بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
İnkârcıların “vaktiyle kötülerden saydıkları adamlar”, onların bâtıl inançlarını ve erdemsiz yaşayışlarını reddeden, bu sebeple de onlar tarafından değersiz sayılıp alay ve hakarete mâruz kalan müminlerdir. Burada, inkârcıların âhiretteki kötü âkıbetleriyle yüz yüze gelince asıl değersizlerin, hor görülmeyi hak edenlerin kendileri olduğunu anlayacaklarına işaret edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588Şerara شرر :
Nasıl ki hayır (خَيْر)herkesin arzuladığı şey ise,(شَرّ) şer de herkesin kaçındığı şeydir.
Ortalığa dağılan ve saçılan ateş parçaları/kıvılcıma شَرار النّار denir. Şerli olduklarına inanıldığı için böyle isimlendirilmişlerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece iki farklı isim formunda 31 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri şer, şirret ve şerirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf harfi olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli مَا لَنَا لَا نَرٰى ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَنَا car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
لَا نَرٰى cümlesi لَنَا ‘nın zamirinden hal olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında و gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَرٰى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. رِجَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كُنَّا نَعُدُّهُمْ cümlesi رِجَالاً ‘ın sıfatı olarak mahallen mansubtur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّا sükun üzere mebni mazi, nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
نَعُدُّهُمْ fiili كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
نَعْمَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاَشْرَارِ car mecruru نَعُدُّهُمْ fiiline mütealliktir.
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا لَنَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham ism-i مَا , mübtedadır, haberi mahzuftur. Car mecrur لَنَا , bu mahzuf habere mütealliktir. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَا نَرٰى رِجَالاً cümlesi, لَنَا ‘daki zamirden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ cümlesi, رِجَالاً kelimesinin sıfatıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَعُدُّهُمْ cümlesi, كُنَّا ’nın haberidir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
رِجَالاً ’deki tenvin tahkir ifade eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
كُنَّا ’nın haberinin muzari fiil olarak gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
Bu sözleriyle aşağılık gördükleri ve alay ettikleri fakir Müslümanları kastetmişlerdir. (Beyzâvî)
İnkârcılar, Ebu Cehil vb azgınlar derler ki,: 'Kendilerini (dünyada iken) kötülerden saydığımız kimseleri (burada) niçin görmüyoruz? Bu ifadeleri ile Müslümanların fakirlerini kastederler. Onlar Suheyb er-Rumî, Bilâl el-Habeşî, Selman el-Farisî, Habbab, Ammar ve bunlardan başka muhacirlerin fakirlerinden olan diğerleri olup onları hakir görürler ve alay ederek kendilerine aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı diye dalga geçerlerdi. Bu gibi kimseleri ”kötüler" diye nitelemeleri; ya hiçbir hayırları, faydaları olmayan alt tabaka, hakir kimseler manasını kastetmeleri ya da bu fakirler kendilerinin dinlerinden olmadıkları için onların gözünde kötü olmalarındandır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.
اَتَّخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سِخْرِياًّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَمْ atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَاغَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَنْهُمُ car mecruru زَاغَتْ fiiline mütealliktir. الْاَبْصَارُ fail olup lafzen merfûdur.
اَتَّخَذْنَاهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze istifham harfidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle inkâr manası taşımaktadır. Bu yüzden mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin cevabı biliyor olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
سِخْرِياًّ ’deki tenvin kesret ve nev ifade etmektedir.
سِخْرِياًّ , ism-i masdardır. İstihza etmek demektir ve istihzadaki şiddeti ifade eder. Buradaki يا , nesep ifade eden يا ‘dır. Nesep يا ’sı da vasıfta mübalağa ifade eder. (Âşûr)
اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ cümlesi اَمْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُمُ , konudaki önemine binaen, fail olan الْاَبْصَارُ ’ye takdim edilmiştir.
الْاَبْصَارُ’ daki الْ , burada muzâfun ileyh olan أبْصارُنا ‘dan ivazdır. (Âşûr)
[Gözlerimiz onlardan kaydı] ibaresi, “Onları dikkate almadık” anlamında mecaz-ı mürseldir.
[Yoksa (buradalar da) gözlerimiz kaydı mı onlardan?!] ifadesinin ilişkili bulunduğu cümle hakkında iki ihtimal söz konusudur. Birincisi; مَا لَنَا sözüyle ilişkili olmasıdır. Bu durumda anlam, “Bize ne oldu ki, onları cehennemde görmüyoruz!? Sanki cehennemde değiller. Yoksa aksine, gözlerimiz onlardan kaydı da, bu sebeple mi onları görmüyoruz cehennemde oldukları halde?!” şeklinde olur. Böylece, azgınlar müslümanların cennetlik ya da cehennemlik olabileceklerini düşünmüşlerse de, nerede bulunduklarını öğrenememiş olurlar. İkinci ihtimal اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ sözüyle ilişkili olmasıdır ki bu durumda اَمْ ya muttasıl olur ki o zaman; “Biz onlar hakkında şu iki fiilden hangisini işlemişiz?! Onlarla dalga geçmek mi yoksa onları hakir görüp küçümsemek mi; yani gözlerimiz onların üzerinden aşmış da onları değersiz mi saymışız?!” anlamında olur ve bundan, azgınların her iki fiili de yadırgadıkları anlaşılır. (Keşşâf)
[Sanki: Burada değiller mi yoksa gözlerimiz onlardan kaymış mıdır?] demişlerdir. Ya da اَمْ edatı ikinci kıraata göre اَتَّخَذْنَاهُمْ 'a muadildir yani onlara bu ikisinden hangisini yaptık; onlarla alay mı ettik yoksa onları horladık mı? Çünkü gözlerin kayması bundan kinayedir, manası da kendilerini beğenmemeleridir.Ya da اَمْ munkatıadır, maksat da onları aşağılık görmeleri ve onlarla alay etmeleri gözlerinin kaymasından ve görüntüleri pejmürde olduğu için iyice bakmamalarından olduğunu göstermektir. (Beyzâvî)
Ferrâ dedi ki: Burada istifham azar ve taaccüp anlamındadır. [Yoksa gözler onlardan başka tarafa mı kaymıştır] ayeti de eğer (ayetin başı) istifham ile okunmuş ise bu durumda “yoksa” (eşitlik) anlamını verir. İstifhamsız olarak okunmuş ise bu durumda “hayır”, anlamında olur. (Kurtubî)
Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık?' Önderler bu ifadeleri ile kendilerini kınamak ve yapmış oldukları her iki fiili uygun görmemek istemişlerdir. Ayetin manası bir de şu şekilde olabilir: Onlar bizden daha hayırlı oldukları halde biz bunu bilmiyormuşuz. Ve kendilerini dünyada alaya aldık. Hatta hakir gördüğümüzden onları görmedik bile. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
زَاغَ , burada مالَتْ demektir. Yani gözlerimiz onların tarafından kaydı ve göremez oldular. (Âşûr)
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ ism-i işareti اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. حَقٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
İsim cümlesidir. تَخَاصُمُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir.
تَخَاصُمُ haber olup lafzen merfûdur. اَهْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan, c.2, s.176)
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tahkir ifadesi içindir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Cehennem ehlinin buraya kadar hikâye edilen tartışması bir gerçektir; mutlaka vuku bulacaktır. (Ebüssuûd)
تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Bu ifade ذٰلِكَ ‘nin sıfatı olarak َتَخَاصُم şeklinde mansub da okunmuştur; zira işaret isimleri cins isimlerle sıfatlanır. (Keşşâf)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. تَخَاصُمُ , takdiri هو (o) olan mübteda için haberdir.
Bu takdire göre sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَخَاصُمُ ‘nun اَهْلِ النَّارِ۟ ‘a izafesi nar ehlinin tümünün birbiri ile çekişeceğini ifade eder. (Âşûr)
تَخَاصُمُ - اَهْلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Şayet bu konuşmaya neden çekişme denilmiş? dersen şöyle derim: Onların konuşmaları ve aralarında geçen soru-cevap şeklindeki diyalog, düşmanlar arasında gerçekleşen konuşmaya benzetilmiştir; zira önderlerin [Merhaba yok bunlara!] (Sād 38/59) demesi, tâbilerin de [Asıl size merhaba yok be!] (Sād 38/60) demeleri çekişme türü bir konuşmadır. Bu sebeple, konuşmanın bütününe -çekişmeyi de kapsadığı için- çekişme denmiştir. (Keşşâf)
Hak Teâlâ, bu sözleri bir تَخَاصُمُ davalaşma olarak isimlendirmiştir. Çünkü, liderlerin, "Onlar, rahat (yüzü) görmesinler" şeklindeki sözlerine karşılık; tabi olanların, "Asıl siz rahat (yüzü) görmeyin" şeklindeki sözleri bir çekişmeyi ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
الْاَشْرَارِۜ - الْاَبْصَارُ - النَّارِ۟ gibi ayet sonları birbirine uygundur. Bu Kur'an’ın özelliklerindendir. Böyle parlak anlatım ve tatlı nağmeler, ruhun vücutta akışı gibi, insanın nefsinde akar. Allah'a yemin ederim ki, ben, Kur'an'ı her okudukça içimde bir coşku hissediyorum. Zira Kur'an’ın kulağa hoş gelen tatlı bir etkisi vardır. Bazen, farkına varmadan, şarkı ve nağmeye düşkün olanların temayülünden daha çok, coşup oynayasım geliyor. Bu, sadece Kur'an'daki ifadenin parlaklığından dolayıdır. Muhakkak ki beyanda bir tür sihir vardır diyen Allah Resulü doğru söylemiştir.
(Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
إِنَّ ذَ ٰلِكَ لَحَقࣱّ تَخَاصُمُ أَهۡلِ ٱلنَّارِ tezyîl cümlesidir. (Âşûr)قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
Sûrenin genel gayesi, Kur’an’ın muhataplarını İslâm ve Hz. Peygamber karşısında tuttukları yolun yanlışlığı konusunda uyarmaktır; geçmiş peygamberlere dair anlatılanlar da bu amaca yöneliktir. Bu âyetlerde ise aynı amacın Hz. Peygamber’in dilinden birkaç cümleyle özetlenerek ortaya konması istenmektedir. Buna göre, putperestlerin iddialarının aksine (bk. 4. âyet) Hz. Muhammed ne bir sihirbaz ne de yalancıdır; o yalnızca bir uyarıcıdır. Bütünüyle evrenin mutlak yönetici gücü, yalnız Allah’tır. O cebbârdır (Allah’ın birliğini tanımayıp kendisine baş kaldırmaya kalkışanları kahru perişan etmeye kesinlikle muktedirdir), güçlüdür; buna karşılık inançlarını ve yollarını düzeltenlere karşı da çok bağışlayıcıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 589
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli اَنَا۬ مُنْذِرٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Mütekellim zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُنْذِرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مُنْذِرٌۗ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur mahallen merfû olarak mübtedadır.
اِلَّا istisna edatıdır. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur.
الْوَاحِدُ kelimesi اللّٰهُ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. الْقَهَّارُ kelimesi اللّٰهُ ‘nun ikinci sıfatı olup lafzen mecrurdur.
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. İlk cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ cümlesi ise sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesine dahil olan اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfe olup kasr edatıdır. مَٓا harfi, اِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنَا۬ maksûr/mevsûf, مُنْذِرٌ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
اِنَّـمَٓا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ harfi sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşmuştur. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. اِلٰهٍ maksûrun aleyh/sıfat, اللّٰهُ , maksûr/mevsuftur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. Bu ayette ulûhiyyet sıfatı Allah Teâlâ’ya tahsis edilmiş, yani Allah’tan başkasında ulûhiyet sıfatının olmadığı ifade edilmiş. Ama elbetteki Allah’ın başka sıfatları vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْوَاحِدُ ve الْقَهَّارُ lafza-i celâl için iki sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ sıfatlarının ayetin anlamıyla uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. İki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Bu iki sıfatın aralarında و olmaması, mevsûfta, her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
اِلٰهٍ ‘deki tenvin, kıllet, nev ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. Yani ‘hiçbir ilâh yoktur’ anlamındadır.
Hak Teâlâ bu açıklamaları tamamlayınca, yine bu surenin başında ele alınan tevhid, nübüvvet ve öldükten sonra dirilme esaslarını yeniden ele alarak, "Ey Muhammed, "Ben sadece gelecek tehlikeleri haber veren bir peygamberim (münzirim) ve tek hakim olan Allah'dan başka bir ilâh olmadığının ikrarı gereklidir" de" buyurmuştur. Çünkü doğru sıra, önce karşı tarafın şüphelerinin ele alınması, sonra bu şüphelere cevap verilmesi, daha sonra da bunun peşinden, ispat edilmek istenen şeyin doğruluğunu gösterecek delillerin getirilmesidir. İşte Cenab-ı Hak da burada önce, karşı tarafın şüphelerine cevap vermiş, görüşlerinin yanlış olduğuna dikkatleri çekmiş, bunun peşi sıra da, ortaya konulmak istenen şeylerin doğruluğunu gösteren delilleri zikretmiştir. Çünkü yanlış ve uygun olmayan şeyleri bertaraf etmek, uygun olanı ispattan önce gelir. Yine tahtayı-levhayı yıkayıp temizlemek, onun üzerine doğru şekil ve yazıları yazmaktan önce gelir. Bu sırayı iyice düşünen kimse, sûrenin başından sonuna kadar bütün ayetlerin, en güzel bir tertip ve münasebet (ilgi) üzere geldiğini ister istemez kabul edecektir.
"De ki: "Ben, tevhidi, nübüvveti ve Kıyameti inkâr edenlere verilecek cezalar ile bunlara inanacaklara verilecek mükâfatları tebliğ ediyorum'" demektir. Allah Teâlâ, o kâfirlerin, ["O (bütün) tanrıları bir tek tanrı mı yapmış?"] (Sâd/5) dediklerini nakletmek suretiyle, sûrenin başında tevhid delillerini ele aldığı gibi, bu ayetlerde de, işe yine birliğinin izahı ile başlamış ve "Tek hakim Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur" buyurmuştur. İşte bu cümlede, Hak Teâlâ'nın ortaktan ve benzerden münezzeh olduğunu gösteren delile bir işaret vardır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Cenab-ı Hakk'ın الْقَهَّارُۚ (hakîm) olması, kendisinden korkulması ve sakınılması gerektiğini anlatmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
رَبُّ mahzuf mübtedanın haberi veya önceki ayette geçen lafza-i celâlden bedel olarak lafzen merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir.
السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا , makabline matuftur. بَيْنَهُمَا mekân zarfı, mahzuf sıla cümlesine matuftur. الْعَز۪يزُ kelimesi lafza-i celâlin birinci sıfatı, الْغَفَّارُ ise ikinci sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
رَبُّ , önceki ayetteki lafz-ı celâlin üçüncü sıfatı veya bedelidir. رَبُّ ’nun, takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberi olması veya اِنَّ ’nin ikinci haberi olması da caizdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبُّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّ السَّمٰوَاتِ izafetinde رَبُّ ismine muzâfun ileyh olması السَّمٰوَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ zikrinden sonra ikisinin arasında denmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)
Önceki ayetteki lafz-ı celâl için sıfat olan الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ kelimeleri mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatların ayetle anlam uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. Bu iki sıfatın aralarında و olmaması, mevsûfta, her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
Hak Teâlâ korkuyu önceki ifade ile anlatınca, bunun peşinden bir ümit ve teşviki ifade eden ayetini getirerek, "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir, Azîz, Gaffârdır" buyurmuştur. Binaenaleyh O'nun, Rabb oluşu, terbiye edişini, ihsan, kerem ve cömertliğini; Gaffar oluşu da, teşvik ve ümidi ihsas ettirmektedir. Öyleyse O, ibadet edilmesi gerekli olan bir varlıktır. Çünkü O, azabından korkulan, fazlı ve mükâfat vermesi ümit edilen bir zattır. (Fahreddin er-Râzî)
AllahTeâlâ burada, sıfatlarından şu beşini yani, birliğini, kahhâr oluşunu, rubûbiyetini, azîz ve gaffâr oluşunu zikretmiştir. O'nun birliği, haktan yana olanlar ile müşrikler arasında münakaşa konusudur. Hak Teâlâ, birliğine yine kahhar oluşu ile istidlal etmiştir. Fakat O'nun kahhar oluşu, birliğinin ispatına delalet etse bile, bu sıfat aynı zamanda O'ndan alabildiğine korkulmasını gerektiren bir vasıftır. Dolayısıyla bunun peşinden, rahmetine, lutfuna ve keremine delalet eden şu üç sıfatını getirmiştir.
a) Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin rabbi olması... Bunu anlamak,ancak Allah'ın, gökleri, yeri, dört ana unsuru ve onlardan doğan üç varlık çeşidini yaratışındaki hikmet ve rahmetinin neticeleri hususunda tefekkür ettiğinde, onun bütün bunlardaki sırasını iyice kavramış olursun. Bu ise büyük bir ümidi doğurur.
b) O'nun aziz oluşu... Bu sıfatın bu sadedde getirilmesinin hikmeti şudur: Birisi, farzet ki O, Rabdır, eğiticidir ve kerîmdir. Fakat O, her şeye kadir değildir” diyebilir.Cenab-ı Allah işte böyle bir soruya, kendisinin aziz olduğunu, yani bütün bu mümkinata kādir, her şeyin üstesinden gelen, hiçbir şeyin mağlup edemeyeceği bir zat olduğunu bildirerek cevap vermiştir.
c) O'nun gaffar oluşu... Bu sıfatın burada getirilişinin hikmeti de şudur: Yine birisi, Farz edelim ki O, Rabdır ve lütuf sahibidir. Fakat O, itaat edenler ve ibadette ihlasa ermiş kimseler için böyledir” diyebilir. Cenab-ı Hak işte bu hususa da şu şekilde cevap vermiştir: Birisi, mesela yetmiş yıl küfür üzere devam etse (yaşasa), sonra tövbekâr olsa ben, bu kimsenin ismini, günahkâr defterinden siler, fazlım ve rahmetimle onun bütün günahlarını örter ve onu ebrarın (iyilerin) derecelerine çıkarırım.” (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
“Önemli bilgi”nin ne olduğu konusunda başlıca üç farklı yorum ileri sürülmüştür: a) Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in Allah tarafından görevlendirilmiş bir uyarıcı, bir elçisi olduğuna dair bilgiler; b) Bir önceki bölümde (49-64. âyetler) özetlenen âhiretle ilgili haberler, bilgiler; c) İnsanlara uyarıcı ve aydınlatıcı haberler, bilgiler aktaran Kur’an (Râzî, XXVI, 225). Bunların hepsinin kastedilmiş olması da mümkündür. Âyette bu bilgilerin “önemli bilgi” olarak nitelenmesi, muhatabı, anılan konularla ilgili bilgileri ciddiye almaya, bunların önemini kavramaya teşvik gayesi taşımaktadır. Zira bu bilgilerin kabul veya reddedilmesi, insanoğlunun yalnız dünyasının değil, âhiret hayatının da yönünü ve mahiyetini belirleyecektir. Bu bakımdan “Siz ise ona sırt çeviriyorsunuz” ifadesi, müşriklerin ve “önemli bilgi” karşısında onlar gibi ciddiyetsiz, düşüncesiz ve sorumsuz tavırlar sergileyenlerin tutumlarının ne kadar yanlış ve tehlikeli olduğuna dikkat çeken bir eleştiridir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 590
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli هُوَ نَبَؤٌا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَبَؤٌا haber olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi نَبَؤٌا ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَظ۪يمٌ kelimesi نَبَؤٌا için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette خبر kelimesi yerine نبأ kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَؤٌا büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere نبأ denmez. (Müfredat)
هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌ Benim sizi kendisiyle korkuttuğum hesap, sevap ve ceza, değeri çok büyük olan bir haberdir. Onun hafife alınmaması gerekir. Bu anlamdaki açıklamayı Katade yapmıştır. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: [Birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberi] (Nebe’, 78/1-2) ayetidir. (Kurtubî)
Bu ayette bahsedilen, “en mühim haber” şunlar olabilir: Bununla, Allah Teâlâ'nın tek oluşunun, nübüvvetin (peygamberliğin), haşr, neşr ve Kıyamet inancının mühim haber oluşunun kastedilmesi mümkündür. Çünkü bu üç esas, surenin başında ele alınmış ve üç esastan ötürü söz, buraya kadar uzayıp gelmiştir.
Yine bu “en büyük bir haber” ifadesiyle, Kur'an'ın bir mucize oluşunun kastedilmesi de mümkündür. Çünkü bu surede Kur'an'dan da, “Sana indirdiğimiz feyz kaynağı (mübarek) bir kitaptır” (Sad, 29) ayetinde bahsedilmiştir. İşte bu kimseler, Allah'ın “ De ki: “Bu en büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” ayetinde bahsedilen şeyden yüz çevirmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
نَبَؤٌا عَظ۪يمٌ , Hz Âdem’in kıssası, iblisin isyanı ve sonrasında gelişen olaylar ile ilgili olabilir. (Âşûr)
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنْتُمْ | siz |
|
2 | عَنْهُ | ondan |
|
3 | مُعْرِضُونَ | yüz çeviriyorsunuz |
|
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ cümlesi نَبَؤٌا ‘nun ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru مُعْرِضُونَ ‘ye mütealliktir. مُعْرِضُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُعْرِضُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
Cümle نَبَؤٌا için ikinci sıfatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُ , ihtimam için, amili olan مُعْرِضُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan مُعْرِضُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” Beyanı bütün bunlar hakkında tefekkür etmeye ve istidlalde bulunmaya bir teşvik olup, taklidden men etmektir.Çünkü bunlar çok yüce esaslardır. İnsan bunlar hakkında gerçek üzere olması halinde, en büyük saadet kapılarını elde etmiş olur. Yine insan eğer bu hususlarda bâtıl (yanlış) üzere olursa, şekavet kapılarının en büyüğüne düşmüş olur. Dolayısıyla bu konular büyük ve önemli haberlerdir ve yüce esaslardır. Akıl, sarih olarak insanın bu hususta tam bir ihtiyat içinde olmasını, vurdumduymaz ve aldırış etmez bir kimse olmamasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Tefsirlerde genellikle “yüce topluluk” tabiriyle melekler âleminin kastedildiği, meleklerin tartıştıkları konunun da Bakara sûresinde (2/30-33) anlatılan Hz. Âdem’in ve insan türünün yaratılması hadisesi olduğu ifade edilir. Bu bilgilere göre Hz. Muhammed’in peygamberliğini reddeden putperestlere karşı şöyle bir delil ortaya konmaktadır: O yüce topluluk yani melekler insanın yaratılması konusunda aykırı kanaatler ileri sürmüşler, böylece bir tartışmaya girişmişler; Hz. Muhammed de bu olayı anlatmıştır. Melekler tartışırlarken o yanlarında olmadığına göre kendisine bu bilgi ancak vahiy yoluyla gelmiş olabilir; şu halde o hak peygamberdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 590مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِيَ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
مِنْ zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. بِالْمَلَأِ car mecruru عِلْمٍ ‘e mütealliktir.
الْاَعْلٰٓى kelimesi الْمَلَأِ ‘nin sıfat olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı الْمَلَأِ ‘nin mahzuf muzâfuna mütealliktir. Takdiri, علم بكلام الملأ الأعلى (Yüce Olan'ın kelamının ilmi) şeklindedir.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْتَصِمُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَخْتَصِمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و'ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَصِمُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خصم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لِيَ , nakıs fiil كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ عِلْمٍ car mecruru, كَانَ ‘nin muahhar ismidir. Zaid مِنْ harfi sebebiyle عِلْمٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
مِنْ عِلْمٍ ‘deki tenvin kıllet, nev ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. Zaid harfin de ilavesiyle ‘kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değilim’ manasına gelir.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, 3/79)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَخْتَصِمُونَ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Zaman zarfı اِذْ kelimesi, الْمَلَأِ ‘nın mahzuf muzâfına mütealliktir. Takdiri; علم بكلام الملأ الأعلى (Yüce Olan'ın kelamının ilmi)‘dır.
بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى ‘deki بِ , nebe için iki anlama gelir. Birisi; الإحاطَةِ anlamını içeren tadiye, diğeri de zarfiye ما كانَ لِي عِلْمٌ كائِنٌ في المَلَأِ الأعْلى yani “ben o mele-i a’lâdakilerle değildim” manasınadır. (Âşûr)
الْاَعْلٰٓى ‘de istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Onların zikrinin ağızdan ağıza dolaştığı, övgüsünün görünür şekilde insanlar arasında olduğu hakkında istiare olmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fî Sûreti Meryem, s. 212)
Bu kelam, onun pek büyük bir haber olduğunu tahkik etmekte, önceden kendisinin (peygamberin) o konuda bir bilgisi olmadığını ve bilginin mutat sebeplerine de hiç baş vurmadığını zikretmektedir. Zira bu da, Kur’an'ın, vahiy yoluyla Allah katından indiğine ve diğer peygamberlerin verdikleri haberlerin de böyle olduğuna dair apaçık bir hüccettir.
Mele-i a'lâ, melekler, Hazret-i Âdem ve lânetli iblistir. Yani bu yüce topluluk arasında tartışma olurken, daha önce benim onlar hakkında hiçbir bilgim yoktu.
Evet, Peygamberimizin, daha önce, anılan topluluk arasında cereyan eden sözler hakkında hiçbir bilgisi olmadığı gibi, Kur’ân'da bildirildiği veçhile, meleklerin secde etmeleri ve iblisin kibir gösterip küfre gitmesi gibi fiilleri hakkında da hiçbir bilgisi yoktu. (Ebüssuûd, Âşûr)اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُوحٰٓى fiili elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline mütealliktir.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنَّمَٓا ve masdar-ı müevvel يُوحٰٓى fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
يُوحٰٓى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حىى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynune (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiil ve naib-i fail arasında gerçekleşmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline mütealliktir.
يُوحٰٓى fiili dikkatleri olaya çekmek için meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ Bu cümlede ikisi sarih lafızla birisi kinaye olarak oluşmuş üç kasr vardır. Bunlardan ilk ikisi kasr-ı izafi diğeri de kasr-ı kalbdir.Yani biri vahyedilme, nezirlik sebebine, diğeri de resulullahın nezir sıfatına kasredilmesidir. Üçüncüsü; kasr-ı kalb olan da Kur’an’ın indirilişini eğlenceye alan ve resulun sihirbaz ve mecnun olduğuna inananların görüşünü dönüştürmek için yapılmıştır. (Âşûr)
اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ cümlesi masdar teviliyle يُوحٰٓى fiilinin naib-i faili yerindedir.
اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
نَذ۪يرٌ için sıfat olan مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
نَذ۪يرٌ ve مُب۪ينٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Aralarında muvazene sanatı vardır. Bu vasfın, mevsûfun ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Resulullah’ın (sav) bu bilgilerle mücehhez bulunması, ona vahiy gelmiş olmasını kesin olarak gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
Fiil cümlesidir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر (hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلْمَلٰٓئِكَةِ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. Mekulül-kavl اِنّ۪ي خَالِقٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubtur.
خَالِقٌ kelimesi, اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بَشَراً kelimesi ism-i fail olan خَالِقٌ ‘nun mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
خَالِقٌ kelimesi sülâsî mücerred olan خلق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ ط۪ينٍ car mecruru بَشَراً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in takdiri اذكر (Hatırla, düşün.) olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
رَبُّكَ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca Rabb isminin seçilmesi Peygamber’e destek mahiyetindedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَشَراً , ism-i fail olan خَالِقٌ ‘un mefûlüdür.
بَشَراً ve مَلٰٓئِكَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
بَشَراً ve ط۪ينٍ kelimelerinin nekre gelişi, tazim ve nev ifade eder.
بَشَراً ‘in mahzuf sıfatına müteallik olan مِنْ ط۪ينٍ ‘deki مِنْ harfi ba’diyet anlamındadır.
Maksat Peygamber (as)'a karşı böbürlenmelerinden dolayı müşrikleri uyarmaktır. Yoksa İblis'in Adem (as)'a kibirlenmekle başına gelenlerin aynısı onlara da gelebilir. (Beyzâvî)
Burada, anılan yüce topluluk arasında cereyan eden tartışmanın mücmel beyanından sonra tafsili beyanına geçilmektedir. (Ebüssuûd)
بَشَراً : Beşeresinin, yani derisinin açık olması itibarıyla insana "beşer" denmiştir. (Elmalılı)
Bu kıssanın ele alınışının maksadı, hasetten ve kibirden men etmektir. Çünkü İblis, düştüğü şeye ancak, hasedi ve kibri sebebiyle düşmüştür. Kâfirler de, Hz Muhammed (sav) ile ancak hasetleri ve kibirleri sebebiyle münakaşa edip, karşı koymuşlardı. Binaenaleyh, Allah Teâlâ bu kıssayı onu dinlemek, böylece de kendilerini bu iki kötü huydan alıkoysun diye zikretmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki, Allah Teâlâ, mükellefleri düşünmeye ve istidlâlde bulunmaya, tefekkürde bulunmaya teşvik etmiş; onları inattan, ısrardan ve taklitçilikten men etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَّيْتُهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَوَّيْتُهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي cümlesi atıf harfi وَ ‘la سَوَّيْتُهُ cümlesine matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَفَخْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merf’ûdur.
ف۪يهِ car mecruru نَفَخْتُ fiiline mütealliktir. مِنْ رُوح۪ي car mecruru نَفَخْتُ fiiline mütealliktir. Mütekellim ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. قَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru قَعُوا fiiline mütealliktir. سَاجِد۪ينَ hal olup ي ile mansubdur. Çünkü cemi müzekker salimler îrabını harf ile alırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاجِد۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi olan سجد fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَّيْتُهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سوى ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesine müteallık, zaman zarfı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan سَوَّيْتُهُ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üslupta gelen وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي cümlesi, şart cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رُوح۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ruh için tazim ve teşrif ifade eder.
Şartın cevabı olarak فَ karinesiyle gelen قَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَاجِد۪ينَ haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
فَقَعُوا - سَاجِد۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman/7, C. 2, S. 397)
Aslında orada ne üfüren var, ne de üfürülen var. Bu, ancak hayata kabil olan maddeye bilfiil hayat unsurunu vermenin temsilî ifadesidir. Yani onun hayat istidadını tamamlayıp ona hayat kazandıran ruhu, yani emrimi verdiğim zaman, "ona hemen secdeye kapanın!" demiştik. (Ebüssuûd)
["Yarattı ve tesviye etti."] (A'lâ, 87/2) sözünden de anlaşıldığı üzere tesviye yaratmadan sonra olur. Demek ki, insan maddesi çamurdan yaratıldıktan sonra bir de insan suretini alması, insanlık seviyesine gelmesi için bir müddet de tesviye edilmiş, bedeninin parçaları kıvamına getirilmesi için düzeltilmiştir. Bu sebepledir ki, çeşitli ayetlerde çeşitli yaratılış kademelerine işaret edilmiştir. Nitekim Âl-i İmran Sûresi'nde topraktan (3/59), burada çamurdan, Müminun Sûresi'nde çamur hülasasından (23/12), Hıcr Sûresi'nde kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan (15/28); Enbiya Sûresi'nde aceleden yaratıldığı söylenmiştir. Ve içine ruhumdan üflediğim zaman, izafeti, cüziyet için değil, şeref içindir. Çünkü ruh Allah'ın emrindendir. Üfleme tabiri de maddeye fiilen hayat başlangıcının akışını temsil eder. Hatta ["Âdem'e isimleri öğretti."] (Bakara, 2/31) ifadesinden anlaşıldığına göre yalnız cisme ait olan hayat değil, zihin ve ilim hayatının da başlangıcı olan şuur ruhunun, konuşan nefsin ilgisini ifade eder. Yoksa ruh üflemek, hayat belirtilerinden olan nefes alıp verme ile de tevil edilebilir. (Elmalılı)
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. سَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلٰٓئِكَةُ fail olup lafzen merfûdur.
كُلُّهُمْ kelimesi الْمَلٰٓئِكَةُ için manevi tekid olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَجْمَعُونَ ikinci tekid olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (ٌمُؤَكَّد) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Buradaki tekid manevidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Cümle atıf harfi فَ ile takdiri …فخلقه فسّواه فنفخ فيه الروح (Onu yarattı, düzenledi ve ona ruh üfledi) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
كُلُّهُمْ ve اَجْمَعُونَ manevi tekid lafızlarıdır ve aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Meleklerden bazen müzekker, bazen de müennes olarak zikredilir. Burada, فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ [Bunu üzerine meleklerin hepsi secde ettiler] melekler müzekker zikredilirken فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ [O mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler] ayetinde müennes zikredilmiştir.
Sâmerrâî’nin bu soruyla ilgili açıklamalarına göre, Kur’an-ı Kerim’de meleklerin müzekker ve müennes zikredilmesiyle ilgi bazı durumlar vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Bakara/31-34. ayetlerinde olduğu gibi Kur’an’da meleklere verilen tüm emirler için müzekker sıygası kullanılmıştır. [Rahmân’ın kulları olan melekleri dişi bildiler. Yoksa yaratılışlarına tanık mı oldular!] (Zuhruf/19) ayetinde hikaye edildiği gibi cahiliye döneminde yaşayan insanlardaki ‘melekler dişidir’ inancını yıkmak içindir. Başka bir ifadeyle, batıl bir inancın yıkılması için bu şekilde melekler müzekker ifade edilmiştir. وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ ”Melekler şahitlik de ederler“ ifadesinde olduğu gibi Kur’an’da melek kelimesinden sonra gelen tüm fiiller müzekker kalıbındadır. الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ [yakın melekler], فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ [onun için secdeye kapanın] ayetlerinde olduğu gibi melekler için kullanılan tüm sıfatlar müzekker olarak gelmiştir.
Meleklerle ilgili anlatılan iki durumdan birisi diğerine göre daha şiddetliyse, durumun şiddetini ve kuvvetini belirtmek için, şiddetli ve kuvvetli olan durumda melekler müzekker zikredilmektedir. (Nurullah Özdanış, Münâsebet İlmi Açısından Sâmerrâî’nin Lemesât Adli Eseri)
Allah, Hz Âdem'i yarattı; sonra onun şeklini, insanî hilkatini tamamladı da, ruhu ona üfürdü; sonra hiçbir ferdi müstesna olmamak kaydıyla bütün melekler, hep birden ona secde ettiler; yalnız İblis secde etmedi. Onun secde etmemesi, tefekkür etmek için olmayıp tekebbüründen dolayı idi. Ve ilâhi emre muhalefetinden ve itaatten tekebbür göstermesinden dolayı kâfirlerden oldu. Yahut Allah'ın ezelî ilminde, o kâfirlerden oldu. (Ebüssuûd)
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
اِلَّٓا istisna edatıdır. اِبْل۪يسَ istisna-i munkatı’ veya muttasıl olarak fetha ile mansubdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَكْـبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ’dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
مِنَ الْكَافِر۪ينَ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülasi mücerred olan كفر fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَكْـبَرَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ
اِلَّٓا istisna harfidir. فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesinden istisna edilenin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir. اِبْل۪يسَۜ , müstesnadır. İstisna-i munkatı’ veya muttasıldır.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ "İblis müstesna." Âdem'e secdenin yüce Allah'a itaat olduğunu bilmeyerek, önünde secdeye varmayı büyüklüğüne yedirmedi. Allah'a itaat etmeyi büyüklüğüne yedirmeyerek kabul etmemek ise, bir küfürdür. Bundan dolayı o yüce Allah'ın emrine karşı büyüklenmesi sebebiyle kâfirlerden olmuştur. (Kurtubî)
اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِسْتَكْـبَرَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكَافِر۪ينَ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur.
الْكَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
اِبْل۪يسَۜ - اِسْتَكْـبَرَ - الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kiş 2017))
[Ve inkârcı nankörlerden oldu] sözüyle İblis’in, her ne kadar önceden kâfir olmasa da, o an inkârcı olduğu kastedilmiştir; çünkü كَانَ geçmiş zamanların bütün hepsinde kullanılır. Bu sebeple, dilediğin herhangi bir geçmiş zaman için kullanmaya elverişlidir. Şunun kastedilmesi de mümkündür: Allah’ın ilminde İblis, geçmiş zamanların tamamında kâfirdi. (Keşşâf)قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا إِبْلِيسُ | İblis |
|
3 | مَا | nedir? |
|
4 | مَنَعَكَ | seni alıkoyan |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | تَسْجُدَ | secde etmekten |
|
7 | لِمَا |
|
|
8 | خَلَقْتُ | yarattığıma |
|
9 | بِيَدَيَّ | iki elimle |
|
10 | أَسْتَكْبَرْتَ | büyüklük mü tasladın? |
|
11 | أَمْ | yoksa |
|
12 | كُنْتَ | (mi) oldun? |
|
13 | مِنَ | -den |
|
14 | الْعَالِينَ | yüceler- |
|
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ’dir. Mekulü’l-kavli يَٓا اِبْل۪يسُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اِبْل۪يسُ münada olup mahallen mansub müfred alemdir. Nidanın cevabı مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ ‘dir.
مَا istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكَ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
مَنَعَكَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. مَنَعَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf مِنْ harfi ceriyle birlikte تَسْجُدَ fiiline mütealliktir.
تَسْجُدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. مَا müşterek ism-i mevsûl, لِ harfi ceriyle birlikte مَنَعَكَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقْتُ بِيَدَيَّ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. بِيَدَيَّ car mecruru خَلَقْتُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Fiil cümlesidir. اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْتَكْـبَرْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
كُنْتَ sükun üzere mebni nakıs fiildir. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْعَال۪ينَ car mecruru كُنْتَ nin mahzuf haberine müteallık olup, cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
الْعَال۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan علو fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْتَكْـبَرْتَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اِبْل۪يسُ , münadadır.
Nidanın cevabı مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَا mübteda, مَنَعَكَ haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اَنْ ve akabindeki تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ cümlesi, takdir edilen مِنَ harfiyle, مَنَعَكَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, لِ harfiyle birlikte تَسْجُدَ fiiline mütealliktir. Sılası olan خَلَقْتُ بِيَدَيَّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
بِيَدَيَّ izafeti, Allah Teâlâ’ya aid mütekellim zamirine muzâf olan بِيَدَ için tazim ve teşrif ifade eder.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp tevbih (muhatabı azarlamak) manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi muhal olduğu için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ ifadesinde mecaz-ı mürsel sanatı vardır. İki el, eylemlerin gerçekleştirildiği diğer uzuvlara üstün olduğu için zikredilmiştir.
Şayet خَلَقْتُ بِيَدَيَّ [İki elimle yarattım] cümlesinin manası nedir? dersen şöyle derim: iki eli bulunan varlıklar, işlerinin çoğunu iki elleriyle yaparlar. Bu doğrultuda, iki el kullanılmaksızın bizzat yapılan işler de, tağlîb üslubuyla, iki elle yapılan işlerden sayılmıştır.(Keşşâf)
Ana-baba vasıta olmaksızın, Bizzat yarattığım bir şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir? Senin hakkın olmadığı halde büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlük hakkı olanlardan mı oldun? Yahut da şimdi mi büyüklük tasladın, yoksa olduğundan beri mi taslayanlardansın?
بِيَدَيَّۜ "İki elimle" denilmesi, Allah'ın, Hz Âdem'i yaratmaya son derece itina gösterdiğini belirtmek içindir ki, bu, onun yüceltilmesini ve tazim edilmesini gerektirmektedir. Bundan maksat, İblisin şiddetle kınanmasıdır. (Ebüssuûd)
اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, Allah Teâlâ’ nın sözünün devamıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَمْ muttasıl atıf harfidir. كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ cümlesinin makabline atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْعَال۪ينَ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur.
الْعَال۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
الْعَال۪ينَ ‘de istiare vardır. Övgüye layık olmak anlamında müstear olmuştur.
Bu kelimenin aslı, ألعلْوٌ yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fî Sûreti Meryem, s.212)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp tahkir ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi muhal olduğu için ayette soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
تَسْجُدَ - الْعَال۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, اَسْتَكْـبَرْتَ - الْعَال۪ينَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. مِنْهُ car mecruru خَيْرٌ ‘e mütealliktir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Fiil cümlesidir. خَلَقْتَن۪ي sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.
مِنْ نَارٍ car mecruru خَلَقْتَن۪ي fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. خَلَقْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ ط۪ينٍ car mecruru خَلَقْتَهُ fiiline mütealliktir.
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, İblis’in sözlerini bildirmektedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ [“Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın.” dedi.] ifadesinde cem’ ma’at-tefrîk sanatı vardır.
Cem’ ma’at-tefrîk: Önce iki şey bir hükümde birleştirilir, sonra farklılıkları zikredilir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
خَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ - خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
نَارٍ ‘deki tenvin tazim ve nev, ط۪ينٍ ‘deki tenvin tahkir ve nev ifade eder. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَلَقْتَ fiilinin ve مِنْ ’in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın diyerek ateşin çamurdan üstün olduğunu ileri sürdü. Bu ise onun bir cahilliğidir, çünkü cevherler (madde özleri) cins olarak birbiriyle aynı değerdedir. O bunları kıyas etmekle yanlış bir kıyaslama yapmış oldu. (Kurtubi)
71-76. Ayetlerde geçen ط۪ينٍ kelimesi toprakla suyun karışımıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
İblisin bu sözleri, kendince kendisini secdeden engelleyen bir şeyin var olmasının iddiasıdır ve üstün olanın, üstün olmayana secde etmesinin uygun olmadığını bildirmektedir. Nitekim şu sözleri de bunu bildirmektedir: [İblis: "Ben kuru bir çamurdan, şekil verilmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim!" dedi.] (Hicr: 33)
İblis'in: "Beni ateşten yarattın..." sözleri, iddia ettiği üstünlüğün illetini beyân etmektedir. Ancak lanetli İblis, yanılmıştır; Zira üstünlüğü madde ve unsura tahsis etmiş ve fail (yaradan) cihetinden gafil kalmıştır. Nitekim: "iki elimle yarattığım" ifadesi ile "ve ona ruhumdan üfürdüğüm" ifadesi bu ilâhî ciheti haber vermektedir. Bir de İblis, işin özü olan gayeden de gafil kalmıştır. İşte bundan dolayıdır ki, yeryüzündeki hilafetin çarkı sayılan ilimde Hazret-i Âdem’in meleklerden üstün olduğu ve diğerlerinde bulunmayan birtakım özelliklere sahip olduğu anlaşılınca, meleklere, ona secde etmelerini emir buyurdu. (Ebüssuûd)
İblis, kendisinin Âdem (as)'dan daha üstün olduğunu şu şekilde açıklamıştır: "Benim aslım, ateştendir. Ateş ise çamurdan daha kıymetlidir. Şu halde, benim aslımın, Âdem'in aslından daha iyi olduğu ortadadır. Aslı, aslından daha iyi olan, ondan daha üstündür. Ateşin Üstünlüğü
Ateş, çamurdan daha üstündür. Bunun delilleri ise şunlardır:
a) Felekî (göksel) kütleler, unsurî (yerel) kütlelerden kıymetlidir. Ateş, feleklere en yakın olan unsurdur. Yer ise, onlardan en uzak olan unsurdur. Öyleyse, ateşin yerden daha üstün olması gerekir.
b) Ateş, battıklarında, bu alemi aydınlatma hususunda, güneşin ve ayın yerini alır. Halbuki, güneş ile ay, yerden daha kıymetlidirler. Şu halde, aydınlatma hususunda onların yerini alan şey, yerden daha üstündür.
c) Aslî ve etken keyfiyetler ya hararettir ya da bürûdet (soğukluk)tur. Hararet (sıcaklık), bürûdetten daha üstündür. Çünkü hararet, hayata; bürûdet ise, ölüme uygun olan vasıflardır.
d) Yer, kesif, yoğun; ateş ise, latif ve şeffaftır. Şeffaf olan ise, yoğun ve kesif olandan daha kıymetlidir.
e) Ateş, aydınlatıcılık vasfını haizdir. Yer ise, karanlıktır. Halbuki aydınlık, karanlıktan daha iyidir.
f) Ateş, hafiftir. Dolayısıyla, ruha benzer. Yer ise ağırdır. Dolayısıyla bedene benzer. Ruh ise, bedenden daha üstündür. O halde ateş, yerden daha üstündür. İşte bundan dolayı tabipler, iki ağır unsurun bedenlerin terkibinde; iki hafif unsurun da ruhların meydana gelmesinde daha elverişli ve müsait olduğu hususunda mutabıktırlar.
g) Ateş, yükselme özelliğine sahiptir. Yer (toprak) ise inme özelliğine sahiptir. Yükselen, inenden daha üstündür.
i) Felekler burçlarının ilki, koç burcudur. Çünkü, Kuzey Ekvator noktasından ilk başlayan bu burçtur. İşte bu burç, ateş karakterindedir. Canlılardaki uzuvların en şereflisi ise, onun kalbi ve ruhudur ki bu, kalb ile ruh da ateş karakterindedir. Canlılardaki uzuvların en değersizi ise kemiktir. Halbuki kemik ise soğuktur, kurudur ve yer özelliğindedir.
j) Yere ait maddeler, her ne zaman daha ileri derecede nurani ve ateşe benzer özellik arz ederlerse, o nispette kıymetli olurlar. Yine bunlar, her ne zaman daha çok bulanık, yoğun, tozlu ve yer karakterinde olurlarsa, o nispette de değerden düşerler. Mesela, ateşe benzeyen maddeler, altın yakut parlak kıymetli taşlar gibi. Yine bunların, giyim eşyasından misali ve örneği ise, has ipek ile ondan yapılan elbisedir. Yer karakterinde ve tozlu topraklı olan şeyin daha değersiz olmasına gelince, bu gayet açıktır.
k) Görme kuvveti şeref ve üstünlük bakımından, zirvede olan kuvvettir. Bu kuvvetin fonksiyonu ise ancak ışık sayesinde tam olur. Halbuki ışık ve ışınlar, ateşe benzeyen maddelerdir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
I) Maddî âlemdeki maddelerin en kıymetlisi, güneştir. Bunun şekil, karakter ve tesir bakımından ateşe benzediğinde şüphe yoktur.
m) Pişme, olgunlaşma ve hayat, ancak hararet (sıcaklık) ile kemâl bulur, tam noksansız olur. Şayet, sıcaklık kuvveti olmasaydı karakterler tamamlanmaz ve terkipler meydana gelmezdi.
n) Enerji ve fiil kuvveti açısından unsurların en kuvvetlisi, ateştir. İnfial kuvveti açısından, unsurların en mükemmeli ise yerdir. Fiil ve enerji infialden daha üstündür. O halde ateş yerden (topraktan) daha üstündür.
Toprağın Üstünlüğü
a) Toprak güvenilirdir, muslih (yapıcı)dır. Çünkü sen ona bir tohum attığında, sana o tohumu meyveli bir ağaç olarak geri verir. Ateş ise haindir. Kendisine teslim ettiğin her şeyi bozar.
b) Görme kuvveti ateşi övmüşse, bir de dokunma duyusunun söylediklerine kulak versin.
c) Yer, ateşe hükümrandır. Çünkü o, ateşi (üzerine atıldığında) söndürür. Ateş ise, öz toprağa tesir edemez.
Bil ki bu kıyas, gerçekten yalan ve yanlıştır. Çünkü külün aslı ateştir. Güzel bahçelerin ve meyveli ağaçların aslı ise topraktır. Meyveli ağacın, külden daha hayırlı olduğu iki kere iki dört edercesine malumdur. Hem farzedelim ki, ateşin bu cihetini nazar-ı dikkate almak bir üstünlüğü gerektirmektedir... Ama bunun, üstünlüğü gerektirecek başka bir cihetle çelişki teşkil etmesi mümkündür. Mesela, her türlü faziletten uzak ama asil bir insanın nesebinin, o kişinin üstün sayılmasını gerektirmesi gibi. Ama asil (soylu) olmayan bir kimse, ilmi ve takvası çok olursa, sınırsız derecelerle o soyludan daha üstündür. İşte İblis'in ileri sürdüğü kıyasındaki yalan ve yanlış olan mukaddimesi budur.
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri; إن أبيت السجود (Eğer secde etmezsen) şeklindedir. Mekul’ül-kavl, mukadder şart cümlesi olarak mahallen mansubdur.
اخْرُجْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri أنت ‘dir. مِنْهَا car mecruru اخْرُجْ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. رَج۪يمٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup merfûdur.
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ilâhi emir, o lanetli İblisten zahir olan ilâhî emre muhalefet etmesine ve ona batıl gerekçeler ileri sürmesine, terettüp etmektedir. Yani ‘Cennetten, yahut melekler zümresi arasından çık’ demektir. (Ebüssuûd)
Ayetteki مِنْهَا (buradan) ifadesi, ya cennetten yahut göklerden defol manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan رَج۪يمٌۚ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ve bu vasfın mübtedada sürekli varlığına ifade etmiştir. Bu kalıp, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Burada رَج۪يمٌۚ kelimesi مرجوم ‘taşlanıp kovulmuş, uzaklaştırılmış’ manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. عَلَيْكَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَعْنَت۪ٓي kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru لَعْنَت۪ٓي ‘ye mütealliktir. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
Bu ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur عَلَيْكَ ‘nin müteallakı olan اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. لَعْنَت۪ٓي ise اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
Veciz anlatım kastıyla gelen لَعْنَت۪ٓي izafetinde, Allah Teâlâ’ya zamirine muzâf olan لَعْنَت۪ٓ , tazim edilmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ [Hesap gününe değin] ifadesi, bize bildiriyor ki, lanet, çok feci bir şey olduğu halde İblisin cinayetinin cezası değil, fakat onun göreceği cezanın bir örneği olup ceza ve hesap gününe kadar devam eder. Ancak bu zamanlamanın zahirinin vehmettirdiği gibi, ceza günü bu lanetin kesileceği anlamında değil, şu anlamdadır: o gün o kadar ağır ceza ve azap çeşitleriyle karşılaşacak ki, bunlar, laneti unutturacak ve onların yanında lanet, kalkmış gibi olacak. Nitekim diğer bazı ayetlerde de şöyle denilmektedir: ["Bir münadi, aralarında, Allah'ın laneti zalimler üzerine olsun! diye seslenecektir."] (A'râf: 44), ["Onlar birbirlerine, lanet okuyacaklardır."] (Ankebût: 25) (Ebüssuûd)
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir.
Mekulü’l-kavli رَبِّ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Münada alem ise veya mütekellim ي ’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن جعلتني رجيما (Beni lanetli yaparsan) şeklindedir. Nidanın cevabı mukadder şart cümlesidir.
اَنْظِرْن۪ٓي dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نَ , nûn-u vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru اَنْظِرْن۪ٓي fiiline mütealliktir. يُبْعَثُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُبْعَثُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
يُبْعَثُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بعث ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Nida harfi ve münada konumundaki رَبِّ izafetinde, mütekellim zamiri mahzuftur. Kelimenin sonundaki esre, mahzuf muzaf zamirden ivazdır. Mütekellim zamirinin hazf edilmesi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder.
Nidanın cevap cümlesi فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ , takdiri إن جعلتني رجيما [Beni lanetli kılarsan] olan mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şartın cevabı emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkenbdir.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifâde eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
يَوْمِ ’nin muzâfun ileyhi olan يُبْعَثُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
İblisin bundan muradı, onları azdırmak için imkan bulması, onlardan intikam alması ve tamamen ölümden kurtulması idi. Zira tekrar dirilme gününden sonra artık ölüm yoktur. (Ebüssuûd)
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن رغبت الإنظار (İzlemek istersen) şeklindedir.Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ism-i olup mahallen mansubdur.
مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُنْظَر۪ينَ ‘nin cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
مُنْظَر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ cümlesi, takdiri إن رغبت الإنظار (İzlemek istersen) olan mahzuf şartın cevabıdır. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ tekid edatı olan اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُنْظَر۪ينَۙ ism-i mefûl vezninde gelmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu terkip aynı zamanda قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah '’Haydi sen Allah'ın takdir ettiği ve mahlukatın yok olması için tayin ettiği
bilinen güne kadar’’ (bu süre birinci üfürülme anıdır, yoksa İblis tarafından arzu edilen dirilme anı değildir) mühlet verilenlerdensin'’ buyurdu. Yani sen ezelde hikmet gereği eceli geriye bırakılmış olan melekler ve benzeri mahlukatın zümresindensin buyurdu. (Rûhu’l Beyân)
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
اِلٰى يَوْمِ car mecruru مُنْظَر۪ينَ ‘a mütealliktir. الْوَقْتِ kelimesi muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur. الْمَعْلُومِ kelimesi الْوَقْتِ ‘in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
اِلٰى يَوْمِ car mecruru, önceki ayetteki الْمُنْظَر۪ينَۙ ’ye mütealliktir. İsm-i mef’ûl vezninde gelen الْمُنْظَر۪ينَۙ , fiil gibi amel ederek müteallık almıştır.
الْمَعْلُومِ kelimesi الْوَقْتِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ [Vakti belli gün], baas gününden kinayedir.
الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ Bilinen vakit, birinci üfürüşün meydana geldiği vakittir. يَوْمِ الْوَقْتِ Onun günü ise, üfürüşün vakti, onun bir parçası olan gündür. الْمَعْلُومِ : Onun Allah (cc) katında bilinmesi ileri geri gitmemesi, muayyen olmasıdır. (Nesefî)
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir. Mekulü’l-kavli فَبِعِزَّتِكَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ zaiddir. Ayetlerin tertip üzere olduğunun işaretidir. بِ harf-i ceri kasem harfidir. عِزَّتِكَ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. اُغْوِيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi اُغْوِيَنَّ ‘deki mef’ûlun zamiri için manevi tekiddir. Nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nunu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , fiilinin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اُغْوِيَنَّهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi غوي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, İblisin sözlerini bildirmektedir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesi فَبِعِزَّتِكَ , şart üslubunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
ف , takdiri إن أنظرتني (Bana mühlet verirsen) olan mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıtadır. بِ , kasem harfidir. Car mecrur بِعِزَّتِكَ , takdiri أقسم (Yemin ederim.) olan mahzuf fiile mütealliktir. أقسم بِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ cümlesi, takdiri أنا (Ben) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinin haberi kasem üslubunda gelmiştir.
لَ ve نَّ ‘la tekid edilen لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عِزَّتِكَ izafeti, muzâfa tazim ve teşrif ifade eder.
فَبِعِزَّتِكَ ,yemindir, ‘gücüne yemin olsun ki’ demektir. (Ez-Zâdu’l Mesîr)
اَجْمَع۪ينَۙ lafzı, اُغْوِيَنَّهُمْ cümlesindeki zamiri tekid içindir.
"Dedi ki: İzzetin hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım." Âdem'den ötürü yüce Allah onu kovup uzaklaştırınca, o da Allah'ın izzetine Âdemoğullarını arzu ve isteklerini kendilerine süslü göstermek, kalplerine şüpheler sokmak suretiyle saptıracağına yemin etti. Buna göre ["hepsini mutlaka azdıracağım"] ayeti onları masiyetlere çağıracağım demektir. (Kurtubî)
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
اِلَّا istisna harfidir. عِبَادَكَ müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْهُمُ car mecruru عِبَادَكَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادَكَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
Ayet önceki ayette bahsi geçenlerden istisna edilenleri bildirmektedir.
عِبَادَكَ müstesnadır. İstisna munkatı veya müferrağdır. عِبَادَكَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait كَ zamirine muzâf olmasıyla عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُمُ , konudaki önemine binaen amili olan الْمُخْلَص۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
الْمُخْلَص۪ينَ , ism-i mef’ûl vezninde gelerek fiil gibi amel etmiştir. الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادَكَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç. Allah Teâlâ’nın taatı için halis kıldığı ve koruyup merhamet ettiği yahut kalplerini Allah için halis tutanlar hariç, bu da farklı ( مُخْلَص۪ ve مُخْلِص۪ ) kıraatlara göredir. (Beyzâvî)
Ayetteki, "içlerinden ihlasa erdirilmiş kulların müstesna" ifadesi ile ilgili şu incelikler var:
Birinci İncelik: İblis'in bu istisnadan muradının, yemininde bir yalan meydana gelmemesi olduğu; çünkü eğer böyle bir istisna yapmayıp, herkesi azdıracağını iddia etmiş olsaydı, o zaman Allah'ın salih kullarını yoldan çıkarmaktan aciz kaldığında yalanının ortaya çıkacağı söylenmiştir. Buna göre İblis adeta, "Bu yeminimde yalan olmasın diye, işte bu istisnayı yaptım" demek istemiştir, işte bu noktada şöyle denilebilir: Yalan, İblis'in bile ar duyduğu bir şeydir. Dolayısıyla bir müslümanın yalana yeltenmesi nasıl uygun düşebilir?
Ne var ki şeytan onları azdırmak istese de, onları azdıramamıştır.
İkinci İncelik: Bu ayet, İblis’in, Allah'ın muhlis kullarını azdıramayacağına delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)