بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَوَهَبْنَا | ve armağan ettik |
|
2 | لَهُ | ona |
|
3 | أَهْلَهُ | ailesini |
|
4 | وَمِثْلَهُمْ | ve bir eşini |
|
5 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
6 | رَحْمَةً | bir rahmet olarak |
|
7 | مِنَّا | bizden |
|
8 | وَذِكْرَىٰ | ve bir ibret olarak |
|
9 | لِأُولِي | sahiplerine |
|
10 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
وَهَبْنَا لَهُٓ cümlesi atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, كشفنا ما به (Olan şeyi açtık) şeklindedir. Fiil cümlesidir. وَهَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُٓ car mecruru وَهَبْنَا fiiline mütealliktir. اَهْلَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِثْلَهُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَعَ mekân zarfı مِثْلَهُمْ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَحْمَةً mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. مِنَّا car mecruru رَحْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذِكْرٰى atıf harfi وَ ‘la رَحْمَةً ‘e matuftur. ذِكْرٰى maksur isimlerdendir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِاُو۬لِي car mecruru ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَلْبَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Ayet, takdiri كشفنا ما به [Olan şeyi açtık] olan mukadder istînâfa وَ ’la atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
وَهَبْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُٓ , ihtimam için mef’ûl olan اَهْلَهُ ’ya takdim edilmiştir.
مَعَ mekân zarfı, مِثْلَهُمْ ’un mahzuf haline, مِنَّا car mecruru ise رَحْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
ذِكْرٰى , mef’ûlün lieclih olan رَحْمَةً ‘e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ car mecruru ذِكْرٰى ’ya mütealliktir.
ذِكْرٰى ve رَحْمَةً ’deki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder.
El-Hasen şöyle der: Yüce Allah ailesini helak ettikten sonra tekrar diriltmiştir. ”Hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık" tan maksat Eyyûb (as)'ın daha önceki çocuklarının bir katı daha fazladan kendisine ihsan edilmesidir. (Ruhu’l Beyan)
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَخُذْ | ve al |
|
2 | بِيَدِكَ | eline |
|
3 | ضِغْثًا | bir demet sap |
|
4 | فَاضْرِبْ | ve vur |
|
5 | بِهِ | onunla |
|
6 | وَلَا | ve asla |
|
7 | تَحْنَثْ | yeminini bozma |
|
8 | إِنَّا | gerçekten biz |
|
9 | وَجَدْنَاهُ | onu bulmuştuk |
|
10 | صَابِرًا | sabreden (bir kul) |
|
11 | نِعْمَ | ne güzel |
|
12 | الْعَبْدُ | kuldu |
|
13 | إِنَّهُ | o daima |
|
14 | أَوَّابٌ | (bize) başvururdu |
|
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ
خُذْ بِيَدِكَ cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ..قلنا (dedik) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. خُذْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِيَدِكَ car mecruru ضِغْثاً ‘in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ضِغْثاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِه۪ car mecruru اضْرِبْ fiiline mütealliktir. لَا تَحْنَثْ atıf harfi وَ ‘la اضْرِبْ ‘e matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْنَثْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
وَجَدْنَاهُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. صَابِراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.Kalp fiillerinden olup,değiştirme anlamındadır.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نِعْمَ الْعَبْدُۜ
نِعْمَ camid fiil olup, medih fiillerindendir. الْعَبْدُۜ fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahfuzdur. Takdiri, Eyyüb şeklindedir.
اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَوَّابٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اَوَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ
Ayette îcâz-ı hazf sanatı vardır. Ilk cümle, takdiri قلنا (dedik) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Aynı üslupta gelen اضْرِبْ بِه۪ cümlesi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Nehy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَحْنَثْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, فَاضْرِبْ بِه۪ cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
İşte Allah, bununla vurmasını emir buyurdu, çünkü bununla da yemin yerine getirilmiş olur. Allah, Hazret-i Eyyûb'un karısının, kendisine güzel hizmetinden ve onun da, karısından razı olmasından dolayı her ikisine rahmet olarak bu ruhsatı meşru kılmıştır. Bu ruhsat hala bakidir. Ancak bu yüz sapın her biri, ya baş tarafıyla, yahut gövdesiyle vurma şeklinde vurulana isabet etmesi lazımdır.(Ebüssuûd)
ضِغْثاً ; demet, deste. Deniliyor ki, bir hadise dolayısıyla eşine yüz değnek vurmaya yemin etmişti. Böylece bir demet yaparak vurmakla yeminin yerine geleceği kendisine ruhsat olarak gösterilmiş, şer'î ceza ve yeminlerde bu, "Eyyub ruhsatı adıyla baki kalmıştır." Ayette ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için daha geniş manalara ihtimali vardır. Bizim kanaatimizce bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmıyor, eli altında bir cemaat kurulması gerektiğini de anlatmış bulunuyor. (Elmalılı)
اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
وَجَدْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
وَجَدْنَاهُ fiilinin mef’ûlü olan صَابِراًۜ ‘daki tenvin kesret ve tazim içindir.
نِعْمَ الْعَبْدُۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil نِعْمَ ’nin faili الْعَبْدُ ‘dur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan نِعْمَ ‘nin mahsusu, mahzuftur. Mahsusun takdiri; سليمان - أو داود şeklindedir.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
“O ne iyi bir kuldu” ile Eyyüb (as) kastedilmektedir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan اَوَّابٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetteki son iki cümle, 30. ayetteki cümlelerin tekrarıdır. Fakat bu ayette Eyyub (as)’dan diğer ayette Süleyman (as)’dan bahsedilmektedir.
Bu cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ [O ne güzel kuldu! Çünkü o çokça dönen idi] ayeti ile de Eyyub (as)'dan söz edilmektedir. اَوَّابٌ , çokça dönen, itaatkar anlamındadır. (Kurtubî)وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
Mekke putperestlerinin İslâm davetini reddetmedeki akıl almaz ısrarları ve küstahça davranışları karşısında Hz. Peygamber’e geçmiş peygamberlerin ve diğer sâlih kulların güçlü iradeleri, basiretli tutumları hatırlatılmaktadır. Onlar, dünyada sıkıntı çekseler bile âhiret yurdunu asla unutmadıkları için Allah kendilerini günahlardan arındırmış, ruhlarını ismet (günahsızlık) sıfatıyla donatmış; bu sayede Allah katında seçkinler ve iyiler arasında yer almışlardır. Bu âyetlerin ifadesine göre anılan şahsiyetler şu üç değerli lutfa mazhar olmuşlardır: a) Allah onları günahlardan korumuştur; b) Kendilerini seçkinler arasına almıştır; c) İyilerden saymıştır. Bu mazhariyetlerin sebebi ise onların “âhiret yurdunu hatırda tutmadaki samimiyetleri”, bu husustaki titizlik ve kararlılıklarıdır. Çünkü genellikle insanı dünya hayatında bazı zevkleri tatma arzusu veya bazı sıkıntılardan kurtulma telâşı kötülüklere itmekte; dinin ve ahlâkın buyruklarını yerine getirmekten uzaklaştırmakta; böylece o kişi zevk arzusu ve elem korkusuyla kolayca kötülüklere teslim olabilmektedir; bu ise dinî ve ahlâkî bakımdan tam bir çöküştür. İşte insanı bu çöküşten kurtaracak olan da âhiret bilincinin canlı olmasıdır. Çünkü bu bilinç insanda şu inancı güçlendirecek ve etkin kılacaktır: Allah’ın buyruk ve yasalarını hiçe sayarak dünyada bazı zevkleri tatsak bile bunlardan çok daha fazlasını âhirette kaybedeceğiz; kezâ bazı kederlerden kurtulsak bile âhirette bunlardan daha fazlasına mâruz kalabiliriz. Böylece âhiret bilinci ve sorumluluğu dinî ve ahlâkî hayatın tam bir güvencesi olmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 585-586وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
عِبَادَنَٓا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِبْرٰه۪يمَ kelimesi عِبَادَنَٓا ‘dan atf-ı beyân veya bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْحٰقَ ve يَعْقُوبَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اُو۬لِي isimlerin sıfatı olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ي ‘dır.
الْاَيْد۪ي muzâfun ileyh olup, ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الْاَبْصَارِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
وَ , istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz.Peygamberdir.
Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
عِبَادَنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ , mef’ûl olan عِبَادَنَٓا ’dan bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اُو۬لِي الْاَيْد۪ي , öncesinde gelen isimlerin sıfatıdır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ’dir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْاَبْصَارِ , muzâfun ileyh olan الْاَيْد۪ي ’ye matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür.
اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ ifadesinde istiare vardır. الْاَيْد۪ي kuvvet, الْاَبْصَارِ basiret anlamında müstearun leh olmuştur.
اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ ifadesi, amel-i salihten kinayedir. (Zemahşerî)
عِبَادَنَٓا lafzından sonra اِبْرٰه۪يمَ , اِسْحٰقَ ve يَعْقُوبَ isimlerinin sayılması taksim sanatıdır.
الْاَيْد۪ي - الْاَبْصَارِ ve يَعْقُوبَ - اِسْحٰقَ - اِبْرٰه۪يمَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ ifadesi, عِبَادَنَٓا (kullarımız) kelimesine atf-ı beyandır; kelimeyi عَبْدَنا şeklinde okuyan ise sadece İbrahim’i atf-ı beyan yapmış; sonra da neslini, yani İshak ve Yakub’u عَبْدَنا kelimesine atfetmiş olur. (Keşşâf)
اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ [Kuvvet ve basiret sahipleri] terkibinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Zira Yüce Allah الْاَيْد۪ي (eller) kelimesini ibadet kuvveti için الْاَبْصَارِ (gözler) kelimesini de dinde basiret için müsteâr olarak kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İbrahim, İshak ve Yakub isimlerinin sayılmasında ıttırad sanatı vardır.
Ittırad, övülen kişinin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir. Bu şekilde övülen kişinin silsilesinin manayı bozmayacak, sıkmayacak şekilde sıralanması muhataba zevk verir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ [Eller ve gözler sahibi] taatta kuvvetli ve dinde basiretli demektir ya da büyük işler ve şerefli ilimler sahibi demektir. İş yerine eller demesi, çoğu işlerin onlarla yapılmasından, marifetler yerine de gözler demesi de bakmanın marifetin başı olmasındandır. Bunda cahil tembellere ima vardır, çünkü onlar kötürümler ve körler gibidirler. (Beyzâvî)
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخْلَصْنَاهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخْلَصْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِخَالِصَةٍ car mecruru اَخْلَصْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. ذِكْرَى kelimesi خَالِصَةٍ ‘den bedel olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الدَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَخْلَصْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خلص ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَالِصَةٍ kelimesi, sülasi mücerredi خلص olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
اِنَّٓ ’nin haberi olan اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ ‘in mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اَخْلَصْنَاهُمْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
بِخَالِصَةٍ car mecruru, اَخْلَصْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. الدَّارِ ‘a muzâf olan ذِكْرَى , car mecrur بِخَالِصَةٍ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الدَّارِ , Ahiret’ten kinayedir. Ahiret yerine yurt demesi şunun içindir; gerçek yurt odur, dünya ise geçittir. (Beyzâvî)
خَالِصَةٍ - اَخْلَصْنَا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ذِكْرَى kelimesi تذكُّر (hatırlama) manasında kullanılmıştır. Bu ayette, sürekli ahiret yurdunu hatırlamak anlamındadır. (Meydânî, Tefsîr, IV, 54-55.)
ذِكْرَى الدَّارِ ifadesi sürekli ahireti hatırlamaları ve ona yönelip dünyayı hatırlamayı unutmaları yahut ahireti hatırlatmaları ve ona teşvik etmeleri, dünyadan el-etek çektirmeleri anlamındadır; nitekim peygamberlerin durumu ve adeti böyledir. Şöyle de denilmiştir: ذِكْرَى الدَّارِ dünyada güzel bir övgü ve başkasına nasip olmayan bir doğru sözlülük (lütfetmek) anlamındadır. (Keşşâf)
بِخَالِصَةٍ ‘deki بِ harf-i ceri sebebiyyedir. Onları ismet vasıfları nedeniyle uyarır. (Âşûr)وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عِنْدَ mekân zarfı مُصْطَفَيْنَ ‘e mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الْمُصْطَفَيْنَ car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُصْطَفَيْنَ ‘nin cer alameti يْ ‘dir. الْاَخْيَارِ kelimesi لْمُصْطَفَيْنَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مُصْطَفَيْنَ kelimesi sülasi mücerredi olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
الْاَخْيَارِ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُصْطَفَيْنَ ‘nin müteallakı olan اِنَّ ‘nin haberi, mahzuftur.
الْاَخْيَارِ kelimesi, لْمُصْطَفَيْنَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
Ayetteki مِنَ ba’diyet ifade eder.
عِنْدَنَا izafeti, muzâfın şanı içindir.
الْاَخْيَارِ kelimesi خير çoğuludur, أشرار ‘da شر çoğulu olduğu gibi. Şöyle de denilmiştir: الْاَخْيَارِ kelimesi خَيِّرٍ ‘ya da onun tahfifi olan خَيْرٍ çoğuludur, Mesela أموات kelimesinin مَيِّتٍ yahut مَيِّتٍ çoğulu olması gibi. (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî)
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اِسْمٰع۪يلَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
الْيَسَعَ ve ذَا الْـكِفْلِ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ذَا , harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir. الْـكِفْلِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ الْاَخْيَارِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Zikredilmekle emredilenlerin İsmail, İlyas ve Zülkifl şeklinde sayılması taksim sanatı, zaman sırasına göre sıralanması ıttırad sanatıdır.
Ittırad, övülen kişinin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir. Bu şekilde övülen kişinin silsilesinin manayı bozmayacak, sıkmayacak şekilde sıralanması muhataba zevk verir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Farklı üsluptaki bu iki cümle arasında lafzen uyum olmasa da manen uyum barizdir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْاَخْيَارِ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir. كُلٌّ mübtedadır. Kelimedeki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
Umum ifade eden كُلٌّ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret işaret etmiştir.
كُلٌّ ’deki tenvin, hazf edilmiş muzâfun ileyhin yerine geçmiştir; mana ‘onların hepsi hayırlı kimselerdendir’ şeklindedir. (Keşşâf)
Hazret-i İsmail'in, babasından ve kardeşinden ayrı olarak zikredilmesi, burada anlatılan sabır noktasında ileri olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Yukarıda isimleri anılan yüce şahsiyetlerin Allah katındaki mertebeleri ve bu mertebeye ulaşmalarında âhiret şuuru ve sorumluluğu taşımalarının rolüne dair bir hatırlatma yapıldıktan sonra burada da aynı sorumluluğu taşıyıp takva bilinciyle yaşayanlara, Allah’a saygısızlık ve itaatsizlikten sakınanlara âhirette kendilerini bekleyen mutlu hayattan söz edilmektedir. Gerek burada gerekse Kur’an’ın daha başka yerlerinde âhiret mutluluğunun maddî ve somut unsurlarla tasvir edilmesine, dünyevî zevkleri çağrıştıran ifadeler kullanılmasına bakarak bundan oradaki nimetlerinin mutlaka dünyadakilerin aynısı olacağı gibi bir sonuç çıkarmamak gerekir. Amaç insanın uhrevî mutluluğu tahayyül etmesini sağlamaktır. Orada dünyadakilere benzer veya onlardan farklı maddî nimetler olsa bile her şeyin onlardan ibaret olmadığı, asıl ve yüce mutluluk unsurlarının mânevî nimet ve lutuflarda olduğu çeşitli âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır (meselâ bk. Tevbe 9/72; Yûnus 10/10, 25; Hicr 17/45-48; Buhârî, “Tevhîd”, 35; adn cennetleri hakkında bk. R‘ad 13/23).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 587-588هٰذَا ذِكْرٌۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ذِكْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
حُسْنَ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. مَاٰبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُتَّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هٰذَا ذِكْرٌۜ
Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek önemini vurgulamak ve tazim içindir.
Zikrin هٰذَا ile işaret edilmesinde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümlede intikal vardır İntikal: Dinleyenleri zinde tutmak, iki konuyu birbirinden ayırmak için sözün bir konudan diğerine geçmesine denir. Bu geçiş ism-i işaretlerle yapılmaktadır. Geçişlerin ism-i işaretle yapılması intikâli, istidrâd ve tehallüsten ayırır. Mesela Sâd suresinde peygamberlerle ilgili konudan هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ [Bu bir hatırlatmadır. Kuşkusuz Allah'a itaatsizlikten sakınanlara çok güzel bir gelecek vardır.] ayeti ile cennet ehlini anlatan bahse geçilmiştir. Bu geçiş de, ism-i işaretle gerçekleşmiştir. Bu sebeple iki konu arasındaki geçiş istitrat ve tehallus değil, intikaldir. (Suyûtî, İtkân, III, s. 375)
Bu bir öğüttür. Yani anlatımın/öğüdün bir kısmıdır ki, o da Kur’an’dır. (Keşşâf)
هٰذَا ذِكْرٌ [İşte bu, bir zikirdir (anıştır).] Yani o peygamberlerin güzelliklerini anlatan mezkûr ayetlerle, onlar bir şeref ve güzel bir hatıra olup ebediyen bununla anılacaklar.
Yahut bu ayetler, öğütten ibaret olan Kur’ân'ın bir parçası olup peygamberlerin tarihlerini anlatmaktadır. (Ebüssuûd)
وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
وَ istinafiyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لِلْمُتَّق۪ينَ ‘nin müteallakı olan اِنَّ ‘nin mukaddem haberi mahzuftur. لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifadesi içindir. Bu izafette sıfat, mevsûfuna muzâf olmuştur.
Cümledeki takdim, kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Güzel dönüş yeri, sadece müttakilere mahsustur, başkasına değil anlamını verir.
لِلْمُتَّق۪ينَ maksurun aleyh/sıfat, عَاقِبَةُ الْاُمُورِ maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsuf, ale’s-sıfattır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
مَاٰبٍ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
لِلْمُتَّق۪ينَ ‘deki lam ihtisas içindir. Yani ‘kıyamet günü onlara güzel bir karşılık verilecektir’ demektir. (Âşûr)
O peygamberlerin, dünyada güzelce anılmaları beyan edildikten sonra burada da onların ahiretteki büyük mükafatları beyan edilmeye başlanmaktadır. Bu da, Kur’an'ın diğer bir bölümüdür.
Burada takva sahiplerinden murad, ya bütün takva sahipleridir ve peygamberler de öncelikle buna dahildir, yahut yalnız zikredilen peygamberlerdir. Buna göre, onların takva sahipleri olarak vasıflandırılmaları, kemalin son mertebesi olan takva ile övülmeleridir.(Ebüssuûd)
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
جَنَّاتِ kelimesi, önceki ayetteki حُسْنَ مَاٰبٍ ‘den atf-ı beyân olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
عَدْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُفَتَّحَةً kelimesi جَنَّاتِ عَدْنٍ ‘in hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمُ car mecruru مُفَتَّحَةً ‘e mütealliktir. الْاَبْوَابُ kelimesi amili ism-i mef’ûl olan مُفَتَّحَةً ‘nin naib-i faili olup lafzen merfûdur.
İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
İsm-i mefûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفَتَّحَةً kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
Önceki ayetin devamı olan bu ayetteki جَنَّاتِ عَدْنٍ izafeti, حُسْنَ مَاٰبٍ ibaresinden bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُفَتَّحَةً kelimesi, جَنَّاتِ عَدْنٍ ’den haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَهُمُ ’un müteallakı مُفَتَّحَةً ’dir. الْاَبْوَابُۚ , ism-i mef’ûl olan مُفَتَّحَةً ’in failinin sıfatıdır. Bilindiği gibi ism-i mef’ûller fiil gibi amel ederek fail alabilirler.
عَدْنٍ kelimesinin tenkiri tazim ifade eder.
Yüce Allah bu ayetlere mukabil şu ayetleri buyurmuştur: هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ [Bu böyle. Ama azgınlara kötü bir dönüş yeri vardır.] 55. ayet, جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ [Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü kalma yeridir.] 56. ayet Bu ne parlak bir tasvirdir! (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Ayet-i kerîme’de geçen جَنَّاتِ lafzı, حُسْنَ مَاٰبٍۙ lafzından bedel yahut atf-ı beyandır. (Celâleyn Tefsiri)مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
مُتَّكِـ۪ٔينَ kelimesi, önceki ayetteki لَهُمُ ‘den hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ف۪يهَا car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘ye mütealliktir. يَدْعُونَ fiili مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütealliktir.
بِفَاكِهَةٍ car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütealliktir. كَث۪يرَةٍ kelimesi فَاكِهَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. شَرَابٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مُتَّكِـ۪ٔينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
مُتَّكِـ۪ٔينَ , önceki ayetteki لَهُمُ ’daki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ف۪يهَا car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye mütealliktir.
يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ cümlesi مُتَّكِـ۪ٔينَ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. ف۪يهَا ve بِفَاكِهَةٍ car mecrurlarının müteallakı يَدْعُونَ fiilidir.
Müspet muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki iki farklı amile müteallık olan ف۪يهَا ’lar arasında terdîd ve tam cinas sanatları vardır. Terdîd; bir lafzın aynı bağlamda, farklı bir manayı ifade etmek üzere tekrar edilmesidir. Tarifteki farklı anlam kaydı bu sanatı tekrirden ayırmaktadır.
بِفَاكِهَةٍ ve ona matuf olan وَشَرَابٍ kelimelerindeki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَث۪يرَةٍ kelimesi فَاكِهَةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُتَّكِـ۪ٔينَ ile يَدْعُونَ arka arka haldir ya da لَهُمُ 'deki zamirden iç içe haldir, مُتَّكِـ۪ٔينَ ’den hal değildirler, çünkü araya fasıla girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, يَدْعُونَ onların durumlarını açıklamak için haldir, مُتَّكِـ۪ٔينَ de onun zamirinden haldir. Meyve ile yetinilmesi, yiyeceklerinin zevk için olmasındandır, çünkü gıda almak vücuttan eksileni kapatmak içindir, cennette ise eksilme yoktur. (Beyzâvî)
Ayette yiyeceklerden yalnız meyvelerin zikredilmesi, Cennet ehlinin yemelerinin sadece keyif ve lezzet için olduğunu, gıda almak için olmadığını zımnen bildirmek içindir. Çünkü gıda almak, bedenden çözülenin yerini doldurmak içindir. Cennet hayatında ise bedende çözülme yoktur. (Ebüssuûd)
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. عِنْدَ mekân zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَاصِرَاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
الطَّرْفِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَتْرَابٌ kelimesi قَاصِرَاتُ ‘nün sıfatı veya bedeli olup lafzen merfûdur.
قَاصِرَاتُ kelimesi, sülasi mücerredi قصر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
وَ , atıftır. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … يَدْعُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
عِنْدَهُمْ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَاصِرَاتُ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh tazim ve sözü kısaltarak az sözle çok şey ifade etmek için izafetle gelmiştir. الطَّرْفِ muzâfun ileyhtir.
اَتْرَابٌ kelimesi قَاصِرَاتُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))
الطَّرْفِ 'deki marifelik sadık olanların çok olduğunu ifade etmek için cins manasındadır. Yani; utangaç olup eşinden başkasına bakmayan (iffetli kadın) demektir. (Âşûr)
Ayetteki اَتْرَابٌ kelimesine gelince, bu, ‘aynı yaşta olan’ anlamındadır. O dilberlerin aynı yaşta olmaları muhtemel olduğu gibi, onların, kocalarla aynı yaşta olmaları da muhtemeldir. Kaffâl şöyle demiştir: "Böyle bir sıfatın zikredilmesinin sebebi şudur: O dilberler, gerek görünüm, gerek yaş, gerekse süs ve nimet bakımından hep birbirine benzeyince, onlara meyil ve arzu da aynı seviyede olacaktır, ki bu da, kıskançlığın olmamasını gerektirir." (Fahreddin er-Râzî)
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ismi mevsûlü mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لِيَوْمِ car mecruru تُوعَدُونَ fiiline mütealliktir. حِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
Mukadder bir sözün mekulü’l-kavli olan ayet fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, ism-i mevsûl haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak amacına matuftur.
Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُوعَدُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Müttakilere verilen mükâfata işaret eden هٰذَا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayet-i kerîme’de geçen تُوعَدُونَ lafzı, gaib sıygasıyla ve iltifat olarak muhatap sıygasıyla okunmuştur. (Celâleyn Tefsiri, Âşûr)
لِيَوْمِ الْحِسَابِ ‘deki lâm illet lamıdır. Yani; hesap günü için size söz verildi demektir. (Âşûr)
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
رِزْقُنَا haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍ cümlesi رِزْقُنَا ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَفَادٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
Müsnedün ileyh, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak için işaret ismiyle marife olmuştur.
Zamir yerine işaret ismi kullanılması dinleyicinin dikkatini ona çekmek içindir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmesi ihtimam içindir. (Âşûr)
رِزْقُنَا izafeti هٰذَا ’nın haberidir. Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması رِزْقُ için tazim ve teşrif ifade eder. Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzaf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ cümlesi, رِزْقُنَا ‘dan hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ نَفَادٍ car mecruru, muahhar mübtedadır. Zaid مِنْ harfi sebebiyle نَفَادٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
Masdar sıygasında gelerek mübalağa ifade eden نَفَادٍۚ ‘deki tenvin, kıllet ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Müsnedün ileyh olan نَفَادٍ ’in nekra gelişi tazim ve teksire delalet eder. Bu kelime نفد fiilinin masdarıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayet-i kerîme’de geçen مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍ cümlesi, رِزْقُنَا lafzından hal veya اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Yani devamlı olarak veya devamlıdır. (Celâleyn Tefsiri)
Seyyid Kutub şöyle der: Bu sahne, bütününde ve parçalarında, şekil ve alametlerinde tam manasıyla ile birbirine tekabül eden iki manzaranın anlatılmasıyle başlar. Birincisi, takva sahiplerinin manzarasıdır. Bunların, dönüp varacakları güzel makamları vardır. İkincisi ise, dönüp varacakları kötü bir makamı olan azgınların manzarasıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
Bu âyetlerde de “azgınlar”ın, âhiretteki kötü hallerine dair tasvirler yapılmaktadır. Yukarıda cenneti hak edenlerin tamamını kapsamak üzere “müttakiler” kelimesi burada ise cehenneme müstahak olanların tamamı için “azgınlar” (tâğîn) kelimesi geçmektedir. Böylece anılan iki kavram bu bağlamda birbirinin zıt anlamlısı olarak kullanılmış olup bu tür kullanımlar Kur’an terimlerinin anlamlandırılması ve genel olarak Kur’an’ın yorumlanması bakımından oldukça önemlidir.
Yukarıda cennetle ilgili maddî tasvirler için söylediklerimiz bu âyetlerde cehennemin maddî unsurlarla tasviri konusunda da geçerlidir; bu maddî tasvirin asıl amacı da muhataba uhrevî cezaların dehşetini tahayyül ettirmektir. Âhirette inkârcı ve günahkârlara maddî ve bedensel cezaların yanında mânevî ve ruhî cezaların da uygulanacağına dair âyet ve hadisler vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588هٰذَاۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, للمؤمنين (Müminler içindir.) şeklindedir.
وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. لِلطَّاغ۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
شَرَّ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مَاٰبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
طَّاغ۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi طغي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هٰذَاۜ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. هٰذَا , takdiri شَأْنُ المُتَّقِينَ [Müttakilerin şanı] olan mahzuf haber için mübtedadır.
Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette هٰذَا , müsned veya müsnedün ileyh olması farketmez- işaret edilenin önemini vurgulayarak muhatabın dikkatini ona çekmek amacıyla tercih edilmiştir. Tecessüm özelliği bulunan işaret ismi bu ayette tazim ifade etmiştir.
Duruma işaret eden هٰذَاۜ ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bundan sonra yüce Allah, kâfirlerin varacakları yeri açıklamıştır. هٰذَا , yani durum budur. Veya bu, anlatıldığı gibidir. (Keşşâf)
İsm-i işaret olan هٰذَا , önceki amacın sonra ermesiyle başka bir amaca geçiş için gelmiştir. (Âşûr)
Bazı tefsirciler şöyle demişlerdir: ”Burada yer alan هٰذَا (bu) ifadesi herhangi bir yazarın eserinin bir bölümünü bitirip birinci bölümden ayrı bir diğer bölüme başladığı zaman kullanmış olduğu ifade kabilindendir. Buna göre ayetin manası şöyle olur: احفظ ما كان كيت وكيت وانتظر الى ما يجيىء [Buraya kadar şöyle şöyle olan olayları aklında tut ve şimdi gelecek olan ifadeleri bekle.] (Ruhu’l Beyan)
وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
Ayet-i kerîme’deki ikinci cümle de istinâfiyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümlede takdim - tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لِلطَّاغ۪ينَ ‘nin müteallakı olan اِنَّ ‘nin mukaddem haberi mahzuftur. لَشَرَّ مَاٰبٍۙ ise muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. İzafet, az sözle çok anlam ifade etmenin bir yoludur. Ayrıca burada tahkir anlamı da taşımaktadır. Bu izafette sıfat, mevsufuna muzâf olmuştur.
مَاٰبٍۙ ’deki tenvin nev ve tahkir içindir. Tarifi imkansız bir şerre sahip olduğuna işarettir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah cennet ehlini anlatmayı tamamlayınca, konuyu هٰذَاۜ sözüyle bitirdi. Sonra da cehennem ehlinin niteliğini anlatmaya başladı. طَّاغ۪ينَ kelimesiyle kâfirler kastedilmiştir.
Bu ayetle 49. ayet arasında mukabele vardır.
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
جَهَنَّمَ kelimesi önceki ayetteki شَرَّ ‘den bedel veya atf-ı beyân olup mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَصْلَوْنَهَاۚ cümlesi جَهَنَّمَۚ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.
يَصْلَوْنَهَاۚ fiili نَ ‘un merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَبِئْسَ الْمِهَادُ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا حالها فبئس المهاد هي (Eğer halleri buysa, o zaman yatakları ne kötüdür!) şeklindedir.
بِئْسَ camid fiil olup zem ve yargı fiillerindendir. الْمِهَادُ fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri, هي (O) şeklindedir.جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
جَهَنَّمَۚ , önceki ayetteki شَرَّ ’den bedel veya atf-ı beyandır. يَصْلَوْنَهَا cümlesi cehennem için haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Hal ve bedel anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
جَهَنَّمَۚ - لِلطَّاغ۪ينَ - شَرَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَبِئْسَ الْمِهَادُ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâî isnaddır.
بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمِهَادُ failidir. Takdiri هي , yani جَهَنَّمَۚ (Cehennem) olan mahsusu mahzuftur. Mahsusun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِهَادُ - يَصْلَوْنَهَاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette الْمِهَادُ (yatak), cehennem manasında istiaredir.
[Ne kötü yatak!] cümlesi, [Onlar için (altlarında) Cehennemî bir yatak, üstlerinde de (Ateş’ten) örtüler vardır.] (A‘râf 7/41) ayeti gibidir. Altlarındaki ateş, uyuyan kimsenin üzerine uzandığı yatağa benzetilmiştir. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayetin orijinal metninde yer alan الْمِهَادُ kelimesi uyuyan kimsenin yatağından istiare yapılmıştır. Çünkü cehennemde yatak ve istirahat olmayacaktır. Cehennemin yatağı ateş, yorganı da ateş olacaktır. (Ruhu’l Beyan)
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
Ğaseqa غسق:
غَسَقُ اللّيْل gecenin şiddetli koyu karanlığıdır. غاسِقٌ ise karanlık gece için kullanılır. Son olarak غَسّاقٌ kelimesi cehennemliklerin derilerinden damlayacak olan (kan karışmamış saf irin ve kanla karışık cerahat) demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli kasıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. فَ tenbih için zaiddir.
لْ emir lam’ıdır. يَذُوقُو fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَم۪يمٌ kelimesi هٰذَا ‘nın haberi olup lafzen merfûdur.
غَسَّاقٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. هٰذَاۙ mübteda, حَم۪يمٌ haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette هٰذَا , işaret edilenin önemini vurgulayarak muhatabın dikkatini ona çekmek amacıyla tercih edilmiştir. Tecessüm özelliği bulunan işaret ismi bu ayette tazim ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda ve haber arasına giren فَلْيَذُوقُوهُ cümlesi, itiraziyyedir. Konuya açıklık getirmek ve pekiştirmek için yapılmış ıtnâbdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
غَسَّاقٌۙ , habere matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür.
Taberî şöyle der: Ayette takdim ve tehir vardır. Aslı, هٰذَاۙ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ فَلْيَذُوقُوهُ şeklindedir. Yani, işte bu kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar. (Kurtubî)
حَم۪يمٌ, son dereceye kadar kaynatılan şeydir. غَسَّاقٌۙ ise, derilerinden akan kan ve irindir.
غَسَّاقٌ yaradan akan sarı su, irin, cerahat akıntısı yahut şarap gibi, kaynar su olan حَم۪يمٌ ‘in zıddı olmak üzere içilmez derecede gayet soğuk ve çok çirkin kokulu içki ki, حَم۪يمٌ sıcaklığı ile yakar, غَسَّاقٌ da soğukluğu ile. (Elmalılı)
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur.
اٰخَرُ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ شَكْلِ car mecruru اٰخَرُ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَزْوَاجٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اٰخَرُ mübteda, اَزْوَاجٌۜ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ شَكْلِه۪ٓ car mecruru اٰخَرُ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاٰخَرُ (başka tadılan yahut azap vardır.) Basralı iki kurra اُخَرُ şeklinde okumuşlardır ki, tadılanlar yahut başka azap çeşitleri vardır demek olur. مِنْ شَكْلِه۪ٓ (O şekilden) o tadılandan yahut azaptan o şiddette vardır demektir. Zamirin tekil olması ما ذُكِرَ (anlatılan) itibariyledir ya da حَم۪يمٌ ile غَسَّاقٌۙ 'ı içine alan içeceğe ya da غَسَّاقٌۙ ’a raci olmasındandır. Çift çift manasındaki اَزْوَاجٌۜ lafzı, أجْناسٌ demektir ki, اٰخَرُ 'in haberi veya sıfatıdır, ya da üçüne (غَسَّاقٌۙ , حَم۪يمٌ ve اٰخَرُ ) aittir. Yahut اَزْوَاجٌۜ لهُم gibi mahzuf car ve mecrurla merfûdur. (Beyzâvî)
Ayet metninde ”türlü türlü" denilmekle her bir günahın değişik bir cezası olduğuna işaret vardır. Tıpkı ektikleri her tohumun kendisine uygun bir meyvesi olduğu gibi. (Ruhu’l Beyan)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
Dünya hayatının inkârcı ve saptırıcı önderleriyle onların peşinden giden kitleler arasında âhiretteki yargılama sırasında böyle çekişmeler ve suçlamaların olacağı Kur’an’da başka vesilelerle de anlatılmaktadır. Maksat her iki tarafı da şimdiden uyararak sonuç vermeyecek olan âhiretteki bu çekişmelerden onları korumaktır (ayrıca bk. Ahzâb 33/66-68; Sâffât 37/27-34).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588
Fevece فوج :
فَوْجٌ bir yerden süratli bir biçimde geçip giden topluluk anlamına gelir. Çoğulu أفْواجٌ şeklindedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 5 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli fevcdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ
Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. فَوْجٌ haber olup lafzen merfûdur. مُقْتَحِمٌ kelimesi فَوْجٌ ‘ün sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعَ zaman zarfı مُقْتَحِمٌ ‘daki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُقْتَحِمٌ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ
İtiraziyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
مَرْحَباً mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أتيتم (Geldiniz.) şeklindedir. بِهِمْ car mecruru مَرْحَباً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
صَالُوا kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن düşmüştür. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
صَالُوا kelimesi, sülasi mücerredi صلي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ
Ayetin ilk cümlesi olan هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ , mukadder bir sözün mekulü’l kavlidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هٰذَا mübteda, فَوْجٌ haberidir.
Ayette هٰذَا , işaret edilenin önemini vurgulayarak muhatabın dikkatini ona çekmek amacıyla tercih edilmiştir. Tecessüm özelliği bulunan işaret ismi bu ayette tazim ifade etmiştir.
فَوْجٌ için sıfat olan مُقْتَحِمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Car mecrur مَعَكُمْۚ , ism-i fail vezninde gelen مُقْتَحِمٌ ‘a mütealliktir.
İktiham: Şiddete göğüs gerip saldırmaktır. Onlara merhaba yok, yahut merhaba olmasın. Bu da önderlerin onlara sözlerini hikâyedir. Merhaba demek takdirinde bir dua ile misafire bir iltifattır ki, ‘geniş olasın, genişlik içinde güle güle oturasın.’ demektir. (Elmalılı)
لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ
İtiraziyye olarak fasılla gelmiş ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَرْحَباً , takdiri أتيتم (Geldiniz.) olan mahzuf bir fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, menfî mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَرْحَباً ‘ın tenkiri kıllet ve umum ifade eder. Yani onlara hiçbir şekilde selam yoktur.
مَرْحَباً ’nın geldiği kök olan ألرحب genişlik demektir. Mescidin ve başka yerlerin rahbesi onların geniş yeri demek olup buradan gelmektedir. Bu ifade dua kabilinden olduğundan ötürü merhaba anlamındaki lafız nasb ile gelmiştir. (Kurtubî)
اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. Ayrıca müsnedin marife olması faydayı çoğaltıp manayı daha kamil bir hale getirir.
صَالُوا النَّارِ izafetinde, muzâf olan صَالُوا kelimesinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
صَالُوا - النَّارِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, لا تشتمونا بل أنتم (Bizi kınamayın, aksine siz…) şeklindedir.
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ۠ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا مَرْحَباً بِكُمْ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أنتم أحقّ بالقول: لا مرحبا بكم (‘’Size selam yoktur’’ sözü sizin için daha doğrudur.) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَرْحَباً mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أتيتم (Geldiniz.) şeklindedir.
بِكُمْ car mecruru مَرْحَباً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدَّمْتُمُوهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. قَدَّمْتُمُوهُ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
لَنَا car mecruru قَدَّمْتُمُوهُ fiiline mütealliktir.
فَبِئْسَ الْقَرَارُ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا حالها فبئس الْقَرَارُ هي (Eğer onların hali buysa karar ne kötüdür) şeklindedir.
بِئْسَ camid fiil olup ,zem ve yargı anlamındadır. الْقَرَارُ fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri, هي (O) şeklindedir.قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. قَالُوا fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur. Takdiri: … لا تشتمونا (Bize lanet etmeyin) şeklindedir.
بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Takdiri أنتم أحقّ بالقول (Siz bu sözü hak ettiniz..) olan mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. بَلْ , idrâb harfidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَرْحَباً , takdiri أتيتم (Geldiniz.) olan mahzuf bir fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, menfî mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَرْحَباً ‘ın tenkiri kıllet ve umum ifade eder. Yani size hiçbir şekilde selam yoktur.
بَلْ harfi, cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ
اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنْتُمْ mübteda, قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ cümlesi haberdir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
لَنَاۚ car mecruru, قَدَّمْتُمُوهُ fiiline mütealliktir.
Zamirin, fiil olan müsnede takdim edilmesi hasr ifade eder. (Âşûr)
اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَا ‘deki zamir, azaba ya da cehenneme atılmalarına aittir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَبِئْسَ الْقَرَارُ
Bu cümlede فَ , istînâfiyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النَّارِ (Nâr, yani Cehennem) ’dir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَنْ قَدَّمَ لَنَا nidanın cevabıdır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. قَدَّمَ لَنَا هٰذَا cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
قَدَّمَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. İşaret ismi هٰذَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.
زِدْهُ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَاباً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. ضِعْفاً kelimesi عَذَاباً ‘in sıfatı olup mansubdur. فِي النَّارِ car mecruru زِدْهُ fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan رَبَّنَا ‘da, mütekellim zamirinin Rabb ismine izafesi, nida edenin Rabbin rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ , mübtedadır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan قَدَّمَ لَنَا هٰذَا cümlesi, مَنْ ’in haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَنَا , konudaki önemine binaen, mef’ûl olan هٰذَا ’ya takdim edilmiştir.
Cehennemlikler هٰذَا ile hak ettikleri cezaya işaret etmişlerdir. İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/11, c. 5, S. 62)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifâde eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَذَاباً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
عَذَاباً için sıfat olan ضِعْفاً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فِي النَّارِ ibaresinde istiare vardır. Burada فِي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak mütekellim olan cehennemlikler, azap görmesini istedikleri kişiler hakkında hırslarını ifade etmek üzere bu harf على harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.Hoca dersini anlatmaya devam ediyordu:
Kur’an-ı Kerim’deki tefekküre davet eden ayetlerin peşinden gidin. Her peygamber ile ilgili anlatılanlara dikkatinizi verin. Kendi hayatınıza yansıtabileceğiniz düşüncelerle meşgul olun.
Hz. Eyyub’u anın. Hastalandığında, ailesini ve malını kaybettiğinde Allah’a dua etti ve Allah, onun duasını kabul buyurdu.
Bir sıkıntının içine düştüğünüzde hz. Eyyub’u hatırlayın. Bunaltan ya da üzen hiçbir hal sonsuz değildir. Dünya üzerindeki her şey geçicidir. Allah yolunda yürüdüğünüz sürece, yaşanan hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır.
Hz. Eyyub, Rabbine dua etti.
Nerede olursanız olun, ne yaşarsanız yaşayın; Allah’a yönelin. Kendi halinizi Allah’a arzedin ve O’ndan yardım isteyin.
Ancak her şey bir anda çözülmedi. Bir anda iyileşmedi ya da kaybettiklerine kavuşmadı. Kendisine: ayağını yere vurması ve çıkan sudan içmesi emredildi.
Bir dua ettiğinizde ya da bir şifa beklediğinizde gerçekleşmesi için acele etmeyin. Ayrıca sıkıntılarınızın çözümünün tek bir kalıp halinde gelmesi konusunda ısrarcı olmayın. Ayağını vuran hz. Eyyub’un tevekkülünü hatırlayarak sizin için neyin en iyi olduğunu bilen Rabbinize güvenin.
Ey Allahım! Bizi; her derdinde ve her sevincinde Sana koşanlardan, Sana şüphesiz inanarak dua edenlerden ve Sana tevekkül eden kullarından eyle. Bizi; ahiret yurdunu samimiyetle hatırında tutanlardan ve dünyasını da bu bilinçle yaşayanlardan eyle. Bizi; Sana itaatsizlikten sakınanlardan ve cennetine kavuşanlardan, cennet nimetlerinden nasiplenenlerden eyle.
Kur’an-ı Kerim vesilesiyle andığımız peygamberleri sevenlerden, onların hayatlarından ibret alanlardan, dualarını kalbine yerleştirenlerden ve ahiret hayatında onlarla tanışanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Her nefs sahibinin, duygu yoğunluğuna kapılmanın verdiği hırsla, gereksiz yere girdiği tripleri vardır. Öyle ki birçok kişi zamanla sakinleştikten sonra verdiği tepkinin saçmalığını itiraf eder. Kimisi ise kabullenmektense hırsı sürdürmeyi seçer. Yıpratır ama daha da fazla yıpranır.
Hakikat hatırlatıldığında, özellikle nefsani heveslerini özenle besleyenlerin tripleri tetiklenir. Zaten bildiğini ve bazı gerçekleri hatırlatılmaya ihtiyacı olmadığını söyler. Kızar, üzülür ama kendisini hakikate taşıyabilecek duygularla yüzleşmektense üzerlerini alay ile, eğlence ile örter.
Batıl yollara sapıyorsa, günah işlemekten çekinmiyorsa ve amellerini aksatıp duruyorsa; hatırlamaya ihtiyacı var demektir. Yarın durumunun nasıl olacağını bilmiyorsa, herkes gibi yeryüzünde yürüyorsa ve Allah’a kavuşmak için çabalıyorsa; hatırlamaya ihtiyacı var demektir.
Yapmadığı amelleri yapar hale gelmek ve yaptıklarını da iyileştirmek, nefsine zor gelenleri sevmek ve imanı kalbine yerleştirmek niyetiyle; kısacası bir kul olarak kendisini geliştirmek için nefsini bir kenara koyarak doğru kaynaklardan öğrenmeli ve öğrendiklerini de çeşitli yollarla tekrarlamalıdır.
Dünyadaki mutlu ve mutsuz anlarında ahiret hayatını hesaba katarak harekete geçmelidir. Mesela hastalandığında ya da bir yeri ağrıdığında, cehennemin dinmeyecek ızdırabını düşünerek Allah’a sığınmalıdır; iyileştiğinde ya da ağrısı hafiflediğinde ise ferahlıktan ibaret cenneti arzulamalıdır.
Doğruyu hatırlayan, doğruyu seven kişi; neyi istemesi gerektiğini de iyi bilir. Bu bilgiyle beraber hedefini doğru belirler ve yola çıkar. İki cihanda da iyiliğini isteyen bir müslüman, anlık heveslerle kör olmadan nihai hedefini net görür. Şüphesiz ki onun hedefi Allah’a ve O’nun sonsuz nimetlerine ulaşmaktır.
Ey bize kelamı ile hakikati hatırlatan Allahım! Bize indirdiğin ve okumamızı nasip ettiğin Kur’an-ı Kerim için Sana hamd olsun. Bizi ‘ben’liğimizden sıyrılarak kelamını doğru niyetle, doğru şekilde okuyanlardan ve onun ışığında yürüyerek onunla amel edenlerden eyle. Yanlış anlamaktan ve yanlışında ısrar etmekten, hataya düşmekten ve batıl yollara sapmaktan, verimsiz okumaktan ve amel etmemekten muhafaza buyur. Gözlerimizi, yüzümüzü, uzuvlarımızı, aklımızı, kalbimizi, hayatımızı, işlerimizi ve yollarımızı; Kur’an-ı Kerim’in nuruyla aydınlat. Bizi iki cihanda da nurun ile aydınlanan kullarından eyle.
Amin.