20 Kasım 2025
Sâd Sûresi 27-42 (454. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâd Sûresi 27. Ayet

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ  ...


Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 خَلَقْنَا yaratmadık خ ل ق
3 السَّمَاءَ göğü س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve ne de
6 بَيْنَهُمَا ikisi arasındakileri ب ي ن
7 بَاطِلًا boş yere ب ط ل
8 ذَٰلِكَ bu
9 ظَنُّ zannıdır ظ ن ن
10 الَّذِينَ kimselerin
11 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
12 فَوَيْلٌ vay hallerine
13 لِلَّذِينَ kimselerin
14 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
15 مِنَ -ten dolayı
16 النَّارِ ateş- ن و ر

Yukarıdaki bölümün sonunda “hesap günü”nü unutmanın, yani âhirete ve oradaki büyük yargılamaya inanmamanın insanın ebedî hayatıyla ilgili doğuracağı tehlikeye dikkat çekilmişti. Burada ise âhiret hayatının gerçekliğinin aklî ve mantıkî gerekçesi ortaya konmaktadır. Buna göre Allah göğü, yeri ve ikisi arasındakileri yani evreni ve evrendekileri boş yere yaratmamıştır. Yaratılışın mutlaka bir anlamı, hikmeti, amacı vardır. İnsan davranışları bakımından bu amaç nihaî adaletin yerini bulmasıdır. Şu halde, inkârcıların zannettiklerinin aksine, bu dünyanın ötesinde yeni bir âlem ve yeni bir hayat olacak; bu dünyadaki inkâr ve kötülükleriyle cezayı hak edenler öteki dünyada “ateş” kavramıyla dile getirilen azapla cezalandırılacaktır. Bu dünyada inanıp erdemli ve yararlı işler yapanlarla yer yüzünde fesat çıkaranlar, günah işlemekten sakınanlarla günaha boğulanlar o dünyada asla bir tutulmayacak, herkes ilâhî adalete göre hak ettiği karşılığı bulacaktır. 28. âyette sorulu bir anlatım tarzının seçilmesi, bu sonucun kesinliğini vurgulama amacı taşır. 29. âyete göre Allah Teâlâ peygamberine kutsal kitabı Kur’an-ı Kerîm’i göndermiştir ki insanlar onu okuyup dinleyerek âyetleri üzerinde düşünsünler de doğru inanca ulaşmanın, erdemli ve yapıcı işlerle meşgul olmanın nihaî anlamda kendileri için tek kurtuluş yolu olduğunu anlasınlar. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 578

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمَٓاءَ ’ya matufur.  

Müşterek ismi mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ’la  الْاَرْضَ ’ya matuf olup mahallen mansubdur.  

بَيْنَهُمَا  zaman zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَاطِلاً  mef’ûlun mutlaktan naibtir. Takdiri, خلقا باطلا (Batıl bir yaratma) şeklindedir. بَاطِلاً  kelimesi sülasi mücerredi  بطل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ 

 

İsim cümlesidir.İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَنُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ

 

فَ  atıf harfidir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ النَّارِ  car mecruru  وَيْلٌ ’un mahzuf haberine mütealliktir. 

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayet, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَلَقْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

السَّمَٓاءَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilen, müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.

بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır. 

Ayetteki ilk  مَا  nefy harfi, ikinci  مَا  ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ  zikredildikten sonra ikisinin arasındakiler ifadesi hususun, umuma atfı babında ıtnâbtır.

بَاطِلاً  mahzuf masdar için sıfattır. Yani  خلقا باطلا (Batıl bir yaratma) demektir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Bu ayet haşr, neşr ve kıyametin vaki olacağına ve doğruluğuna delalet etmektedir. 

Bu dünya hayatından sonra, diğer bir dünyanın mevcudiyeti konusunda hüküm vermek sabit olur ki bu da haşrin, neşrin ve kıyametin mevcudiyetini kabul etmek demektir.

(Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, makablinde geçen yeniden diriliş, hesap ve ceza konuları için bir çeşit izahtır. (Ebüssuûd)


ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ , mübteda, tahkir ifade eden ism-i mevsûle muzaf olan  ظَنُّ , haberdir. Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzaf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Yaratılışın batıl olduğu düşüncesine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

ظَنَّ , iki zıt anlamı olan fiillerdendir. Hem ‘zannetti’ hem de ‘kesin olarak bildi’ demektir. Burada ‘zannetti’ anlamındadır. 

ذٰلِكَ  kainatın yaratılışının batıl olduğu düşüncesine işaret etmektedir;  ظَنُّ  da zannedilen anlamındadır; yani (gök, yer ve arasındakilerin yaratılışı boşunadır, bir hikmetten dolayı değildir.) düşüncesi inkârcıların kuruntusudur. (Keşşâf)


 فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ

 

Ayetin son cümlesi öncesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlunun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  وَيْلٌ  mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri de caizdir.

Mecrur mahaldeki  اَلَّذِينَ  ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

لِلَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cümle haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

مِنَ النَّارِۜ  car mecruru  وَيْلٌ ‘e mütealliktir.

مِنَ النَّارِۜ ‘deki  مِنَ  ibtidaiyyedir.  وَيْلٌ , azabın şiddetinden kinayedir. (Âşûr)

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara Suresi/79) 

لِلَّذ۪ينَ - كَفَرُوا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve  reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sâd Sûresi 28. Ayet

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ  ...


Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 نَجْعَلُ tutacağız ج ع ل
3 الَّذِينَ kimseleri
4 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
5 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
6 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
7 كَالْمُفْسِدِينَ bozgunculuk yapanlar gibi (mi?) ف س د
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 أَمْ yoksa
11 نَجْعَلُ tutacağız ج ع ل
12 الْمُتَّقِينَ muttakileri و ق ي
13 كَالْفُجَّارِ yoldan çıkanlar gibi (mi?) ف ج ر

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ   . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَجْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  نَجْعَلُ ‘nun birinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَمِلُوا  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الصَّالِحَاتِ  kelimesi  عَمِلُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.  

كَالْمُفْسِد۪ينَ  car mecruru  نَجْعَلُ ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  الْمُفْسِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  نَجْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  الْمُتَّق۪ينَ  birinci mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

كَالْفُجَّارِ  car mecruru  نَجْعَلُ ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir.

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

الْفُجَّارِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فجر  fiilinin ism-i failidir. 

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki munkatı’  اَمْ , inkârî hemze ve  بل  manasındadır.

اَمْ  munkatı’ olup içerdiği istifhamın manası da yadırgamadır. Kastedilen şudur: Eğer inkârcıların söylediği gibi, dünyada yapılanlar için bir karşılık batıl ise o zaman düzeltenler ile bozanların, takva sahipleri ile de günahkârların durumu Allah katında eşit olacaktır! Bu grupları eşit kabul eden biri de, ancak akılsızdır; bilge değildir. (Keşşâf)

Ayet-i kerîme’de geçen  اَمْ  lafzı, inkâr için olan hemze manasındadır. (Celâleyn Tefsirî) Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın lütfunu ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Yani ‘böyle bir şey olamaz, mümkün değil’ anlamındadır. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

نَجْعَلُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle, sıla cümlesine atfedilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Teşbih ve cer harfi  كَ  ile mecrur  كَالْمُفْسِد۪ينَ , amili  نَجْعَلُ  olan mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.  فِي الْاَرْضِۘ  ise  كَالْمُفْسِد۪ينَ ’ye mütealliktir.

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir.

Bu teşbih tesviye içindir. Bu sayılanların yeryüzünde aynı-eşit olmadıklarını ifade eder. Çünkü bu dünya hayatında gözlenen şey bu manadan farklıdır. Ahiret hayatındaki insanların yeniden dirilişten sonraki durumları açıklanmıştır. (Âşûr)  

اٰمَنُوا - الْمُفْسِد۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اٰمَنُوا - الْمُتَّق۪ينَ, ve  وَعَمِلُوا - نَجْعَلُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اٰمَنُوا  ve  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ - كَالْمُفْسِد۪ينَ  isim fiil arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Bu ayette, اٰمَنُوا - الْمُفْسِد۪ينَ ve الْمُتَّق۪ينَ - الْفُجَّارِ  kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. Bu, edebî sanatların en güzellerindendir.  


 اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki munkatı  اَمْ , inkârî hemze ve  بل  manasındadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Teşbih ve cer harfi  كَ  ile mecrur olarak gelen  كَالْفُجَّارِ , amili  نَجْعَلُ  olan mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. 

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir.  الْمُتَّق۪ينَ  müşebbeh, الْفُجَّارِ  müşebbehün bihtir.

 نَجْعَلُ - اَمْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْفُجَّارِ - الْمُفْسِد۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمُتَّق۪ينَ - الْفُجَّارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Sâd Sûresi 29. Ayet

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  ...


Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كِتَابٌ Kitab (ki) ك ت ب
2 أَنْزَلْنَاهُ onu indirdik ن ز ل
3 إِلَيْكَ sana
4 مُبَارَكٌ mübarek ب ر ك
5 لِيَدَّبَّرُوا düşünsünler diye د ب ر
6 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
7 وَلِيَتَذَكَّرَ ve öğüt alsınlar diye ذ ك ر
8 أُولُو sahipleri ا و ل
9 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

 

İsim cümlesidir.  كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هذا  (bu) şeklindedir. 

اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi  كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir.

مُبَارَكٌ  mahzuf mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

لِ  harfi,  يَدَّبَّرُٓوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir.  

يَدَّبَّرُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِيَدَّبَّرُٓوا ‘nun aslı  لِيَتَدَبَّرُٓوا ‘dur.  ت  harfi,  د ’e idgam edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

اٰيَاتِه۪  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir  هُ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  يَتَذَكَّرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir.  

يَتَذَكَّرَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اُو۬لُوا  kelimesi  fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti  و ’dır.  الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْزَلْنَاهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَدَّبَّرُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir.

لِيَتَذَكَّرَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ , takdiri  هذا (bu) olan mübteda için haberdir.  مُبَارَكٌ , ikinci haberdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ  cümlesi,  كِتَابٌ  için sıfat konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَنْزَلْنَاهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin, gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَاتِه۪  izafetinde ayetlerin  كِتَابٌ ‘a ait zamire izafesi, tazim ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  cümlesi masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

Kur’an’ın indirilme sebebinin “ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar” şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.  

يَتَذَكَّرَ - اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada geçen mübarek kelimesinin anlamına ilişkin İbn-i Abbas’tan gelen rivayetle bereketin her hayırda çokluk anlamında olduğunu belirtmektedir. (Meydânî, Tefsîr, III, 553)

Ayetin devamındaki  لِيَدَّبَّرُٓوا ‘nun aslı  لِيَتَدَبَّرُٓوا ‘dur. ت  harfi,  د ’e idgam edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

Sülasisi دبر  olan  يَدَّبَّرُٓوا  ve sülasisi ذكر  olan  يَتَذَكَّرَ  fiilleri  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüf (zorlanmak) tür. 

Mübarek, dinî ve dünyevî faydaları çok olan şey demektir. (Ebüssuûd)

Tedebbür: Sahibinin murad ettiği manaları bilmesini sağlayan tefekkür ve derin düşünmedir. Hatta bu az kelimeyle çok mananın ifade edildiği öyle bir kelamdır ki; kişi ne kadar çok tedebbür ederse ilk bakışta aklına gelmeyen pek çok mana aklına gelir. Buna en yakın örnek yukarıda geçen ve  وما خَلَقْنا السَّماءَ والأرْضَ وما بَيْنَهُما باطِلًا  sözüyle başlayıp أمْ نَجْعَلُ المُتَّقِينَ كالفُجّارِ  sözüne kadar devam eden 27. ayeti kerimedir. 

Tezekkür: Unutmuş olsa bile doğru olarak bildiğini hatırlamak ve gaflet edilmemesi gerekeni de zihinde canladırmak demektir ki önemli olan budur. Kur'an insanların güçlerinin yettiği kadar manaları üzerinde düşünmeleri ve kapalı yerlerini ortaya çıkarmaları için hazırlanmıştır. Ardı ardına gelen alimler ayetleri benzerleriyle birlikte ve içerdiği öğüt veya gafletten uyarıları hatılatsalar da Kur’an’daki sırların tamamına eremezler.

 
Sâd Sûresi 30. Ayet

وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ  ...


Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَهَبْنَا ve biz armağan ettik و ه ب
2 لِدَاوُودَ Davud’a
3 سُلَيْمَانَ Süleyman’ı
4 نِعْمَ ne güzel ن ع م
5 الْعَبْدُ kuldu ع ب د
6 إِنَّهُ şüphesiz o
7 أَوَّابٌ (Allah’a) yönelirdi ا و ب

Yukarıda Allah Teâlâ’nın Dâvûd’a çeşitli lutuflarda bulunduğu bildirilmişti. Burada ise belki de ona en büyük lutuf olmak üzere özellikle oğlu Hz. Süleyman’ın verildiği bildirilmektedir. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 580

وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir .Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لِدَاوُ۫دَ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline mütealliktir. 

دَاوُ۫دَ  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

سُلَيْمٰنَ  mef’ûlun bih olup gayrı munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


نِعْمَ الْعَبْدُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  نِعْمَ  sükun üzere mebnî mazi, camid fiildir.  الْعَبْدُ  fail olup lafzen merfûdur.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, سليمان- أو داود (Süleyman veya Davud) şeklindedir.


اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَوَّابٌ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  اَوَّابٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ 

 

وَ , istinafiyyedir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

وَهَبْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

لِدَاوُ۫دَ  kelimesi acemi alem olduğu için kesra yerine fetha almıştır. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 

 نِعْمَ الْعَبْدُۜ 

 

Ayetin ikinci cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil  نِعْمَ ’nin faili  الْعَبْدُ ‘dur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan  نِعْمَ ‘nin mahsusu, mahzuftur. Mahsusun takdiri;  سليمان - أو داود  (Süleyman veya Dâvûd) şeklindedir.

İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

نِعْمَ الْعَبْدُ  cümlesinde medhe konu olan kişi hazf edilmiştir. Süleyman (as)’ın bu şekilde övülmesine sebep olarak tövbe ile sürekli Allah’a dönen, O’na yönelen biri olması yahut tesbihi te’vîb eden, yani tekrar tekrar tesbih eden - zira her müevvib evvâbdır- bir kişi olması gösterilmiştir. (Keşşâf)


 اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  اَوَّابٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

[Ve biz Davud'a, Süleyman'ı lütfettik. O ne güzel kuldu! Çünkü o çokça dönen idi]  ayeti ile de Süleyman a.s dan söz edilmektedir. Çokça dönen, itaatkar anlamındadır. (Kurtubî)

 
Sâd Sûresi 31. Ayet

اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ  ...


Hani ona akşamüstü bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran çalımlı ve soylu atlar sunulmuştu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 عُرِضَ gösterilmişti ع ر ض
3 عَلَيْهِ kendisine
4 بِالْعَشِيِّ akşam üstü ع ش و
5 الصَّافِنَاتُ safin (görkemli) ص ف ن
6 الْجِيَادُ (saf kan Arap) atları ج و د

Tefsirlerde bu âyetlere, bizim tercih ettiğimizden oldukça farklı bir anlam daha verilmektedir. Buna göre söz konusu âyetlerin meâli şöyledir: Bir gün akşama doğru alımlı, soylu koşu atları Süleyman’ın önüne getirilmişti. Süleyman, “Ben mal sevgisini rabbimi anmaya tercih ettim (Mal sevgisi bana rabbimi anmayı, ikindi namazını kılmayı unutturdu)!” dedi. Artık güneş perdesinin arkasına çekilip gözden kaybolmuştu. Süleyman “Atları bana geri getirin” dedi; getirilince de (günah işlemesine sebep oldukları için) bacaklarını ve boyunlarını bir bir kestirmeye başladı.

Tefsirlerde her iki meâl istikametinde de yorumlar yer almaktadır. Ancak biz, bu ikinci meâli isabetli görmüyoruz. Çünkü öncelikle bir peygamberin, Allah’ı unutacak kadar kendisini mal sevgisine kaptırması, ayrıca çok sayıda (bazı rivayetlerde yirmi bin) atı katliamdan geçirecek kadar insafsız, kendi hatasının bedelini mâsum hayvanlara ödetecek kadar adaletten uzak olması mümkün değildir. Bu anlayışa bakılırsa Hz. Süleyman kendisini atların sevgisine kaptırmışken güneş batmış, ikindi namazının vakti geçmişti. Öncelikle âyette güneş kelimesi geçmiyor; atlardan söz edilirken mecazi bir ifadeyle onun / onların gözden kaybolduğu bildiriliyor (Burada “gözden kaybolma” anlamındaki “tevâret” fiilinin gizli öznesi tekil de çoğul da olabilir). Gözden kaybolanın atlar olması sözün akışına daha uygun düşmektedir. 

Öyle anlaşılıyor ki Süleyman’ın peygamber kişiliğiyle bağdaşmayan, bu sebeple de bizim tercih etmediğimiz yorumun aslı İsrâiliyat kaynaklıdır. Ayrıca hikayeye ikindi namazı gibi bazı İslâmî unsurlar da katılmıştır. Yahudi geleneğinde babası Dâvûd gibi Süleyman da bir kral olarak telakki edildiği için ona peygamberlikle bağdaştırılması imkânsız bu tür kötü isnatlarda bulunulmuş olabilir (bazı örnekler için bk. Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 11/1-10). İslâm inancında Dâvûd gibi Süleyman da peygamber olduğundan, peygamberler hakkında son derece yüceltici ifadeler kullanan Kur’an’da Süleyman’ın Allah’ı unutacak kadar mal tutkunu, zalim ve insafsız biri olarak tanıtılması mümkün değildir. Nitekim Kitâb-ı Mukaddes’in anılan bölümünde Hz. Süleyman’ın âhir ömründe ecnebi asıllı eşlerinin telkiniyle tek tanrı inancından saptığı, putlara taptığı bildirilirken Kur’an-ı Kerîm’de bu iddialar, “şeytanların uydurmaları” olarak nitelenmekte ve Süleyman hakkında böyle bir inancı benimseyen yahudiler eleştirilmektedir (Bakara 2/102). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 580-581

اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ

 

Fiil cümlesidir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri أذكر  olan mahzuf fiile mütealliktir. 

عُرِضَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عُرِضَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  عَلَيْهِ car mecruru  عُرِضَ  fiiline mütealliktir. 

بِالْعَشِيِّ  car mecruru  عُرِضَ  fiiline mütealliktir.  الصَّافِنَاتُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْجِيَادُۙ sıfat olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصَّافِنَاتُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صفن  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in, takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur.

Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan  عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

عُرِضَ fiili faile değil fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِالْعَشِيِّ , konudaki önemine binaen naib-i fail olan  الصَّافِنَاتُ ‘ye  takdim edilmiştir.

الْجِيَادُۙ  lafzı, الصَّافِنَاتُ ‘den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْعَشِيِّ - اِذْ  ve  الصَّافِنَاتُ - الْجِيَادُۙ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet-i kerîme’de geçen  الصَّافِنَاتُ  lafzı,  صافنة  kelimesinin çoğuludur.  صافنة ; üç ayağı üzerinde duran ve diğer ayağını tırnak ucu üzerinde bükük vaziyette tutan at demektir. Ayrıca  الْجِيَادُۙ  lâfzı da  جواد  kelimesinin çoğuludur. جواد ; safkan koşu yapan manasındadır. (Celâleyn Tefsiri)

الصَّافِنَاتُ , duruştaki güzelliği; الْجِيَادُۙ  da gidişteki güzelliği ifade ediyor. Şu halde arzda hem duruş gösterilmiş hem koşuş. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Sâd Sûresi 32. Ayet

فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠  ...


32-33. Ayetler Meal  :   
Süleyman, “Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim” dedi. Nihayet gözden kaybolup gittikleri zaman, “Onları bana geri getirin” dedi. (Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَالَ dedi ق و ل
2 إِنِّي muhakkak ben
3 أَحْبَبْتُ tercih ettim ح ب ب
4 حُبَّ sevgisini ح ب ب
5 الْخَيْرِ mal خ ي ر
6 عَنْ -tan (ötürü)
7 ذِكْرِ anmak- ذ ك ر
8 رَبِّي Rabbimi ر ب ب
9 حَتَّىٰ nihayet
10 تَوَارَتْ (atlar) gizlendi و ر ي
11 بِالْحِجَابِ perde ile ح ج ب

فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ ‘ dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اَحْبَبْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَحْبَبْتُ  sükun  üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

حُبَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْخَيْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَنْ ذِكْرِ  car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir.  رَبّ۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠

 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَوَارَتْ  mazi fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اَحْبَبْتُ  fiiline mütealliktir.   

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَارَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘ dir. Mahallen mansubdur. 

بِالْحِجَابِ۠  car mecruru تَوَارَتْ  fiiline mütealliktir. 

اَحْبَبْتُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

تَوَارَتْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  ورى ‘dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.

فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠

 

Ayet  فَ  ile önceki ayetteki … عُرِضَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Allah Teâlâ, Hz. Süleyman’ın sözlerini bildirmektedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir. Mef’ûlü mutlak olan  حُبَّ , cümleyi tekid etmiştir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen car-mecrur  عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ , failin mahzuf haline mütealliktir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبّ۪ي  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.  رَبّ۪ ’ye muzâf olması zikr için tazim ve teşrif ifade eder.

اَحْبَبْتُ - حُبَّ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠  cümlesi, mecrur mahaldedir.  حَتّٰى  ile birlikte  اَحْبَبْتُ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şayet   اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ  ifadesinin anlamı nedir?” dersen şöyle derim:  اَحْبَبْتُ  fiiline,  عَنْ harf-i ceri ile müteaddi olan fiilin anlamı katılmış ve adeta şöyle denmiştir: Rabbimi zikretmekten uzaklaşıp nimet sevgisine yöneldim. Yahut nimete olan sevgimi, Rabbimi zikretmenin yerine geçecek veya beni bundan müstağni kılacak bir amel kıldım. (Keşşâf)

Hazret-i Süleyman'ın, bunu tekid (اِنّ۪ٓ) ile ifade etmesi, itiraf ve pişmanlığının, sadece hayrı gerçekleştirmek için değil, fakat kalbî samimiyetinden doğduğunu belirtmek içindir. الْخَيْرِ , büyük mal, servet demektir. Burada ondan murad, kendisini, ibadetinden meşgul eden atlardır. Belki de, yapacağı hayır konusu oldukları için atları hayır olarak vasıflandırmıştır. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, “Hani ona öğleden sonra, o süratli koşu atları gösterilmiştir” buyurmuş, bunun peşinden de, “Nihayet bu atlar perdenin arkasına gizlenmişlerdi” demiştir. Zamiri, bahsedilen iki şeyden en yakın olana raci kılmak daha evlâdır. Bahsedilen iki şeyin en yakını ise, “O atlar”dır.  الْعَشِيِّ “öğleden sonra, akşamüstü” ifadesi ise, bu iki şeyden, zamire daha uzak olanıdır. Şu halde zamirin, atlara raci olması daha evlâdır. (Fahreddin er-Râzî)
Sâd Sûresi 33. Ayet

رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رُدُّوهَا getirin onları ر د د
2 عَلَيَّ bana
3 فَطَفِقَ sonra başladı ط ف ق
4 مَسْحًا okşamağa م س ح
5 بِالسُّوقِ bacaklarını س و ق
6 وَالْأَعْنَاقِ ve boyunlarını ع ن ق

  Meseha مسح :

  مَسْحٌ eli bir şey üzerinde gezdirmek ve ondaki izi silip yok etmektir. Bazen bu iki anlamdan biri kastedilerekte kullanılabilir.

  مَسْحٌ sözcüğü şer'i dilde (fıkıh literatüründe) suyu azaların üzerinde gezdirmektir.

  Deccal 'in Mesih مَسِيحٌ diye adlandırılmasının nedeni yüzünün iki yanından birinin düz olmasıdır.

  Hz. İsa'nın Mesih olarak adlandırılmasına gelince; bazıları yeryüzünde devamlı dolaşması, bazıları da vücudunda bir hastalık bulunan kişiyi eliyle sıvazladığında iyileşmesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere toplam 15  defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri mesh etmek, Mesih, timsah ve masaj (Arapçadan diğer dillere geçmiştir)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

رُدُّوهَا عَلَيَّۜ

 

Fiil cümlesidir.  رُدُّو  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيَّ  car mecruru رُدُّو  fiiline mütealliktir. 


فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  طَفِقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Şuru(başlama) fiillerindendir. İsmi müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Şurû (Başlama) Fiilleri: Bir işin başladığını ifade ederler. Türkçe’ye ‘başladı’ şeklinde tercüme edilirler. Yalnız mazi olarak kullanılır ve haberlerinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu fiillerden sadece  طَفِقَ  fiili Kur’an’da başlama manasında kullanılmıştır. Diğer fiiller Kur’an’da geçmekle beraber başlama fiili manasında kullanımına rastlanamamıştır. اَنْشَاَ جَعَلَ – اَخَذَ  fiillerinin başlama fiili anlamında kullanılmaları nadir de olsa hadislerde bulunmaktadır. Ancak Kur’an’da bulunmamaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَسْحاً  cümlesi  طَفِقَ ‘nın haberi olup mahallen mansubdur. مَسْحاً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri, يمسحها مسحا (Meshederek onlara dokunuyor) şeklindedir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِالسُّوقِ  car mecruru mahzuf  يمسح  fiiline mütealliktir.  الْاَعْنَاقِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

رُدُّوهَا عَلَيَّۜ

 

İstînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mekulü’l-kavlin devamı olan ayet fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şayet  رُدُّوهَا عَلَيَّۜ  [tekrar getirin şunları bana] sözü ne ile ilişkilidir?” dersen şöyle derim: Hazf edilmiş bir fiille ilişkilidir ve takdiri  قال ردوها عليها (Dedi ki: tekrar getirin şunları bana.) şeklindedir. Burada hem soru hem de cevabı gizlenmiştir; adeta biri; (Peki, Süleyman ne dedi?) diye sormuştur. Çünkü bağlam, böyle bir sorunun varlığını açıkça gerekli kılmaktadır. Zira Allah’ın peygamberlerinden biri, namaz vaktini geçirecek kadar dünya işleriyle meşgul olmuştur. (Keşşâf)


 فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ

 

Takdiri  فردّوها  (Onları getirdiler.) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilen cümle, nakıs fiil طَفِقَ ‘nın dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَطَفِقَ ‘nın takdiri  يمسحها  olan haberi, mahzuftur. مَسْحاً , bu mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. 

بِالسُّوقِ  car mecruru, mukadder fiil  يمسحها ‘ya mütealliktir.

طَفِقَ  fiili başlama (şurû) fiillerindendir. كان  ve benzerleri gibi isim ve haberin başına dahil olur. Başlama fiilleri, devamlı  أنْ ’siz gelen, bununla beraber masdar anlamı verilen muzari fiil cümleleridir. (Arap Dilinde Edatlar/Hasan Akdağ)

فَطَفِقَ مَسْحاً  cümlesi, “dokunmaya, yani bacak ve boyunlarına kılıçla dokunmaya, yani onları kesmeye başladı” demektir. Nitekim; bir kimse diğerinin boynunu kestiğinde “onun başına/tepesine dokundu” ve ciltçi kılıçla/bıçakla kitabın uçlarını kestiğinde “ciltçi kitaba dokundu” ifadeleri kullanılır. (Keşşâf)

Ebu Ubeyde’ye göre   فَطَفِقَ مَسْحاً , mecazdır ve dövmek-vurmak anlamına gelmektedir. Zemahşerî ve Ebu’l-Berakât en-Nesefî’ye göre, sıvazlamaya başladı - durdu” yani ayaklarını ve boyunlarını kılıçla kesmeye durdu anlamına gelmektedir. Bir kişi birinin boynunu vurduğunda  مَسْح عَلَيْ  denir. Beyzâvî bu görüşlere katılmakla birlikte zayıf görüş olarak bu ayetteki  فَطَفِقَ مَسْحاً  ifadesinin (asıl anlamında) (eliyle bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı) anlamında olabileceğini de zikretmektedir.

مَسْح  kelimesinin hakiki  anlamı, matlık, su, toz vb. üzerinde kalmasını istemediğimiz şeyleri izale etmek – gidermek için bir şeyin üzerini elle silmektir. Bu elle, bir bez veya elbiseyle yapılabilir.  مَسْح , mecazî olarak kılıçla vurmak anlamında kullanılabilmektedir. 

فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ  ayetinde kinaye vardır. Cenab-ı Allah, bacakları ve boyunları meshi kesmekten kinaye olarak ifade etmektedir. Bu belîğ bir kinayedir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz  Sanatları Açısından Meal Problemleri)
Sâd Sûresi 34. Ayet

وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ  ...


Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 فَتَنَّا denedik ف ت ن
3 سُلَيْمَانَ Süleyman’ı
4 وَأَلْقَيْنَا ve bıraktık ل ق ي
5 عَلَىٰ üstüne
6 كُرْسِيِّهِ tahtının ك ر س
7 جَسَدًا bir ceset ج س د
8 ثُمَّ sonra
9 أَنَابَ (bize) yöneldi ن و ب

Süleyman’ın sınavdan geçirilmesi ve tahtının üstüne ceset konulmasının ne anlama geldiği, Allah’tan bağışlanmasını dilemesine sebep olan hatasının ne olduğu konularında tefsirlerde yine İsrâiliyat türünden bazı rivayetler ve bir peygamberin kişiliğine yakışmayan hikâyeler bulunmaktadır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 156-159; Kurtubî, XV, 199-202). Fahreddin Râzî, “haşiv ehli”ne isnat ettiği bu rivayetleri kesinlikle asılsız saymaktadır. Râzî, kendisinin de katıldığı “ehl-i tahkik”in bu rivayetlere yönelttiği eleştirileri sıraladıktan sonra onların kabul edilebilir gördükleri ihtimalleri özetle şöyle açıklar: a) Hz. Süleyman, yeni doğan bir çocuğunu kötü güçlerden korumak için planlar düşünmekle birlikte Allah’a tevekkül etmeyi unuttuğu için korktuğu başına gelmişti; bu olay onun için bir sınavdı. Nitekim çocuğun cesedini tahtında görünce hatasının farkına varıp Allah’tan af dilemiştir. b) Bir hadise göre Hz. Süleyman, bir ara Allah yolunda savaşacak yiğit evlatları doğması için eşleriyle yatacağını söylemiş; fakat “inşaallah” demeyi unuttuğu için sadece bir kötürüm oğlu olmuş, böylece beklentisi gerçekleşmemişti (Buhârî, “Enbiyâ”, 40; Müslim, “Eymân”, 23). İşte Süleyman’ın sınavı bu olay olabilir. Buna göre onun Allah’tan af dilemesinin sebebi “inşaallah” demeyi unutmasıdır; tahtına ceset bırakılması ise temsilî bir anlatım olup doğan sakat çocuğa işaret eder. c) Hz. Süleyman’ın hastalıkla imtihan edildiği, hastalık yüzünden çok zayıflayıp tahtında âdeta ceset gibi göründüğü de düşünülebilir. d) Nihayet burada Süleyman’ın büyük bir felâket beklentisi içine girdiği, böyle bir kaygı ve korku yüzünden zayıflayıp âdeta cesede döndüğü anlatılmak istenmiş olabilir (XXVI, 208-209). 

Bize göre bu âyetlerde değinilen olayın mahiyetinden ziyade Kur’an’ın vermek istediği mesaj önemlidir. O mesaj da şudur: Hz. Süleyman gibi Allah’ın, “O ne iyi kuldu” diye övdüğü (30. âyet), kendi yanında kesin bir yakınlık derecesine sahip olduğunu bildirdiği (40. âyet) büyük bir peygamber ve çok güçlü bir hükümdar bile bazı sıkıntılarla veya hatalarla imtihan edilebilir ve edilmiştir. Şu halde Allah katındaki mânevî mertebesi ve dünyadaki gücü ne olursa olsun her insan Allah’ın yardımına, himayesine, affına ve keremine muhtaçtır; hiç kimse maddî gücüne, hatta mânevî mertebesine güvenerek kendisini Allah’tan bağımsız hissetmemeli, bu anlama gelebilecek bir tutum içine girmemelidir. Burada ayrıca şu hususlara da işaret edilmiştir: 1. İnsanın gönlü Allah ile birlikte olduğu, sorumluluğunu hissettiği sürece mal sevgisi kötü değildir, böyle insanlara değerli mallar dünya mutluluğu verdiği gibi onu veren Allah’ı daha çok anıp şükretmesine de vesile olacaktır. 2. Bir kimsenin, Hz. Süleyman gibi yeryüzünde hakkı, iyilik ve adaleti hakim kılma niyetiyle varlığını ve gücünü Allah yoluna adaması, mal ve iktidar sevgisinin kendisine Allah’ı unutturmasına izin vermemesi, hatalarını görüp hemen tövbe ve istiğfarla tamir etmesi, adalete riayet etmesi ve nefsinin zararlı isteklerine karşı dirençli olması şartıyla en yüksek seviyede siyasi güç ve iktidar istemesinde bir sakınca yoktur.

Hz. Süleyman’ın, “Benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık (mülk) ver bana” şeklinde çevirdiğimiz duasıyla Allah’tan siyasî iktidar değil, bir peygamber olarak yalnız kendisine mahsus olmak üzere mûcize gerçekleştirme gücü istediği de belirtilir. Nitekim arkasından ona verilen mûcizevî güçler anlatılmaktadır (bu ve başka yorumlar için bk. Râzî, XXVI, 209-210). 

وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istinâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. 

فَتَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَّا  fail olarak mahallen merfûdur. 

سُلَيْمٰن  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. اَلْقَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلٰى كُرْسِيِّه۪  car mecruru  اَلْقَيْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَسَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

ثُمَّ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَنَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. 

اَلْقَيْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

اَنَابَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ

 

وَ , istinâfiyyedir. Ayette mütekellim, Allah Teâlâ’dır. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً  cümlesi kasemin cevabına matuf olup müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

فَتَنَّا  ve  اَلْقَيْنَا  fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُرْسِيِّه۪ , konudaki önemine binaen, mef’ûl olan  جَسَداً ’e takdim edilmiştir.

جَسَداً ‘ deki tenvin nev içindir.

ثُمَّ اَنَابَ  cümlesi takdiri  فخرج سليمان فأنكره قومه  (Süleyman çıktı ve kavmi onu inkar etti.) olan mukadder istînafa matuftur. 

Sülasisi  نوب  olan  اَنَابَ  fiili,  اِفعال  babındadır.

ثُمَّ اَنَابَ [Sonra o döndü.] Yani yüce Allah'a dönüp tövbe etti. (Kurtubî)
Sâd Sûresi 35. Ayet

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ  ...


Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 اغْفِرْ affet غ ف ر
4 لِي beni
5 وَهَبْ ve ver و ه ب
6 لِي bana
7 مُلْكًا bir mülk (hükümdarlık) م ل ك
8 لَا
9 يَنْبَغِي nasib olmayan ب غ ي
10 لِأَحَدٍ hiç kimseye ا ح د
11 مِنْ
12 بَعْدِي benden sonra ب ع د
13 إِنَّكَ çünkü sensin
14 أَنْتَ sen
15 الْوَهَّابُ çok lutfeden و ه ب
Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor: “-Cinlerden bir ifrit dün üzerime gelerek namazımı bozmaya çalıştı. Ama Allah ona karşı bana kuvvet verdi. Ben de sabahleyin gelince hepimiz gözünüzle göresiniz diye onu yakalayıp mescid direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman peygamberin:’Rabbim, beni bağışla, ve bana öyle bir saltanat ver ki, benden başka hiç kimseye nasip olmasın ‘ dediği hatırıma gelince onu köpek gibi kovdum. (Buhari , Salât 75, Enbiya 40, Tefsir 38/2; Müslim, Mesacid 39).

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  Mekulü’l-kavli  رَبِّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Münada alem ise veya mütekellim  ي ’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اغْفِرْ ل۪ي ‘dir. اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir  أنت ‘dir. ل۪ي  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir.  هَبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir  أنت ‘dir. ل۪ي  car mecruru  هَبْ  fiiline mütealliktir.  مُلْكاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لَا يَنْبَغ۪ي  cümlesi  مُلْكاً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْبَغ۪ي  fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لِاَحَدٍ  car mecruru  يَنْبَغ۪ي  fiiline mütealliktir.  مِنْ بَعْد۪ي  car mecruru  لِاَحَدٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

يَنْبَغ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  بغى ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.


اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اَنْتَ  fasıl zamiridir.  الْوَهَّابُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْوَهَّابُ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret olmak üzere hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin sonundaki esre, mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبِّ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Süleyman, şan ve şeref kazanmıştır.

Nidanın cevabı olan  اغْفِرْ ل۪ي  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmesine karşın cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna ‘dua’ denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً  cümlesi, aynı üslupta gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مُلْكاً ‘deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ  cümlesi  مُلْكاً  için sıfattır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لِاَحَدٍ ‘deki tenvin, kıllet ve umum ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

Bu ayet, din işlerinin dünya işlerine takdim edilmesi gerektiğine delalet etmektedir. Çünkü Süleyman (as) ilk önce affını istemiş, daha sonra da mülk verilmesi talebinde bulunmuştur. Ayrıca bu ayet, Allah’tan mağfiret talebinde bulunmanın, dünyada çeşitli hayır kapılarının açılmasına vesile olduğuna da delalet etmektedir. Çünkü Süleyman (as), ilk önce bağışlanmasını talep etmiş, daha sonra da bunu, mülk talebinde bulunmaya vesile kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Hazret-i Süleyman'ın niyazında bağışlanma talebinin, hükümdarlık verilmesi talebinden önce zikredilmesi, peygamberlerin ve salihlerin geleneklerine uygun olarak din işlerine fazla ehemmiyet vermesinden ve bu niyazın icabet için daha etkili olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)


اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.  اَنْتَ , fasıl zamiridir. 

Fasıl zamiri, kasr ifade etmiştir. (Âşûr)

Mübteda ve haber arasındaki kasrda,  اَنْتَ  mevsuf/maksûrun aleyh,  الْوَهَّابُ  sıfat/maksûr olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Dua manasında, haberî üslupla gelen cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Hz. Süleyman, Allah’ın bilgisi dahilndeki bir haberi verirken  اِنّ۪ٓ  tekid edatı ve fasıl zamiri kullanmış ve muktezâ-i zâhirin hilafına bir üslup tercih etmiştir. Ancak Hz. Süleyman’ın, haberi tekid edatıyla pekiştirerek vermesi, durumunun kendi ruhunda bıraktığı tesiri belirtmek üzere, içinde bulunduğu ruh halinin yansımasıdır. Bu yönüyle haber muktezâ-i zâhirden çıksa da, muktezâ-i hale mugayir değildir. Maksat, Allah Teâlâ’ya haber vermek değil, onun merhametini harekete geçirmektir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَبْ - الْوَهَّابُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Sâd Sûresi 36. Ayet

فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ  ...


Biz de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَخَّرْنَا biz boyun eğdirdik س خ ر
2 لَهُ ona
3 الرِّيحَ rüzgarı ر و ح
4 تَجْرِي eserdi ج ر ي
5 بِأَمْرِهِ onun buyruğuyla ا م ر
6 رُخَاءً tatlı tatlı ر خ و
7 حَيْثُ yere ح ي ث
8 أَصَابَ istediği ص و ب

فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  سَخَّرْنَا  fiiline mütealliktir. 

الرّ۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَجْر۪ي  cümlesi  الرّ۪يحَ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَجْر۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  بِاَمْرِه۪  car mecruru  تَجْر۪ي ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رُخَٓاءً  kelimesi  الرّ۪يحَ ‘nın hali olup fetha ile mansubdur. 

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki تَجْر۪ي fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.  اَصَابَۙ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir

سَخَّرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَصَابَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki … قَالَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

سَخَّرْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَخَّرْنَا ‘ya müteallik olan car mecrur  لَهُ , ihtimam için, mef’ûl olan  الرّ۪يحَ ’ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ  cümlesi  الرّ۪يحَ ‘nın halidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

رُخَٓاءً  kelimesi  الرّ۪يحَ ‘den haldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelen  اَصَابَ  cümlesiتَجْر۪ي  fiiline müteallık olan mekân zarfı  حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir.

سَخَّرْنَا - بِاَمْرِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sâd Sûresi 37. Ayet

وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ  ...


37-38. Ayetler Meal  :   
Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالشَّيَاطِينَ ve şeytanları ش ط ن
2 كُلَّ her ك ل ل
3 بَنَّاءٍ bina ustasını ب ن ي
4 وَغَوَّاصٍ ve dalgıcı غ و ص

وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ

 

 

الشَّيَاط۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la önceki ayette  geçen  الرّ۪يحَ ‘ye matuftur. 

كُلَّ  kelimesi  الشَّيَاط۪ينَ ‘den bedeldir.  بَنَّٓاءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

غَوَّاصٍ  kelimesi atıf harfi و ‘la  بَنَّٓاءٍ ‘e matuftur

غَوَّاصٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ

 

Önceki ayetin devamı olan ayette  الشَّيَاط۪ينَ  kelimesi  الرّ۪يحَ ‘ya atfedilmiştir.  كُلَّ بَنَّٓاءٍ  izafeti, الشَّيَاط۪ينَ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

بَنَّٓاءٍ  ve  غَوَّاصٍۙ  kelimelerindeki tenvin; tazim, nev ve kesret ifade eder.

كُلَّ بَنَّاءٍ  kelimesi الشَّيَاط۪ينَ  lafzından bedeldir. (Bundan sonra gelen) وَاٰخَرٖينَ de كُلَّ بَنَّاءٍ  kelimesine matuftur. Buradaki bedel, “bedel-i kül mine’l-kül”dür. Yani, “O şeytanlar, Hz. Süleyman’a dilediği binayı yapıyorlardı. Onun için denize dalıyor ve inciler çıkarıyorlardı”  demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Sâd Sûresi 38. Ayet

وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخَرِينَ ve başka (şeytan)ları ا خ ر
2 مُقَرَّنِينَ birbirine bağlanmış ق ر ن
3 فِي
4 الْأَصْفَادِ zincirlerle ص ف د

وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ

 

اٰخَر۪ينَ  atıf harfi  و ‘la önceki ayette geçen  كُلَّ ‘ye matuftur. 

مُقَرَّن۪ينَ  kelimesi  اٰخَر۪ينَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الْاَصْفَادِ  car mecruru  مُقَرَّن۪ينَ ‘ye mütealliktir.

وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ

 

اٰخَر۪ينَ  lafzı  كُلَّ  َّkelimesine matuf olup, bedel yani bedel-i kül minel-kül hükmündedir. (Keşşâf)

مُقَرَّن۪ينَ  kelimesi  اٰخَر۪ينَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الْاَصْفَادِ  car mecruru  مُقَرَّن۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

Yani ‘’Biz ona azgın şeytanları da müsahhar kıldık, emrine verdik. Öyle ki onları demir zincir ve bukağılara bağlamıştı.’’ (Kurtubî)

Burada  بِالاصْفَادِ  değil  فِى اْلاَصْفَادِ  yani “esfad ile çatılmış” değil, “efadda birbirlerine çatılmış” denilmekle bukağı manasına olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki kötülük ve bozgunculuklarına meydan verilmeyecek bir şekilde sıkı bir takip altına alınmışlardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Sâd Sûresi 39. Ayet

هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...


“İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذَا bu
2 عَطَاؤُنَا bizim ihsanımızdır ع ط و
3 فَامْنُنْ artık dilediğine ver م ن ن
4 أَوْ veya
5 أَمْسِكْ verme م س ك
6 بِغَيْرِ yoktur غ ي ر
7 حِسَابٍ hesabı ح س ب

هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَطَٓاؤُ۬نَا  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت أن تمنن فامنن (İyilik yapmak istersen yap) şeklindedir.  

امْنُنْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

اَمْسِكْ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْسِكْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِغَيْرِ  car mecruru  عَطَٓاؤُ۬نَا  kelimesine mütealliktir.  حِسَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim, Allah Teâlâ’dır. Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek önemini vurgular, tazim ifade eder. İşaret isimlerinde tecessüm özelliği vardır.

عَطَٓاؤُ۬نَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olması  عَطَٓاؤُ۬  için tazim ve teşrif ifade eder. Ayrıca müsned, izafetle gelerek kısa yoldan çok şey ifade etmiştir.

Allah’ın ihsan’ının  هٰذَا  ile işaret edilmesinde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)


فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَامْنُنْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Takdiri,   إن أردت أن تمنن [İyilik yapmak istersen yap] olan mahzuf şartın cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi îcâzı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ  cümlesi, aynı üslupta gelerek  اَوْ  atıf harfiyle öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

بِغَيْرِ حِسَابٍ  car mecruru,  امْنُنْ  ve  اَمْسِكْ  fiillerinin failinin mahzuf haline mütealliktir. mütealliktir. 

فَامْنُنْ  cümlesiyle,  اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

عَطَٓاؤُ۬ - اَمْسِكْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, امْنُنْ - عَطَٓاؤُ۬  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sâd Sûresi 40. Ayet

وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟  ...


Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 لَهُ onun için vardır
3 عِنْدَنَا bizim yanımızda ع ن د
4 لَزُلْفَىٰ bir yakınlık ز ل ف
5 وَحُسْنَ ve güzel ح س ن
6 مَابٍ bir gelecek ا و ب

وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟

 

Cümle 36. Ayetteki  فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  لَهُ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf hale mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)  

زُلْفٰى  kelmesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. زُلْفٰى  maksur isimlerdendir. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حُسْنَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  مَاٰبٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟

 

Ayet, 36. ayetteki  فَسَخَّرْنَا ‘nın failinin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler;  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mukaddem haberine mütealliktir.  زُلْفٰى  kelimesi,  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِنْدَنَا  izafeti  عِنْدَ ‘yi tazim içindir.

Az sözle çok anlam ifade eden  حُسْنَ مَاٰبٍ  izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur.

زُلْفٰى ; maksur isimdir.  مَاٰبٍ  kelimesinin nekra oluşu tazim ve nev ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet 25. ayetin tekrarıdır, fakat iki ayette farklı kişilerden bahsedilmektedir. 25. ayette Davud (as), bu ayette ise Süleyman (as) söz konusudur. İki ayet arasında tekrir ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Sâd Sûresi 41. Ayet

وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ  ...


(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرْ ve an ذ ك ر
2 عَبْدَنَا kulumuz ع ب د
3 أَيُّوبَ Eyyub’u
4 إِذْ hani
5 نَادَىٰ seslenmişti ن د و
6 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
7 أَنِّي bana
8 مَسَّنِيَ dokundurdu م س س
9 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
10 بِنُصْبٍ bir yorgunluk ن ص ب
11 وَعَذَابٍ ve azab ع ذ ب

Hz. Eyyûb’un sabrı Hz. Muhammed’e ve ümmetine örnek gösterilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te anlatıldığına göre (Eyub, 1/1-8) Eyyûb’un yedi oğlu, üç kızı vardı; ayrıca çok büyük bir servete sahipti. Fakat Allah onu büyük bir imtihana tâbi tuttu, Eyyûb çocuklarını ve servetini kaybetti, ağır bir hastalığa tutuldu, bütün bedenini çıban sardı. Nihayet Eyyûb sabrıyla imtihanı başardığını ispatlayınca, Allah da onun hastalığını iyileştirdiği gibi kaybettiklerinin yerine iki mislini verdi; böylece Eyyûb yeni evlâtlara ve büyük servete sahip oldu. “Ve bundan sonra yüz kırk yıl daha yaşadı ve oğullarını ve torunlarını gördü, dört göbek” (Eyub, 1/1-8; 42/10-17).

Müfessirlerin çoğunluğunun yorumunu dikkate alarak, “Şeytan bana sıkıntı ve acı vermektedir” diye çevirdiğimiz 41. âyetteki cümleyi İbn Âşûr, “Şeytan, hastalıktan çektiğim meşakkat ve acıyı kullanarak bana vesvese veriyor, hastalığı veren Allah’a karşı beni isyana zorluyor” veya “Hastalığın meşakkat ve acısı yanında bir de şeytanın vesvesesiyle uğraşıyorum!” şeklinde anlamanın daha isabetli olacağını belirtir (XXIII, 270). Eyyûb’un bu sızlanması, şeytandan gelen ve kendisini isyan etmeye zorlayan psikolojik baskıdan sıkıntı çektiğini ve bu baskıya karşı savaş verdiğini göstermektedir. 42. âyete göre Allah Eyyûb’un şifa bulmasını murat edince, ayağını yere vurmasını buyurdu; böylece yerden şifalı bir su fışkırdı. Âyette suyun “yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” şeklinde tanıtılması, Eyyûb’un bu sudan hem içerek hem de yıkanarak şifa bulduğuna işaret etmektedir. 

Eyyûb’un eşi, hastalığı süresince ona hizmetten bir an bile geri durmamıştı. Fakat bir defasında üzüntüsü yüzünden Eyyûb’u isyana teşvik eden bazı sözler söylemiş, buna canı sıkılan Eyyûb da iyileştiği zaman ona yüz sopa vurarak cezalandıracağına yemin etmişti. Ancak kadının maksadı kötü olmadığı, Eyyûb da sadakatinden ve hizmetinden dolayı onu çok sevdiği için 44. âyette Allah Teâlâ Eyyûb’a bu cezayı sembolik bir şekilde uygulama yolunu göstermiştir. Bu olay, cezadan maksadın, insanlara acı çektirmek değil, düzeni ve asayişi korumak, haksızlıkları engellemek olduğunu; uygulamada suçlunun özel durumunun, iyi halinin göz önüne alınması gerektiğini hatırlatması bakımından da önem taşımaktadır.

وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  عَبْدَنَٓا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَيُّوبَ  kelimesi  عَبْدَنَٓا ‘dan atfı beyan olup fetha ile mansubdur.

اِذْ  zaman zarfı,  عَبْدَنَٓا ‘dan bedel olup mahallen mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذْ): Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceriyle birlikte  نَادٰى  fiiline mütealliktir. Takdiri,  بأنّي مسّني الشَّيْطَانُ  (şeytanın  dokunması sebebiyle) şeklindedir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  ي  mütekellim zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

مَسَّنِي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. بِنُصْبٍ  car mecrur  مَسَّنِي  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَابٍ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

نَادٰى  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  ندى ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … نَادٰى رَبَّهُٓ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. 

اِذْ  zaman zarfı mahzuf bir fiile müteallık veya  اَيُّوبَۢ ’den bedel-i iştimâldir.

عَبْدَنَٓا - رَبَّهُٓ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَيُّوبَ ’ye ait zamirin,  رَبَّ  lafzına izafeti, Hz. Eyyub’a tazim ve teşrif ifade eder.

Veciz anlatım kastıyla gelen  عَبْدَنَٓا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olan  عَبْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اَيُّوبَۢ  kelimesi  عَبْدَنَٓا ’nın atf-ı beyanıdır. Yani [kulumuz Eyyûb’u…] اِذْ  (hani) ise  اَيُّوبَۢ ’dan bedel-i iştimaldir. Arkadan gelen  اَنّ۪ي مَسَّنِيَ  ifadesi ‘bana ilişmesinden dolayı’ demek olup Hazret-i Eyyub’un neden yakardığını ifade eden sözü aktarılmaktadır; aktarma olmasa idi, “ona ilişmesinden…” derdi; zira Eyyûb bu anlatımda üçüncü şahıstır. (Keşşâf)

Tekid ve masdar harfi  اَنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ

 , masdar tevilinde, mukadder  بِ  harf-i ceriyle birlikte  نَادٰى  fiiline mütealliktir. Takdiri,  بأنّي مسّني الشَّيْطَانُ  (şeytanın  dokunması sebebiyle) şeklindedir.

Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنّ۪ ’nin haberi  مَسَّنِيَ  şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat ve temekkün ifade etmiştir.

‘’Bana Şeytan dokundu’’ ifadesi mecazî isnadtır. 

وَعَذَابٍۜ - بِنُصْبٍ  kelimelerindeki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ  cümlesinde edebe riayet vardır. Çünkü Eyyûb (as), edep olsun diye zararı şeytana isnad etmiştir. Halbuki hayır da şer de Allah'ın eliyledir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

عَذَابٍ , acı anlamındadır. Hazret-i Eyyûb hastalığını ve hastalığında katlandığı çeşitli sıkıntıları kastetmektedir. Şöyle de denilmiştir:  ضُرّ  bedende,  عَذَابٍ  ise çoluk-çocuk ve mal kaybında söz konusudur. (Keşşâf)

نُصْبٍ  meşakkat, bedende zahmet, azapta acı, mal ve evlat acısıyla tefsir edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bil ki, Hz. Eyyûb (as)’da iki tür meşakkat ve sıkıntı bulunuyordu:

a)  Eyyûb (as)’ın bedenini saran, o acılar ve hastalıklar, şeytanın fiilinden dolayı meydana gelmiştir.

b)  Bedenindeki şiddetli acılar ve sızılar... Bu iki tür sıkıntı onda tahakkuk edip meydana gelince, şüphesiz Cenab-ı Hak bunu beyan için, ayette şu iki lafzı,  نُصْبٍ ve عَذَابٍ kelimelerini getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Sâd Sûresi 42. Ayet

اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ  ...


Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ارْكُضْ (yere) vur ر ك ض
2 بِرِجْلِكَ ayağını ر ج ل
3 هَٰذَا (işte) bu
4 مُغْتَسَلٌ yıkanacak غ س ل
5 بَارِدٌ serin (bir su) ب ر د
6 وَشَرَابٌ ve içilecek ش ر ب

  Berade برد : 

  بَرْدٌ sözcüğü temelde sıcaklık anlamına gelen حَرّ 'ın zıddıdır. Soğuk olmak, soğukluk ve soğuk anlamına gelir.

  بَرَدٌ havada soğuyup katılaşan yağmurdur (dolu).

  Uykuya بَرْدٌ  denmesinin nedeni ise uyuyan kimsenin رucudunda meydana gelen zahiri soğukluk ya da onda ortaya çıkan sukunet ve hareketsizlik halidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 5 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri burûdet (soğukluk), berdelacuz (kışın sonundaki en soğuk beş gün), kaside-i bürde ve işari olarak gabardindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ  mukadder sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri, قلنا  (dedik) şeklindedir.

اُرْكُضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  بِرِجْلِكَ  car mecruru  اُرْكُضْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ

 

İsim cümlesidir.  هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ  mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri, فقلنا هٰذَا مُغْتَسَلٌ (Bu; yıkanılacak sudur dedik) şeklindedir. 

هٰذَا  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُغْتَسَلٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

بَارِدٌ  kelimesi  مُغْتَسَلٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.  شَرَابٌ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَارِدٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  برد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ

 

Ayette îcâz-ı hazf sanatı vardır.  اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ  cümlesi, takdiri  قلنا (dedik) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mekulü’l-kavle dahil olan  هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ  cümlesi, takdiri  قلنا (dedik) olan diğer bir mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki iki cümle arasında meskutun anh mevcuttur. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilen ayetlere yoğunlaştırmak ve onları tazim ve teşrif etmek içindir.

بَارِدٌ  ve  شَرَابٌ  kelimeleri  مُغْتَسَلٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Suyun “yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” şeklinde özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Ayette suyun “yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” şeklinde tanıtılması, Eyyûb’un bu sudan hem içerek hem de yıkanarak şifa bulduğuna işaret etmektedir.

 
Günün Mesajı
Süleyman (aleyhisselâm) bunu Peygamberliğine ve mucizelerine bir delil olması için istemiştir. «Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver.» derken, böyle bir hükümdarlık ve saltanatın başkasına da verilmesini kıskanmamış, ancak böyle bir mesuliyetin altından kalkamayarak Allah'a asi olurlar korkusu ile «benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver» demiştir. Allah'ın seçkin kulları hiçbir zaman başkalarına verilen saltanata ve hükümdarlığa karşı asla kıskançlık duymazlar. Nefisleri için de bir şey istemezler, her şeyi ümmetleri için- arzu ederler. (Semerkandi Tefsiri)
Yani bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona nâil olup öldükten sonra Dünya mülkünün vefası olsa idi Süleyman'a olurdu denilsin de kimsenin Dünya mülküne hırs-u rağbeti yaraşık almasın. Bu da güzel bir yorumdur. Fakat biz öyle anlıyoruz ki, Süleyman aleyhisselâmın asıl maksadı fâni olan Dünya mülkü değil Âhiret mülkünü istemektir. (Elmalılı tefsiri)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hoca dersine devam ediyordu: Allah’ın emrine itaat edin ve hz. Davud’la beraber hz. Süleyman’ı da anın ve düşünün. Allah Teâlâ, kelamında: ‘biz Davud’a, Süleyman’ı ihsan ettik’ buyurdu. Eğer bir insanın iyi bir evladı varsa, bu kişinin kendisinden dolayı değildir; Allah’a şükür sebebidir. İstediği gibi bir evladı yoksa da; imtihan sebebidir. Günümüzde çok okunan, insanla alakalı kitapların büyük bir kısmı, Batı dünyasından gelmektedir ve bir kısmında şöyle bir yanılgı vardır: her şeyi kontrol edebiliriz ve kendimizi rahatlatmak için birilerini suçlayabiliriz. Halbuki; İslam dini bize şunları öğretir. Dünyada hangi role bürünürsen bürün: Allah rızası için bürün ve elinden geleni yap. Elinden geleni yapıyor olman mükemmel olacağın anlamına gelmediği gibi bu dünyada meyvesini yiyeceğin anlamına da gelmez. Her şeyin kontrolü Allah’a aittir. Eğer; evladından ya da yakınından dolayı bir sıkıntı hali içindeysen, imtihan dünyasında olduğunu hatırla. Suçu kime atalım oyunuyla zamanını harcama. Allah Teâlâ, tek bir anı sana imtihan sebebi kılmayı dilediyse, bütün dünya bir araya gelse bile mani olamaz. Dünyada gördüğünüz ve görmediğiniz her şey bir düzen içinde yaratılmıştır. Hepsinin ardında, anladığımız ya da anlamadığımız sebepleri, elbette ki vardır. Ancak her konuda sebep avına çıkmak fayda sağlamaz. Özellikle de, zamanı geri sarıp değiştirme gücüne sahip olmadığınız anlar ve olaylar böyledir. Asıl önemli olan farkettiğiniz gerçeğe bakış açınızı değiştirmektir. İnsan ısrarla suyu bulanıklaştırsa da; İslam dini nettir: her anında Allah’a yönel ve O’nun için yaşamaya - O’nun yolunda yürümeye devam et. Velhasılı kelam; sebeplerin varlığı bazı konularda hayatımızı kolaylaştırırken ya da şükrümüzü arttırırken; bazı meselelerde ise bizi vesvese çukuruna çağırır ve halimizi daraltmaktan ya da nefsimizi oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Allah’tan başka herhangi bir sebebe sıkıca tutunmak ise faydadan çok zarar verir. Ey Rabbim! Bizi, sahip olduğumuz her şeyin Senden geldiğini bilenlerden ve yalnız Sana hamd edenlerden eyle. Hayatımızın her anında ve attığımız her adımda; yalnız Sana dayanırken ve güvenirken, yarattığın sebepleri sadece bir araç olarak kullananlardan eyle. Nefsimizin övgüleri sahiplenmesinden ya da kendimizdeki kusuru örtmek hevesiyle bir sebebe tutunarak, bir başkasını suçlamaktan Sana sığınırız. Dünya nimetlerinden hamd ile faydalananlardan; Kalbini dünya nimetlerinin sevgisi ile değil, onları yaratan Allah’a olan iman ve muhabbet ile dolduranlardan olmak duasıyla.

Amin. 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji