklinde söylendiğinde birkaç anlama gelir: 1- Ecel, tayin edilmiş veya kararlaştırılmış süre anlamında. 2- Sene anlamında. 3- Saat anlamında. 4- Mutlak zaman anlamında. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 35 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
كَمْ haberiyye olup, اَهْلَكْنَا ‘nın mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَمْ ‘i Haberiyye: Herhangi bir kavramın çok miktarda olduğunu belirtmek için kullanılan كَمْ ’dir. “Nice, ne, ne kadar çok” gibi anlamlara gelir. Çokluktan kinaye için kullanılır.
كَمْ ’i haberiyyenin temyizi 2 şekilde gelebilir:
1. Müfred mecrur veya cemi mecrur olarak gelir.
2. مِنْ harf-i ceri ile müfred mecrur veya cemi mecrur gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru اَهْلَكْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَرْنٍ car mecruru كَمْ ‘in temyizidir. نَادَوْا atıf harfi وَ ‘la اَهْلَكْنَا ‘ya matuftur.
نَادَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَاتَ olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. لَاتَ ‘nin ismi mahzuftur. Takdiri, الحين (zaman) şeklindedir.
ح۪ينَ kelimesi, لَاتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. مَنَاصٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَهْلَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَادَوْا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ
Ayet istînâfi beyâniyye olarak fasılla gelmiştir.(Âşûr) Mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Teksir ifade eden haberiyye كَمْ , mukaddem mef’ûl olarak amilinin önüne geçmiştir.
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ cümlesi, بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ (sad, 2) ile وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ (sad, 4) cümlesi arasında mu’tarızadır. (Âşûr)
اَهْلَكْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
مِنْ قَرْنٍ car mecruru, كَمْ ’in temyizidir. Temyiz, anlamı güçlendirip tamamlamak için yapılan ıtnâbdır.
قَرْنٍ ’deki tenvin kesret içindir. Ayette ibtidaiyye ve temyiz ifade eden مِنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْنٍ [Önce nice zamanı yok ettik.] ayetinde mecâz-ı mürsel vardır. Zira قَرْنٍ , yüz yıl demektir. Helak, o zaman içerisinde yaşayanlar içindir. Dolayısıyle burada mecaz vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Bu, onların küfür ve gururlarından ötürü kendileri için bir ceza tehdididir. Yani kendilerinden öncekilere de kibir ve gururları yüzünden o cezalar isabet etmişti. (Ebüssuûd)
فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Hal وَ ’ıyla gelen وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ cümlesi, sübut ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَاتَ olumsuzluk harfi, لَيْسَ ’ye benzeyen harflerdendir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَاتَ ’nin ismi mahzuftur. Haberi الحين ’dir.
لَيْسَ gibi görev yapabilmesi için, isminin ve haberinin zaman anlamı ifade etmesi lazımdır. Bunlardan biri genellikle hazf edilir. İsminin hazfi, haberinden daha çoktur. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
ح۪ينَ - قَرْنٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, مَنَاصٍ - اَهْلَكْنَا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
‘’Nice nesilleri helak ettik’’ ifadesi, gurura kapılan ve muhalefet edenlere yönelik bir tehdittir. ‘’Seslendiler!’’ cümlesi, ‘yakarışta bulundular ve yardım istediler’ demektir. Hasan-ı Basrî’den (v. 110/728) ‘Tövbe ederek yakarışta bulundular.’ şeklinde rivayet edilmiştir.
لَاتَ edatı, لَيْسَ ’ye benzeyen لَا ’dır. Sonuna - رُبَّ ve ثُمَّ ‘ye eklendiği gibi- tekid için müenneslik تَ ’sı eklenmiş ve bu sebeple hükmü değişmiştir; öyle ki, artık sadece zaman ifade eden zarfların başına gelmekte, bir cümlede onun mamulü olan öğelerden yalnızca biri -ya ismi ya da haberi- zahir olarak bulunmakta, ikisinin birlikte zahiren bulunması mümkün olmamaktadır. Bu, Halil b. Ahmed (v. 175/791) ile Sîbeveyhi’nin (v. 180/796) görüşüdür.
Ahfeş (v. 215/830) ise, لَاتَ edatının, sonuna تَ eklenmiş cinsini nefyeden لَا olduğu ve sadece zaman ifade eden zarfları nefyetmek üzere kullanıldığı görüşündedir. Sonrasında gelen ح۪ينَ مَنَاصٍ ifadesi onunla mansubdur. Sanki وَلَا ح۪ينَ مَنَاصٍ (Onlar için kurtulma vakti diye bir şey yoktu!) demişsin gibi. لَاتَ edatından sonra gelen kısmın, gizli bir fiille mansub olduğu görüşü de Ahfeş’ten nakledilmiştir. Bu durumda cümle, وَ لَا أري ح۪ينَ مَنَاصٍ (hiçbir kurtulma vakti görmüyorum!) şeklinde olur. Söz konusu kısım, mübteda olarak merfû da olabilir; yani cümle وَلَا ح۪ينَ مَنَاصٍ كاين لهم (Onlar için herhangi bir kurtulma vakti olmayacaktı!) tarzında kurulur. Halil b. Ahmed ve Sîbeveyhi’ye göre; لَاتَ edatından sonra gelen kısmın mansub oluşu, وَلَاتَ حينُ ح۪ينَ مَنَاصٍ yani ve لَيْسَ حينُ ح۪ينَ مَنَاصٍ şeklinde; merfû oluşu ise وَلَاتَ حينُ مَنَاصٍ حاصلٌ لهم şeklindedir. İfade ح۪ينِ مَنَاصٍ şeklinde kesreli olarak da okunmuştur (Keşşâf)
مَنَاصٍ kurtuluş yeri ve yardım isteme manalarında olup, Arapça'da, birisi imdat istediğinde, ناصَهُ يَنُوصُهُ denir. Kurtuluş yeri (sığınma) istediğinde, اسْتَناصَ fiili kullanılır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَجِبُوا | ve hayret ettiler |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | جَاءَهُمْ | onlara gelmesine |
|
4 | مُنْذِرٌ | bir uyarıcı (peygamber) |
|
5 | مِنْهُمْ | kendilerinden |
|
6 | وَقَالَ | ve dedi(ler) ki |
|
7 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | سَاحِرٌ | bir sihirbazdır |
|
10 | كَذَّابٌ | yalancı |
|
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. عَجِبُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cer ile عَجِبُٓوا fiiline mütealliktir. Takdiri, من أن جاءهم (Onlara gelmesine) şeklindedir.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُنْذِرٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْۘ car mecruru مُنْذِرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
مُنْذِرٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Mekulü’l-kavli هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret zamiri هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. سَاحِرٌ haber olup lafzen merfûdur. كَذَّابٌ kelimesi سَاحِرٌ ‘un sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
سَاحِرٌ kelimesi, sülasi mücerredi سحر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَنَادَوْا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden جَٓاءَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle nasb mahallinde عَجِبُٓوا fiilinin mef’ûlüdür.
Cümlede takdim-tehir sanatları vardır. Mef’ûl konumundaki masdar-ı müevvel, konudaki önemine binaen fail olan مُنْذِرٌ ‘a takdim edilmiştir.
مِنْهُمْۘ car mecruru, مُنْذِرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Müsnedün ileyh olan مُنْذِرٌ kelimesinin nekre gelmesi, tazim ve teksir ifade etmiştir.
وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
Cümle hükümde ortaklık sebebiyle önceki ayetteki فَنَادَوْا cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zamir makamında tahkir amacıyla kafirlerin zahir olarak zikredilmesinde iltifat ve ıtnâb sanatları vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, kizbi haber ibtidaî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan سَاحِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
كَذَّابٌ kelimesi سَاحِرٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması kâfirlerin, işaret ettikleri şeyi hakir gördüklerini belirtir. هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
كَذَّابٌۚ kelimesi mübalağa kalıplarındandır.
İçlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kendileri gibi bir insan yahut bir ümmînin gelmesine şaştılar. وَقَالَ الْكَافِرُونَ şeklinde zamir yerine zahir isim koyması onlara kızmak ve onları karalamak içindir ve şunu akla getirmek içindir ki, onları bu sözü söylemeye cesaretlendiren şey küfürleridir. Bir sihirbazdır, yani mucize diye gösterdiği şeylerde çok yalancıdır dediler.(Beyzâvî)
وَقَالَ الْكَافِرُونَ [Kâfirler dediler.] cümlesinde zamirin yerine isim kullanılmıştır. İnkâr suçunu kâfirler üzerine tescil etmek için ve قالوا yerine وَقَالَ الْكَافِرُونَ denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Ayetteki َعَجِبُٓوا ifadesindeki çoğul zamirden, وَقَالَ الْكَافِرُونَ ifadesindeki açık isme iltifât edilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
Hz. Peygamber’in, özellikle Allah’ın birliği inancını tâvizsiz bir şekilde savunarak yüzyıllardan gelen çok tanrıcılık inancını reddetmesi, putperestler için “gerçekten şaşılacak bir şey” idi. Bu sebeple Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili faaliyetlerini başlangıçta ciddiye almayan Mekke’nin ileri gelen müşrikleri, zaman geçtikçe geleneksel inançlarının, toplumsal konumlarının ve çıkarlarının tehlikeye girdiğini görmeye başlamışlar; hadis, tefsir ve tarih kaynaklarında –bazı önemsiz farklılıklarla– anlatıldığına göre Resûlullah’ı durdurmak için o güne kadar uyguladıkları daha çok alay ve hakaret şeklindeki psikolojik baskılarının sonuç vermediğini görünce, içlerinde Ebû Cehil’in de bulunduğu bir heyet oluşturarak Resûlullah’ı, Mekke’nin saygın kişilerinden olan, ayrıca dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra onu himayesine alan, bu sebeple de Resûlullah’ın kendisine büyük bir saygı ve minnet duyduğu amcası Ebû Tâlib’e şikâyet etmiş, üzerinden himayesini çekmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber’i meclise çağıran Ebû Tâlib ona, yapılan şikâyeti aktardı. Resûl-i Ekrem ise yaptığı etkili konuşmada onları, aynı zamanda kendilerine parlak bir gelecek sağlayacak olan bir inanca davet ettiğini belirtti ve bunun Allah’ın birliği inancı oluğunu söyledi. Ancak putperestler, bu cevaba öfkelenerek 5-8. âyetlerdeki sözleriyle bâtıl inançlarındaki kararlılıklarını bir defa daha belirtip meclisi terkettiler (Müsned, I, 227, 362; Tirmizî, “Sûre 38”; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 283-285; Taberî, XXIII, 124-126, 127-128; Râzî, XXVI, 177; Kurtubî, XV, 150-151).
“İşte (sizden) istenen budur” diye çevirdiğimiz 6. âyetin sonunda aktarılan sözleriyle müşriklerin neyi kastettikleri hususunda yapılan yorumlardan bazıları şöyledir: a) Muhammed’in söylediği sözler, bizi çağırdığı tek tanrı inancı, onun üzerimizde hâkimiyet kurup bizi kendisinin uydusu yapmak istediği bir plandır; ama biz ona olumlu karşılık vermeyeceğiz; b) Bu durum, zamanın başımıza açtığı belâlardan biridir; öyle murat edilmiştir, onun için bundan kurtulmamız mümkün değildir; c) Sizden istenen ve yapmanız gereken şey, dininize bağlanmaktır; dininize sımsıkı sarılıp Muhammed’i yenilgiye uğratmaktır (Taberî, XXIII, 126; Râzî, XXVI, 178; Zemahşerî, III, 318). Biz meâlimizde bu son yorumu dikkate aldık.
Putperestlerin, “Biz bilinen son dinde böyle bir şeyi işitmedik” anlamındaki sözleriyle İslâm’dan önceki son kitâbî din olan ve teslîs inancını benimseyen Hıristiyanlığı veya kendi putperestlik dinlerini kastettikleri yönünde farklı görüşler vardır. Aynı cümle, “Biz, yahudiler ve hıristiyanlardan Muhammed’in peygamberliğiyle ilgili bir şey duymadık” şeklinde de yorumlanmıştır (Taberî, XXIII, 126-127; Zemahşerî, III, 317; Râzî, XXVI, 178; Şevkânî, IV, 482).
Zemahşerî, 8. âyetin “İlâhî uyarı içimizden ona mı indirildi şimdi?” meâlindeki cümlesini açıklarken, müşriklerin bu tâvizsiz inkârcı tutumlarının altındaki psikolojik sebebi şöyle özetler: “Aslında onlar, onca itibarlı kişiler, önderler arasından hususiyle Hz. Muhammed’in peygamberlikle onurlandırılmasını, içlerinden özellikle ona kitap indirilmesini hazmedemiyorlardı. Nitekim bir defasında da, ‘Bu Kur’an, şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ demişlerdi (Zuhruf 43/31). Bu inkâr, peygamberlik şerefinin aralarından kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan birine verilmesi karşısında içlerini kaplayan derin kıskançlık duygusunun dışa yansımasıydı” (III, 317). Bu kıskançlığın temelinde de Kur’an’ın vahiy eseri olması konusunda taşıdıkları kuşku, dolayısıyla inançsızlık bulunduğu için âyetin devamında, “İşin doğrusu onlar benim uyarım karşısında kuşku içindedirler” buyurulmuş; ardından da “Hayır, azabımı henüz tatmadılar” denilerek o zaman akıllarının başlarına geleceği uyarısında bulunulmuştur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 566-568
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
الْاٰلِهَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰهاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاحِداً kelimesi الْاٰلِهَةَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. شَيْءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عُجَابٌ kelimesi شَيْءٌ ‘nün sıfatı olup merfûdur.
عُجَابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
Mekulü’l-kavle dahil olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkarî manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen şaşkınlık ve taaccüp manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الْاٰلِهَةَ - اِلٰهاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
Müşriklerin sözlerinin devamı olan bu cümle istînâfiyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, kizbi haber inkârî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, kâfirlerin işaret ettikleri şeyi hakir gördüklerine işaret eder. Duruma işaret edilen هٰذَا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücudun tahakkukudur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
عُجَابٌ kelimesi شَيْءٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ [Doğrusu bu son derece tuhaf bir şeydir.] şeklindeki haber cümlesi daha fazla hayret ve yadırgama ifade etmesi için اِنَّ ve لَ ile pekiştirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Sâd Suresinde müşriklerin şaşkınlığı çok daha büyüktür. Çünkü müşrikler asalet kaynağı olarak gördükleri şirkten vazgeçmek istemiyorlardı. İnkârda diretip tevhide asla yanaşmıyorlardı. Dolayısıyla şaşkınlıkları çok daha büyük olduğundan اِنَّ ve لَ ile tekid yapılmış; فعِل veznindeki عجيب kelimesinden daha beliğ ve daha güçlü bir mana ifade eden فُعال veznindeki عُجَابٌ kelimesine meyledilmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
Taleqa طلق :
طَلاقُ kelimesi temelde bağı çözüp serbest bırakmak anlamına gelir. Buradan müstear olarak kadını boşadım anlamında طَلَّقْتُ الْمَرْأَةَ şeklinde kullanılmıştır.
إنْطَلَقَ فٌلانٌ filan kişi yerinden ayrılarak gitti demektir. Son olarak مُطْلَقٌ istisnası olmayan hüküm anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri talak, mutlak ve ıtlaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْطَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلَأُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru الْمَلَأُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
اَنِ tefsiriyyedir. امْشُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اصْبِرُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَلٰى اٰلِهَتِكُمْۚ car mecruru اصْبِرُوا fiiline mütealliktir.
انْطَلَقَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi طلق ’dır.
اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
شَيْءٌ haber olup lafzen merfûdur. يُرَادُ kelimesi شَيْءٌ ‘nün sıfatı olup mahallen merfûdur. Nekre kelimeden sonra gelen cümle sıfat olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرَادُۚ merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يُرَادُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ
وَ atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle 4. ayetteki … قَالَ الْكَافِرُونَ cümlesine matuftur. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Car mecrur مِنْهُمْ , mahzuf hale mütealliktir.
Tefsir harfi اَنِ ve akabindeki emir sıygasında talebî inşâî isnad olan امْشُوا cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Aynı üslupta gelen وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle tefsiriyeye atfedilmiştir.
عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْ car mecruru, وَاصْبِرُوا fiiline mütealliktir.
انْطَلَقَ fiili انفعال babındadır. Bu baba giren fiiler mutavaat özelliği kazanır. Mutavaat yani dönüşlülük, müteaddi fiilin lâzım fiile dönüşmesidir. Müteaddi fiil bu baba girince mef’ûlü faili olur.
انْطَلَقَ - امْشُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada muhtasar olarak gelen ayette وَ تسعوْا اَنِ امْشُوا (birbirlerine tavsiyesinde bulunarak) veya وَ تنادوْا اَنِ امْشُوا (birbirlerine seslenerek) şeklinde bir ifade gizli haldedir. (Ebû Ubeyde, Mecâzu’l Kur’ân, I, 8.)
الْمَلَأُ , Kureyş ileri gelenleri anlamındadır. Allah Teâlâ şu manayı kastetmektedir: İleri gelen inkârcılar, Allah Resulünün o hazır cevapla kendilerini alt etmesinden sonra birbirlerine “Yürüyün ve direnin! Muhammed’i engellemenin bir çaresi yok!” diyerek Ebû Talib’in huzurundan ayrıldılar. (Keşşâf)
اَنِ امْشُوا ’daki اَنِ , ey (yani) anlamındadır; çünkü toplantı ortamından ayrılanların, o ortamda yaşadıkları hakkında konuşmaları ve tartışmaları gerekir. Dolayısıyla, harekete geçme, konuşma anlamını barındırmaktadır. Harekete geçme ile yoğun bir konuşmaya dalmalarının kastedilmesi de mümkündür. Aynı şekilde, çoğalın ve toparlanın anlamında امْشُوا (yürüyün) demiş olmaları da mümkündür. Bu, kadın çok doğurduğunda söylenen مشتِ المرئة ifadesine dayanan bir anlamdır. Çoğalmaları umulduğundan deve, inek ve gibi hayvanlar için kullanılan ألماشية ifadesi de aynı şekildedir. Bu gibi hayvanlar için ألفاشية tabiri de kullanılır. Nitekim Hazret-i Peygamber ضمُّو فواشيكُمْ ’’Hayvanlarınızı salıvermeyin..’’ (Müslim, “Eşribe”, 98) buyurmuştur. (Keşşâf)
عَلٰٓى harfinin gelişi اصْبِرُوا fiiline ‘devam edin, sebat edin’ manasını katar. عَلٰٓى harfi burada mecazî isti’lâ için olup, cümleye temekkün (sağlamlık, güç yetirebilme) anlamı da katmaktadır. (Âşûr)
اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, kizbi haber inkârî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu uydurma bir şey derken kullanılan هٰذَا işaret isminde istiare vardır.
اِنَّ ’nin isminin işaret ismi olması müşriklerin tahkir kastına işaret eder. Müşrikler, هٰذَا ile tevhid olgusunu işaret etmişlerdir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de vücudun tahakkukudur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden يُرَادُۚ cümlesi, شَيْءٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki ayetin son cümlesiyle bu cümle bir kelime hariç aynıdır. İki cümle arasında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. سَمِعْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهٰذَا car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. فِي الْمِلَّةِ car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. الْاٰخِرَةِ kelimesi الْمِلَّةِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اخْتِلَاقٌ haber olup lafzen merfûdur.
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Allah Teâlâ inanmayanların sözlerini bildirmektedir. Müşriklerin itirazlarına dahildir.
مَا nafiyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
بِهٰذَا ve فِي الْمِلَّةِ car mecrurları سَمِعْنَا fiiline mütealliktir.
فِي الْمِلَّةِ ’nin sıfatı olarak gelen الْاٰخِرَةِۚ , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ ; yani dinlerin sonuncusu olan Hazret-i İsa’nın dininde. Zira Hristiyanlar, teslis inancını benimsedikleri ve muvahhid olmadıkları halde, bunu, dinlerinin son din olduğunu iddia etmektedirler. (Babalarımızda gördüğümüz Kureyş dininde.) فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ ِ ifadesi, هٰذَٓا ’nın mef‘ûlünün hâli kabul edilerek ve yukarıdaki iki manada olduğu gibi مَا سَمِعْنَا ile ilişkilendirilmeksizin, (Son dinde bulunan bu şeyi işitmedik.) Bu durumda anlam şöyle olmaktadır: Biz, son dinde Allah’ı tevhid ilkesinin yer alacağını ne Ehl-i Kitap’tan ne de kâhinlerden işittik. (Keşşâf)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. هٰذَٓا mübteda, اخْتِلَاقٌۚ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, kizbi haber inkârî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, اخْتِلَاقٌۚ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması, mütekellimin işaret ettiği şeye tahkir duygularını ifade etmektedir.
İşaret isminde istiare vardır. Müşrikler, vahyi işaret etmektedirler.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اخْتِلَاقٌۚ kelimesi خلق fiilinin اِفْتِعال babında masdarıdır. Müsnedin masdar vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir. Çünkü masdarlar bütün cinslere delalet eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَأُنْزِلَ | indirildi mi? |
|
2 | عَلَيْهِ | ona |
|
3 | الذِّكْرُ | Zikr |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | بَيْنِنَا | aramız- |
|
6 | بَلْ | doğrusu |
|
7 | هُمْ | onlar |
|
8 | فِي | içindedirler |
|
9 | شَكٍّ | şüphe |
|
10 | مِنْ | -den |
|
11 | ذِكْرِي | benim Zikr’im- |
|
12 | بَلْ | hayır |
|
13 | لَمَّا |
|
|
14 | يَذُوقُوا | onlar henüz tadmadılar |
|
15 | عَذَابِ | azabımı |
|
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. اُنْزِلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. الذِّكْرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ بَيْنِنَا car mecruru عَلَيْهِ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شَكٍّ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مِنْ ذِكْر۪ي car mecruru شَكٍّ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
لَمَّا cahdı-müstağraktır. Fiili muzariyi cezm eder.
يَذُوقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَذَابِ mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyh olan mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müşriklerin itirazları devam etmektedir. Hemze, takrirî istifham harfidir. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir ve istihza anlamı kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca sordukları sorunun cevabını bilmiyor değillerdir. Terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اُنْزِلَ fiili اِفعال babındadır. Faile değil fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , konudaki önemine binaen fail olan الذِّكْرُ ’ya takdim edilmiştir.
مِنْ بَيْنِنَاۜ car mecruru, عَلَيْهِ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
Bu soru vahyin ona mahsus olmasını inkardır, o da kendileri gibidir hatta şerefte ondan daha aşağıdır. Mesela [Bu Kur'an iki şehir halkından büyük bir adama indirilmeli değil miydi?] (Zuhrûf: 21) kavli gibi. Bu gibi ayetler delildir ki, onların yalanlamaları başka değil hasetten ve gözlerini yalnız dünya metaına dikmekten idi. (Beyzâvî)
Kur’an-ı Kerîm’de peygamberimize karşı Kureyşli müşriklerin itirazı olan ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَا [Kur’an aramızdan ona mı indirildi?] ifadesi, ism-i tecâhül olsun veya olmasın kendileri gibi bir insan olan Muhammed’in (sav) aslında bunları uyduramayacağını bildikleri halde, soru cümlesiyle bu bilgilerinin üstünü kapatıp tecâhül-i ârif, bildikleri bir şeyi başka bir alana kaydırma çabasından ibarettir. (Hasan Uçar,Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları)
Bu ayette müşrikler zikrin Hz. Peygamber'e geldiğini bilmezlikten gelerek [Ona mı indirildi?] sorusunu sormuşlardır. Yani inat edip, Peygamber Muhammed'in (sav), Kur'an'ın nüzulü döneminde onların en şereflisi olduğunu bilmezlikten geliyorlar. Bu tür istifhamın neticesinde ifade medih veya zem konumundadır. Ya da söz konusu ifade taaccüp, tevbih yahut takrire delalet eder. Buna göre, yukarıdaki ayette istifham takrire delalet etmektedir. (Sahip Aktaş, Kur’anda İstifham Üslubu)
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. بَلْ idrâb harfidir.
بَلْ harfi, cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir. مِنْ ذِكْر۪يۚ ise, شَكٍّ ’e mütealliktir.
ذِكْر۪يۚ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ذِكْر۪ için tazim ve teşrif ifade eder. (Âşûr)
ف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. شَكٍّ içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. İnkârcılarla şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
بَلْ idrâb harfi intikal içindir. لَمَّا muzari fiili cezm edip manasını maziye çeviren nefy edatlarındandır. Gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olup geçmiş zamandan, sözün söylenme anına kadar sürekli olumsuzluk ifade eder.
Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ [Azabımı henüz tatmadılar] ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir. Bu ifade ihane (hor görme) tarikiyledir. Azabı tatmak Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır.
عَذَابِۜ kelimesinin sonundaki mütekellim zamiri, fasılaya riayet edilerek hazf edilmiştir. Kelimenin sonundaki kesra bu zamirden ivazdır.
Mahzuf mütekellim zamiri Allah Teâlâ’ya aittir. Bu izafet azabın şanı içindir.
İbn Hişâm, لَمَّا ’nın bu anlamına uygun olarak لَمَّا يَذُوقُوا [Azabımı henüz tatmamışlardır.] ayet-i kerîmesinde azaba konu olan kişilerin gelecekte azabı tadacaklarına dair bir delaletin olduğunu ifade etmiştir. (İbn Hişâm, Mugnî’l-Lebîb, I, 405-406)
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
Müşriklerin, Hz. Muhammed’e peygamberlik şerefinin verilmesi karşısındaki kıskançlıklarının ve inkârcı tutumlarının mantıksızlığına işaret edilmektedir. Buna göre peygamberlik, Allah’ın kendi hazinelerinden dilediği kimseye verdiği bir lutuftur ve buna kimsenin itiraz etmeye hakkı yoktur. Allah’ın hazineleri onların elinde mi veya evrenin hükümranlığı onlarda mı ki kime peygamberlik verilmesi, kime verilmemesi gerektiği konusunda fikir yürütmeye, verileni beğenmemeye, kimin neye lâyık olduğunu kendilerinin daha iyi bildiğini iddia etmeye kalkışıyorlar! Eğer göklerin hâkimiyeti ellerindeyse bir yolunu bulup oralara yükselseler ve böylece (hâşâ) hükümranlık makamına geçerek Allah’ın verdiğini geri alsalar, vahiy meleğinin kime vahiy indireceğini kendileri belirleseler ya!
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 568اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عِنْدَ zaman zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَزَٓائِنُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَحْمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْعَز۪يزِ kelimesi رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الْوَهَّابِ kelimesi ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَز۪يزِ - الْوَهَّابِۚ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ munkatı’dır, yani بل ve hemze manasındadır. Buradaki hemze inkarî manadadır.
Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir ve istihza anlamı kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur عِنْدَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَزَٓائِنُ , muahhar mübtedadır.
عِنْدَهُمْ zarfının takdimi ihtimam içindir. Çünkü o inkâr makamıdır. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. Ayrıca bu izafet, Rabb ismine muzâf olan رَحْمَةِ ve خَزَٓائِنُ için, şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْعَز۪يز - الْوَهَّابِۚ kelimeleri mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder. Her ikisi de رَبِّكَ ’nin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
8.ve 9.ayetlerde ذِكْر۪يۚ - رَبِّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
الْعَز۪يزِ - الْوَهَّابِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatların ayetle anlam uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. Bu iki sıfatın aralarında و olmaması, mevsûfta her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
Peygamberlik Allah vergisidir, Allah kullarından dilediğine lütfeder, O’na mani yoktur. Çünkü O, azizdir yani mutlak galiptir. Vehhabdır; istediği her şeyi dilediğine bağışlar, (Beyzâvî)اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
بَيْنَهُمَا۠ mekân zarfı, ism-i mevsûlün mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَا۠ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن زعموا ما يقولون (Söylediklerini iddia ediyorlarsa.) şeklindedir.
لْ emir lamıdır. يَرْتَقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَسْبَابِ car mecruru يَرْتَقُوا fiiline mütealliktir.
فَلْيَرْتَقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi رقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ munkatı’ dır yani بل ve hemze manasındadır. Buradaki hemze inkarî manadadır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir, inkar ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini bildirmek amacı için gelen bu cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
وَالْاَرْضِ , muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.
Yine السَّمٰوَاتِ ‘ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. Mekân zarfı بَيْنَهُمَا۠ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatları vardır.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ dedikten sonra zikredilen مَا بَيْنَهُمَا۠ , anlamı kuvvetlendirmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
İki ayetin başında yer alan اَمْ lafzı, inkâr için olan hemze manasındadırlar. (Celâleyn Tefsiri)
فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
فَ , mahzuf şartın cevabına gelen rabıta, لْ emir harfidir. Takdiri إن زعموا ما يقولون (Eğer söylediklerinde iddialı iseler..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِي الْاَسْبَابِ car mecruru, يَرْتَقُوا filine mütealliktir.
الْاَسْبَابِ ‘ın marifeliği ahdi cins içindir. Çünkü her yüksek yerin oraya yükselme için bir sebebi vardır.(Âşûr)
Cümledeki emir gerçek manada değildir. Asıl maksad tehaddi ve muhatabın acziyetini bildirmektir. Vaz edildiği üslubun dışında mana yüklendiği için terkip, mecazı mürsel mürekkeptir.
فِي الْاَسْبَابِ ibaresinde istiare vardır. Sebepler, içine girilmeye müsait bir şey değildir. Zarfiyye manası olan فِي harfiyle, sebepler zarf özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. Bu istiarede, sebeplerle hareket etmek, bir şeyin içine girip mutlak irtibat sağlamaya benzetilerek mübalağa kastedilmiştir. Câmi; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
Sebeplerin ipler, halatlar anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani onlar kendisi ile semaya yükselmek için bir halat yahut bir sebep bulacak olurlarsa, yükselsinler. Bu ise bir azar ve aciz bırakıcı bir emirdir. (Kurtubî)جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
Bu âyeti iki şekilde anlamak mümkündür: a) “Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş, şurada hezimete uğrayacak olan bir ordudur.” Buna göre âyet, müşriklerin gelecekte yıkıma uğrayacaklarını haber vermektedir. Yukarıda inkârcıların âcizliklerine rağmen Allah’ın peygamber seçmesine karşı itiraz mahiyetindeki küstahlıkları eleştirildikten sonra, onlar hakkında bir tehdit, peygamber ve müminler için de bir müjde olan 11. âyette çeşitli gruplardan, kabile ve aşiretlerden oluşan putperestler ordusunun, taşıdıkları büyüklük duygusunun (2. âyet) boş olduğu, vakti geldiğinde hezimete uğrayacakları, yıkılıp gidecekleri bildirilmektedir. Nitekim hicretten sonra müşrikler, Bedir Savaşı’ndaki yenilgileriyle başlayan bir hezimet sürecine girmişler ve kısa zamanda yok olup gitmişlerdir. b) “Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş, şimdiden yenilmeye mahkûm bir ordudur.” Bizim tercihimiz olan bu meâle göre putperestlik ve buna dayalı toplum düzeni insan fıtratına aykırı olduğu için hak dinin gelmesiyle yıkılmaya mahkûm olmuş, yani Câhiliye toplumu şimdiden yenilmiştir.
Bazı müfessirler, 11. âyet metnindeki “mâ” edatının bu bağlamda küçümseme (tahkîr) ifade ettiğini belirtirler. Buna göre ilgili bölümü “sıradan, önemsiz bir topluluk” şeklinde anlamak gerekir.
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
İsim cümlesidir. جُنْدٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هُمْ (Onlar) şeklindedir.
مَا tahkir için zaiddir. هُنَالِكَ işaret ismi, mekân zarfı olup جُنْدٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَهْزُومٌ kelimesi جُنْدٌ ‘nün sıfatı olup lafzen merfûdur. مِنَ الْاَحْزَابِ car mecruru مَهْزُومٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَهْزُومٌ kelimesi, sülasi mücerredi هزم olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
Ayet, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. جُنْدٌ , takdiri هُمْ (Onlar) olan mahzuf mübtedanın haberidir.
جُنْدٌ ‘ün mahzuf sıfatına müteallik olan مَا هُنَالِكَ ‘deki مَا , tekid ifade eden zaid harftir.(Âşûr)
جُنْدٌ için sıfat olan مَهْزُومٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مِنَ الْاَحْزَابِ car mecruru, جُنْدٌ ’ün mahzuf üçüncü sıfatına mütealliktir.
الْاَحْزَابِ - جُنْدٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنَ الْاَحْزَابِ ’deki مِنَ ba’diyet manasındadır.(Âşûr)
مَا zâid olup yüceltme manası verir. (Keşşâf)
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ [Onlar orada az bir ordudur.] ifadesindeki جُنْدٌ kelimesinin tenvini azımsama ve küçümseme ifade eder. مَا kelimesinin ilavesi ise, bu azımsamayı pekiştirmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir - Ruhu-l Beyân)
هُنَالِكَ (orada) kelimesi, böylesine ulu bir sözü almaya ehil olmadıkları halde kendilerini koydukları konuma işaret olup, ehil olmadığı bir işe girişen kimseye Arapların söylediği لست هُنَالِكَ sözünden gelmektedir. (Keşşâf)
هُنَالِكَ kelimesi üç kelimeden meydana gelen birleşik bir kelimedir. Birincisi, yakın bir mekâna işaret manası taşıyan هُنَا kelimesidir, ikincisi لِ harfi olup pekiştirme ifade eder. Üçüncüsü ise كَ harfi dir ki, bu da karşıdaki kişiye hitap etmekte kullanılır. (Ruhu-l Beyân)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ
Araplar’a, kendilerinin de az çok bilgi sahibi olduğu geçmişin bazı inkârcı topluluklarının başına gelenler hatırlatılmakta ve uyarılar yapılmaktadır. Geçmişte maddî ve dünyevî güçlerine güvenerek inkâr ve kötülüklere dalan, üstelik kendilerini kurtarmak için gönderilmiş peygamberleri yalancılıkla suçlayanlar mutlaka cezalandırılmıştır, bu bir ilâhî yasadır (sünnetullah). Şu halde Hz. Muhammed’e karşı benzer tutumlar sergileyenlerin, aynı âkıbete uğramamak için akıllarını başlarına toplayıp geçmişten ibret almaları, geçmiştekilerin yanlışlarını tekrar etmemeleri gerekmektedir.
“Kazıklı” diye çevirdiğimiz, Firavun’u niteleyen zü’l-evtâd, sözlük anlamıyla “kazıklar sahibi” demektir. Bu deyim hakkında tefsirlerde başlıca üç yorum yapılmıştır: a) Eski Araplar’da çadırların büyüklüğü, sağlamlığı, dolayısıyla çadır kazıklarının, direklerinin çokluğu, orada yaşayanın askerî gücüne ve toplumsal itibarına, statüsüne bir işaret sayıldığı için genellikle güç ve itibar “zü’l-evtâd” gibi deyimlerle ifade edilirdi; b) Firavun, kızdığı kimseleri ellerinden ve ayaklarından yere çakılı kazıklara bağlayarak cezalandırdığı için âyette kendisinden “kazıklar sahibi” diye söz edilmiştir; c) “Evtâd” kelimesinin temelleri sağlam, görkemli binaları ifade ettiği de söylenir. Buna göre “zü’l-evtâd” deyimi, (ehramlar gibi) “görkemli yapıların sahibi” anlamına gelmektedir. Sonuç itibariyle bu deyim her üç anlamıyla da Firavun’un sahip olduğu büyük gücü, iktidar ve statüyü ifade etmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 569-570
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قَبْلَهُمْ zaman zarfı olup كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَوْمُ fail olup lafzen merfûdur. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَادٌ atıf harfi وَ ‘la قَوْمُ ‘ye matuftur. فِرْعَوْنُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. ذُوا kelimesi فِرْعَوْنُ ‘nun sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan ref alameti و ‘dır. الْاَوْتَادِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı قَبْلَهُمْ , konudaki önemine binaen, fail olan قَوْمُ نُوحٍ ’e takdim edilmiştir.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ cümlesi جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ ‘den bedel-i ba’z minel kül’dür. (Âşûr)
ذُوالْاَوْتَادِ izafeti فِرْعَوْنُ ’un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
ذُو , beş isimden biri olduğu için, و ’la merfû olmuştur.
كَذَّبَتْ fiilinin mef’ûlü hazf edilmiştir. Çünkü onu açıklayan اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ sözü vardır. (Âşûr)
Ayet, peygamberlerini yalanlayan kavimlerin bildirirken aynı zamanda Peygamber Efendimize destek ve teselli anlamı taşımaktadır. Bu idmâc sanatıdır.
Ayet-i kerîme’de geçen قَوْمُ lafzı, manasına itibarla müennes olmuştur. (Celâleyn Tefsiri)
اَوْتَادِ (kazık) kelimesinin aslı, çadırın ipleri veya binanın kirişleri gibi binanın sebatına vesile olan şeylere denir. Daha sonra bu kelime, mecazî olarak izzet ve hakimiyyeti ifade için kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî - Ebüssuûd)
وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِ [Kazıklı Firavun] terkibi, belîğ bir istiaredir. Yüce Allah mülkü, sabit kalması, iyice yerleşmesi ve rüzgârın sökmemesi için ipleri kazıklara bağlanan büyük bir çadıra benzetti. Bunda istiâre-i mekniyye vardır. Kazıkları zikretmek ise hayalde canlandırmayı ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
كَذَّبَ fiili, resul ve enbiyayı yalanlayanlarla beraber kullanıldığında ب ile müteaddi olmaz. (Ahmet Bessam Sâi, Mucize, c.2, s.228)
Allah Teâlâ, bu kavmin şüphelerine cevap verirken, kendilerine bekledikleri azabın gelmemesinden ötürü tefekkür ve istidlale önem vermediklerini belirtince, bu ayette de, önceki peygamberlerin kavimlerinin de böyle olduklarını, ama önünde sonunda, onlara o azabın geldiğini bildirmiştir. Allah Teâlâ'nın bundan maksadı, o azabın geleceğini haber veren peygamberlerini bu hususta yalanlayan bu kâfirleri korkutmaktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. قَوْمُ لُوطٍ , اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَحْزَابُ haber olup lafzen merfûdur.
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ
وَثَمُودُ , öncesine وَ ile atfedilmiştir. Ayet, önceki ayetin devamıdır. Allah Teâlâ, peygamberlerini yalanlayan diğer kavimlerin isimlerini bildirmektedir.
Yalanlayanların, Nuh, Ad Kavmi, Firavun, Semud, Lut Kavmi ve Eyke halkı olarak açıklanması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
Cenab-ı Hak, o kavimlerden altısını burada zikretmiştir. Bu kavimlerden ilki, Nûh (as)'ın kavmidir. Onlar, Hazret-i Nûh’u yalanlayınca, Allah onları tufan ile suda boğarak imha etti. İkincisi, Hûd (as)'ın kavmi Âd'dır ki, bunlar da Hazret-i Hûd'u yalanlayınca, Allah bunları da, bir rüzgâr (kasırga) ile imha etti. Üçüncüsü Firavun ve kavmidir. Firavun, Hazret-i Musa'yı yalanlayınca Allah onu, ordusuyla birlikte suda boğarak yok etti. Dördüncüsü Salih (as)'in kavmi Semud'dur. Bunlar, Hazret-i Salih'i yalanlayınca, o sayha (nâra) ile helak oldular. Beşincisi, Hazret-i Lût'un kavmidir. Bunlar da onu yalanlayınca, yere geçirilerek helak edildiler. Altıncısı, Şuâyb (a.s)'ın kavmi olan Eyke ahalisidir. Bunlar da, onu yalanlayınca, (bir bulutla) gölgelendirildikten o günün azabı ile cezalandırıldılar. (Fahreddin er-Râzî)
لْـَٔيْكَةِۜ birbirine girmiş, koruluk demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek tahkir ve kınama ifade etmektedir.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ tazim için, yani çok kuvvetli olduklarını ifade için kullanılmıştır.(Âşûr)
الْاَحْزَابُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْاَحْزَابُ ‘ın marifeliği, istiğrak-ı iddiaîdir. Kemâl manada olduğu içindir. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمُ - اَصْحَابُ - الْاَحْزَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كَذَّبَ الرُّسُلَ haber olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرُّسُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عِقَابِ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Esre mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için ismin sonunda bulunan بِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyh olan كُلٌّ kelimesinin nekra gelişi tahkir ifade etmiştir. كُلٌّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. كُلٌّ mevsuf/maksûr, كَذَّبَ الرُّسُلَ sıfat/maksûrun aleyhtir.
كَذَّبَ الرُّسُلَ cümlesi كُلٌّ ’un haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Peygamberlerini yalanlayan ümmetler الْاَحْزَابُ olarak isimlendirilmiştir. Bu kavimlerin isimleri sayılmadan önce onların yalanladıkları belirtilmişti. İsimleri sayıldıktan sonra da كَذَّبَ الرُّسُلَ ifadesinin tekrarlanması, konuyu muhatabın zihnine iyice yerleştirmek amacıyla yapılan ıtnâbdır.
فَحَقَّ عِقَابِ۟
فَ , atıf harfidir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
Fail olan عِقَابِ۟ kelimesinin sonundaki mütekellim يَ ’sı, fasılaya riayet edilerek hazf edilmiştir.
عِقَابِ۟ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عِقَابِ۟ için tazim ifade eder.
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
12-14. ayetlerde, önce haberî cümle formatında mübhem olarak yalanlama yani inkar dile getirilmiş, daha sonra ise bu yalanlamanın peygamberlere yönelik olduğu, tahsis ve tekid içeren istisna cümlesiyle vurgulanmıştır. Görüldüğü üzere her iki cümle de temelde aynı şeyi anlatır ve bir cümle içinde toplanmaları mümkündür. Ancak kullanılan üslubun tercihi, yalanlayan zümrelerin azabı hak edişlerini daha net olarak ve mübalağalı bir yapı ile ortaya koyar. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları- Keşşâf)
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
Feveqa فوق : فَوْق sözcüğü mekan, zaman, cisim, sayı ve mertebe ile ilgili kullanılır. Bu da çeşitli kısımlara ayrılır: 1- Yükseklik açısından (üstünde/üzerinde olma). 2- Yukarı çıkış ve aşağı iniş açısından 3- Sayıyla ilgili olarak 4- Büyüklük ve küçüklükle ilgili olarak 5- Dünyevi üstünlük açısından 6- Üstün gelmek ve yenmek açısından.
Bu kökün if'al kalıbındaki formu olan إفاقَة insana sarhoşluktan ya da delilikten/cinnetten sonra anlayışın, ve(ya) hastalıktan sonra kuvvetin geri dönmesidir.
فَواقٌ sözcüğü ise iki süt sağımı arasındaki saat dilimidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 43 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fevkalâde, fevkinde, fevkalbeşer ve Fâik'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَنْظُرُ damme ile merfû muzari fiildir. İşaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. صَيْحَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدَةً kelimesi صَيْحَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ cümlesi صَيْحَةً ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. فَوَاقٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
وَ atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki … اِنْ كُلٌّ اِلَّا cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır.
يَنْظُرُونَ maksûr/sıfat, صَيْحَةً maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başkasına değil bu mef’ûle tahsis edilmiştir.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken, olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması tahkir içindir.
صَيْحَةً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder. وَاحِدَةً kelimesi صَيْحَةً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu sıfat sayhanın azametini arttırır.
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ile Mekke halkı kastedilmiştir. Bu kelimenin yalanlayan bütün topluluklara işaret etmesi de mümkündür; çünkü kendilerinden söz edildiği için orada hazır gibidirler veya Allah’ın huzurunda gibidirler. (Keşşâf)
صَيْحَةً ‘in ikinci sıfatı olan مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ فَوَاقٍ car mecruru, muahhar mübtedadır. Zaid مِنْ harfi sebebiyle فَوَاقٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Daha sonra Cenab-ı Hak, helakleri gecikse bile o azabın onların başına geldiğini beyan etmek üzere sütün memeye dönme aralığı kadar bile gecikmeyecek, bir tek korkunç sesten başka birşey beklemiyorlar… buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
فَوَاقٍ iki süt sağımı aralığı demektir. Çünkü dişi devenin sütü sağılır sonra kısa bir süre memelerine süt dolması için yavrusunun emmesine izin verilir. Ardından bir kez daha sağılır. (Ruhu-l Beyân)
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı عَجِّلْ لَنَا ‘dır.
عَجِّلْ dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَنَا car mecruru عَجِّلْ fiiline mütealliktir.
قِطَّنَا dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَبْلَ zaman zarfı عَجِّلْ fiiline mütealliktir. يَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَجِّلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur.
Nidanın cevabı olan عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen bir nevi tehaddi manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَنَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan قِطَّنَا ’ya takdim edilmiştir.
رَبَّنَا izafeti muzâfın şanı içindir.
Bu müşrik topluluk, haşr ve dirilme fikrini alabildiğine inkâr ediyor, böylece de haşr ve neşr fikrinin yanlışlığı ile, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetinin yanlışlığına istidlal ediyorlardı. قِطَّ , bir şeyin parçası, demektir. Çünkü, o onu parçaladığında, onu ondan koparmış olur. Bağış sayfasına da قِطَّ denilir. Hazret-i Peygamber müminlere cennetin vadedildiğinden bahsedince, bu kâfirler alay ederek ya [Bizim, cennetten olan hissemizi peşin ver!] veya [Bize amel defterimizi çabucak ver de bir bakalım!] demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)İnsan nefsi, dünyalık menfaatleri elde etmek ve gururunu korumak için inatçılığa meyillidir. Kimi zaman doğrusu anlatılan yanlışların peşinden gider. Gösterilen kusurları görmezden gelmeyi seçer. Hatalı olduğunu kabul etmektense, kendisini desteklediğine inandığı kanıtları toplar. Nefsine kulak vermeyi seçtiği için, hakikati hatırlatanlardan daraldığını iddia eder ve kaçar. Düşünmez ki, huzursuzluğunun ve uğursuzluğunun kaynağı; hakikati anımsayan kalbinin derinliklerindeki yeşermeye çalışan hakiki huzuru öldürmesidir. Acele sonuç verdiğine inandığı ya da çaba harcadığının kanıtı olarak gösterebileceği - fiziksel sınırlarını fazlasıyla zorladığı - elle tutulur sebeplere sıkıca sarılır. Ancak, dünyalık sebepler kağıttan yapılan evler gibidir; en ufak rüzgarla dağılır ve ardında hayal kırıklığı ile başbaşa kalmış bir insan bırakır. Ey Rabbim! Dünyalık meselelerde inatçı davranmaktan, gururuma yenik düşmekten ve iki cihanda da inadımdan dolayı sıkıntı yaşamaktan Sana sığınırım. Beni; hakikat ile batılı birbirinden ayırt etme yeteneğine sahiplerden ve Senin rızan için her zaman hakikati seçenlerden eyle. Dünyalık sebeplere değil, Allah’ın ipine tutunanlardan ve Allah’a dayananlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji