بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ
Fiil cümlesidir. اِصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مَا ve masdar-ı müevvel عَلٰى harf-i ceriyle اِصْبِرْ fiiline mütealliktir.
يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اذْكُرْ atıf harfi وَ ‘la اِصْبِرْ ‘e matuftur.
اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَبْدَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَاوُ۫دَ ismi عَبْدَنَا ‘dan atf-ı beyan olarak mansubdur.
ذَا kelimesi دَاوُ۫دَ ‘nin sıfatı olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. الْاَيْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَوَّابٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup merfûdur.
اَوَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim AllahTeâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَلٰى harfiyle birlikte اصْبِرْ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَقُولُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mekulü’l-kavlin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
عَبْدَنَا izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عَبْدَ ’ye tazim ve teşrif içindir.
دَاوُ۫دَ ismi, عَبْدَنَا ’dan bedeldir. Bedel, anlamı zenginleştirmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
ذَا kelimesi, دَاوُ۫دَ için sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ذَا الْاَيْدِ ifadesi, din konusunda güçlü/kuvvetli; dinin zorluk ve sorumluluklarına güç yetirebilen demektir. Davud (as), peygamberlik ve hükümdarlık yükünü taşımanın yanı sıra, bir gün oruç tutar bir gün tutmazdı -ki en zor oruç şekli budur- ve gecenin yarısını ibadetle geçirirdi. Arapçada güç yetirebilme anlamında şu ifadeler kullanılır: فُلانٌ أيد ، ذوأيد ، ذوآد Bir şeyin eyâdı, kendisiyle güç kazandığı unsurudur. (Keşşâf, Ebüssuûd)
اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ
Ayetin son cümlesi, ذَا الْاَيْدِۚ sözü için ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. إِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan اَوَّابٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Şayet الْاَيْدِ kelimesinin din hususunda güçlülük manası taşıdığını sana gösteren nedir? dersen şöyle derim: اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ [O daima Allah’a yönelirdi.] ifadesidir. Zira bu ذَا الْاَيْدِ ifadesini açıklamaktadır. (Keşşâf)
اَوَّابٌ : "Tevvab" vezninde "evb"den mübalağalı ismi faildir. "Evb", Ragıb'ın açıkladığına göre, dönüşün bir çeşidi, iradeye bağlı olan kısmıdır. Dönülmesi gereken yere dönmek demektir. Bu manadan "evvab", "tevvab" gibi Allah'a çokça dönüp yönelen demek olur. Evvab, Allahü teâlâ'ya çok dönen tevbekar demek olduğuna göre de çok tevbe edenin adeti, çok zikir, tesbih ve takdis etmektir. Kamus'ta "evb", kasd ve istikamet manalarına da geldiğinden çok doğru ve azimli demek de olabilir. (Elmalılı)اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler, Hz. Dâvûd Allah’ı tesbih ederken dağların ve kuşların da dile gelerek onun tesbihine katıldıkları şeklindeki mûcizevî bir olayı anlatmaktadır. Ancak bu âyetleri mecazi anlamda yorumlayanlar da vardır. Buna göre Dâvûd Zebûr okuyarak Allah’ı tesbih ettiği gibi kuşlar ve dağlar da kendi varlık yapılarıyla Allah’ın kudretini ve yüceliğini yansıtmakta, böylece lisân-ı halleriyle Allah’ı tesbih etmektedirler (ayrıca bk. Enbiyâ 21/79). Bu mânaya göre cansız tabiatın Allah’ı tesbih etmesine dağlar, canlı varlıkların tesbihine de kuşlar örnek olarak zikredilmiştir; özellikle inanmış insanların bilinçli tesbihine örnek de Hz. Dâvûd’un tesbihidir.
“Hepsi de Allah’a yönelmişlerdi” diye çevirdiğimiz 19. âyetin son cümlesi, “Gerek dağlar gerekse kuşlar Dâvûd’un etrafında toplanıp ona itaat ederlerdi” veya “Dâvûd tesbihe başlayınca onlar da kendisine katılırlardı” şeklinde de açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 138; Râzî, XXVI, 186; İbn Âşûr, XXIII, 228-229).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. سَخَّرْنَا الْجِبَالَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَخَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْجِبَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَعَهُ mekân zarfı يُسَبِّحْنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُسَبِّحْنَ fiili جِبَالَ ‘ün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسَبِّحْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِالْعَشِيِّ car mecruru يُسَبِّحْنَ fiiline mütealliktir. الْاِشْرَاقِۙ atıf harfi وَ ‘la makabline mütealliktir.
سَخَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ‘dır.
يُسَبِّحْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
مَعَهُ zaman zarfı, سَخَّرْنَا filine mütealliktir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَخَّرْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ cümlesi الْجِبَالَ ‘den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُسَبِّحْنَ cümlesi hal olarak gelmiştir. Hal için bir vasıf yerine muzari fiilin tercih edilmesi onun gelmesiyle birlikte dağların onunla birlikte tesbihinin teceddüdünü ifade etmek içindir. Böylece bu olağanüstü hal zihinde canlandırılır. (Âşûr)
وَالْاِشْرَاقِۙ , tezâyüf nedeniyle بِالْعَشِيِّ ‘ye atfedilmiştir.
Bu ayette سَخَّرْنَا mazi fiilinden sonra يُسَبِّحْنَ muzari fiilinin kullanılması, olayın süreğenliği yanında dinleyiciyi tesbihleri dinlercesine olayın tanığı haline getirmektedir.
Fiil yapılarında oluş ve yenilenme, isim yapılarında ise sübut ve süreğenlik vardır. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Hz. Davud’a verilen nimetlerden bahseden bu ayette ismi fail yerine muzari fiil kullanılmıştır. Bundaki nükteyi Beyzâvî şöyle açıklar: Geçmiş olan durumu zihinde canlandırmak ve tesbih etmenin her durumda yenilendiğine delalet etmek için muzari fiil يُسَبِّحْنَ , ismi fail olan مُسَبِّحَات musebbihatın yerine konulmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ [Akşam-sabah tesbih ederler] cümlesinde, اِشْرَاقِۙ - الْعَشِيِّ kelimeleri arasında tıbâk vardır. Çünkü bu kelimelerden maksat sabah akşamdır.
بِالْعَشِيِّ kelimesindeki بِ harf-i ceri zarfiyye manasınadır. (Âşûr, Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İşrak vakti: Güneş doğup doğu ufkunda biraz yükselerek ışığının berrak bir şekilde parlamaya başladığı vakittir ki, ilk kuşluk vaktidir. Yani bayram namazlarını kıldığımız vakittir. İşrak namazı da sünnettir. Sonra kaba kuşluk vakti olur. (Elmalılı)
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la سَخَّرْنَا الْجِبَالَ cümlesine matuftur.
الطَّيْرَ mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, سَخَّرْنَا (Boyun eğdirdik) şeklindedir. مَحْشُورَةً kelimesi الطَّيْرَ ‘in hali olup fetha ile mansubdur.
مَحْشُورَةً kelimesi, sülasi mücerredi حشر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. لَـهُٓ car mecruru اَوَّابٌ ‘a mütealliktir. اَوَّابٌ haber olup lafzen merfûdur.
اَوَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … سخرنا الجبال cümlesine atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الطَّيْرَ takdiri سَخَّرْنَا (Boyun eğdirdik) olan mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansubdur.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
مَحْشُورَةًۜ haldir. Manayı zenginleştirip tamamlamak için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ
Ayetin ikinci cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin ileyh olan كُلٌّ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir. كُلٌّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri كُلُّ المَحْشُورَةِ (Bütün toplananlar) şeklindedir.
كُلُّ kelimesindeki tenvin, muzâfun ileyhin yerine gelmiş olan ivaz tenvinidir. Takdiri: ‘’Toplananların hepsi ona yönelir. Yani çokça ona dönerler ve uzak mekanlardan ona (Davud’a) gelirler.’’ şeklindedir. Bu onun bir mucizesidir. Çünkü normalde fıtratları gereği kuşlar insanlardan ürküp kaçar. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَـهُٓ , ihtimam için amili olan اَوَّابٌ ’a takdim edilmiştir. (Âşûr)
Müsned olan اَوَّابٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـهُٓ (ona) ifadesindeki zamirin, Allah'a (cc) raci olduğu ve "Davud (as), dağlar ve kuşlar, Allah'a rücu ederlerdi, yani tesbih için O'na yönelir ve O'nu tesbih ederlerdi" manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
18. ve 19. ayetlerin öncesinde Hz. Peygamber’e inanmayanların takındıkları tavır anlatılmaktadır. Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’e peygamberliği layık görmemişlerdir. Kur’an’ın indirilmesi için kendi aralarında Hz. Muhammed’den daha uygun olanların olduğunu iddia etmişlerdir. Hz. Muhammed’e uyarma görevinin verilmesine şaşırmışlar ve onu sihirbaz olmakla suçlamışlardır. Allah, (cc) müşriklerin bu tavırları neticesinde üzülen peygamberini geçmiş peygamberlerin halini anlatarak teselli etmiş ve cesaretlendirmiştir. ‘Udûlü barındıran bu ayetlerde ise önceki peygamberlerden Davud (as) ve ona verilen mülkün bir kısmı anlatılmıştır. Hz. Davud’la beraber dağlar ve kuşların tesbih ettiğini anlatan bu ayetlerde kuşların toplanması isim kalıbı ile onların beraberce tesbih etmesi ise fiil kalıbı ile ifade edilmiştir. Kuşların, dağların ve Hz. Davud’un tesbih etmesi tekrar ederek meydana geldiği için fiil kalıbı kullanılmıştır. Çünkü tesbih bir defada yapılan bir fiil olmayıp tekrar tekrar yapılan ve yenilenen bir fiildir. Bir işin tekrar tekrar meydana geldiğini ifadeye yansıtan kalıp ise fiil kalıbıdır. Bu yenilenme manasından faydalanarak tesbih etmeyi ifadede fiil kalıbı kullanılmıştır. Kuşların toplanması ve bir araya gelmesi ise bir defa olduğu için isim kalıbı kullanılmıştır. İsim kalıbı sübût ve istikrar ifade etmektedir. Kuşların toplanmasındaki bu sübût manasına dikkat çekmek için isim kalıbı tercih edilmiştir. Sübut, lüzum ve istikrar manası için teceddüt manasını barındıran fiil kalıbından ‘udûl edilmiştir.
Maʻdulun anh يحشرْن kelimesi iken maʻdulun ileyh مَحْشُورَةًۜ kelimesidir. Dağlar, kuşlar devamlı tesbih etmektedir ki o takdirde isim kalıbı kullanmak uygun düşmektedir. Ayetteki tesbihten maksat ise dağların ve kuşların tesbihinin Hz. Davud’un tesbihine tevafuk düştüğü tesbihtir. Dağlar ve kuşların tesbihi ara sıra Hz. Davud’un tesbihine denk gelmektedir. Ayetin sonundaki مَحْشُورَةًۜ kelimesi, dağlar ve kuşların toplanıp geldiğini ve devamlı tesbih ettiğini ifade etmektedir. Dağlar ve kuşların tesbihinin devamlı ve sabit olduğunu ifade için isim kalıbı kullanılarak fiil kalıbından ‘udûl edilmiştir. ʻUdûlün yönü fiilden ismedir. ‘Udûlün sebebi, fiil kalıbının hudûs ve teceddüt, isim kalıbının ise sübut ve kalıcılık manalarına delalet etmesidir. Sübut ve kalıcılık manasının etkisi manada istendiği için fiilden isme udûl edilmiştir. Udûlü ortaya çıkaran karine ise, maʻdulun ileyh olan isim kalıbından önceki cümlede fiil kalıbının kullanılmasıdır. (Hasan Duran, Kur’ân-I Kerîm’de Teceddüt Ve Sübût Manasi İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)
Dağlarla ilgili olarak يُسَبِّحْنَ fiili, kuşlarla ilgili olarak da مَحْشُورَةً kullanılmıştır.وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Dâvûd’a verilen “hikmet”le peygamberliğin, Zebûr’un, hukuk bilgisinin veya gerçeğe uygun olan her türlü sözün kastedildiği belirtilir. Râzî, felsefî birikiminin bir sonucu olarak hikmeti, “bilgi ve amelde tam yetkinlik” anlamına gelecek bir kapsamda açıklamıştır (XXVI, 187). İbn Âşûr, “anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği”diye çevirdiğimiz “fasle’l-hitâb” deyimini, “sözün belâgatlı olması, dinleyenin daha fazla açıklama yapılmasına ihtiyaç duymayacağı derecede beklenen anlamı içermesi” şeklinde açıklar (XXIII, 229). Aynı deyim, Hz. Dâvûd’un, özellikle yargılama sırasında konuyu iyice kavrayarak adalete uygunluk bakımından isabetli hükümler verme yeteneği şeklinde de açıklanmıştır. Zemahşerî’ye göre bu deyim, Dâvûd’un yargı, hükümet işleri, yönetim ve meşveret gibi konulara dair konuşmalarındaki doğruluğu, hak ve adalete uygunluğu ifade eder (III, 321). Böylece âyet, iyi bir devlet ve hukuk adamının sahip olması gereken özelliklere de işaret etmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573-574
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la سَخَّرْنَا الْجِبَالَ cümlesine matuftur.
شَدَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُلْكَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰتَيْنَا atıf harfi وَ ‘la شَدَدْنَا fiiline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحِكْمَةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَصْلَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْخِطَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
Ayet, وَ atıf harfiyle 18. ayetteki … سَخَّرْنَا الْجِبَالَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
Aynı üsluptaki وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. وَفَصْلَ الْخِطَابِ , mef’ûl olan الْحِكْمَةَ kelimesine matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.
شَدَدْنَا - اٰتَيْنَاهُ fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Hz. Davud’a verilenlerin hikmet ve beliğ söz olarak sayılması taksim sanatıdır.
Onun mülkünü de pekiştirdik. İyice sağlamlaştırdık, güçlendirdik. Bunun heybet ile kalplere onun korkusunun yerleştirilmesi ile olduğu söylendiği gibi, askerlerinin çokluğu ile olduğu, ilâhi yardım ve destek ile olduğu da söylenmiştir Ve hakkı batıldan ayıran söz ayeti ile ilgili olarak Ebû Abdurrahman es-Sülemî ile Katade, hüküm vermekte hakkı ve batılı ayırdedici şekilde hüküm vermek diye açıklamıştır. İbn Abbâs da: Sözün açıkça ifade edilmesidir, diye açıklamıştır. (Kurtubî)وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Dâvûd’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı (mâbed [mihrâb] hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37). Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle (aşağıya bk.) kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telâşa kapıldı. Onlar, Dâvûd’un telâşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar.
Davacıların, Dâvûd’u, “Doğruluktan sapma!” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize de doğru yolu göster” ifadesi ise yargılama sırasında hâkimin tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir.
“Bu tartışmada bana baskın çıktı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı”anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” şeklinde de yorumlanmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 574-575
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
اَتٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَـبَؤُا fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْخَصْمِۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِذْ zaman zarfı نَـبَؤُا ‘e mütealliktir.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسَوَّرُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَسَوَّرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْمِحْرَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسَوَّرُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi سور ‘dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ’la 17. ayetteki اِصْبِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen inşâ olmak bakımından ittifak vardır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp dinlemeye teşvik amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham taaccüp veya teşvik manasında gelmiştir. (Âşûr)
Mazi fiil sıygasında gelen cümlede müsnedün ileyh olan نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ ‘nun izafetle gelişi kısa yoldan çok şey anlatmak amacına matuftur.
الْخَصْمِۢ ’deki marifelik, ahd-i zihni içindir. (Âşûr)
اِذْ ‘in ya اَتٰيكَ ile, ya نَـبَؤُا ile, ya da mahzuf bir amil ile mansub olduğu düşünülebilir. Ancak اَتٰيكَ ile mansub olması caiz değildir; çünkü bu haberin Hazret-i Muhammed’e gelmesi, Hazret-i Davud zamanında değil, ancak onun kendi zamanında gerçekleşebilir. نَـبَؤُا ile mansub olması da caiz değildir; çünkü Hazret-i Davud zamanında gerçekleşen bir haberin Hazret-i Muhammed’le ilişkilendirilmesi doğru olmaz. نَـبَؤُا kelimesiyle bizzat anlatılan kıssayı kastetsen bile, نَـبَؤُا yine nasb etmez. Şu halde geriye mahzuf bir amil ile nasb edilme ihtimali kalmaktadır ki ibare, هَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا تهاكُمِ الْخَصْمِۢ (Peki, o davacıların mahkemeleşme haberi sana gelmiş miydi?) şeklinde takdir edilir. Yine الْخَصْمِۢ kelimesiyle de mansub olabilir; çünkü bu kelimede fiil manası vardır. (Keşşâf)
Cümleye dahil olan zaman zarfı اِذْ , davaya delalet eden mahzufa mütealliktir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
Ayetteki, [Sana o davacıların haberi geldi mi?] sorusu, [Sana Musa'nın sözü geldi mi?] (Tahâ, 9) ayeti gibidir. Bu sorunun hikmeti, kendisine kulak vermeye ve ibret almaya sevketsin diye hakkında bu soru sorulan kıssanın önemine dikkat çekmektir. (Fahreddin er-Râzî)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | دَخَلُوا | girmişlerdi |
|
3 | عَلَىٰ | yanına |
|
4 | دَاوُودَ | Davud’un |
|
5 | فَفَزِعَ | ve korkmuştu |
|
6 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
7 | قَالُوا | dediler |
|
8 | لَا |
|
|
9 | تَخَفْ | korkma |
|
10 | خَصْمَانِ | biz iki davacıyız |
|
11 | بَغَىٰ | saldırdı |
|
12 | بَعْضُنَا | birimiz |
|
13 | عَلَىٰ | hakkına |
|
14 | بَعْضٍ | ötekinin |
|
15 | فَاحْكُمْ | şimdi sen hükmet |
|
16 | بَيْنَنَا | aramızda |
|
17 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
18 | وَلَا | ve |
|
19 | تُشْطِطْ | haksızlık etme |
|
20 | وَاهْدِنَا | bizi götür |
|
21 | إِلَىٰ |
|
|
22 | سَوَاءِ | ortasına (adalete) |
|
23 | الصِّرَاطِ | yolun |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ
اِذْ zaman zarfı önceki اِذْ ‘den bedel olup mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَخَلُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَخَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلٰى دَاوُ۫دَ car mecruru دَخَلُوا fiiline mütealliktir. دَاوُ۫دَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَزِعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهُمْ car mecruru فَزِعَ fiiline mütealliktir.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَا تَخَفْ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ
İsim cümlesidir. خَصْمَانِ mahzuf mübtedanın haberi olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Takdiri, نحن (Biz) şeklindedir.
بَغٰى بَعْضُنَا cümlesi, خَصْمَانِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَغٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بَعْضُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ car mecruru بَغٰى fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن سمعت قصّتنا فاحكم (Kıssamızı duydunsa hüküm ver) şeklindedir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْحَقِّ car mecruru احْكُمْ ‘un failinin mahzuf haline mütealliktir.
وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la احْكُمْ fiiline matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْطِطْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اهْدِنَٓا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اهْدِنَٓا fiili illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى سَوَٓاءِ car mecruru اهْدِنَٓا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصِّرَاطِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُشْطِطْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شطط ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اِذْ ’den bedeldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
فَزِعَ مِنْهُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
قَالُوا لَا تَخَفْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فَزِعَ - لَا تَخَفْۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
فَفَزِعَ مِنْهُمْ cümlesiyle, لَا تَخَفْۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ
Mekulü’l-kavlin devamı olarak gelen ve beyanî istînâf olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. خَصْمَانِ takdiri نحن (Biz) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ cümlesi, خَصْمَانِ ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضٍ - بَعْضُنَا kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayet-i kerîme’de geçen خَصْمَانِ lafzı, bir görüşe göre; gerideki cemi zamirine mutabık olsun diye ‘’iki fırkayız’’ manasında tefsir edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, maksat iki kişidir. Gerideki zamir de tesniye manasındadır. Zaten hasım kelimesi, bir kişiye de birden fazla kişilere de kullanılmaktadır. (Celâleyn Tefsiri)
خَصْمَانِ - دَخَلُوا kelimelerindeki tesniye ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
فَ , mukadder şartın cevabına dahil olan rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بَيْنَنَا mekan zarfı احْكُمْ fiiline, بِالْحَقِّ car mecruru ise احْكُمْ ’un failinden mahzuf hale mütealliktir.
بِالْحَقِّ terkibindeki بِ harf-i ceri mülabese içindir. احْكُمْ fiiline mütealliktir. (Âşûr)
لَا تُشْطِطْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لا تُشْطِطْ nehyi, hatırlatma ve irşad manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
احْكُمْ - لَا تُشْطِطْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
احْكُمْ - تُشْطِطْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ cümlesiyle, وَلَا تُشْطِطْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلَا تُشْطِطْ cümlesine atfedilen وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
واهْدِنا إلى سَواءِ الصِّراطِ ifadesinde, adaletle hükmeden kişi için bir temsil vardır. Bu kişi doğru yola ulaştıran bir rehbere benzetilmiştir. Bu temsil, cüzlere bölünebilir. (Âşûr)
الهُدى : Burada hakkı açıklığa kavuşturmak ve beyan etmek için müsteardır. (Âşûr)
سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ [yolun ortası ve düzü] demektir ki, gerçeği ve tam anlamıyla hak olanı anlatan bir temsildir. Allah’ın emir-yasak ve tavsiyelerini benimsemek ‘doğru yolda gitme’; bunun tersi de ‘doğru yoldan sapma’ sembolü ile anlatılmaktadır. Zira gideceği binlerce kilometrelik mesafeyi çölün ortasında pusulasız kat etmek zorunda olan bir toplumun fertleri açısından, o güzergâhta gitmek (hidayet) ve oradan sapmak (dalalet) hayati önem taşımaktadır. Böylece, ‘insanı ebedi saadete götüren hayat’ da ‘yol’ temsili ile anlatılmış olmaktadır. (Keşşâf)
سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ : Batılın karışıp bozulmadığı hak manasında müsteardır. Çünkü الصِّراطَ ‘geniş yol’ demektir ve onun doğruluğu, içerisinde eğriliğin ve çatlaklığın olmayışıdır. İşte ancak böyle bir yol kişiyi en hızlı bir şekilde menzile ulaştırabilir. Dümdüz oluşu ve çatallanmaya ve bölünmeye uzak olması, üzerinde olanın selameti içindir. (Âşûr)
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | doğrusu |
|
2 | هَٰذَا | bu |
|
3 | أَخِي | kardeşimin |
|
4 | لَهُ | vardır |
|
5 | تِسْعٌ | (doksan) dokuz |
|
6 | وَتِسْعُونَ | doksan (dokuz) |
|
7 | نَعْجَةً | koyunu |
|
8 | وَلِيَ | benim ise vardır |
|
9 | نَعْجَةٌ | koyunum |
|
10 | وَاحِدَةٌ | bir tek |
|
11 | فَقَالَ | fakat (kardeşim) dedi |
|
12 | أَكْفِلْنِيهَا | onu da bana ver |
|
13 | وَعَزَّنِي | ve bana ağır bastı |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْخِطَابِ | konuşmada |
|
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَٓا işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخ۪ي kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهُ تِسْعٌ cümlesi, اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. تِسْعٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. تِسْعُونَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. نَعْجَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نَعْجَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَاحِدَةٌ kelimesi نَعْجَةٌ ‘nün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli اَكْفِلْن۪يهَا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَكْفِلْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. عَزَّن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْخِطَابِ car mecruru عَزَّن۪ي fiiline mütealliktir.
اَكْفِلْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كفل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي cümlesi sonuna kadar önceki ayetteki خَصْمانِ بَغى بَعْضُنا عَلى بَعْضٍ cümlesini beyan etmek içindir. (Âşûr)
إِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَٓا işaret ismi, اِنَّ ’nin ismi, اَخ۪ي haberidir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً cümlesi, اِنَّ ‘nin ikinci haberidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. تِسْعٌ وَتِسْعُونَ muahhar mübtedadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَعْجَةٌ , temyizdir.
وَلِيَ نَعْجَةٌ ...cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Matuf olduğu cümleyle aynı üslubta gelmiştir. Bu cümlede de îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِيَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نَعْجَةٌ muahhar mübtedadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاحِدَةٌ kelimesi نَعْجَةٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
تِسْعٌ - وَتِسْعُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, نَعْجَةٌ ‘in tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً cümlesiyle, وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تِسْعٌ وَتِسْعُونَ - وَاحِدَةٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَخ۪ي kelimesi هٰذَٓا ’dan bedeldir, veya اِنَّ ’nin haberidir. Kardeşlikten kastedilen din kardeşliği veya arkadaşlık ve samimiyetten kaynaklanan kardeşlik; ya da ortaklık ve teşrîk-i mesaiye dayanan kardeşliktir ki dayanağı, [Doğrusu, bir arada yaşayanların çoğu…] [Sād 38/24] ayetidir. Bu kardeşliklerden her biri, zulme ve düşmanlığa mani bir hukuku ifade eder. (Keşşâf)
Beyzâvî, ayette geçen نَعْجَةٌ kelimesinin dişi koyun anlamına geldiğini açıkladıktan sonra ikinci bir yön zikrederek bu kelimenin kadından da kinaye olabileceğini şu şekilde ifade eder: Bu kelime kadından kinaye edilmiş de olabilir. Zira üstü kapalı konuşmada kinayeli ve temsili anlatım maksadı daha iyi ifade eder.
نَعْجَةٌ kelimesinin kadından kinaye olabileceği yorumu dikkate alındığında mana şu şekilde olur. “Onun doksan dokuz hanımı, benim ise bir hanımım var. Hal böyle iken ‘onu da benim mülküme ve kefaletim altına ver’ dedi.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Dişi koyun, kinaye olarak kadın anlamında da kullanılmaktadır. Kinaye ile tariz, maksadı daha iyi anlatmaktadır. (Ebüssuûd)
فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
فَ atıftır. Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kiş 2017))
قَالَ fiilinin mekulü’l kavli olan اَكْفِلْن۪يهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
أكْفِلْنِيها kelimesi, onu benim himayeme yani korumama bırak anlamında olup, yani vermekten, hibe etmekten kinayedir. Kısaca mütekellim ’onu bana hibe et’ demektedir. (Âşûr)
وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ cümlesi قَالَ ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Zarfiye manası ihtiva eden فِي harfiyle الْخِطَابِ (söz), içi olan bir şeye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
قَالَ - الْخِطَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Davud) dedi ki |
|
2 | لَقَدْ | andolsun |
|
3 | ظَلَمَكَ | sana zulmetmiştir |
|
4 | بِسُؤَالِ | istemekle |
|
5 | نَعْجَتِكَ | senin koyununu |
|
6 | إِلَىٰ |
|
|
7 | نِعَاجِهِ | kendi koyunlarına |
|
8 | وَإِنَّ | ve zaten |
|
9 | كَثِيرًا | çoğu |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الْخُلَطَاءِ | karıştıran(ortak)ların |
|
12 | لَيَبْغِي | zulmederler |
|
13 | بَعْضُهُمْ | biri |
|
14 | عَلَىٰ | üzerine |
|
15 | بَعْضٍ | diğeri |
|
16 | إِلَّا | yalnız bunun dışındadır |
|
17 | الَّذِينَ | kimseler |
|
18 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
19 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
20 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
21 | وَقَلِيلٌ | ve azdır |
|
22 | مَا | ne kadar |
|
23 | هُمْ | onlar |
|
24 | وَظَنَّ | ve sandı |
|
25 | دَاوُودُ | Davud |
|
26 | أَنَّمَا |
|
|
27 | فَتَنَّاهُ | kendisini denediğimizi |
|
28 | فَاسْتَغْفَرَ | mağfiret diledi |
|
29 | رَبَّهُ | Rabbinden |
|
30 | وَخَرَّ | ve kapandı |
|
31 | رَاكِعًا | eğilerek (secdeye) |
|
32 | وَأَنَابَ | ve (bize) döndü |
|
Yukarıda bu davanın taraflarından birinin iddiası özetlenirken diğerinin savunmasına yer verilmemiştir. Muhtemelen Kur’an, olayın ders almaya değer yönünü anlatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte Dâvûd’un, “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle...” şeklindeki ifadesinden, muhtemelen davalının ikrarıyla davacının iddiasının sübût bulmuş olduğu ve buna dayalı olarak da Dâvûd’un hükmünü verdiği anlaşılmaktadır.
Aralarında mal ilişkisi bulunanların bu tür ihtilâflara düşmelerine sık rastlandığını, ancak inanmış, erdemli ve iyi işler yapmaya kendilerini adamış olanların böylesi anlaşmazlıklara düşmekten kendilerini koruyabileceklerini belirten ifade, âyetin bize verdiği diğer bir önemli derstir. “Ama onlar da o kadar az ki!” şeklindeki ifade, nefsin bencil isteklerinden korunarak, kendi aleyhine bile olsa adalette kararlı olmanın hem çok önemli hem de çok güç olduğuna işaret eden veciz bir uyarıdır.
Tefsirlerde Dâvûd’un neden kendisinin sınandığı düşüncesine kapıldığı ve rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandığı, O’na yönelip tövbe ettiği konusunu aydınlatmak üzere aslında İslâm’ın peygamberlik öğretisiyle uyuşmayan İsrâiliyat türü bazı rivayetler aktarılmaktadır. Aslı Kitâb-ı Mukaddes’e dayanan (II. Samuel, 11/1-27; 12/1-10) bu rivayetlerin özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir askerin eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Dâvûd’un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.
Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen (II. Samuel, 12/7 vd.) bir rivayete göre bu olayda söz konusu edilen iki melekten, şikâyet eden taraf kadının kocasını, şikâyet edilen de Dâvûd’u temsil etmektedir. Şikâyetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd’un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen askerin tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek için adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını farketti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Dâvûd’un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır (bu rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 146-151).
Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının hamile kaldığını dahi ileri sürmesi (bk. II. Samuel, 11/4-5) yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur’an’da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem âbideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.
Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşrû usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vâkıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur’an’da Allah’tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nâdiren de olsa –sonradan telâfi ettikleri– bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 575-576
Rake'a ركع :
رُكُوعٌ eğilmek ve bükülmektir. a) Bazen namazdaki belirli bir biçimi ifade etmek için, b) Bazen de ya ibadette ya da başka bir şeyde tevazu gösterme, alçak gönüllü ve itaatkar olma, ve kendini alçaltma veya kendi kibrini/gururunu kırma anlamında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil bir de isim formunda olmak üzere 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri rukû etmek ve rekattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, kasem ve cevabı olup mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِسُؤَالِ car mecruru ظَلَمَكَ ‘ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâfdır. نَعْجَتِكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى نِعَاجِه۪ car mecrurun muzâfı mahzuf olup نَعْجَتِكَ ‘ye mütealliktir. Takdiri, سؤال ضمّ نعجتك (Koyunlarına katmak istedi.) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَث۪يراً kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. مِنَ الْخُلَطَٓاءِ car mecruru كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
يَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْغ۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. بَعْضُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru يَبْغ۪ي fiiline mütealliktir.
اِلَّا istisna edatıdır. İstisna-i muttasıldır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ
وَ itiraziyyedir. İsim cümlesidir. قَل۪يلٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur. مَا zaid harftir. مَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْۜ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ
وَ atıf harfidir. ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. دَاوُ۫دُ fail olup lafzen merfûdur. اَنَّمَا فَتَنَّاهُ cümlesi ظَنَّ ‘nin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.
ظَنَّ kalp fiillerinden olup, sanmak anlamındadır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اَنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اَنَّمَا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اَنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اَنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre اَنَّمَا hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
فَتَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَرَّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
خَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَاكِعاً kelimesi خَرَّ ‘nın failinin hali olup fetha ile mansubdur. اَنَابَ atıf harfi وَ ‘la خَرَّ fiiline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اسْتَغْفَرَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dır.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَنَابَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Fiil ve mef’ûlünden müteşekkil ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Cümlede icazı hazif vardır. Kasem fiili ve muksemun bih mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelam olan لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ cümlesi, kasemin cevabıdır. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. لَقَدْ ظَلَمَكَ (sana zulmetmiş) cümlesi, hazf edilmiş bir kasemin cevabıdır. Burada bir arada yaşadığı kimsenin davranışından hoşlanmama ve onun tamahkarlığını ayıplama söz konusudur. (Keşşâf)
قَدْ tahkik içindir. Tekid ifade eder.
Zamir yerine zahir olarak نِعَاجِه۪ۜ kelimesinin tekrar edilmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. نَعْجَتِ kelimesinin zikredilmesi ıtnâb sanatıdır.
Müfessir, Sâd suresinde Davud’un yemininin yadırgama (istinkâr) anlamı içerdiğini belirtir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Meydânî’nin tazmin konusunda zikrettiği örneklerden bir tanesi de bu ayet-i kerimedir. Ayetteki istemek manasındaki سُؤَالِ ُkelimesi اِلٰى harf-i cerri ile müteaddî yapılmaz. Ancak istemek fiiline birleştirmek (cem) ve katmak (damme) kelimelerinin anlamlarının tazmin edilebilmesi için bu iki kelimenin müteallikı olan اِلٰى harf-i ceri eklenmiştir. Sözün takdiri ise şöyledir: لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ ضمّ إياّها اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ [Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etmiştir.] (İbrahim Kara, Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydani Ve Belâgat İlmine Katkıları)
بِسُؤالِ نَعْجَتِكَ sözündeki izafet, tarif (belirlilik) içindir. Yani bu isteme fiili, iki taraf için de bilinen bir koyun için kullanılmıştır ve bu talep başlı başına bir haksızlık ve zulüm içerir. سُؤالٍ kelimesinin izafeti, masdarın mef’ûlüne izafeti kabilindendir. (Âşûr)
وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Cümle وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi كَث۪يراً , haberi لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesidir. اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil oluşu hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَّا istisna harfi, الَّذ۪ينَ müstesnadır. Ayetteki muttasıl istisna, haksızlık edenlere dahil olmayanları bildirmiştir.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اٰمَنُوا fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâzı hazif sanatıdır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ cümlesiyle, وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وإنَّ كَثِيرًا مِنَ الخُلَطاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهم عَلى بَعْضٍ إلّا الَّذِينَ آمَنُوا وعَمِلُوا الصّالِحاتِ cümlesiyle kastedilen, insanlar arasında, yaygın olan dostların birbirlerine haksızlık yapması durumudur. Salih müminler bu durumun dışındadır. Bu ifade, bu kişilerin mümin ve salih amel sahibi olmaları manasında kinayedir. Bu fiillerden sadece birini yapan salihlerden olmaz. (Âşûr)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ
وَ , itiraziyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. قَل۪يلٌ mukaddem haber, هُمْۜ muahhar mübtedadır. مَا , tekid ifade eden zaid harftir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ ifadesindeki مَا kapalılık bildirir. Bununla salihlerin azlığına duyulan hayret dile getirilmektedir. (Keşşâf, Âşûr)
Ayet-i kerîme’de geçen مَا azlık manasını tekid etmek içindir. (Celâleyn Tefsiri)
بَعْضٍ - قَل۪يلٌ - كَث۪يراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, كَث۪يراً - قَل۪يلٌ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
۩ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ
Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle … قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَنَّ , zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir. Burada ‘kesin bildi’ anlamındadır.
Hasr edatı اَنَّمَا ’nın dahil olduğu اَنَّمَا فَتَنَّاهُ cümlesi, masdar teviliyle ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
فَتَنَّاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümledeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s sıfat olması da caizdir. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle … وَظَنَّ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبَّهُ izafeti, muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Aynı üslupta gelerek فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ cümlesine atfedilen وَخَرَّ رَاكِعاً ve وَاَنَابَ cümlelerinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اسْتَغْفَرَ - اَنَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette farklı anlamdaki مَا ’lar arasında tam cinas ve اِنَّ - اَنَّ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبَّهُ - فَتَنَّاهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Zann-ı galip kesin bilgiye yakın olduğundan, zan kelimesi ayette isti‘âre yoluyla bilgi yerine kullanılmıştır; ظَنَّ (Davud kesin olarak anladı; bildi.) demektir. (Keşşâf)
Bu ayette imtihanda temsilî yol tercih edilmiş, çünkü uyarıda daha etkilidir. Zira bundaki tefekkür, gaye şuuruna götürdüğü zaman, nefsinde ve kalbinde çok daha büyük tesir bırakır ve hatasından uyanmaya daha fazla etkili olur. (Ebüssuûd)
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
Hz. Dâvûd’un içten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda hatasının bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu bildirilmektedir. Dâvûd’un yeryüzüne halife yapılması, onun geçmiş peygamberlerin halefi olarak onların misyonunu devam ettirmesi veya ülkesinde hükümdarlığın ona verilmesi olarak açıklanmıştır. Dâvûd hem peygamber hem hükümdar olduğu için kelimenin her iki anlamıyla da halifedir. Burada şu noktalara da dikkat çekilmektedir: Herkes hakkında gerekli olmakla birlikte özellikle Dâvûd gibi peygamber ve hükümdar olanlar için daha da önemli bazı görevler vardır, bunların başında da adalete riayet ve nefsanî arzuları yenme gelir. Aksine davranışlar, kişiyi Allah yolundan saptırır, dolayısıyla daha başka günahların işlenmesine de sebep olur. 26. âyetin sonunda bütün bunların âhiret hesabını unutmak veya önemsememekten kaynaklandığına da işaret edilmekte, bunun cezasının şiddetli olacağı hatırlatılmaktadır.
Sûrenin başında putperestlerin Kur’an ve Hz. Peygamber karşısındaki inkârcı ve alaycı tutumları hakkında bilgi verildikten sonra 17. âyette onların bu tutumlarına karşı Hz. Peygamber’e sabırlı olması öğütlenmiş ve “güçlü kulumuz” diye anılan Dâvûd’u örnek alması istenmişti. Sonraki âyetlerde ise Dâvûd’un bu gücünün iki kaynağına değinilmiştir. Bunlardan biri yönetim ve hükümlerinde adaleti gözetmesi, diğeri de hatalarının farkına varıp pişman olması ve Allah’a yönelip O’na ibadet ve dua etmesi, tövbe edip bağışını dilemesidir. Böylece Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine şu ders verilmektedir: İşlerinizde adaletten ayrılmaz, yanlışlarınızı düzeltip Allah’a yönelir, O’nun huzurunda ibadet eder, engin mağfiretine sığınır, böylece ruhunuzu kötülüklerden arındırırsanız, Allah katında değeriniz yükseleceği gibi düşmanlarınıza karşı da güçlü olur, sonunda başarıyı siz elde edersiniz.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 577
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. غَفَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru غَفَرْنَا fiiline mütealliktir. İşaret ismi ذٰلِكَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لَهُ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عِنْدَ mekân zarfı mahzuf hale mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
زُلْفٰى kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. زُلْفٰى maksur isimlerdendir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُسْنَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. مَاٰبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ ismi işareti, nasb mahallinde mef’ûldür.
İşaret isminde istiare vardır. Allah Teâlâ, ayette Hz. Davud’un hatasını işaret etmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Duhan/11, c. 5, S. 62)
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
وَ haliyye veya atıftır. Cümlenin, öncesinin mazmununu kuvvetlendirmek için gelen istînâf olması caizdir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ car mecruru , اِنَّ ’nin mukaddem haberine mütealliktir. زُلْفٰى kelimesi, اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَنَا izafeti, عِنْدَ ‘yi tazim içindir.
Az sözle çok anlam ifade eden حُسْنَ مَاٰبٍ izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur.
زُلْفٰى maksur isimdir. مَاٰبٍ kelimesinin nekre oluşu tazim ve nev ifade eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الزُّلْفى : yakınlık manasında olup, masdar ve masdarın ismidir. (Âşûr)
Haberin tekid edilişi, Allah’ın Davud (as)’a gazaplandığı vehmini ortadan kaldırmak içindir. (Âşûr)
المَآبُ dönüş manasında mimli masdardır ve kelime anlamı geri dönmektir. Burada kastedilen, ahirete dönüştür. Rücu’ olarak isimlendirilmiştir. Çünkü Allah'a rücu, yani dönüş vardır. (Âşûr)
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا دَاوُودُ | Davud |
|
2 | إِنَّا | elbette biz |
|
3 | جَعَلْنَاكَ | seni yaptık |
|
4 | خَلِيفَةً | hükümdar |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
7 | فَاحْكُمْ | o halde hükmet |
|
8 | بَيْنَ | arasında |
|
9 | النَّاسِ | insanlar |
|
10 | بِالْحَقِّ | adaletle |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | تَتَّبِعِ | uyma |
|
13 | الْهَوَىٰ | keyf(in)e |
|
14 | فَيُضِلَّكَ | sonra seni saptırır |
|
15 | عَنْ | -ndan |
|
16 | سَبِيلِ | yolu- |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | الَّذِينَ | kimselere |
|
20 | يَضِلُّونَ | sapan(lara) |
|
21 | عَنْ | -ndan |
|
22 | سَبِيلِ | yolu- |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | لَهُمْ | onlara vardır |
|
25 | عَذَابٌ | bir azab |
|
26 | شَدِيدٌ | çetin |
|
27 | بِمَا | dolayı |
|
28 | نَسُوا | unuttuklarından |
|
29 | يَوْمَ | gününü |
|
30 | الْحِسَابِ | hesap |
|
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ
يَٓا nida harfi, دَاوُ۫دُ münadadır. Müfred alem olup, damme üzere mebni mahallen mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ ‘dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
خَل۪يفَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru خَل۪يفَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Kalp fiillerinden olup, değiştirme anlamındadır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup mukadder istinâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فاحكم (Dikkat et ve hüküm ver) şeklindedir. Fiil cümlesidir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِالْحَقِّ car mecruru احْكُمْ ‘un failinin mahzuf haline mütealliktir. لَا تَتَّبِعِ atıf harfi وَ ‘la احْكُمْ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعِ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْهَوٰى mef’ûlü bih olup elif üzere mukaddder fetha ile mansubdur. Maksur isimlerdendir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel önceki nefyin masdarına matuf olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضِلَّ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يُضِلَّكَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَتَّبِعِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُضِلَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsûlun sılası يَضِلُّونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَضِلُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَضِلُّونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle عَذَابٌ ‘a mütealliktir. بِ sebebiyyedir.
نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَوْمَ zaman zarfı نَسُوا fiiline mütealliktir. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim, Allah Teâlâ’dır. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Konuşma; kendisine söylenecek sözün önemi ve bu söze ilgi çekmek için nida ile başlamıştır. (Âşûr)
Nidanın cevabı olan اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَعَلْنَاكَ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
جَعَلْنَاكَ fiiilinin mef’ûlü olan خَل۪يفَةً ‘deki tenvin, tazim ifade eder.
Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. Yani iyiliği emredip münkerden alıkoymak için seni hükümdar yaptık. Böylelikle senden önce geçmiş bulunan peygamberler ile salih önder ve yöneticilere halife olmanı sağladık. (Kurtubî, Âşûr)
فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Cümle, takdiri, تنبّه (Dikkat et) olan mukadder istinâfa matuftur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. بِالْحَقِّ car-mecruru, احْكُمْ fiilinin failinden, mahzuf hale mütealliktir.
النَّاسِ ile kasdedilen, onun memleketinin insanlarıdır. النَّاسِ ‘deki marifelik ahd veya örfi istiğrak içindir. (Âşûr)
بِالحَقِّ kelimesindeki بِ harfi mecazdır. الحَقُّ kelimesi alet yerine konmuştur. Bıçakla kesmek, asayla vurmak gibi kullanılmıştır. (Âşûr)
وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle, cümlenin öncesindeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَبِیلِ , şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ (Allah’ın yolu) ibaresinde tasrîhi istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş, müsteârun minh olan yol zikredilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ cümlesi ibhamdan sonra izah babında ıtnâbdır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir)
جَعَلْنَاكَ - اللّٰهِۜ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Umum ifade eden mevsûl, cezayı haketme sebebini belirtmek için gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti سَب۪يلِ ’e tazim ve teşrif ifade eder.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrîhi istiâre vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş, müsteârun minh olan yol zikredilmiştir.
لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğuna işaretin yanında tahkir ifade eder.
Nekre müsnedün ileyhin takdimi marifenin takdimine benzer. Ancak nekre ile ya cins ya da adet kastedilir. Dolayısıyla bunun takdiminde cinsin veya adedin tahsisi veya tekidi kasdedilir. Bunu da siyak ve hal karinesi belirler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. عَذَابٌ mevsuf/maksûr, لَهُمْ sıfat/maksûrun aleyhtir. Azap onlara tahsis edilmiştir.
لَهُمْ عَذَابٌ ‘daki لَ , tahsis içindir. (Âşûr)
شَد۪يدٌ , kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelmesi, mübalağa ifade eder.
Masdar harfi مَا ’nın sılası olan نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ cümlesi, masdar tevilinde olup başındaki harf-i cerle birlikte عَذَابٌ ‘a mütealliktir. Masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayet-i kerîme’de بِمَا نَسُوا cümlesindeki مَا masdariyye olup بنسيانهم tevilindedir. (Celâleyn Tefsiri)
يَوْمَ الْحِسَابِ۟ zarfı, نَسُوا fiiline müteallik olup hesap gününü unutmaları sebebiyle anlamındadır. Yahut لَهُمْ ifadesiyle alakalıdır ki, bu durumda anlam; (unutmalarından dolayı -ki unutma, Allah yolundan sapmalarıdır- onlar için kıyamet gününde şiddetli bir azap vardır) şeklinde olur. (Keşşâf)
يَضِلُّونَ - يُضِلَّكَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette tekrarlanan lafz-ı celâlde ıtnâb, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tecrid sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlânın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisâ/81)
يَضِلُّونَ - تَتَّبِعِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ cümlesiyle, يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِا للّٰهِۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Hoca, kimi öğrencisinin dalıp gittiği, kimisinin ise dinlediği dersini anlatıyordu. Herkesin dikkatini toplamak için çabalıyor ve dinlemeyenlerin de moralini bozmasına izin vermiyordu. Zira; kendisi de bir zamanlar öğrenci olmuştu ve dinlemediği birçok derste - zihni hayaller diyarında, bedeni sınıfın içinde - bulunmuştu.
Bazen önemli olan; aynı anda çok kişiye ulaşmak ya da çok iş başarmak değildi. Belki de asıl önemli olan; tek bir kişinin zihninde yeni kapılar açmak ya da tek bir işi tamamlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktı. Zira; o tek kişi ya da tek iş diye küçümsenenler, bereketlenerek yenilere kapı açacaktı. Gülümsedi ve dedi ki:
Allah’ın kelamında bildirdiği peygamberleri anın ve onları düşünün.
Kendisiyle beraber dağların ve kuşların Allah’ı tesbih ettiği hz. Davud’u anın. Hayatınızın her anında, Allah’ı anmanın önemini kalbinize yerleştirin ve bunu gerçekleştirmek için çabalayın. Yaratıcısını devamlı anan kul için dünyalık huzursuzluk sebebi yoktur. Zira; o kendisini Rabbine teslim etmiştir ve her zikirle beraber kendisine sıkıntı verenler küçüldükçe küçülür ve nefsin üzerindeki etkisi de kaybolur.
Kendisine ‘anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği verilmesi’ ifadesini düşünün. Bununla sahip olduğunuz her yeteneğinizin Allah’tan gelen bir lütuf olduğunu hatırlayın ve hamd edin. Tek bir tanesini bile kendinizden bilmeyin. Allah yolunda geliştirilmeyen ve O’nun rızası için kullanılmayan her yetenek değersiz olduğu gibi dünyanın süresi bittiğinde de kaybolup gitmeye mahkumdur.
Son olarak; hata yaptığınızı anladığınız anda ertelemeden tevbeye sarılın ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Farkına vardığınız yanlışlarınızda ısrar etmek için türlü bahanelere sarılmadan doğrusunun peşine düşün. Zira; kulun ne kadar ömrünün kaldığını ya da imanının ne halde olduğunu ancak Allah bilir. Aslında, Allah’a iman etmiş kul, bu tehlikeyi göze alamayacak kadar değerlidir.
Allahım! Bize yardım et ve bizi koru ki; rahmetinle ve izninle; yeryüzünde Sana layık halifeler olalım ve öylelerini de yetiştirelim. Hangi makama gelirsek gelelim ve hangi ünvana sahip olursak olalım (evde ya da işte); insanlar arasında adaletle hükmedelim. Nefsin isteklerine uymaktan ve Senin yolundan sapmaktan, Senin korumana ve affına sığınalım. Dünya hayatının sonunda hesap günü; yüzü ve gönlü nurun ile aydınlananlardan olalım.
***
Ardında ne bıraktı diye merak edildi. Belki malı mülkü vardı, belki de yoktu. Ufak yorumlarla öğrenilmeye çalışıldı. Önemli olan bu değildi. Dünyalıklar gelir geçerdi. Babasını düşünürken başını göğe kaldırdı. Şimdilik kimseyle paylaşmak istemediği, içine ömürler sığdırılmış son nasihatını kalbinde evirip çevirdi:
‘Yönün hep Allah’a dönük olsun!’
Namazını kılarken kıbleyi sorduğun ve orucunu açarken saate baktığın gibi bulunduğun her yerde ve yaşadığın her tecrübede: Allah’a dön. Çözüm bulmak ya da doğru seçim yapmak yerine sadece anlatmak isteyen nefsini sustur ve kendine şunu sor: Allah, kulu olarak benden ne ister? Ben, bu işte O’nun rızasını nasıl kazanırım?
Ancak o zaman nefsinin aşırı kaçan hallerinden korunursun. Dünyalıklara kafa yorup vakit kaybetmekten kurtulursun. Gafletten sıyrılır, uyanırsın. En doğru cevap Allah’ın hoşnutluğunu kazandıran seçeneklerde gizlidir, bilirsin. Kendin gibi ölümlülerden değil, Allah’tan istersin. Böylelikle her rolünü en doğru şekilde üstlenirsin.
‘Yönüm hep Allah’a dönük olsun!’
Ey her nefesimizin sahibi olan Allahım! Yönümüz hep Sana dönük olsun. Zihnimiz hep Seni düşünsün. Bedenimiz hep Sana çalışsın. Kalbimiz hep Seni ansın. Bulunduğumuz her anımızda ve yaşadığımız her tecrübemizde; bizi Sana yönelen ve Senin rızan için çabalayan kullarından eyle. Nefsani hırslarını bir kenara koyup, dünyayı seven benliğinden sıyrılıp, kalbiyle Sana koşanlardan ve huzura kabul edilenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji