25 Kasım 2025
Sâd Sûresi 84-88 / Zümer Sûresi 1-5 (457. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâd Sûresi 84. Ayet

قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ  ...


Allah, şöyle dedi: “İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum:”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ buyurdu ki ق و ل
2 فَالْحَقُّ gerçektir ح ق ق
3 وَالْحَقَّ ve gerçekten ح ق ق
4 أَقُولُ ben diyorum ki ق و ل

قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, şart ve cevap cümlesidir.   

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن غووا بك فالحقّ مني (Seni aldatırlarsa Hak bendedir.) şeklindedir.

الْحَقُّۘ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  منّي (Benden) şeklindedir. 

وَ  itiraziyyedir.  الْحَقَّ  mukaddem mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur.  اَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

قَالَ فَالْحَقُّۘ 

 

Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ'dır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavl olan  فَالْحَقُّۘ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

فَ , takdiri  إن غووا بك (Seni aldatırlarsa) olan mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Cevap cümlesinde  الْحَقُّ  mübteda olup takdiri  مني (Benden) olan haberi mahzuftur. 

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.


 وَالْحَقَّ اَقُولُۚ

 

Ayetin ikinci cümlesinde  وَ , itiraziyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

Mef’ûl olan  الْحَقَّ , ihtisas için, amili  اَقُولُۚ  fiiline takdim edilmiştir. Yani  ولا أقُولُ إلّا الحَقَّ manasındadır. (Âşûr)

Bu isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle yemine gerek kalmamıştır ve Allah sadece doğruyu söyler manası taşır. 

Ayette  الْحَقَّ  kelimesi, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Bu tekrarda ayrıca ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْحَقَّ ’daki el takısı cins içindir. (Âşûr)

الْحَقَّ  kelimelerinin; ikisi de mansub okunmuştur ki bu okuyuşta ilk hak, tıpkı Allah’a yemin olsun ki, biat etmek zorundasın! ifadesindeki Allah lafzı gibi muksem bih (kendisiyle yemin edilen şey) dir; cevabı ise  لَاَمْلَـَٔنَّ (Mutlaka dolduracağım!) cümlesidir. وَالْحَقَّ اَقُولُۚ  ise muksem bih ile muksem ‘aleyh (üzerine yemin edilen) arasına girmiş bir ara cümledir.  الْحَقَّ  kelimeleri merfû da okunmuştur ki bu durumda ilk hak, haberi hazf edilmiş bir mübteda olur; [Hakka yemin olsun ki, dolduracağım!] demektir.  الْحَقَّ  kelimeleri mecrur da okunmuştur. Bu durumda ilk hak, kasem harfi hazf edilmiş bir muksem bih (kendisiyle yemin edilen) olur.  وَالْحَقَّ اَقُولُۚ  ifadesi, muksem bih lafzını aktarma üslubuyla “sadece yemin ettiğim gerçeği söylüyorum” şeklinde tekid ve pekiştirme anlamındadır ki bu anlam mansub ve merfû okuyuşlarda da geçerlidir. Bu gayet güzel, dakik bir anlamdır.  الْحَقَّ  kelimeleri ikincisi mansub olarak, birincisi merfû ya da mecrur da okunmuştur. Bu durumda îrab, daha önce zikrettiklerimizin aynısıdır. (Keşşâf)

اَقُولُۚ - قَالَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Dedi: İşte bu gerçek. Ben de gerçeği söylerim yani  أُحِقُّ الحَقَّ وَ أقُولُهُ  demektir. Şöyle de denilmiştir: Birinci hak Allah'ın ismidir, nasbı da kasem harfinin hazfi iledir. (Beyzâvî)

 
Sâd Sûresi 85. Ayet

لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ  ...


“Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَأَمْلَأَنَّ elbette dolduracağım م ل ا
2 جَهَنَّمَ cehennemi
3 مِنْكَ senden
4 وَمِمَّنْ ve kimselerden
5 تَبِعَكَ sana uyan ت ب ع
6 مِنْهُمْ onlar içinde
7 أَجْمَعِينَ tümüyle ج م ع

  Ceme'a جمع :

  جَمْع   kelimesi, bir şeyin bazısını bazısına yaklaştırarak onları birleştirmektir. جَمَعْتُ فاجْتمع  topladım toplandı denir. Toplanan varlıklar için de جمْعٌ - جميِع - جماعة denir.

أجْمَعْتث كذا  fiili daha çok düşünce yoluyla ulaşılan birlikler için kullanılır. 

جَميع  -أجْمَعُ- أجْمعُونَ  kelimeleri bir iş üzerinde birleşmeyi pekiştirmek için kullanılır. أجْمعُونَ sıfatı ise bilinenlerin betimlenmesi için kullanılır. جَميع  kelimesiyle bazen mana yönünden pekiştirme yapılabilir. يوْم الجُمُعَة  insanların namaz için bir araya toplanmasından bu adı almıştır.

  ماتَتِ الَمَرْأة بجُمْعٍ  karnında çocuğu ile ölen kadın demektir; bunda da ikisinin birlikteliği düşünülmüştür. (Müfredat) 

  Kur'an-ı Kerim’de pek çok türevde 129 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri cem, cemaat, cemiyet, câmi, Cuma, icma, cima, mecmua, içtima ve câmiadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ  cümlesi  اَقُولُ ‘nun mef’ûlü bihi  الْحَقَّ ‘dan bedel olup mahallen mansubdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. اَمْلَـَٔنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْكَ  car mecruru  لَاَمْلَـَٔنَّ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَّنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  لَاَمْلَـَٔنَّ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَبِعَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَبِعَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْهُمْ  car mecruru aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. 

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  مِنْكَ ‘deki muhatap zamir için manevi tekid olup cer alameti ي ‘dir.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

Lafzi tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.

Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi … لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ , önceki ayetteki  اَقُولُۚ  fiilinin mef’ûlü olan الْحَقَّ ‘dan bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

Mahzuf kasemin cevabı olan cümle, kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş (Âşûr) müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nûn, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

مِمَّنْ  car mecruruمِنْكَ ’ye matuftur. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ   başındaki harf-i cerle birlikte  لَاَمْلَـَٔنَّ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ  cümlesindeki  مِنْ  beyâniyyedir.Temyize girer ve manasını temyiz olarak nasb eder. (Âşûr)  

Ayetteki  مِنْكَ  kelimesi, ‘senin cinsinden’ manasınadır. İblis’in cinsinden olanlar ise, şeytanlardır. مِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ  ifadesi de, ‘Adem (as)'in neslinden, sana tabi olanlar’ manasınadır. (Fahreddin er-Râzî) 

مِنْهُمْ  car mecruru,  مَّنْ ‘in mahzuf haline mütealliktir.

Manevi tekid olan  اَجْمَع۪ينَ  lafzı,  مِنْهُمْ ’deki veya  مِنْكَ ’deki zamiri tekid içindir. 

اَجْمَع۪ينَ - لَاَمْلَـَٔنَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  مِنْ ’lerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Peşisıra gelen  اَجْمَع۪ينَ (hepsi) kelimesi,  مِنْهُمْ (onların) zamirinin, yahut  مِنْكَ  ve  تَبِعَكَ kelimelerindeki  كَ (sen) zamirlerinin tekid edilmiş olması muhtemeldir ve "Ben, tabi olanlar ve olunanlar ile, hiçbirinin yakasını bırakmamak şartıyla cehennemi dolduracağım" demektir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)

 
Sâd Sûresi 86. Ayet

قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَا
3 أَسْأَلُكُمْ ben sizden istemiyorum س ا ل
4 عَلَيْهِ buna karşı
5 مِنْ hiçbir
6 أَجْرٍ ücret ا ج ر
7 وَمَا ve değil(im)
8 أَنَا ben
9 مِنَ -dan
10 الْمُتَكَلِّفِينَ yapmacık yapanlar- ك ل ف

Temel gayesi nübüvvetin ispatı olan sûrenin bu son âyetlerin­de bu gerçek üzerine son bir defa daha dikkat çekilmekte, Hz. Muham­med’in hak peygamber olduğunun kanıtları onun dilinden ifade edil-

mektedir. Buna göre Hz. Peygamber, görevini sürdürmek için muha­taplarından kişisel bir çıkar, maddî veya mânevî bir karşılık beklememektedir; şayet gerçekten peygamber olmasaydı bir çıkar sağlamak için bu işe kalkışması gerekirdi. Böyle olmadığına göre o davetinde samimidir, söyledikleri gerçektir; sahte bir misyon üstlenen, peygamberlik taslayan biri değildir; tebliğ ettiği Kur’an da onun yakıştırması değil, bütün âlemlere, yani bütün akıllı ve yükümlü varlıklara gönderilen ilâhî bir öğüt ve uyarıdır. 

Burada “bütün âlemlere” kaydı, Kur’an mesajının ve Hz. Muhammed’in peygamberliğinin evrenselliğini gösteren en kesin delillerdendir. Son âyette geçen nebe’ kelimesi “haber” anlamına gelir. Haber, “realiteye uygun bildirim” demektir; nitekim asılsız bildirime “yalan haber” denir. Şu halde haberde asıl olan, duyurulan bilginin gerçekliğidir. Bu sebeple âyetteki nebe’ kelimesini “bildirdiklerinin gerçekliği” şeklinde çevirdik. “Onun bildirdiklerinin gerçekliğini bir zaman sonra öğreneceksiniz” ifadesi, müslümanlar için gelecekte İslâm’ın başarıya ulaşacağını bildiren bir müjde, inkârcılar için de bir uyarı anlamı taşımaktadır. Nitekim, müşriklerin bütün karşı çabalarına, mücadelelerine, zulüm ve baskılarına rağmen bu müjde adım adım gerçekleşmiş; daha Resûlullah aleyhisselâm hayattayken Arap yarımadasında şirkin kökü kazınmış; nihayet bir asır gibi kısa bir zamanda İslâm üç kıtaya yayılan, çeşitli milletlerce benimsenen evrensel bir din haline gelmiştir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 593

قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَسْـَٔلُـكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْهِ  car mecruru اَجْرٍ ‘e mütealliktir.  مِنْ  zaiddir. اَجْرٍ  lafzen mecrur, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.


وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuf olup mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اَنَا۬  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf haberine müteallik olup mahallen mansubdur. 

لْمُتَكَلِّف۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefe’ul babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz.   Peygamber’dir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Tekid ifade eden zaid  مِنْ ’in dahil olduğu مِنْ اَجْرٍ ’deki tenvin kıllet, umum ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi de kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِ , ihtimam için, mef’ûl olan  اَجْرٍ ‘e takdim edilmiştir.

سأل  fiili ‘sormak’ manasındadır.  عَلَيْ  harf-i ceri ile kullanıldığında ‘istemek’ manasını alır. Fiillerin harf-i cerle yeni anlam kazanmalarına tazmin denir.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen  tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Peygamber (sav) den daha önceden söz edilmediği halde ondan zamir ile söz edilmiştir. Bunun [yüce Allah'ın aramızdan bu zikir onun üzerine mi indirildi?] (Sâd, 38/8) ayetine raci olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

عَلَيْهِ  deki zamir Kur’an’a aittir ve böylece surenin başında zikredilen Kur’an dolayısıyla reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. (Âşûr- Keşşâf) 

 

وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfi  مَا , nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ  car mecruru,  مَٓا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

‘’Ve ben kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan da değilim.’’ Yani ben bir şeyler uydurmak için kendimi zorlamıyorum ve emrolunmadığım şeyleri uydurup söylemiyorum demektir. (Kurtubî)  

Tekellüfü olumsuzlamada  مَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ين  terkibi,  ما أنا بِمُتَكَلِّفٍ  şeklinde söylemekten daha kuvvetlidir. (Âşûr)
Sâd Sûresi 87. Ayet

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ  ...


“Bu Kur’an, âlemler için ancak bir öğüttür.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ değildir
2 هُوَ O (Kur’an)
3 إِلَّا başkası
4 ذِكْرٌ öğüt(ten) ذ ك ر
5 لِلْعَالَمِينَ bütün alemlere ع ل م

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. ذِكْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٌ ‘a veya onun mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ  cümlesi  وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ  cümlesinden bedel-i iştimâldir. Tezyîl de olabilir.(Âşûr) 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هُوَ  mevsuf/maksûr,  ذِكْرٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir.

İzâfî kalb kasrıdır.(Âşûr)

Yani o, alemler için sadece öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Bunun dışındaki bütün özellikleri olumsuzlanmıştır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru, ذِكْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Sâd Sûresi 88. Ayet

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ  ...


“Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَتَعْلَمُنَّ gayet iyi bileceksiniz ع ل م
2 نَبَأَهُ onun haberini ن ب ا
3 بَعْدَ sonra ب ع د
4 حِينٍ bir süre ح ي ن

  Nebe' نبأ :

  نَبَأٌ kavramı, büyük fayda sağlayan kendisiyle ilim veya zannı galip oluşan haberdir. Aslında bu üç özelliği taşımayan habere نَبَأٌ denmez.

  نَبَّأَ fiili أنْبَأَ fiilinden daha beliğdir.

  Nübüvvet (نُبُوَّة) ise Yüce Allah ile akıl sahipleri arasında elçilik yapmaktır.

  Peygamberlere Nebi (نَبِيٌّ) denilmesinin sebebi; nebinin, zeki akılların rahatlamak, huzur bulmak ya da sakinleşmek için kendisine dayanacağı/güveneceği şeyleri haber vermesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle birlikte 160 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Nebi, nnebevi, enbiya ve nübüvvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la makablindeki ayete matuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

تَعْلَمُنَّ  fiili mahzuf  نَ’ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ‘ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

نَبَاَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَعْدَ  zaman zarfı,  تَعْلَمُنَّ  fiiline mütealliktir.  ح۪ينٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ

 

Ayet  وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Gelecek zamandan haber veren bu ayetle matufun aleyh arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Cümle mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasem ve nun-i sakile ile tekit edilmiş cevap cümlesi  وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  لَتَعْلَمُنَّ  fiiline mütealliktir.  ح۪ينٍ ‘deki tenvin muayyen olmayan cins ifade eder.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nûn, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ  [verdiği haberi yakında öğreneceksiniz] yani ölürken veya kıyamet günü yahut İslam üstün gelip yaygınlaştığında, başınıza geleceklere dair Kur’an’ın verdiği haberin doğruluğunu, onun gerçek ve hak olduğunu göreceksiniz. Bu ifadede tehdit vardır. (Keşşâf)

Haber üslubunda gelen ayetteki  “Kur’an’ın size söylediklerinin gerçek olduğunu bir süre sonra bileceksiniz” manası, zımnî olarak şiddetli bir tehdit içerir. 

Müfessirler bilinecek olan haberin vaat ve tehdidin gerçekleşmesi olduğunu söylemişlerdir.

Ayette haber yerine  نَبَاَ  tercih edilmiştir. Çünkü,  نَبَاَ  büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere  نَبَاَ  denmez. (Müfredat)

Ayet-i kerîme’de geçen  علم  kelimesi, عرف  manasında olup başında bulunan  لَ mukadder bir kasemin cevabıdır. Takdiri, … والله  şeklindedir.

Onun haberini bir süre sonra elbette bileceksinizdir. Zikrin yani Kur'an'ın haberinin hak olduğunu mutlaka bir süre sonra bileceksinizdir. (Kurtubî)   

Onun haberini elbette bileceksiniz. Ondaki vaat ve tehdidi yahut tehdidi getirmekle doğruluğunu bileceksiniz "bir zaman sonra” ölümden sonra yahut kıyamet gününde ya da İslam ortaya çıktığı zaman. Bunda (vaat ve tehditte) gözdağı vardır. (Kurtubî)    

Surenin son ayetinde hüsn-i intehâ sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur’ân’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin son ayetlerinin fasılalarındaki  وَ - نَ  ve  ي - نَ  ile oluşan ses uyumu lafzî güzelliklerden seci sanatının güzel bir örneğidir.
Zümer Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 75 âyettir. Sûre, adını 71 ve 73. âyetlerde geçen “Zümer” kelimesinden almıştır. Zümer; zümreler, gruplar demektir. Sûrede başlıca, göklerde ve yerde Allah’ın birliğini gösteren deliller, mü’minlerin cennete, kâfirlerin cehenneme sevk edilecekleri konu edilmekte; kullar, ölüm gelip çatmadan Allah’a yönelmeye çağrılmaktadır.
Mushaftaki sıralamada otuz dokuzuncu, iniş sırasına göre elli dokuzuncu sûredir. Sebe’ sûresinden sonra, Mü’min (Gāfir) sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. âyetten itibaren üç veya yedi âyetin Medine döneminde indiği yolunda rivayetler varsa da bu rivayetler zayıf bulunmaktadır (bk. İbn Âşûr, XXIII, 311).
Sûrenin temel konusu Allah ve âhiret inancıdır. Bu çerçevede hiçbir şeyin Allah’a ortak ve denk tutulamayacağı, O’nun mutlak ve eşsiz yaratıcı olduğu, bu sebeple insanın her durumda O’na yönelip bağlanması gerektiği belirtilmekte; bu şekilde inanan ve yaşayanların ulaşacağı âhiret nimetlerine ve cennet hayatına dair bilgi verilmekte; inkârcıların olumsuz duygu ve davranışları değerlendirilmekte; bunların kötü sonuçları hakkında uyarıda bulunulmaktadır. Her şeye rağmen Allah’ın rahmetinden ümit kesilmesinin doğru olmadığı, çünkü Allah’ın, dönüş yapıp kendisine yönelenlerin bütün günahlarını bağışlayacağı müjdelenmekte ve insanlar, âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden önce, fırsat eldeyken inançlarını ve yaşayışlarını düzeltmeye çağırılmaktadır. Sûre, müminlerin âhiret mutluluğunu tasvir eden âyetlerle son bulmaktadır.
Hz. Âişe, Resûlullah’ın genellikle her gece yatmadan önce Zümer ve Benî İsrâil (İsrâ) sûrelerini okuduğunu söylemiştir (Tirmîzî, “Sevâbü’l-Kur’ân”, 21).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zümer Sûresi 1. Ayet

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  ...


Kitab’ın indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلُ indirilmesi ن ز ل
2 الْكِتَابِ Kitabını ك ت ب
3 مِنَ tarafındandır
4 اللَّهِ Allah
5 الْعَزِيزِ aziz ع ز ز
6 الْحَكِيمِ hüküm ve hikmet sahibi ح ك م

Müfessirlerin çoğuna göre her iki âyette geçen “kitap” ile Kur’an-ı Kerîm kastedilmiştir; ilk âyetteki kitapla bu sûrenin, ikincisiyle Kur’an’ın kastedildiğini düşünenler de vardır (Zemahşerî, III, 337). İbn Atıyye’nin tercih ettiği (IV, 517), bize de daha isabetli görünen diğer bir görüşe göre ilk âyetteki kitapla başlangıçtan itibaren bütün peygamberlere indirilen kitaplara, ikincisiyle de Kur’an-ı Kerîm’e işaret edilmiş; yüce Allah’ın, önceki peygamberlere, insanlık için yol gösterici olan ve yasalar koyan kitaplar indirdiği gibi Hz. Muhammed’e de bu kitabı, Kur’an’ı indirdiği belirtilmiştir. 

Râzî, Mu‘tezile’nin görüşünden de yararlanarak ilk âyetteki azîz ve hakîm sıfatlarını bu bağlamda özetle şöyle açıklamaktadır (XXVI, 238): Azîz, “asla yenilemeyecek derecede güçlü”; hakîm, “arzularına göre değil hikmetin gereğine göre iş yapan” demektir; bu da Allah’ın evrendeki bütün olup bitenleri eksiksiz bildiği anlamına gelir. Buradan Allah’ın üçüncü bir niteliği ortaya çıkar ki o da hiçbir şeye muhtaç olmayışıdır. İşte âyetteki “el-azîzi’l-hakîm” kısmı Allah’ın bu üç sıfatını yani güçlü, kusursuz hikmet sahibi ve ihtiyaçtan münezzeh olduğunu ifade etmektedir. Bu sıfatlara sahip olan Allah’ın bütün yapıp yarattıkları kesinlikle iyidir, doğrudur; engel tanımayan mutlak gücü sayesinde, olağan üstü bir iletişim yolu olan vahiy ile indirdiği kutsal kitaplar da O’nun engin ilim ve hikmetinin dünyaya ve insanlığa yansıyan ışıklarıdır. 2. âyette Kur’an’ın indirilişini “gerçeğin bilgisi” (hak) kavramıyla ilişkilendiren ifade de bunu göstermektedir. Her iki âyette Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğine itiraz edenlere cevap verilmektedir. 

Allah, hiçbir şeye muhtaç olmadan dilediği her şeyi en doğru ve en iyi bir şekilde yapabilecek derecede güç, bilgi ve hikmet sahibidir; geçmişteki kutsal kitapları ve Kur’an’ı da O indirmiştir. Bu gerçek açıkça belli olduktan sonra, 2. âyette artık insanın görevinin, içten bir saygı ve bağlılıkla yalnızca Allah’a kulluk etmek olduğu sonucuna varılmıştır. Âyette bu saygı, bağlılık ve kulluk ihlâs kavramıyla ifade edilmektedir. İhlâs, “gerek ibadetleri gerekse diğer dinî ve ahlâkî davranışları riyâ ve gösterişten, çıkar kaygılarından uzak olarak yalnızca Allah rızası için yapmak” anlamına gelir.

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

İsim cümlesidir. تَنْز۪يلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealiktır. الْعَز۪يزِ  kelimesi  اللّٰهِ  lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الْحَك۪يمِ  ikinci sıfat olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfredo olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَز۪يزِ- الْحَك۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

الْحَك۪يمِ - الْعَز۪يزِ , lafza-i celâlin iki sıfatıdır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Aralarında  و  olmaması, mevsufta, bu iki vasfın birden mevcudiyetine işarettir.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu ayette عَز۪يزِ  ve  حَك۪يمِ  vasıflarının zikredilmesi, her iki vasfın da Kur’an'da zuhur ettiğini bildirmek içindir. Zira Kur'an'ın hükümleri, emirleri ve yasakları, hiçbir engel ve mazeret ileri sürülmeksizin, uygulanmaktadır. Ve Kur’an'ın içerdiği her şey, yüksek hikmetler üzerine bina edilmiştir. (Ebüssuûd)

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

الْعَز۪يزُ  ve  الْحَك۪يمُ  sıfatları sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebut/26)

تَنْز۪يلُ  kelimesi,  نزل  fiilinin  تفعيل  babında masdarıdır. 

الْكِتَابِ ‘deki tarif ahd içindir. Kur’anı ifade eder. (Âşûr)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ  ifadesinde  تَنْز۪يلُ  kelimesi mübteda olmak üzere merfû okunmuş, zarfı da haberi kılınmıştır. Yahut mahzuf bir mübtedanın haberidir;  مِنَ  harf-i ceri,  نزل مِنْ عند الله   [Allah katından indi.] der gibi, تَنْز۪يلُ  ‘ye mütealliktir. Ya da  هذا الكتاب مِنْ فُلاَنٍ إلى فُلان ‘’Bu mektup falandan falancayadır.’’ sözü gibi, müteallık değildir. Buna göre, haber sonrası haber olur. Veya mahzuf bir mübtedanın haberi olup takdiri şöyledir: هذا تنزيل الكتاب ٬هذا مِن الله [Bu, kitabın indirilişidir. Bu, Allah’tandır.] Yahut  مِن الله  ifadesi, تَنْز۪يلُ  -işaret etme anlamının amel ettiği- halidir. Oku, yapış gibi bir fiil takdiri ile mansub da okunmuştur [Kitabın tenziline sarıl!]

Peki, kitaptan maksat nedir? dersen şöyle derim: Birinci izaha göre açık olan, onun Kur’an olmasıdır. İkinci izaha göre o suredir.(Keşşâf)

Surenin bu ilk ayeti, kelama en güzel giriş şekillerinden biri olan konusuyla alakalı bir şeyle başlayarak berâat-i istihlâl sanatının ve güzel lafızlar kullanılıp ağır lafızlardan, tenâfürden ve ta’kîdden uzak, sahih bir mana ifade ederek muktezâ-i halin gözetilmesiyle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğini teşkil etmiştir.

 
Zümer Sûresi 2. Ayet

اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۜ  ...


(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَنْزَلْنَا indirdik ن ز ل
3 إِلَيْكَ sana
4 الْكِتَابَ bu Kitabı ك ت ب
5 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
6 فَاعْبُدِ sen kulluk et ع ب د
7 اللَّهَ Allah’a
8 مُخْلِصًا halis kılarak خ ل ص
9 لَهُ yalnız O’na
10 الدِّينَ dini د ي ن

اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَٓا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْزَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline mütealliktir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْحَقِّ  car mecruru  اَنْزَلْـنَٓا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فاعبد (Dikkatli ol ve kulluk et) şeklindedir.

اعْبُدِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مُخْلِصاً  kelimesi  اعْبُدِ ‘daki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

لَهُ  car mecruru  مُخْلِصاً ‘e mütealliktir.  الدّ۪ينَ  ism-i fail olan  مُخْلِصاً ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. 

اَنْزَلْـنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُخْلِصاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّٓ  tekid harfi, aynı zamanda habere ihtimam ifade eder. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.  Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Bu kitaptan murad Kur’an'dır. Birinci ayetteki kitap'tan da Kur’an murad olduğuna göre ona raci olacak zamir kullanılmayıp bu kelimenin tekrar edilmesi, Kur’an’ı tazim ve onun şanına ziyadesiyle itina içindir. (Ebüssuûd)

Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنْزَلْـنَٓا  fiili, azamet zamirine isnadla ta’zim edilmiştir.

Önceki ayetteki  اللّٰهَ  lafzından  اَنْزَلْـنَٓا  fiilindeki azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

بِالْحَقِّ  car mecruruاَنْزَلْـنَٓا  fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. 

بِالْحَقِّ ’deki  بِ  harf-i ceri, mülâbese içindir. (Âşûr)


 فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۜ

 

Cümle takdiri  تنبّه  (Dikkatli ol) olan, mukadder istînâfa matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مُخْلِصاً  kelimesi,  فَاعْبُدِ  filinin failinden haldir. İsm-i fail kalıbındadır.  الدّ۪ينَ ’yi mef’ûl,  لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir

Car mecrur  لَهُ ’nun, mef’ûl olan  الدّ۪ينَۜ ’ye takdimi, kasr ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

İsm-i fail, mefûlünü lâm harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Bu cümle, bundan önce zikredilen dini has kılmanın ve zorunlu olarak bu emre uymanın bir nevi izahıdır. Yani haberiniz olsun ki, kendisine ibadetin has kılınması zorunlu olan, yegâne varlık Allah'tır. Çünkü ilâhlık sıfatları ve ezcümle bütün sırları, gizlileri sadece Allah bilmektedir. (Ebüssuûd)

الدّ۪ينَ  yeni bir söz başı olarak  الدّ۪ينُ  şeklinde merfû da okunmuştur ki, ibadet emrinin gerekçesi olur. Bu durumda haberin başa alınması da lâm’dan istifade edilen ihtisası tekid için olur. (Beyzâvî)  

اللّٰهَ  - اَنْزَلْـنَٓا  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

 
Zümer Sûresi 3. Ayet

اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ  ...


İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا iyi bil ki
2 لِلَّهِ yalnız Allah’ındır
3 الدِّينُ din د ي ن
4 الْخَالِصُ halis خ ل ص
5 وَالَّذِينَ ve kimseler
6 اتَّخَذُوا edinen ا خ ذ
7 مِنْ
8 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
9 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
10 مَا
11 نَعْبُدُهُمْ biz bunlara tapmıyoruz ع ب د
12 إِلَّا dışıda (bir sebeple)
13 لِيُقَرِّبُونَا bizi yaklaştırmaları ق ر ب
14 إِلَى
15 اللَّهِ Allah’a
16 زُلْفَىٰ daha yakın ز ل ف
17 إِنَّ şüphesiz ki
18 اللَّهَ Allah
19 يَحْكُمُ hükmünü verecektir ح ك م
20 بَيْنَهُمْ onlar arasında ب ي ن
21 فِي
22 مَا ne ki
23 هُمْ onlar
24 فِيهِ onun hakkında
25 يَخْتَلِفُونَ ayrılığa düşüyorlar خ ل ف
26 إِنَّ şüphesiz ki
27 اللَّهَ Allah
28 لَا
29 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
30 مَنْ olanı
31 هُوَ o
32 كَاذِبٌ yalancı ك ذ ب
33 كَفَّارٌ nankör ك ف ر

“Katıksız (hâlis) din” deyimini, kelime-i şehâdete dayalı din veya İslâm dini şeklinde açıklayanlar olmuştur (Zemahşerî, III, 337). Ancak bu deyimi, daha açık olarak “her türlü şirkten, bâtıl inanç ve hurafelerden uzak bulunan; vahye dayanan ve kutsal kitabıyla, inanç ve amellere dair hükümleriyle orijinalliğini koruyan din” şeklinde anlamak isabetli görünmektedir. 

“Sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz” şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Câhiliye putperestleri, Allah’ın varlığına ve yaratıcı gücüne inanmakla birlikte, putları aracı tanrılar kabul edip kendilerine şefaat edeceklerine inandıkları için onlara taparlardı. Görünür veya görünmez varlıklara tapan başka çok tanrılı din mensuplarıyla Hz. Îsâ’yı tanrı kabul eden hıristiyanlar da benzer bir anlayışa sahiplerdi (Taberî, XXIII, 193). Âyette, bu şekilde değişik bâtıl inanç gruplarıyla ilgili son hükmü Allah’ın vereceği, yani onları hak ettikleri şekilde cezalandıracağı belirtilmektedir. Yaratılmış ve sonlu, böyle olduğu için de eksik ve âciz varlıkları tanrı kabul etmek bir yalandan ibarettir, dolayısıyla bir küfürdür, yani gerçeği ters yüz etmek, inkâr etmektir; bu sebeple de hidayetten mahrum kalmayı gerektirir (Râzî, XXVI, 242). Bu suretle âyet şu gerçeği dile getirmektedir: Melekler veya cinler gibi görülmez varlıklara, güneş vb. gök cisimlerine, Hz. Îsâ veya başka bir beşere, ata ruhlarına veya bu sayılanların sembollerine, heykellerine tapanlar ve Allah’ı bırakıp bunları koruyucu (veli) ve kurtarıcı kabul edenler, onlardan medet umanlar hak yoldan sapmışlardır; bunların inançları yalandan ve küfürden ibarettir. Yegâne hak din, tevhid inancıdır; kurtuluşu hak edenler de sadece muvahhid (tek tanrı inancını benimseyen) müminlerdir. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 598-599

اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ

 

اَلَا  başlangıç, tenbih edatıdır. Konuşmacı, dinleyenlerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ) 

İsim cümlesidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

الْخَالِصُ  kelimesi  الدّ۪ينُ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِصُ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلص  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

  وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّخَذُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اتَّخَذُوا  değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.

اَوْلِيَٓاءَۢ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا نَعْبُدُهُمْ  mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  يقولون ما نعبدهم (Onlara …..ibadet ediyoruz derler.) şeklindedir. Mukadder söz, mübteda  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَعْبُدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  

لِ  harfi, يُقَرِّبُو  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  نَعْبُدُ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُقَرِّبُو   fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru يُقَرِّبُو  fiiline mütealliktir. زُلْفٰى  muradifi olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زُلْفٰى  maksur isimlerdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّخَذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

يُقَرِّبُونَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قرب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


  اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  

يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَحْكُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَيْنَ  mekân zarfı  يَحْكُمُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  ف۪ي  harfi ceriyle  يَحْكُمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  يَخْتَلِفُونَۜ  fiiline mütealliktir. 

يَخْتَلِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَخْتَلِفُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ‘dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

  

 اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  لَا يَهْد۪ي  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْد۪ي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ كَاذِبٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَاذِبٌ  haber olup lafzen merfûdur. كَفَّارٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

كَاذِبٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَفَّارٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübtedadır. 

لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ ‘deki  لِ  istihkak manasında olan milkiyet lâmıdır. (Âşûr) 

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لِلّٰهِ , mevsûf/maksûrun aleyh,  الدّ۪ينُ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

الْخَالِصُ  kelimesiالدّ۪ينُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.


 وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ينَ  mübteda,  مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ  cümlesi, haberdir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası olan  اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan  مِنْ دُونِه۪ٓ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ  cümlesi takdiri  يقولون (Derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Menfî muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

Mukadder fiil ve mekulü’l-kavli  الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir.

لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ  cümlesine dahil olan  لِ , sebep bildiren masdar harfi, lam-ı ta’lildir. Muzariyi gizli  ان ’le nasb eder.  لِ  ve akabindeki cümle, masdar tevilinde,  مَا نَعْبُدُهُمْ  fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَى اللّٰهِ  önemine binaen mef’ûlü mutaktan naib olan  زُلْفٰىۜ ’ya takdim edilmiştir.

İstisna harfi  اِلَّا  ve  nefy harfi  مَا  ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr fail ile mef’ûlun lieclih arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

 لِيُقَرِّبُونَٓا - زُلْفٰىۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا  ifadesi iki ihtimale açıktır: Edinenler de olabilir -ki o vakit maksat kafirlerdir- edinilenler de olabilir; o takdirde de maksat melekler, Hazret-i Îsa, Lât ve Uzzâ’dır. - İbn Abbas’dan (v. 68/688) nakledilmiştir. (Keşşâf)

İsm-i mevsûlden murad müşriklerdir. (Âşûr) 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

زُلْفٰىۜ ; yakınlık konumudur. Yani, “Bizi Allah’a yakınlık itibariyle yaklaştırsınlar diye…” denmektedir. Aslında bununla murad edilen dünyadaki şeref ve himayedir. Çünkü o kimseler ahirete inanmazlar. Bu yüzden  زُلْفٰىۜ  kelimesi  لِيُقَرِّبُونَٓا ‘daki zamirden bedel-i iştimâl olarak mansubdur. Yani; “Konumumuzu Allah’a yaklaştırsınlar diye” demektir.  (Âşûr)


اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harfiyle birlikte  يَحْكُمُ  fiiline  mütealliktir. Sılası olan  هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned olan  ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهِ  ihtimam için amiline takdim edilmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ   cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ  sözündeki yalanlarından maksat, Allah’tan başka veli edindikleri şeylere “Allah’ın kızları” demeleridir. O yüzdendir ki Allah Teâlâ onların aleyhine kanıt getirmek üzere, akabinde şöyle buyurmuştur: “Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi elbette...” Yani Allah’ın çocuk edinmek istemesi, ne mümkün ne de münasiptir; çünkü muhâldir. (Keşşâf)

Müsned olan  كَاذِبٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

كَفَّارٌ , ikinci haberdir. Mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

كَاذِبٌ  -  كَفَّارٌ  ve  مَنْ  - الَّذ۪ينَ - مَا  ve  زُلْفٰىۜ -  اَوْلِيَٓاءَۢ , gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette tekrarlanan Allah isminde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَفَّارٌ  - يَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  يَخْتَلِفُونَۜ  - يُقَرِّبُونَٓا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 
Zümer Sûresi 4. Ayet

لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ  ...


Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, bundan uzaktır, yücedir. O, bir ve her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan Allah’tır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ eğer
2 أَرَادَ isteseydi ر و د
3 اللَّهُ Allah
4 أَنْ
5 يَتَّخِذَ edinmek ا خ ذ
6 وَلَدًا çocuk و ل د
7 لَاصْطَفَىٰ elbette seçerdi ص ف و
8 مِمَّا
9 يَخْلُقُ yarattıklarından خ ل ق
10 مَا ne
11 يَشَاءُ diliyorsa ش ي ا
12 سُبْحَانَهُ O (bundan münezzehtir) yücedir س ب ح
13 هُوَ O
14 اللَّهُ Allah’tır
15 الْوَاحِدُ tek و ح د
16 الْقَهَّارُ kahredici ق ه ر

لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ 

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  اَرَادَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَتَّخِذَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  وَلَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اصْطَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اصْطَفٰى  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْلُقُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

يَخْلُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Aid zamir mahzuftur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

يَتَّخِذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir. 

اصْطَفٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi صفو ‘dir.İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبّح  (tesbih ederiz.) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. 

الْوَاحِدُ  lafza-i celâl’in sıfatı olup merfûdur. الْقَهَّارُ  ikinci  sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْقَهَّارُ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ 

 

Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداً  cümlesi şarttır. 

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَتَّخِذَ وَلَداً   cümlesi, masdar teviliyle  اَرَادَ  fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen   لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِمَّا , önemine binaen mef’ûl olan  مَا يَشَٓاءُۙ ‘ya takdim edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfiyle birlikte  اصْطَفٰى  fiiline  mütealliktir. Sılası olan  يَخْلُقُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَاصْطَفٰى  fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  يَشَٓاءُۜ  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin mef’ûlü, yani dilediği şey belirtilmemiştir.  يَشَٓاءُ  fiili, müteaddi olduğu halde mef’ûlünün hazf edilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkan sağlar. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَّا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَلَداً ’deki tenvin tahkir ifade eder.

اَرَادَ - يَشَٓاءُۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 سُبْحَانَهُۜ

 

Beyanî istînâf veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح (Tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

İtiraz cümlesi bu ayette tenzih ve tazim gayesiyle gelmiştir.

İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbdır. 


هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belağat Dersleri, Meânî İlmi, s. 218)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Lafz-ı celâl için iki sıfat olan الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ  kelimelerinin aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Her ikisi de mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Zümer Sûresi 5. Ayet

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ  ...


Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَلَقَ yarattı خ ل ق
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
4 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
5 يُكَوِّرُ örter ك و ر
6 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
7 عَلَى üzerine
8 النَّهَارِ gündüzün ن ه ر
9 وَيُكَوِّرُ ve örter ك و ر
10 النَّهَارَ gündüzü ن ه ر
11 عَلَى üzerine
12 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
13 وَسَخَّرَ ve buyruğu altına almıştır س خ ر
14 الشَّمْسَ güneşi ش م س
15 وَالْقَمَرَ ve ayı ق م ر
16 كُلٌّ her biri ك ل ل
17 يَجْرِي akıp gitmektedir ج ر ي
18 لِأَجَلٍ süreye kadar ا ج ل
19 مُسَمًّى belli bir س م و
20 أَلَا iyi bil ki
21 هُوَ O
22 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
23 الْغَفَّارُ ve çok bağışlayandır غ ف ر

Büyük âlem (makrokozmos) ve küçük âlem (mikrokozmos, insan) denilen iki varlık alanını yaratan gücün ululuk ve yetkinliğine dikkat çekilmektedir. “Hikmet ve fayda esasına göre” diye çevirdiğimiz “bi’l-hakkı” deyimi, yaratma ve yönetmenin temelindeki ilâhî hikmete, yani eksiksiz kusursuz bilgiye ve yarara işaret eder. Buna göre yaratılışta saçmalıktan, anlamsızlık ve hikmetsizlikten söz etmek mümkün değildir; özünde her şey, iyidir, güzeldir, yararlıdır. Bütün İslâm âlimlerinin birleştiği bu inancın, en güzel ifadesini Gazzâlî’nin şu sözünde bulduğu kabul edilir: “İmkân âleminde halen mevcut olandan daha güzel, daha tam ve daha mükemmelinin bulunması mümkün değildir” (İhyâ’, IV, 258; el-İmlâ’ fî işkâlâti’l-İhyâ’, V, 35-36). Evren hakkındaki bu iyimser düşünce, yine Gazzâlî’ye isnat edilen bir özdeyişte, “Leyse fi’l-imkân ebde‘u mimmâ kân” (Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir) şeklinde ifade edilmiştir. 

Allah’ın, “sürekli olarak geceyi gündüzün, gündüzü gecenin üstüne sarması”ndan maksat, gündüzden geceye geçilirken yavaş yavaş aydınlığın çekilip karanlığın bastırması, geceden gündüze geçilirken de tersine karanlığın yerini aydınlığın almasıdır. Âyetin bu cümlesi, “Geceyi gündüze ekler, gündüzü de geceye ekler” şeklinde de yorumlanmıştır (Şevkânî, IV, 515). Her gün tekrar ettiği için önemini fark edemediğimiz bu olaylar, ilâhî kudretin ve yaratılıştaki hikmetin durmadan tecelli ettiğini gösteren birer âyettir, işarettir. Güneş ve ayın, Hakk’ın yasalarına boyun eğerek semamızı süslemesi, ısı ve ışık vermesi de böyledir. İnsanlık âleminin bir tek candan, Âdem’den gelişi de evrenin oluşu ve işleyişi kadar muhteşem bir olaydır. Bu olay da düşünen aklı, hisseden kalbi dehşete düşürüp o yüce kudret karşısında secdeye kapandıracak derecede derin hikmetler taşıyan ilâhî tecellilerdendir. Âyet, bütünüyle insanlığın bu oluş süreci yanında her bir insanın ana rahmindeki yaratılış sürecine de veciz bir üslûpla değinmektedir (“... sonra ondan da eşini yaratmıştır” ifadesinin açıklaması için bk. Nisâ 4/1). 

Müfessirler, “üç karanlık” tabirini, annenin karın duvarı, rahim duvarı ve cenini kuşatan zar (amnion zarı) içindeki karanlık tabakalar olarak açıklarlar. Bu karanlık tabakaları, rahim içinde birbirini kuşatan üç zarın teşkil ettiği tabakalar olarak anlamak da mümkündür. Bunların ilki, cenini koruyan, içi sıvı dolu amnion zarı, ikincisi amnionu dıştan kuşatan ve daha çok ceninin besin ve oksijen almasını sağlayan korion zarıdır. Rahim içini astar gibi kaplayan ve hamileliğin sonuna doğru gittikçe kalınlaşan üçüncü zar, üzerindeki kan damarlarıyla çocuk için besin deposudur. Hamilelikten sonra düştüğü için buna “düşen zar” (zara decidua) denilmektedir. Âyette bu tabakaların karanlık oluşuna bilhassa dikkat çekilmekle, bu karanlık ortamlarda olup bitenlerin dahi Allah’ın bilgisi ve kudreti sayesinde gerçekleştiğine; dışarıdan farkına bile varılmayan bu ortamda yaratılış harikalarının gerçekleştirildiğine işaret edilmiştir. “Türlü yaratılış safhalarından geçme” ifadesiyle, Hac (22/5) ve Mü’minûn (23/12-14) sûrelerinde açılımı verilen nutfe, alaka ve mudga safhalarının ve bundan sonraki gelişmelerin kastedildiği anlaşılmaktadır (İbn Âşûr, XXIII, 333-334). Rahim karanlığında döllenmiş hücreye (zigot) nutfe, hücrenin rahim cidarındaki asılı vaziyetine alaka denir. Bu suretle rahimde gelişimini sürdüren embriyo, önce mudga denilen şekilsiz etimsi bir parçaya dönüşür ve zamanla diğer aşamalarda kemikler oluşur; kemikler kaslar, damar ve sinirlerle kaplanarak insan bedeninin oluşumu tamamlanır.

Hayvanlardan lutfedildiği bildirilen “sekiz eş”, En‘âm sûresinin 143-144. âyetlerinde zikredilen erkekli-dişili eşler olarak koyun, keçi, deve ve sığır çiftleridir.

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ

 

Fiil cümlesidir.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

الْاَرْضَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  بِالْحَقّ  car mecruru failin veya mef’ûlü bihin mahzuf haline mütealliktir.         


يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

Fiil cümlesidir. يُكَوِّرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَى النَّهَار  car mecruru يُكَوِّرُ  fiiline mütealliktir. 

يُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. يُكَوِّرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَخَّرَ  atıf harfi  وَ ‘la  يُكَوِّرُ ‘ya mütealliktir. 

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الشَّمْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْقَمَرَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

يُكَوِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كور ’dir. 

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ‘dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

İsim cümlesidir. كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. يَجْر۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِاَجَلٍ  car mecruru  يَجْر۪ي  fiiline mütealliktir.  مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. مُسَمًّى  maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسَمًّى  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.


اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ

 

 

اَلَا  istiftah, tembih edatıdır. Konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur. الْغَفَّارُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ  -  الْغَفَّارُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ 

 

 

İstînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ , tağlib yoluyla  الْاَرْضَ ’ı da kapsamaktadır. 

بِالْحَقِّۚ ‘deki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 


يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ  makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ  cümlesi de hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ  cümlesiyle  وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ  cümlesi arasında aks ve mukabele sanatları vardır.

يُكَوِّرُ - الَّيْلَ -  النَّهَارِ - عَلَى  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

الْقَمَرَۜ - الشَّمْسَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

النَّهَارَ- الَّيْلِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 


كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin ileyh olan  كُلٌّ  kelimesindeki mahzuf muzâfun ileyhten ivaz tenvin, tazim ve kesret ifade etmiştir.  يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır. 

كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ  cümlesi  سَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ  cümlesinden bedel-i iştimâldir. Bu, teshir(emrine,hizmetine verme) fiilinin en açık ve anlaşılır hallerindendir. (Âşûr) 

اَجَلٍ ’deki tenvin nev ifade eder.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Musahhar kılınanlar güneş ve ay olarak ayrıldıktan sonra ikisinin özellikleri zikredilmiştir. Bu üslub cem' ma’at-tefrîk ve’t taksim sanatıdır.


 اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek tekid ifade eden tenbih edatıdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ  isimleri marife gelmiştir. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâat Dersleri, Meânî İlmi, s. 218)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. الْعَز۪يزُ  sıfat-ı müşebbehe, الْغَفَّارُ  ism-i tafdil kalıbıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eder.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

Bu cümledeki  اَلَا (Uyanık olun) dikkat çekmek ve uyarmak içindir. Yani ‘dikkat edin, şüphesiz ki ben her şeye galip olan Aziz’im ve rahmeti ile kullarının günahlarını örten Gaffar'ım’ demektir. (Kurtubî)

 
Günün Mesajı
5. ayeti kerimede yerkürenin yuvarlaklığına ima vardır. Sarığın başa dolanması gibi Allah Teala da geceyi gündüzün, gündüzü gecenin başına, nihayet bütünüyle gece veya bütünüyle gündüz oluncaya kadar dolar. Yani gece ve gündüz ufukta kuşak kuşak belirir. Kur'an-ı Kerim anlamıyla lafzı itibarıyla i'câzın en yüksek seviyesindedir. İlmin gelişmesi ile bütün dünya da bu i'câzın boyutlarını görebilmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, kendi hali için hep dua etmeli. Zira; ancak dua halindeki kalbin gözleri açık olur. Hatalarının ya da eksikliklerinin farkına varır. Şükür ya da tevbe sebeplerini düşünür. 

Dua hali demek, devamlı dünyalıkların peşinden koşmak yani yalnız dünyasında iyilik istemek değildir. Bu nefsin dua hali olur. Halbuki dua halindeki kalbin asıl derdi; Allah’ın rızasını gözetmek ve O’na kavuşmaktır.

Ömrü İslam ile şereflenenin ve kalbi iman ile aydınlananın duası; Allah’ın rahmeti ve yardımı ile bu halinin daim kalmasıdır. Attığı adımlarının ve aldığı kararlarının Allah’ın rızasına uygun olmasının isteğidir.

İslam dini üzerine yaşatan ve kalplerimizi imanı ile şereflendiren Allah’a hamd olsun. 

Azîz ve Hakîm olan Allahım! Kalplerimizi ve yollarımızı; kelamın Kur’an-ı Kerim ile aydınlat. Dillerimizi ve ömürlerimizi onunla süsle. Onu bize, iki cihanda da yoldaş eyle. Son nefesimizi; ayaklarımız İslam yolunda iken ve kalbimizdeki iman sağlam iken vermemizi nasip eyle. Yardımın ile; ömrümüzün son anına kadar Senin rızan için yaşamamızı, her halimizde Seni zikretmemizi ve Sana sığınmamızı nasip eyle. Halimizi; kibrin ve şirkin her halinden muhafaza buyur. Bizi cehennem azabından koru. Bizden razı ol ve bizi cennetine al.

Kalbi hep dua halinde olanlardan ve samimi inançla, bağlılıkla Allah’a ibadet edenlerden olmak duasıyla.

Amin.

***

Alay ederek ya da aşağılayarak inkar edenleri çok hafif bir tebessüm ile seyrediyordu. Dışarıdan bir gören olsa belki hakarete varacak kadar kendisine sinirlenirdi, belki de deli olduğunu iddia ederdi ama iç dünyasına şahit olabilse sebebini anlardı. Zira o izlediği sahneye değil, gördükleri sayesinde düşündüklerine tebessüm ediyordu. Başka bir alemdeydi:

Hakikatin inkar edilmesi, hakikate değil, sadece kişinin kendisine zarar verir. Bu sanki suyun içilecek bir şey olduğunu kabul etmeyen akılsız bir inatçının kendisini ısrarla susuz bırakmasına benzer. O ne derse desin, her hakikat gibi su değişime uğramadan yerinde durur. Öyle ya, hakikati inkar eden de adeta ruhunu susuz bırakır. Halbuki inkarıyla zarar veremediği hakikate iman etse ondan maddi ve manevi alemde faydalanır. 

Küçüklükten bugüne kadar olan zaman dilimi göz önüne alındığında herkesin burun kıvırdığı ama sonrasında doğruluğunu yaşayarak öğrendiği bilgileri vardır. Bu şu anlama gelir; kişi eninde sonunda gerçeklerin doğruluğunu kabul edecektir. Allah’a ve O’nun emirleri ile kitabı Kur’an-ı Kerim ve son peygamberi hz. Muhammed (sa)’e iman etmek de böyledir. 

Ey Allahım! Kalbi ile hakikati tasdik etmede geç kalanlara ve gaflet içerisinde yaşayıp ölümün dehşeti ile uyananlara benzemekten Sana sığınırız. Bizi ölmeden uyananlardan ve iman ile Senin rızan için çalışanlardan eyle. Yolunda attığımız adımları kolaylaştır ve imanımızın kalbimizdeki yerini tamamlayarak sağlamlaştır. İman nuru ile maddi ve manevi alemini temizleyenlerden ve Senin huzuruna hoşnutluğunu kazanmış bir hal, aydınlık bir yüz, ferah bir gönül, huzurlu bir selam ile gelenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji